M - 5
MEYL-İ TABÎ'Î:
İç güdü. İnsanın irâdesi dışında, yaratılıştan olan meyl, bedenin istemesi.
Allahü teâlâdan başka bir şeyi sevmek iki türlü olur: Birincisi; bir mahlûku, varlığı kalb ile ve beden ile birlikte sevmek, ona kavuşmak istemektir. Câhillerin sevmeleri böyledir. Tasavvuf yolunda çalışmak, kalbi bu sevgiden kurtarmak içindir. Böyle kalbde yalnız Allahü teâlânın sevgisi kalır, kalb O'ndan başkasına tutulmaktan, gönül bağlamaktan kurtulur. İkincisi; meyl-i tabiî olup, bedendeki maddelerin ve enerjinin özelliklerinden, ihtiyâçlarından ileri gelen bir istektir. Tasavvufun en son mertebesine kavuşan ve Allahü teâlânın sevdiği kulları olan evliyâda, mahlûklara (yaratılmışlara) karşı bu sevgi bulunabilir. Hattâ hepsinde vardır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem serin ve tatlı içmeği severdi. Nefs itminâna kavuşup, artık kötülükleri istemez hâle gelince, yalnız bedendeki maddelerin ısı ve hareket enerjisinin kötü isteklerine karşı cihâd edilir, savaşılır. (Muhammed Ma'sûm)
Meyl-i tabî'î olan istekler, nefsin istekleri değildir.Nefsle ilgileri yoktur. Tabîat kânunlarından hâsıl olan istekler yasak edilmemiştir. Bunları istemek nefse uymak olmaz. Bu istekleri yapmak mübâhtır. Nefs ya mübâhların fazlasını veya şüpheli ve haram şeyleri ister. (İmâm-ı Rabbânî)
MEYTE:
Ölmüş veya besmelesiz kesilen yâhut kesilmeyip başka sûretle öldürülen hayvan. (Bkz. Leş, Murdar)
MEYYİT:
Vefât etmiş, ölü.
Bir kimse mü'min kardeşinin kabrini ziyâret eder ve kabir yanında oturursa ve selâm verirse, meyyit onu tanır ve selâmına cevab verir. (Hadîs-i şerîf-Kitâbü Şerh-us-Südûr)
Meyyitin mezardaki hâli, imdâd diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı gözler. Kendisine bir duâ gelince, dünyânın hepsi kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir... (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Meyyit, ehlinin, evlâdının ağlamalarından azâb duyar. (Hadîs-i şerîf-Minhet-ül-Vehbiyye)
Âdet olarak, riyâ, gösteriş olarak değil de, Allah rızâsı için, fakirlere yemek, sadaka verip, sevâblarını meyyitin rûhuna göndermek iyi olur ve büyük ibâdet olur. (Muhammed Ma'sûm)
Meyyit için duâ, Fâtiha, sadaka ve istiğfâr ile imdad ve yardım lâzımdır. (Abdülhakîm-i Arvâsî)
MEZÂR:
Kabir, ölünün gömüldüğü yer.
Türbelere bez, iplik bağlamak, mezârlara mum yakmak dînimizde yoktur. Bunları hıristiyanlar yapar. Mezâra mum yakılmaz. Türbeye hizmet eden, orada ibâdet eden fakirlere mum götürülürse, sadaka sevâbı olur. Bu sevab ölüye bağışlanır. Mezârın yanında a dak hayvanı da kesilmez. (İbn-i Âbidîn)
MEZHEB:
Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol. Mutlak müctehîd denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dînî delîllerden (Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İcmâ'dan) hüküm çıkarma usûlleri ve çıkarıp bildirdik leri hükümlerin hepsi.
Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolu) yüzlerce mezhebinden bugün dört tânesi kitâblara geçmiş olup, diğerleri kısmen unutulmuştur. Bu dört mezheb; Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebleridir. Müctehîd olmayanların bütün hareketler inde ve ibâdetlerinde bir müctehîde tâbi olması yâni bu dört mezhebden birinde bulunması lâzımdır. (Tahtâvî, Hamdullah Decvî, Muhammed Bâvâ Viltorî)
Eshâb-ı kirâmın (Peygamberimizi gören müslümanların) hepsi derin âlim, birer müctehîd idiler. Din bilgilerinde, siyâsette, idârecilikte, zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvufta (ahlâk ilminde) birer deryâ idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resûlull ah'ın sallallahü aleyhi ve sellem mübârek yüzünü görmekle ve kalblere işleyen, rûhları çeken sözlerini işitmekle az zamanda edindiler. Müctehîde kendi ictihâdı ile amel etmek lâzım geleceğinden her birinin mezhebi vardı.Mezhebleri az veya çok farklı idi. Tâbiîn (Eshâb-ı kirâmı görenler) ve Tebe-i tâbiîn (Tâbiîn'i görenler) arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheblerinden yalnız dördü kitaplara geçip dünyânın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhebleri unutuldu. (Seyyid Abdülhakîm, Hamdullah Decvî)
Her müslümanın; bir ibâdet, bir iş yaparken dört mezhebden birine uyması lâzımdır. Dört mezhebden başka bir mezhebe uymak câiz değildir. Dört mezhebden birine tâbi olmak için bu mezhebin fıkıh bilgilerini iyi öğrenmek lâzımdır. Bu da o mezhebde yazıl mış fıkıh ve ilmihâl kitâblarından öğrenilir. (Muhammed Abdurrahmân Silhetî)
Dört mezhebin îtikâdları yâni îmânları birdir, ayrılıkları yoktur. Dördü de Ehl-i sünnet îtikâdında (inanışında)dır. Ehl-i sünnet îtikâdında olmayanlara bid'at ehli denir. (Şehristânî, Tahtâvî)
Dört mezhebden birine uymak Kur'ân-ı kerîme ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme uymaktır. Çünkü, mezheb imâmları Kur'ân-ı kerîmde açıkça bildirilen hükümleri, Peygamber efendimizin Kur'ân-ı kerîm ile ilgili açıklamalarını bildirdikleri gibi, K ur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerinde açıkça bildirilmeyen hususların hükümlerini yine Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin ışığı altında ortaya koymuşlardır. (Abdülganî Nablûsî)
Mezheb İmâmı:
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veya nakl ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usûllere (metod) göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran derin âlim, mutlak müctehîd. (Bkz. Müctehid)
Bilinen dört mezheb imâmından başka mezheb imâmları da vardı. Fakat bunların mezheblerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. Eshâb-ı kirâmın hepsi derin âlim ve müctehid idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de mezheb imâmlarımızdan daha üst ün idi. Fakat bunların kitabları olmadığı için mezhebleri unutuldu. (Şa'rânî)
Mezheb Taklidi:
1. Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
Her müslüman vücud yapısına, yaşadığı iklim şartlarına, iş hayâtına göre kendisine daha kolay gelen ve meşhûr olan dört mezhebden birini seçer. Yâni bu mezhebin ilmihâl kitâbını okuyup, öğrenir, ibâdetlerini ve bütün işlerini bu mezhebi taklîd ederek yapar. Böylece bu mezhebe girmiş olur. Dört mezhebden birini taklîd etmeyen kimse, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın yolunda olanlardan) ayrılmış olur. (Şernblâli)
Mezheb taklîdi demek; kitâb (Kur'ân-ı kerîm) ve sünnetten ayrılmış olmak değildir. Bilakis mezheb imâmının kitâb ve sünnetten bildirdiklerine uymak, yâni kitâb ve sünnete uymak demektir. (Abdurrahmân Silhetî, Nablüsî)
Bugün din bilgilerini bu dört mezhebden birinin ilmihâl kitablarından öğrenmekten başka çâre yoktur. Herkes kendine kolay gelen mezhebi seçer. Onun kitablarını okur, öğrenir. Her işini bu mezhebe uygun yapar. O mezhebi taklîd etmiş olur. (Yûsuf Nebhânî)
2.Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulunduğunda, diğer mezheblerden birinin bu mes'eleyle ilgili şartlarına uyarak faydalanma.
Bir kimse bağlı olduğu mezhebde, kendi anlayışına göre değil, dinde bildirilen ölçüler çerçevesinde bir hususta mecbur kalınca, diğer üç mezhebden birini taklîd edebilir. Fakat o mezhebin o hususla ilgili bildirdiği şartların hepsini de yapması lâzım dır. Meselâ Hanefî mezhebinde olan bir kimsenin Şâfiî mezhebini taklîd ederek necâset (pislik) bulaşmış kulleteyn (küçük havuz) miktârı sudan abdest alırsa, yüzü yıkarken niyet etmesi ve tertibe riâyet etmesi ve imâm arkasında Fâtihâ okuması ve namazda tâdil-i erkânı muhakkak yapması lâzımdır. Bunları yapmazsa namazın bozulacağı söz birliği ile bildirilmiştir. (Abdurrahmân İmâdî, Abdülganî Nablüsî)
Bir kimse bir mezhebe tâbi olunca, ihtiyâc olmadıkça başka mezhebi taklîd etmez. Fakat bir işi yapmakta kendi mezhebine uymak güç olursa, o işi başka mezhebi taklîd ederek yapması câiz olur. (Muhammed Hâdimî)
MEZHEBDE MÜCTEHİD:
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dînî delîllerden (kaynaklardan) yeni hükümler çıkarabilen İslâm âlimi. Buna müctehid-i mukayyed ve müctehid-i müntesib de denir. (Bkz. Müctehid)
İmâm-ı Muhammed Şeybânî, fıkıh âlimlerinin ikinci tabakasından olup, mezhebde müctehiddir. Hanefî mezhebini, yüzlerce kitab yazarak nakleden ve yayan odur. Güzel ahlâkı ve üstün hâlleri ile meşhûr idi. (İbn-i Âbidîn)
MEZHEBSİZ:
Müctehid (dînî delîllerden hüküm çıkarabilen büyük âlim) olmadığı hâlde, dört hak mezhebden birine tâbi olmayan, mezhebleri kabûl etmeyen ve dînî delillerden kendi anlayışına göre hüküm çıkarıp, buna göre amel eden veya böyle birine uyan kimse.
İbâdetlerin doğru olarak yapılmasını bildiren dört mezheb vardır. Bunlardan dördü de haktır, doğrudur. Bu dört mezheb; Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezhebidir. Her müslümanın bu dört mezhebden birinin fıkıh kitâbını okuyup ibâdetlerini bu kitâba uy gun yapması lâzımdır. Böylece bu mezhebe girmiş olur. Mezhebsiz olan, Ehl-i sünnet (Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın yolunda bulunanlardan) değildir. (Tahtâvî, Hamdullah Decvî)
Hak olan, doğru olan dört mezhebin îtikâdları yâni îmânları aynıdır. Îmânda ayrılıkları yoktur. Dördü de Ehl-i sünnet îtikâdındadır. Ehl-i sünnet îtikâdında olmayan ve dört hak mezhebden birine uymayan, bid'at (sapıklık) ehli veya mezhebsizdir.Bunlar kendilerine beşinci mezheb diyorlar. Beşinci mezheb diye bir şey yoktur. (Şehristânî ve Yûsuf Nebhânî)
Mezhebsizler, mezheb imâmı olan büyük âlimlerin üstünlüklerini kabûl etmezler. Kendilerinin de Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabileceklerini söylerler. Mezheblerden birisine tâbi olan kimseleri câhillikle ithâm ederler. Bin sened en beri gelmiş hâlis müslümanları ve mezheb imâmlarına uyan âlimleri küçük görerek kendilerini gerçek müslüman ve asrın ihtiyâçlarını kavramış geniş kültür sâhibi bir İslâm âlimi olarak tanıtırlar. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Mezhebsizlik, dinsizliğe giden bir köprüdür. (Zâhid-ül-Kevserî)
Mezhebsiz; eğer Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen bir şeye inanmamış veya şüphe etmiş ise, kâfir (îmânsız) olur. Açık olarak bildirilmemiş şüpheli olan delîlleri te'vîl ederek (kendine göre yorum yaparak) yanlış mânâ vermiş ise , ehl-i bid'at (sapık) olur. (Hamdullah Decvî)
MEZMÛM:
Yerilen, kötülenen, beğenilmemiş, çirkin.
Kâfirlerin yaptıkları ve kullandıkları şeyler iki kısımdır: Birisi âdet olarak yâni her kavmin her memleketin âdet olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kâfirlere benzemeği düşünmeyerek kullanmak g ünâh değildir. Pantolon, fes ve çeşitli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği bıçaklarla dilimlere ayırmak ve çeşitli eşyâ ve âletleri kullanmak, hep âdete bağlı şeyler olup, mübâhtır, serbesttir. Bunları kullanmak, bid'at olmaz, günah olmaz. Bunlardan faydalı olmayanları, mezmûn olanları kullanmak ve yapmak harâm olur. Kâfirlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı, onların ibâdet olarak yaptıkları, kâfirlik alâmeti olan şeylerd ir ki, bunları yapmak ve kullanmak küfr (îmânsızlık) olur, haramdır. (İbn-i Âbidîn, İmâm-ı Birgivî)
MEZY (Mezî):
Dokunma, bakma ve düşünme gibi sebeplerle erkekten gelen beyaz şeffâf sıvı.
Hanefîde ve Şâfiî'de bir kimseden vedî (idrardan sonra gelen beyaz bulanık koyu sıvı) ve mezî çıkınca cünüp olmaz yâni boy abdesti alması gerekmez. Fakat abdest bozulur. (M. Mevkûfâtî)
Mezî ve vedî, Hanefî ve Mâlikî mezhebinde kaba necâsettirler. (İbn-i Âbidîn)
Vedî, mezî çıkınca dört mezhebde de abdest bozulur. Hanbelî'de gusl (boy abdesti) de lâzım olur. (Ekmelüddîn Bâbertî)