Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
08:20, 3 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Salı, 09 Aralık 2025 - 08:23
Arama
MaviKaranlık Forum
Sahabeler / Peygamberimizin Arkadaşları
-
Tek Mesaj #157
Misafir
Ziyaretçi
19 Ağustos 2006
Mesaj
#157
Ziyaretçi
ALLAH
Yaratanın büyüklüğü, yaratılanı gözünde küçültür.
Allah'ı Tanımak; Noksan sıfatlardan münezzeh (uzak) olan Allah'ı,
yapmayı iyice dilediğim şeyleri yapmamakla,
bağladığım düğümleri çözmekle tanıdım.
AKIL
Akıllının dili gönlünün ötesindedir;
ahmağın gönlüyse dilinin ötesinde.
Akıl gibi zenginlik,
bilgisizlik gibi yoksulluk,
edep gibi miras
danışmak gibi arka olamaz.
Akıl tamamlandı mı söz azalır
Hoş geçinmek aklın yarısıdır.
Akıllı Herşeyi lâyık olduğu yere koyandır.
Kişi eğer seni azgınlık, yolundan alıkor, doğru yola sevkederse,
bu onun akıllı olduğuna delâlet eder.
Akıllı, ameline dayanır,
câhil, emeline dayanır.
Bilgin, kalbiyle, gönlüyle bakar görür;
câhil, gözüyle bakar görür.
Akıl gurbette yakınlık bulmaktır; ahmaklık vatanda gurbete düşmektir
Akıllının zannı, câhilin yakininden daha doğrudur.
Câhil dostundan ziyâde akıllı düşmanına güven.
AF DILEME
Birisi, huzurlarında, Allah'tan suçlarını örtmesini dileyince buyurdular ki:
Anan yasında ağlasın; biliyor musun, suçların öıtülmesini, bağışlanmasını istemek nedir?
Suçların örtülmesini istemek, İlliyyin derecesidir; bunun da altı anlamı vardır:
Birincisi geçmiş suçlara nadim olmak (pişman) ,
ikincisi ebedi olarak o geçmiş suçları bir daha işlememek,
üçüncüsü Allah'a temiz ulaşmak, kul hakkından kendisinde birşey olmadığı halde
kavuşmak için yaratılmışların haklarını kendilerine vermek,
dördüncüsü sana vacib olan bütün emirlerini yerine getirmeye niyet etmek,
beşincisi, bedeninde hırstan bitip gelişmiş etleri, dertle, gamla eritmek, derini kemiğe yapıştıracak kadar zayıflamak,
ondan sonra helal lokmadan gelişen ete kavuşmak,
altıncısı bedenine evvelce suç işleme tadını tattırdığın gibi ibadet elemini de tattırmaktır.
Bu şartlardan sonra, Allah'tan suçlarını örtmesini dilerim diyebilirsin.
AF - CEZA
İnsanların en fazla bağışlaması gerekeni, cezâ vermeye en faz-
la gücü yetenidir.
AHİRET GÜNÜ
Ne mutlu ahireti hatırlayana,
sorgu (hesap günü) için işgörene (amel yapana),
nail olduğuna ve hakkına kanaat eden ve Allah'tan razı olan kişiye
AHİR ZAMAN
İnsanlara bir zaman gelip çatar ki o zamanda Kur'ân'dan an-
cak eser ve yazı, İslâmdan da isim kalır. O gün insanların mescitleri
mâmurdur yapı bakımından; haraptır hidâyete mahal olmak ba-
kımından. O gün mescitlerde oturanlar, onları yapanIar, yeryüzünün
en kötü kişileridir; fitne onlardan çıkar, suç ve hatâ onlara sığınır.
Kim o fitneye girmemek isterse sürüp götürürler, kim geri kalırsa
yürütüp alırlar. Noksan sıfatlardan münezzeh olan AlIah buyurur ki :
" Zâtıma andolsun ki ben, o kavme öylesine bir fitne gönderirim ki
bigi sâhibi bile şaşırır kalır ve o fitneye dalar. Biz AlIâh'ın bağış-
lamasını, gafletle ayağımızı kaydırmamasını dilemekteyiz.
ALİM
Tam Alim o kişidir ki;
İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz hale düşürmediği,
Allah'ın lütfundan onları meyus etmediği gibi
Allah'ın mekrinden de onları emin etmez
ARZU - NEFS İSTEĞİ
Zenginliğin en yücesi dilekleri-arzuları terketmektir.
Kimin dileği-arzusu uzar giderse, kötü işleri de çoğalır gider.
Mal, isteklerin-arzuların temelidir.
BAYRAM
orucunu,
geceleri ettiği ibadeti
Allah'ın kabül ettiği kişiye bayramdır.
Hangi gün Allah'a isyan edilmezse o gündür bayram.
BUĞZ
Şu kılıcımla. bana buğzetmesi için mü'minin beynine vursam bile, gene bana buğzedemez.
Beni sevmesi için bütün dünyayı münafığın önüne döküp sersem gene beni sevemez.
Bu, Ümmi Peygamberin (Allah'ın salevatı O'na ve soyuna olsun),
dilinden çıkan ve takdîre uyan bir sözün özüdür ki
buyurmuştur:
Ya Alî, mü'min sana buğzetmez, münafık seni sevmez.
CÖMERTLİK
Cömert ol, cimrilikte ileri gitme; saygılı ve sıralı ver, ihsan
ederken, vermemişe de dönme.
Cömertlik, istemeden vermektir. İstendikten sonra vermekse
utançtandır ve kötüdür.
DERT - GAM
Derd ve gam ihtiyarlığın yarısıdır.
DİL
Dilini kendisine buyruk sâhibi eden, diline
geleni söyleyen, kendisine zarar verir.
Dil yırtıcıdır; yuları bırakıldı mı salar, parçalar.
İnsan, dilinin altında gizlidir.
Anlamadığın dilde sevap olmaz
DOSTLUK
En Yakını yitiren, en uzağı da ,yardımcı olarak bulamaz.
Dostları yitirmek, gurbete düşmektir.
Dost, kardeşini üç halde korumadıkça tam dost olamaz. düş-
künlüğünde, kendisi bulunmadığı vakit, ölümünden sonra.
DÜNYA SEVGİSİ
İnsanlar, dünyalarını düzene sokmak için
dinlerine ait bir şeyi terkettiler mi
Allah onları ondan daha zararlı birşeye uğratır.
Dünya bir topluma teveccüh etti mi başkalarının iyiliklerini,
güzelliklerini eğreti olarak onlara verir; bir toplumdan da yüz
çevirdi mi kendilerindeki iyilikleri, güzellikleri de onlardan
gidiverir.
Dünyadakiler, uykuda yol alan kervan ehline benzerler.
İnsanlar dünyanın oğullarıdır. İnsan ******* severse kınanmaz.
Dünya başkaları için yaratılmıştır, kendi için değil.
(Birisini dünyayı kınarkan, yererken duyup buyurdular ki,)
Ey dünyânın aldayışlarına kapılan, uyduruşlarına aldanan, dün-
yaya kapılıyor, sonra da onu yermeye mi girişiyorsun? Sen mi dün-
yayı suçlamadasın ; dünya mı seni suçlamada? Ne vakit dünya seni
şaşırttı, ne vakit aldattı? Toprağa atın çürüttüğü babalarının helâk
oldukları yerlerle mi aldattı seni; yoksa yer altına attığı analarının
yattığı yerlerle mi kandırdı seni?
Ne kadar çalıştın onlardan derdi, hastalığı gidermeye. Ne ka-
dar uğraştın onları tedâvî ettirmeye. Onların iyileşmelerini diledin ;
onları iyileştirmek için hekimlere baş vurdun. Bu esirgemelerin on-
ların hiç birine fayda etmedi. Onların devâsını aradın; çâresi olma-
dı; gücünle kuvvetinle ölümü gideremedin onlardan.
Dünyâ onlara ettiği işle, sana örnek verdi; öldükleri yerle
öleceğini gösterdi. Oysa dünyâ, sözünü gerçekleyene gerçeklik yur-
dudur; sözünü, anlayana, kurtuluş evidir. Ondan azık topIayana zen-
ginlik diyârıdır; öğüdünü tutana öğüt mahallidir.
Dünyâ, Allâh dostlarının secde yeridir; Allâh meleklerinin na-
mazgâhı. Allah vahyinin indiği yerdir; Allah dostlarının alış veriş
yurdudur. Orada rahmet elde edenler; orada kâr edinirler, cenneti
kazanırlar. Dünyâ, ölümü açıkça haber verdiği, kendisinden ayrıla-
cağımızı seslenip bildirdiği, kendisinin ve kendinden olanların âkıbe-.
tini anlattığı halde, kimdir ki onu kınar, yermeye kalkar?
Dünyâ, belalarıyla belâyı gösterir ehline; sevinciyle onları sevin-
ce teşvik eder. İnsan esenlikle dünyâda akşamı eder, musîbetle sa-
bahı bulur. Bu, tâata yöneltmesidir onun; isyândan korkutmasıdır;
çekinmeyi telkin etmesidir onun.
Nedâmetle sabahlayanlar kınarlar onu. Kıyâmet günü başkala-
rıysa överler onu. Çünkü dünyâ onlara, âkıbeti anlatmıştır, onlar da
anlamışlardır; ne olacağını söylemiştir onlara, gerçeklemişlerdir
onu, öğüt vermiştir onlara. tutmuşlardır öğüdünü onun.
EMAN
Ebu-Ca'fer Muhammed b. Aliyy'il-Bakır aleyhimesselam'dan rivayet edilmiştir.
Yeryüzünde Allah azabından iki eman (emniyet) verdi; biri kaldırıldı; öbürüne yapışın.
Kaldırılan eman , Rasülullah'tı. ( Allah'ın salatı o'na ve soyuna olsun )
Duran, kalan emansa istiğfardır (af dileme) .
Allahü taala «Sen, onların içinde oldukça onları azaplandırmaz
ve gene yarlıganma dilerlerken (affedilme) Allah onlara azap vermez.»(VIII Enfal,33)
FERASET
İnananların zanlarından (feraset) sakının; çünkü yüce Allah gerçeği onların dillerine ilham eder.
«İnananın anlayışından ( ferasetinden) sakının; çünkü o, Allah nuruyla bakar, görür.»
(Hadis, Künuz'ül-Hakaaık, I, s. 8)
GEÇİM - İDARE
İnsanlarla öyle geçinin ki öldünüz mü ağlasınlar size; sağ kaI-
dınız mı sevgiyle çağrışsınlar sizin için.
İnsanların gönülleri ürkektir; kim onları elde ederse ona alışırlar.
Kim bir işte halka, öncü olursa, başkasını terbiyeye kalkmadan
kendisini terbiye etmeli ; bu terbiye de diliyle öğüt vermeden önce
huyuyla öğüt vermek sûretiyle olmalı. Nefsine muallim olup kendini
terbiye eden kişi, insanlara muallimlik edip onları terbiye
edenden daha fazla ululanmaya değer.
GENEL SÖZLER
Dört şey verilene dört şey harâm olmaz:
1-Duâya koyulan icâbetten,
2-tövbeye başarı ihsan edilen kabûlden,
3-istiğfara yöneltilen bağışlanmaktan,
4-şükretmeye fırsat ilhâm edilen, nîmetin ziyâde olmasından mahrûm kal-
maz.
Bunu da Allâh'ın Kitabı gerçeklemektedir. Yüce ve Ulu Allâh
buyurur ki: "Dua edin, icâbet edeyim size." (XL, Mü'min, 60)
"Kötülük eden, yahut nefsine zulümde bulunan, sonra istiğfar ederse
Allâh'a, Allâh'ı suçları örtücü ve inananlara acıyıcı olarak bulur."
(IV,Nisâ';110)
Şükür hakkında da "..şükrederseniz nîmeti çoğaltırım size"
buyurmuştur. (XIV, İbrâhim A.M, 7)
Tövbe hakkında da "Tövbe, ancak bilgisizlikle kötülük edip sonra
hemen tövbe edenlerden kabûl edilir. Onlardır Allâh'ın, tövbelerini
kabûl ettiği kişiler ve, Allâh herşeyi bilir, hüküm ve hikmet
sâhibidir" buyurmuştur. (IV, Nisâ', 17)
Halka istemediği, hoşlanmadığı şeyleri söyleyen kişi hakkında
halk da, bilmediği şeyleri söyler.
İnsanın değeri, himmetincedir; gerçekliği, adamlığıncadır; erli-
ği, yaptığı kötülükten utancı kadardır; temizliği ve nâmusu da kıs-
kançlığı derecesindedir.
Üst olmak, ihtiyâta riâyetle olur. İhtiyata riâyet, düşünüp ta-
şınmakla mümkündür, düşünüp taşınmak da sırları gizlemekle olur.
Yüce kişinin, aç kalınca, aşağılık kişinin, karnı doyunca saldı-
rısından korkun.
İhtiyacı olan şeyi elde edememek, ehli olmayandan istemekten
daha iyidir.
Her sayılı şey biter; her beklenen gelip çatar.
İki iş arasında ne kadar da uzaklık var; İş var ki, tadı gider, ve-
bâli kalır; iş var ki, zahmeti geçer, sevâbı kalır.
Birbirine aykırı olarak çağrılan iki yolun biri, mutlaka sapık-
lık yoludur.
İleri gidişin meyvası pişmanlıktır. İhtiyatın meyvası selâmet.
Korku ümitsizliğe eş olmuştur; utanç mahrumiyete. Fırsat
bulut gibi geçip gider; hayırlı fırsatları elde etmeye çalışın.
Allâh'a râzı olmak ne güzel eş dosttur; bilgisiyse büyük bir mi-
ras. Edeplere riâyet, boyuna yenilenen elbisedir, düşünceyse saf
bir ayna.
Cimrilik ayıptır; korkaklık noksan. Yoksulluk, delil getirmede
aklı dilsiz eder; yokluğa düşen, şehrinde garib olur gider. Âciz kal-
mak âfettir; sabır yiğitlik. Çekinmek zenginliktir; sakınmak kalkan.
Akıldan daha faydalı mal, kendini beğenmekten daha korkunç yalnızlık, tedbir gibi akıl,
takvâ gibi kerem, güzel huy gibi eş dost, edep gibi miras, başarı gibi kılavuz, iyi
işlerde bulunmak gibi alış-veriş , sevap gibi kâr, şüpheli şeylerde durup çekinmek gibi
sakınmak, haramdan kaçınmak gibi zahitlik, düşünmek gibi bilgi, farzları yerine getirmek
gibi ibâdet, utanmak ve sabretmek gibi iman, gönül alçaklığı gibi soy sop, bilgi gibi
yücelik, hilim gibi üstünlük, danışmak gibi arka yoktur.
Ölç, biç, sonra kes; düşün, taşın, sonra söyle; anla, bil, sonra yap.
Ya söyleyen, irşâd eden bilgin ol, ya dinleyen, belleyen kesil;
üçüncüsü olmaktan sakın.
Söyleyene bakma, söylenene bak.
Amelsiz sevap dileyen, yaysız ok atmaya kalkan kişiye benzer.
HAYIR - ŞER
Hayrı yapan, hayırdan da hayırlıdır; şer işleyense şerden de kötüdür.
Seni gama, gussaya sokan kötülük, Allah katında sana benlik
veren iyilikten daha hayırlıdır.
Kötülükte bulunanları, iyilik edene mükâfat vererek payla, yo-
la getir.
Kötülüğü, kendi gönlünden çıkarmak suretiyle, başkala-
rının gönüllerinden sök çıkar.
Hikmetle hüküm vermek hususunda susmakta hayır olmadığı
gibi, bilgisizlikle söz söylemekte de hayır yoktur.
HAYRET
Şaşarım o kimseye ki korktuğu yoksulluğa doğru koşup durur;
arayıp istediği zenginlik, elinden yiter gider. Dünyâda yoksullar
gibi yaşar, âhiretteyse zenginlerin sorusuyla sorguya çekilir.
Şaşarım o gülen, benliğe düşen kişiye ki , dün bir menî parçasıy-
dı, yarın bir leş olacak.
Şaşarım Allâh'ın varlığından şüpheye düşene ki Allâh'ın yaratışını
görüp durur.
Şaşarım Allâh'ın varlığından şüphe edene ki ölenleri
gözleriyle görür.
Şaşarım âhiret yaşayışını, tekrar dirilişi inkâr edene ki
ilk yaratılışı görür, bilir.
Şaşarım yokluk yurdunu yapıp durana ki varlık yurdunu terkeder gider.
Bir cenazede gülen birisini duyunca buyurdular ki)
Sanki ölüm, bizden başkalarına yazılmış, sanki bu gerçek, biz-
HİKMET
Nerde olursa olsun, hikmeti almaya bak; çünkü hikmet münâfığın gönlünde,
oradan çıkıp ona sâhib olan mü'minin gönlüne girerek karâr edinceye dek sâkin olmaz.
Hikmet sâhibi kişilerin sözleri doğruysa devâdır, yanlışsa hastalık.
İMAN
İMAN dört direk üstünde durur: Sabır, yakiyn, adalet, cihad.
Sabır
dört kısımdır: özlem, korku, çekinmek, tetikte durmak.
Cenneti özleyen dileklerden vazgeçer.
Cehennemden korkan haramlardan çekinir.
Dünyada çekinen kişi, dünya musîbetlerini hiçe sayar.
Ölüme karşı tetik duransa, hayırlı işlere koşar.
Yakiyn
de dört kısımdır: Akıllılık, hikmeti yormak, geçmişten öğüt almak, geçenlerin yolunu yordamını izlemek.
Akıllilıkta gözü açık olana hikmet aydınlanır.
Hikmeti apaydm gören. ibret alır.
îbret alansa geçmişlerdenmiş gibi hareket eder.
Dünyaya da aldanmaz.
Adalet
de dört kısmıdır: Anlayışta derine dalmak, bilgide derin olmak, aydın hükümle karara varmak, hilimde direnmek.
Kim anlayış sahibi olursa, ilmin dibine dalar;
kim ilmin dibine dalarsa hükümde yol yordam neyse elde eder;
hilim sahibi olansa yaptığı işte ileri gitmez, insanlar arasında tertemiz yaşar
Cihad
(Allah yolunda Savaş) da dört kısımdır: Doğruyu buyurmak, kötülüğü nehyetmek. Gerçek işlerde doğru olmak, gerçeğe uymayanlara düşmanlık gütmek.
Doğruyu buyuran kişi, inananların bellerini doğrultur.
Kötülüğü nehyeden (yasaklayan), münafıkların burunlarını kırar;
gerçek işlerde doğru hareket eden, kendisine gereken şeyi yapar;
kötülere, gerçeğe uymayanlara düşman olan, Allah için kızan kişiyse öyle bir hale erer ki,
Allah onun yüzünden onun düşmanlarına kızar ve kıyamet gününde onu razı eder...
İman gönülle tanımak, dille ikrar etmek (söylemek), azalar ile de kullukta bulunmaktır
İmanın Alameti,
yalan sana fayda verecek olsa bile gerçegi seçmen,
sözünü bilginden fazla söylememen,
başkalarının sözlerinde de Allah'tan korkman, çekinmendir.
İSLAM
Sizi İslama öylesine bir nisbetle mensup sayayım ki, benden önce kimse böyle bir nisbeti söylememiştir:
İslam teslîm oluştur; teslîm oluş yakiyndir; yakıyn gerçeklemektir; gerçeklemek ikrardır; ikrar emre uymaktır;
emre uymaksa o emirleri yerine getirmektir.
Namaz, her temiz kişinin Tanrı'ya yaklaşmasıdır.
Hac, her zayıfın savaşıdır.
Herşeyin zekatı vardır; bedenin zekatı da oruçtur.
Nice Oruçlu vardır ki orucundan elde ettiği ancak açlıktır.
Kulluk; Bir bölük halk sevab için Allah'a kulluk eder; bu kulluk, tacirlerin kulluğudur.
Bir bölük de Allah'a korkudan kulluk eder, bu da kölelerin kulluğudur.
Bir bölükse, Allah'a şükrederek kullukta bulunur; işte hür kişilerin kulluğu budur.
İLİM
Tam Alim o kişidir ki;
İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz hale düşürmediği,
Allah'ın lütfundan onları meyus etmediği gibi
Allah'ın mekrinden de onları emin etmez.
İTAAT
İtaat ; Yaradana isyan hususunda yaratılmışa itaat olamaz.
KADIN
Kadının savaşıysa kocasıyle iyi geçinmesidir.
KALB
İnsanda bir et parçası vardır ki bedenine bir damarla bağlan-
mıştır. bu da kalbdir ve pek şaşılacak bir uzuvdur bu. Onun hikmete
âit şeyleri ve bunlara aykırı zıt şeyleri vardır. Ümide kapıldı mı ta-
mah alçaltır onu. Tamah onu heyecana düşürdü mü hırs helâk eder onu.
Ümitsizlik ona sâhip oldu mu keder öldürür onu. Kızgınlık onu
kavradı mı öfke de kavrar onu. Hoşnud oldu mu korunmayı unutur
gider. Korkuya kapılınca korunmaya başlar. Esenleşiğini sanınca
gaflete düşer. Bir musibete uğradı mı kararsız bir hâle gelir. Bir mal
buldu mu zenginlik azdırır onu. Yoksulluk onu ısırdı mı belâ kavrar
onu. Açlığa düşünce zayıflık çökertir; fazla doyunca da mide dolgun-
luğu rahatsızlığa uğratır onu. Her hususta geri kalış zarar verir ona;
her işte ileri gidiş bozguna düşürür onu.
KANAAT
Kanaat tükenmez maldır.
KARDEŞLİK
İnsanların en âcizi, insanlardan kardeş edinemeyenidir; on·
dan daha âciziyse kardeş edindikten sonra onu yitirenidir.
KAZA - KADER
Kaza - Kader ; Kapkaranhk bir yoldur, gitmeyin o yola.
Pek derin bir denizdir, dalmayın o denize.
Allah'ın sırrıdır, uğraşmayın onunla.
Kaza ve Kaderin Hikmeti
(Birisi, Şam'a gidişimiz Allah'ın kaza ve kaderiyle değil midir ?
diye sorunca bu soruya uzun uzun cevap verdiler. ve bir ara,
§ Yazık sana, sen kazayı yerine gelmesi, kaderin mutlaka olması gerekli sanmadasın.
İş böyle olsaydı sevab ve ikap (ceza) batıl olur, vaat ve vaidin ortadan kalkması icab ederdi.
Oysa ki noksan sıfatlardan münezzeh (uzak) olan Allah,
kullarını yapacakları işlerde muhayyer bırakarak emretmiş,
kötülüklerden çekinmelerini bildirerek nehyetmiştir (yasaklamıştır).
Emir de, nehiy (yasaklama) de, kulun ihtiyarını ortadan kaldırmamış, kudretini yok etmemiştir.
Onlara kolay olanı teklîf etmiş, zor olanı buyurmamıştır.
Az iyiliğe çok sevap vermiştir.
Kul mağlup olarak isyan etmez.
Mecbur olarak itaatte bulunmaz.
O peygamberleri bir oyun için göndermemiş,
kitabı abes olarak (boşuboşuna) indirmemiş,
gökleri ve yeryüzünü, ikisi arasında yaratılanları boş yere yaratmamıştır.
Allahü taala; «Bu, kafir olanlann zannı. Artık vay haline kafirlerin ateşten.» (XXXVm, Sad, 27) buyurmuştur.
KEFFARET
Büyük günahların keffareti, zulme düşenlere yardım etmek, acze düşenleri ferahlandırmaktır..
KİBİR
İnsanların gönülleri ürkektir; kim onları elde ederse ona alışırlar
Kim bir işte halka, öncü olursa, başkasını terbiyeye kalkmadan
kendisini terbiye etmeli ; bu terbiye de diliyle öğüt vermeden önce
huyuyla öğüt vermek sûretiyle olmalı. Nefsine muallim olup kendini
terbiye eden kişi, insanlara muallimlik edip onları terbiye
edenden daha fazla ululanmaya değer.
KURAN
Kuran'da
sizden öncekilere ait olaylar,
sizden sonraki zamanlara ait haberler,
aranızda carî olacak hükümler vardır.
Şu Kur'an'la düşüp kalkan hiçbir kimse yoktur ki bir fazlalığa ermesin,
yahut noksana düşmesin. Ona uyarsa hidayette ileri gider, uymazsa körlükle noksana düşer.
KÜFÜR
Kafir: Kur'an'ın helal ettiğini haram sayan kişi inanmamıştır.
Küfür de dört direk üstünde durur:
Doğru olmayan şeylerde derine dalmak,
kavga yolunu tutup ululanmak,
gerçekten sapmak,
aykırı yol tutmak.
Gerçek olmayan şeylerde derine dalan, gerçeğe ulaşamaz;
bilgisizlikle kavgaya girişen, kavgayı çoğaltan, gerçeğe karşı kör olur kalır.
Kim gerçekten saparsa iyi şey ona kötü görünür; kötülükse güzelleşir;
sapıklık sarhoşluğuna tutulur.
Aykırı yol tutanınsa yolları güçleşir, işleri sarpa sarar, kurtuluş yolu da daraldıkça daralır.
MEVKİ UĞURLAMASI
Şam yolunda Anbar köylüleri Hazreti Ali'nin ardında yaya gitmeye başladıkları vakit,
Bu yaptığınız nedir ? diye sordular.
Köylüler, biz dediler, buyruk sahiplerimizi böyle ulularız; adetimiz budur bizim.
Hazret buyurdular ki;
Allah'a andolsun, bu bir iş ki bununla buyruk sahibi olanlarınız faydalanmaz;
sizse dünyada bu işi yapmakla kendinizi meşakkate sokmaktasınız;
ahirette de azaba uğratmadasınız.
Ne kötü meşakkattir, ne olmaz zahmettir o ki, sonunda azap var.
Ne hoş rahatlıktır o ki, onunla ahirette ateşten esenlik-kurtuluş var.
MÜMIN
MÜMİNİN,
(İnananın) ;
yüzünde güleçlik vardır,
kalbindeyse hüzün.
Gönlü herşeyden geniştir,
nefsi herşeyden alçak.
Yücelikten nefret eder,
şöhrete düşmandır,
gamı gussası uzundur,
düşünmesi derin,
Susması fazladır;
vakti yoktur.
Çok şükreder,
çok sabreder.
Düşünceye dalmıştır,
ihtiyacı olanları görünce kendi ihtiyacını hatırlamaz bile.
Huyu güzeldir,
geçinmesi hoş ve yumuşak.
Şeref ve din bakımından serttir,
huy bakımından kuldan alçak.
MÜMİN ÜMİT-KORKU arasında :
Bu ümmetin en hayırlıları hakkında bile Allah'ın azabından emîn olmamalısın;
çünkü yüce Allah;
«Allah azabından emin olanlar ancak zarara uğramış topluluklardır» buyurmuştur (VII, A'raf, 99)
bu ümmetin en kötüsü hakkında bile Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelisin;
çünkü yüce Allah,
«Allah'ın rahmetinden kafir olan topluluktan başka kimsecikler ümit kesmez» buyurmuştur. (XII, Yusuf, 87)
MÜMİN (İnanan) kişinin
günde üç işi vardır:
Bir zaman Rabbiyle münacat eder ( yalvarır), ona kullukta bulunur;
bir zaman geçimi için çalışır;
bir zamanı da vardır, helal ve güzel lezzetlerle zevklenir.
Akıllı kişi, ancak üç şey için yolculuk eder.
Geçimini sağlamak,
ahiretini elde etmek,
yahut da haram olmayan zevk ve lezzet elde etmek için.
MÜMİN,
kardeşlerine karşı ululanmaya,
ona güler yüz göstermemeye başladı mı,
ondan ayrıldı demektir.
MÜMİN,
sevgisi Allah için,
nefreti Allah için,
alması AIlah için,
bırakması Allah için
olan kişidir.
NAFİLELER
MÜMİN,
insanların ezasına tahammül eden,
fakat hiç kimsenin ondan incinmediği kişidir.
Farzlara zarar veren Nafile İbadetlerle (Allaha) yakınlık olamaz.
Nafile ibadetleri yapmakla farzların yapılması tehlikeye giriyorsa.
ORUC
Bedenin orucu,
irade ve ihtiyarla azaptan korkup sevaba girmeyi,
ecre nail olmayı dileyerek (sevap bekleyerek) yemekten kesilmektir.
Nefsin orucu,
beş duyguyu öbür suçlardan çekmek,
kalbi de bütün şer sebeplerinden ayırmaktır.
Kalbin orucu, dil orucundan,
dilin orucu karnın orucundan hayırlıdır.
Nice Oruçlu vardır ki orucundan elde ettiği ancak açlıktır.
ÖLÜM
Ölüm (Bir cenazede gülen birisini duyunca buyurdular ki)
Sanki ölüm, bizden başkalarına yazılmış, sanki bu gerçek, biz-
den başkasına hükmedilmiş. Sanki görüp durduğumuz şu ölüler, bir
yere gidiyorlar ki tez bir zamanda dönüp tekrar gelecekler bize.
Onları kabirlerine götürmedeyiz, mîraslarını yemedeyiz. Sanki bizler
onlardan sonra kalacaklarmışız, Her öğüdü unutmuşuz, her âfeti ar-
dımıza atmışız. Bizi kökümüzden çıkaracak her belâya göz yummuşuz.
Ne mutlu kendisini alçaltana, kazancını tertemiz bir hâle koya-
na, özünü düzgün bir hâle getirene, huyunu güzelleştirene, malının
fazlasını yoksullara verene, ağzını beyhude sözlerden yumana, şerri-
ni insanlardan giderene; kendisine sünnet (peygamber(SAV) emir ve
yasakları ) ağır gelmeyene, bid'ata (Peygamber(SAV)den sonra dinde
çıkarılmış yeni şey) mensup sayılmayana.
(Sıffin savaşından dönerlerken Rûfe dışındaki mezarlığa gelince bu-
yurdular ki )
Ey yalnızlık diyarının, ıssız yerlerin, karanlık kabirlerin halkı,
ey toprağa döşenmiş, gurbete düşmüş, yalnızlığa eş olmuş, korkunç
ve tenhâ yerlere sığınmış kişiler, siz bizden önce yaşadınız, gittiniz;
bizse ardınıza düştük, size ulaşmak üzereyiz. Bıraktığınız evlerde
oturanlar var; zevcelerinizi nikâhladılar, mallarınızı paylaştılar. Bu
bizim size verdiğimiz haber, sizden ne naber var?
(Sonra arkadaşlarına dönerek buyurdular ki)
Söz söylemelerine izin verilseydi size elbette haber verirler, der-
lerdi ki: " Gerçekten de en hayırlı azık takvâdır." Bakara 187.
Allah'ın bir meleği vardır: hergün bağırır; Doğun ölüm için.
Toplayın yok olmak için, yapın yıkılmak için.
SABIR
Sabır ikidir: İstemediğin, hoşlanmadığın şeye sabretmek; sev-
diğin, dilediğin şeye sabretmek.
Zaman uzasa, sonu gecikse bile sabreden, mutlaka zafere ulaşır.
Büyüklük, ululuk, gönül genişliğiyle, tahammülle mümkündür.
SECDE
Beden secdesi,
yüzün en şerefli yerlerini toprağa koymak,
avuçlarıyla, dizleriyle, ayak parmaklarıyla, gönül alçaklığıyla ve halis niyetle
toprağa kapanmaktır.
Gönül secdesiyse
geçici şeyleri gönülden çıkarmak,
varlığı yok olmayacak şeylere tam bir himmetle yönelmek,
ululuğu ve benliği bırakmak,
dünya bağlarını kesmek,
peygamberlik huylarıyla huylanmaktır.
SUC- CEZA
Bir toplumun yaptığına râzı olan, onlardan sayılır. Onlardan
sayılan her kişinin de iki suçu vardır. O işi işlemek suçu, o işe
râzı olmak suçu..
ŞÜPHE
Şüphe de dört direk üstünde durur:
Batıl üzere savaşmak, korkmak, işkile düşmek, sapıklığa teslîm olmak.
Savaşmayı adet edinenin gecesi sabah olmaz,
Korkanın önündeki ardına düşer.
Şüphe yolunda yelip yortanı o şüphe, şeytanların ayakları altına atar:
dünya tehlikeleri yüzünden sapıklığa teslîm olansa dünyada da helak olur, ahirette de.
İşler şüpheli göründü mü, sonunu görerek önü hakkında hüküm vermek gerekir.
TAKİYYE
Takiyyesi olmayanın dini de yoktur.
Takiyye, tehlike halinde kendini ve Miislümanları, dini korumak için inancı gizlemek anlamma gelir.
Kuran'da Allah
«İnananlar, îman edenleri bırakıp da kafîrleri dost edinmesinler,
bu işi yapan Allah'tan birşey beklemesin.
Fakat kafirlerden çekinmeniz gerekse o başka.
Allah kendisinden sakınmanızı emretmektedir
ve dönüp varılacak yer de Allah kapısıdır»(Ali İmran- 28 )
TAMAH
Tamaha yapışan kendini alçaltır. Zarara düştüğünü açıklayan
alçalmaya râzı olur.
Tamah ebedî köleliktir.
TAVSİYE - ÖĞÜT
(Birisi. kendisine öğüt vermesini isteyince buyurdular ki)
Amelsiz âhireti dileyenlerden, olmayacak ümitler besleyip töv-
be etmeyi isteyenlerden olma. Hani kişi vardır, dünyâda zâhitlerin
sözlerini söyler, dünyâya rağbet edenlerin işlerini işler. Dünyânın
malından mülkünden verilse doymaz; verilmese kanmaz. Verilenin
şükründen âciz olur; verilmeyenin fazlasını ister durur. Halkı kötü-
lükten men eder, fakat kendisi kötülükten kaçınmaz; emreder, kendi-
si emre uymaz. Temiz kişileri sever, işlediklerini işlemez. Suçluları
sevmez, oysa ki onlardan biridir o. Günahlarının çokluğundan ölüm-
den çekinir, ürker; ölümden kendisini ürküten şeyi yapmakta ısrâr
eder. Hastalanırsa pişmanlığa düşer; iyileşirse pişmanlığı unutur gider.
Âfiyet buldu, nîmet elde etti mi mağrur olur; belâya uğradı mı ümi-
dini keser, perişanlığa sataşır. Belâya düşerse âciz olur, duâya koyu-
lur; ferahlığa erişirse kendine güvenir, aczini unutur, zannına,
uyar, aldanır; gerçek bildiğine kanmaz, kalakalır. Kendi suçundan az suç
işleyenin âkıbetinden korkar; kendisineyse yaptığı iyilikten fazlasını
ister umar. Kimseye ihtiyacı olmazsa böbürlenir, fitnelere kanılır;
ihtiyâca düşünce ümit keser, yayılır. Kulluk ederse gevşek davranır;
isteğe, özleme kapılırsa isyânı öne alır, peşinden gider; tövbeyi ge-
riye atar; bir mihnete oğrarsa da din hükümlerinden dışarı çıkar.
Başkalarına ibretler gösterir; örnekler getirir, kendisi ibret
almaz. Öğüt verir de verir, kendisi öğüt tutmaz. Sözle kılavuzluk eder, amel-
deyse herkesten geri kalır. Geçici nimeti elde etmekte
ileridir; kalacak nîmetleri elde etmekte geri. Suçu, isyânı ganîmet sayar,
ganimeti ziyâ sanır. Ölümden korkar, ama fırsatı yitirir gider. Başka-
sının az suçunu kendi yaptığı suça nisbetle çok görür; başkalarının
az gördüğü kulluğu kendi kulluğuna nisbetle az bulur. İnsanları kı-
nar durur, kendisineyse dalkavuklukta bulunur. Zenginlerle oyuna
dalmak, onca yoksullarla Allâh'ı anmaktan daha sevimlidir. Kendi-
since başkaları aleyhine hükmeder; başkalarının iyiliğine bakıp ken-
di kötülüğünü görerek kendisini mahkum etmez. Başkalarını doğru
yola sevketmeye uğraşır; nefsiniyse azgınlığa atmaya savaşır. Ona
itâat edilir; oysa isyân eder. Ona vefâ gösterilir; o vefâ etmez.
Allâh için Allâh yolunda korkmaz da halktan korkar, çekinir; fakat
hakla muâmelede Allâh'tan korkmaz, korku nedir, aklına bile getirmez.
TECRÜBE
İhtiyarın görüşünü, gencin yiğitliğinden çok severim.
TEVBE
Tevbe etmek elindeyken ümidini kesene şaşarım.
TÖHMET - ZAN
Töhmetlenecek yere varan kişi, hakkında kötü zanna düşeni
kınamasın.
VASİYYET
Kumeyl bin Ziyad'a
* Kümeyl b. Ziyâd'in-Nahaî'nin (R. H) elini tutup şehrin dışına çıkardılar. Sahraya
varınca bir ah çektiler de buyurdular ki:
* Ey Kümeyl, bu gönüller kaplardır; en hayırlı kap da içindeki-
ni en iyi koruyanıdır. Benden duyduğun sözü aklında tut.
İnsanlar üç kısımdır:
Rabb'e mensup bilgin,
kurtuluş yolunda bilgi belleyen,
bunlardan başkaları pisliğe bulanmış sineklerdir;
her seslenen kişiye bilmeden uyan, her yele kapılıp giden kişilerdir.
Onlar ne bilgi ışıklarıyla ışıklanmışlardır, ne kuvvetli bir desteğe
dayanmışlardır.
Ey Kümeyl, iIim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, sense
malı korursun. Mal, vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır. Mal
sâhipleri malın zevâliyle zevâl bulup giderler.
Ey Ziyâdoğlu Kümeyl, bilgiyi elde etmek, âdetâ dindir ki Allâh'a
onunla yol bulunur. İnsan, yaşarken onunla tâat elde eder; ölümün-
den sonra da iyilikle, hayırla anılır. İlim hâkimdir, malsa hüküm
altındadır, mağluptur.
Ey Kümeyl, malları hazînelerde biriktirenler, diriyken ölmüşler-
dir; bilginlerse dünyâ durdukça yaşarlar. Kendileri yok olup gitmiş-
lerdir, fakat eserleri yüreklerde mevcuttur. (Göğüslerine işâretle)
Burada öylesine derin, öylesine geniş bir bilgi var ki ne olurdu,
bunu anlayabilecek biri bulunsaydı. Evet, tez anlar birini buluyorum,
fakat emin değilim ondan, din hükümlerini dünyâya âlet edebilir; Al·
lâh'ın nimetleriyle Allah kullarına, Allâh'm delilleriyle Allâh'ın
dostlarına karşı üstünlük dâvâsına girişebilir. Yahut gerçeğe sâhib olan-
lara boyun eğen, fakat önüne ardına dikkat etmeyen, can gözü açık
olmayan, daha başlangıçta şüpheye düşüp gönlünden işkillenen biri-
ni bulabiliyorum. Oysa ne buna inanılabilir, ne ona. Yahut da,
dünyâ lezzetine sarılan, hemencecik şehvetlere atılan, yahut da mal mülk
toplamaya hırsı olan birini buluyorum; oysa bu ikisi de hiç bir hu·
susta dîne riayet edenlerden değildir. Bu iki bölük, ancak otlayan
hayvanlara benzer. İşte ilim, ilim ehlinin ölümüyle böylece ölür gider.
Allâh'ım, evet; yeryüzü, Allâh için delîl ve huccet olan, onun adı-
na kaaim bulunan birisinden uzak kalmaz; o, ilmi ve dini ayakta tu-
tar; ama meydanda olur, bilinir, tanınır, yahut hikmete mebni kor-
kar görünür, gizlenir. Allâh'ın huccetlerinin, Allâh'ın apaçık delille-
rinin bâtıl olmaması için hüküm budur, böyledir. Ama bu, niceye
bir böyle sürer gider? Andolsun Allâh'a ki onların sayıları azdır.Al-
lah katında dereceleri pek büyüktür. Allah delillerini, onlara benzeyen-
lere ısmarlayıncaya, kendi benzerlerinin gönüllerine verisiceye dek
onlarla korur. Allâh onların can gözlerini açar, bilgiyi onlara sunar;
onlar da yakıyn ruhuyla kuvvetlenirler; güçlükleri kolay görürler,
bilgisizlerin kaçındıkları, hoş görmedikleri şeyler hoş görünür onla-
ra; canları yüceler yücesi olan yakınlık duraklarında olduğu halde
bedenleriyle dünyâ ehlinden görünürler, onlarla görüşüp konuşurlar.
İşte bunlardır Allâh'ın halifeleri, yarattığı yer yüzünde. Bunlardır
halkı dinine çağıranlar. Âh, âh, ne de özlerim onları görmeyi. Ey
Kümeyl, istersen dön, git artık.
Cabir Bin Abdullah-ı Ensari'ye
* Ya, Câbir(bin Abdullah ensari), dünyâ dört şey üstünde durur:
Bilgisiyle amel eden, halka da öğreten bilgin;
öğrenmekten utanmayan, çekinmeyen bilgisiz,
varlığında noksanlık bulunmayan cömert,
âhiretini dünyasına satmayan yoksul.
Bilgin, bilgisini yitirirse, bilgisiz de öğretmekten
çekinir. Zengin, malında cimrilik ederse yoksul da âhiretini dünya-
sına satar.
Yâ Câbir, kime Allâh'ın nimetleri çok gelir, kimin malı fazlala-
şırsa insanların ona ihtiyacı artar; kim, Allâh'ın verdiği nimetlerde
kendisine vâcib olanı yerine getirirse o nimetlerin devâmına, sebeb
olur; kim, vâcib olanı îfâ etmezse o malı mülkü zevâle atmış, yok et-
meye başlamıştır.
* Size beş şey vasiyyet ediyorum ki,
develere binip seferlere düşseniz de onları elde etseniz değer mi değer:
Hiç biriniz Rabbinizden başkasından birşey ummasın;
günahından başka birşeyden korkmasın.
Hiç biriniz kendisinden bilmediği birşey sorulunca bilmiyorum demekten utanmasın.
Hiç bir kimse bilmediği birşeyi öğrenmekten çekinmesin.
Sabredin, çünkü sabır îmana nisbetle cesetteki baş gibidir.
Başı olmayan bedende hayır yoktur.
Sabır olmadıkça da îmandan hayır gelmez.
Oğlu Hüseyin'e
* Oğulcuğum, benden dört şey belle,
1-Zenginliğin en üstünü akıldır;
2-Yoksulluğun en büyüğü ahmaklıktır;
3-Korkulacak şeylerin en korkuncu kendini beğenmektir;
4-soyun-sopun en yücesi güzel huydur.
Oğulcuğum, işlediğin zaman sana zarar vermeyecek dört şeyi de
aklında tut
1-ahmakla eş dost olmaktan sakın ; sana fayda vermek isterken zararı
dokunur.
2-Herkesle eş dost olmaktan sakın; ona en fazla muhtaç olduğun
zaman yardımına koşmaz, oturur.
3-Kötülük edenle eş dost olmaktan
sakın; o, pek az bir şeye seni satar gider.
4-Yalancıyla eş dost olmaktan sakın; çünkü o, serâba benzer;
uzağı yakın gösterir sana yakını uzaklaştırır senden.
VELİLER
Veliler ( Allah dostları ) o kişilerdir ki
İnsanlar dünyanın görünüşüne baktıkları zaman
onlar, dünyanın içyüzünü görürler.
İnsanlar hemencecik elde edilecek dünya işleriyle uğraşırlarken
onlar, bir müddet sonra gelecek ahireti elde etmek kaygısına düşerler.
Ahiret işlerine koyulurlar.
Kendilerini öldürecek zevklerden geçerler,
o zevkleri öldürürler.
Terkedecekleri şeyleri bilirler de daha önce terkederler.
Görürler, bilirler ki başkalarının dünyadan elde ettikleri çok şey, pek azdır.
Onların dünyayı elde etmeleri ellerinden yitirmelerinden başka birşey değildir.
Allah dostları insanların uzlaştıkları şeylere düşmandırlar.
İnsanların düşman oldukları şeylere dostturlar.
Onlarla Kitabın hükümleri bilinir;
onlardır Allah'ın Kitabıyla bilenler.
Onlarla Kitabın hükümleri yürütülür;
onlardır Kitabın hükmüyle yürüyenler.
Umduklan şeyin üstünde umulacak birşey görmezler onlar.
Korktuklarının üstünde korkulacak bir varlık tanımazlar onlar.
ZENGİNLİK - YOKSULLUK
Allah'ın öyle kulları vardır ki;
Allah onları kulların faydalarına hizmet etmek için nimetlerle nimetlendirmiştir.
Onların ellerine nimetler (mal ve mülk) vermiştir.
Onlar da o nimetleri kullara ihsan ederler.
Fakat ihsan etmediler mi de
o nimetleri onlardan alıp başkalarına verir.
Zenginlik gurbette yurttur; yoksulluk yurtta gurbet.
ZAMAN
Zaman bedenleri yıpratır, dilekleri tâzeler, ölümü yakınlaştırır;
umulanı uzaklaştırır, kim ona dost olur, onu elde ederse zahmete
düşer, kim onu yitirirse yorulur, darlığa, uğrar.
İnsanların solukları ecellerine doğru attıkları adımlarıdır.
Zamanı ve zamanındakileri, düzgünlük ve iyilik kavradı mı bir
insan, kendisinden kötü birşey görünmeyen birisi hakkında kötü zan-
na düşerse zulmetmiş olur. Zamanı ve zamanındakileri kötülük kavradı
mı bir insan, birisi hakkında iyi bir zanda bulunursa kendisini
aldatmış olur.
Zaman ikidir; Ya sana yâr olur, ya aleyhine döner. Yâr oldu
mu, aldanıp gaflete düşme, aleyhine döndü mü de dayan (sabret).
ZULÜM
Her zulme başlayan, yarın pişman olur, elini ısırır, kemirir.
ZÜHD - TAKVA
Zâhitliğin en üstünü, zâhitliği gizlemektir.
Noksan sıfatlardan münezzeh Allâh'ın emri, rüşvet almayan.
aşağılanmayan, tamah yoluna gitmeyen kişiyle doğrulur, yerine
gelir.
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 08:23
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...