Arama


Harabe-Gönlüm - avatarı
Harabe-Gönlüm
Ziyaretçi
24 Ağustos 2006       Mesaj #235
Harabe-Gönlüm - avatarı
Ziyaretçi
Sorularla herpers (uçuk hastalığı)
Herpes Simpleks ya da Uçuk hastalığı, Herpes Simpleks Virus denilen virüsün neden olduğu cilt ve mukozalarda gözlenen içi su dolu keselerden ibaret bulaşıcı bir hastalıktır. Herpes Simpleks virüsünün 8 tipi olup, klinik olarak en sık 3 tipine rastlanır.

Güncelleme: 16:42 TSİ 10 Nisan 2006 Pazartesi

İSTANBUL - Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Başkanı Op.Dr.N.Cihangir Yılanlıoğlu, Herpers Simpleks (Uçuk Hastalığı) hakkında bilgi verdi.

En sık görülen üç tip hakkında bilgi verir misiz?
HSV 1 daha çok ağız, burun ve çevresinde izlenirken, HSV 2 genital bölgede yerleşmektedir. HSV 3 ise Zona denilen rahatsızlığa yol açan, sinirlerde yerleşen tipidir. Bu tip diğerlerinden farklı olarak içi su dolu keseler şeklinde değil, kızarıklık ve iğne batması şeklinde hissedilen diğerlerinden daha keskin ağrılar yapan bir tipidir. Kuşak şeklinde belirli bir alanı tutar ve öncelikle ağrılar başlar. Daha sonra ağrı duyulan alanlarda nokta nokta kızarıklıklar başlayarak sınırlı ve belirli bir alanı kaplayan döküntü oluşur. Virüsün tuttuğu bölgeye uyan cilt bölgesinde yerleşir. Bir süre devam ettikten sonra öncelikle ağrılar, ardından döküntü iz bırakmadan iyileşir.

Herpes Simpleks’in türleri organlara nasıl etki eder?
HSV 1 ise yüz, dudaklar, burun ve ağız içinde içi su dolu kabarcıklar oluşturur. Bu kabarcıklar çok kısa süre içerisinde açılıp üzerleri ülserleşir ve yakınlarındaki diğer küçük ülserlerle birleşme eğilimi gösterirler. Ardından üzeri sulanan bu yaralar kabuklaşır. Kabuklar sarı beyaz renktedir. Daha sonra kabuklar kendiliğinden yumuşayarak düşerler. İlk başta yerlerinde kahverengi bir leke bırakır . Daha sonra kahverengi bir ize dönüşür.
HSV 2 ise genital bölgeyi tutar. Kasıklar, kadında vajina dış dudakları, iç kısmı, anüs ile vajina arasındaki bölgeyi, rahim ağzını, erkekte penisin özellikle gövdeye yakın kısmını, nadiren penis başı ve testisleri, kalçaları tutabilir.

Nasıl bulaşır?
Herpes virüsü temasla bulaşır. Öpüşme, cinsel ilişki, aynı havluyu kullanma gibi virüsü taşıyan birey ile temas doğrultusunda virüsler alınır. Virüsler deri ve/ veya mukozalardaki çatlaklardan vücuda girerler. Sinir hücrelerini tutarak bu sinirlerin lifleri boyunca ilerlerler. Liflerin ganglion denilen ana merkezlerine yerleşirler. Ardından o bölgeye ait cilt ya da mukoza bölgesinde lezyonlarını oluşturmaya başlarlar. Virüsler yerleştikleri yerde ölmezler. Yapılan tedaviler de virüslerin yok edilmesini değil hastalık oluşturmalarını önlemek ya da en azından azaltmak amacıyla yapılabilmektedir.

Özellikle genital bölge uçukları için nelere dikkat edilmelidir?
Genelde Herpes Simpleks virüs bulaştığında her iki tipi de alınabilmektedir. Ayrıca özellikle HSV 2 denilen genital bölge uçuklarında cinsel temas ile virüs alındığı unutulmamalı ve yine cinsel temasla bulaşabilecek başka hastalıklar da akla getirilmelidir. Zira, HSV 2 virüsü kadar kolay bulaşabilen ve tehlikeli seyreden başka bir takım virüs hastalıkları da aynı kişiden alınmış olabilir ( Sarılık , AIDS, Frengi gibi…). Bu nedenle HSV 2 görülen bireylerde diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da testler ile taranması doğru olacaktır.

Herpes İnfeksiyonu yaygın mıdır?
Herpes Simpleks infeksiyonunun bireylerde saptanarak çok doğru bir yaygınlık rdml taraması yapmak zordur. Bu zorluğun en önde gelen nedenlerinden bir tanesi infeksiyonun hastalık alındıktan sonra belirti ortaya çıkarmadan kalarak taşıyıcılık oluşturmasıdır. Hastalığa sahip bireylerin yarısından fazlası ( ~% 65’i) hastalığa sahip olduklarını bilmezler. Ayrıca HSV 2 ile temas etmiş bireylerde hastalık oluşsa bile korku ve utanç gibi nedenlerle hastalıklarını saklamaları gibi bir durum da söz konusudur. Bu nedenle hastalık hakkında başvuru aslında virüsü taşıyan birey sayısından çok daha azdır. HSV infeksiyonu toplumlar arasında da farklı oranlarda görülmektedir. ABD’de % 20’lerde olan bu oran, İsveç’te % 35’lerde, Brezilya’da % 40’lardadır. Ülkemizde ise ne yazık ki bilimsel bir istatistik bulunmamaktadır. Ancak tahmin edilen oran % 30’lardadır. Sosyokültürel seviyesi düşük toplumlarda daha sık izlenmektedir. Gelir ve eğitim düzeyi düşük populasyon da hedef noktasıdır.

HSV-2 enfeksiyonuna yakalanmada risk faktörleri
* Cinsel partner sayısının artması
* Yaşın ilerlemesi
* Düşük gelir
* Eğitim seviyesinin düşük olması
* Siyahi ya da Hispanik etnik kökenli olma
* Kadın olma
* Erkek eşcinsel faaliyet
* HIV enfeksiyonu

Hastalık nasıl oluşmakta ve seyretmektedir?
Virüs alındıktan kısa bir süre sonra ( 2- 12 gün kadar zaman aralığında) içi su dolu keseler ve kaşıntılı lezyonlar oluşmaya başlar. Hastanın bağışıklık durumunun kuvvetine göre bir miktar yayılır. Virüsle temas eden bireylerin yarısından fazlasında ise herhangi bir şikayet olmamaktadır. Hasta hastalık nedeni olan virüsü vücuduna almış, sinir sistemine yerleşmiş vaziyettedir. Cinsel ilişkiye girdiği bireylere virüs bulaştırmaktadır. Bağışıklık sistemi baskılandığı herhangi bir durumda ise hastalık belirtileri ortaya çıkacaktır. Bazen bu süreci hasta hiç yaşamaz. Ancak virüsü taşıyıcılığı devam etmektedir.Bazen de yılda en az dört ayrı atak yaşarlar.

Hastalık hangi durumlarda kendini gösterir?
Yeterli beslenememe durumunda, aşırı A vitamini alındığında, aşırı alkol tüketiminde, yoğun stres dönemlerinde, grip vs. gibi bağışıklık sistemini yoran bazı hastalıklarda, adet dönemlerinde, sık cinsel ilişkiye girildiği dönemlerde, kişisel hijyen bozukluğunda hastalık tekrarlamaya başlar. Belirtiler en şiddetli ilk infeksiyonu aldığında görülse de bağışıklık sistemi burada ana rol oynadığından herhangi bir nüksde de şiddetlenebilir. Hastalık belirtileri 20 gün kadar sürebilmekte ve kadınlarda bu dönemde rahim ağzında olabilen yaralar yüzünden akıntı, ağrılı cinsel ilişki gibi şikayetler belirebilmektedir.

Gebelikte hastalıkla temas edilmesi veya hastalığın bu dönemde nüksetmesi gibi durumlarda ne yapılabilir?
Hastalık gebeliğin ilk üç ayında geçirilirse fetus üzerinde çok ciddi hasar oluşturması iddia edilmiş olsa da bu konu da bilimsel veriler bulunmamaktadır. Ayrıca bu hasarların ultrason ile tespiti de mümkün olmayabilir. Bu nedenle tüm gebeler gebeliğin ilk döneminde bu infeksiyonun geçirilip geçirilmediği yönünde taranmalıdır. Virüsün yeni alındığı aktif infeksiyonun geçirildiği vakalarda gebeliğin sonlandırılması düşünülebilir. Hastalığı daha önce almış ve bağışıklanmış bireylerde fetus açısından bir tehlike bulunmamaktadır. Bu gebelerin gebelikleri sırasında hastalığın nüksünü yaşamaları durumunda herhangi bir tedavi uygulanmamakta sadece destek yaklaşımları benimsenmektedir. Doğuma yakın genital uçuk geçiren gebelerde ise eğer lezyonlar mevcutken doğum başlarsa bu gebelerde bebeğin temas ederek virüsü almalarını engellemek için sezaryen tercih edilmelidir. Ayrıca bebeğin doğum sonrasında da bu virüsle temasını en aza indirmek için çok dikkat edilmelidir.

TANI:
Şikayetten
Klinik bulgular ( sulu , hemen kabuklanan kaşıntı veya yangılı içi su dolu kesecikler ..)
Laboratuvar bulguları ile tanı koyulabilir.
Laboratuvar testleri arasında yaradan sürüntü ile yapılacak kültür çalışmaları vardır.
Sitolojik tanıda HSV Tip1 ve Tip2’ye karşı oluşmuş antikorların varlığı ve PCR ayırıcı tanıda frengi, fix ilaç allerjileri, travma, temas alerjileri düşünülmelidir.

Herpes virüsün tedavisi mümkün müdür, neler yapılabilir?
Herpes Virüsünün tam bir tedavisi mümkün olmamaktadır. Bu nedenle öncelikle virüsü kapmamaya özen göstermek gerekmektedir. Yabancılar ile temastan kaçınmak, cinsel ilişkide *********** kullanmak, ortak havlu vs. kullanımından uzak durmak gerekmektedir. Virüsü aldığımızı düşündüğümüz bireyi mutlaka bu durum hakkında bilgilendirmeli, kendisinin hastalık ihtimali hakkında dikkatini çekmeliyiz. Hastalığı kapma halinde veya nüksü önlemek için de bağışıklık sistemini güçlendirmeli, aşırı alkol, aşırı yorgunluk, beslenme bozukluğu, stres gibi durumlardan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Hastalık lezyonlarının en büyük sıkıntılarından biri de kolayca bakteri ile tekrar infekte olabilerek daha derin, daha geniş ve daha çok iz bırakan ülsreler haline gelebilmeleridir. Bu nedenle el ile temastan olabildiğince uzak durmalı, aktif lezyonların olduğu dönemde kağıt havluları tercih etmeli ve temastan kaçınmalıyız. Bakteri varlığında doktor kontrolünde antibiyotikleri kullanmalıyız.

Genital bölgede yer alan bütün yaralar önemlidir. Burada en korkutucu olanı, başka hastalıkların herpes zannedilerek atlanması ihtimalidir. Bu nedenle her genital bölgede izlenen yara da mutlaka doktor muayenesi gerekmektedir. Ayrıca bir diğer önemli husus da, herpes infeksiyonu varlığında olası diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da alınmış olma ihtimalidir.

kilo vermek ama profesyonelce
Arkadaşlar bu oldukça önemli bir konu kimseden alıntı yapmam Aklımı ve aldığım eğiti çok sü düzey beyin fırtınası ile karıştırarak çıkarırım çözümleri.

Şimdi herşeyden önce bu iş dr ve diyetisyenlerin ya da aerobik hocalarının işi değil .Bu iş herşeyden önce kişinin kendi sorunu ve çözümü kendi yakalamalı diyerek profesyonel destek olarak ciddi bir bilim adamının işi diyorum.Formasyonu başta eczacılık veya tıp olmalı.Nedenini isteyene açıklarım ama bu başlık yeri değil...

Gelelim kilo vermeye kilo vermek benim gözümde 2 ye ayrılır .

1) bölgesel kilo vermek 2) total kilo vermek

Bir kere probleminizi iyi teşhis edin .Probleminiz ya 1 ya 2 yada her ikisi olabilir

peki ne yapacaz diyet mi ? Hayır tek başına diyet oldukça tehlikeli diyorum ve bu konuda çok ciddiyim Ha bi de diyetin fydasına gelince de büyük oranda sahip olduğunuz kiloyu stabil kılar yani aynı kiloda kalısınız Nedeni biyokimyasal Siz protein de alsanız vücüd onu yağa veya şekere çevirecek kadar ileri bir organizma ,Üzgünüm ama gerçek bu ...

Peki ne yapıcaz diyosunuz hepiniz ? İşte cevap olay yağların yani depo enerjinn kulanılması ve depolama sistemin önlenmesi

Bi kere hareketsiz kalmayın Ve ne yiyorsanız hareket ettiğiniz zaman diliminde yiyin

Yağ metabolizmasında kolesterol ve sterol biyosentesizini önleyen kimyasal yardım alın ve bu kimyasal yardımı alırken ayda bir kez karaciğer fonksiyon testi yaptırın

Bol bol su için demiyicem Hatta bu negatif bile olur az için de demiyicem Günde 1,5 lit nin üstüne çıkmayın altına inmeyin Ya da söle söyleyim aralık vereyim 1,4-1,7 lt aralığı su için .

Bitkisel çay falan diyolar ya bunlar biraz saçmalık ve rant alanı

Bu bitkisel çay kullanımı hususnda bilimsel çalışan eczacılardan ve dr lardan yardım alın ancak bilin ki bu landa tek yetkili ağız eczacılardır Dr lar bu işin eğitimin almıyo ha alan eczacı biliyo mu işe hakim mi O da hayır işi bilen eczacı ile çalışın

Ha bi de bilinçli olun kimsenn her dediğine inanmayın ! Ya ii bir referans eczacı ile yada bu işe zaman ayırarak " ya bu adam doğrusöylüyo mu diye inceleyin araştırın bilimsel düşünün "
Bilim sanıldığı gibi aşırı kompleks bi şey değil ama laylay lom olanlar bunu böle sanıyo

Lokal kilo kaybı için lokal uygulamalı kremler merhemler kulanılmalı ayrıca bol greyfurt suyu içerseniz hiç fena olmaz Hatta bu greyfurt suyunun posasını da lokal bölgelere uygulayabilirsiniz 30 daka boyunca Ve en önemli kısım lokal kaybı azaltacak hareketler yapın göbeği kastırın Kalçayı kastırın falan ...

Eve bir mekik tahtası larak ömrünüz buyu ideal gözükebilceğiniz unutmayın

Burun.......kariştirmak...!!
Toplumda hoş karşılanmadığı için engellenen "hap yapma", bilim adamları tarafından yararlı bir eylem olarak açıklandı. Hatta, burundan çıkarılan atıkların israf edilmemesi ve yenmesi gerekiyor! Avusturya'daki Innsbruck Üniversitesi akciğer hastalıkları uzmanı Doktor Friedrich Bischinger, toplumda ayıplanan burun karıştırma sırasında bu organdan çıkarılanların vücuttaki mikroplara karşı koyan etkili bir ilaç olduğunu söyledi.


Çocukları engellemeyin
Özellikle çocukların burunlarını karıştırmalarına engel olunmaması gerektiğini söyleyen Bischinger, "Burun karıştırmak otomatik bir reflekstir. Tıbben de çok yararlıdır. Hatta içinden çıkanlar da vücuttaki mikroplara karşı koyan etkili bir ilaçtır, yenmesinde sanıldığı gibi zarar değil yarar vardır" diye konuştu.


Mendilden daha etkili
Burnun parmakla karıştırılmasının "mekanik bir temizlik" olduğunu belirten Doktor Bischinger, parmakla yapılan temizliğin mendille yapılandan daha etkili olduğunu söyledi............

Mr.Berlusconi


Kilo Nasil AlinirMsn Happy
Nasıl Kilo Alırım?
Normalden kilolu olmak ne kadar büyük bir sağlık sorunuysa, normalden zayıf olmak da en az o kadar büyük bir sağlık sorunudur ve zayıf olup da kilo almaya çalışan insanların sayısı en az şişman olup da zayıflamaya çalışanlar kadardır.
Şişmanlığın olduğu gibi zayıflığın da büyük bir bölümü genetik yapıdan kaynaklanıyor. Doğumdan ergenlik döneminin sonuna kadar olan beslenme programları çocukların daha sonraki hayatlarında vücut yapılarının oluşumunda etkin rol oynuyor.
Vücudun, normal ağırlığının 10-15 kilo altında olamasına zayıflık, 15- 20 kilonun altında olmasına ciddi zayıflık deniyor. Örneğin 1.60 cm. boyundaki bir kişinin ideal kilosu 54 kg.dır. Bu boydaki kişi 46- 48 kilo arasında bir kiloya sahipse zayıf, 43- 46 kilo arasında hafif zayıf, 42 kilonun altındaysa ciddi zayıf olarak değerlendiriliyor.
Peki zayıflık neden kaynaklanıyor ve kilo almak için neler yapmanız gerekiyor. İşte sorularınızın cevabı:

Zayıflığın nedenleri nelerdir?
·Aşırı zayıf olan, kilo alamayan ya da ani olarak kilo kaybeden kişiler mutlaka bir doktor kontrolünden geçmeli ve altta yatan başka bir hastalığın olup olmadığı araştırılmalıdır.
·Ateşli hastalıklardan sonra, kanser gibi hastalıklarda, verem gibi kronik hastalıklarda, barsakları tutan tüm rahatsızlıklarda, tiroid hormonlarının fazla çalışması gibi durumlarda kilo alımı azalır, hızlı kilo verilebilir.
·Vejeteryanlar hayvansal kaynaklı ürünleri yemediklerinden dengesiz bir beslenme alışkanlıkları da varsa zayıf olabilirler.
·Ayrıca anorexia nervosa ve bulumia gibi yeme bozukluğuyla giden psikiyatrik hastalıklarda da aşırı zayıflık görülür. Bu kişiler genellikle şişmanlıktan aşırı korkan, genç kadınlardır. Anorexia nervosada kişi kalori alımını azaltır. Bulumiada ise genellikle aşırı yemek yedikten sonra kusma ya da laksatif kullanımı vardır.
·Ülkemizde ise zayıflığın en önde gelen nedenleri barsak parazitleri ile dengesiz ya da yetersiz beslenmedir.
Zayıf kişilerin sık karşılaştığı problemler nelerdir?
·Zayıflık çocuklarda görülüyorsa gelişim olumsuz yönde etkilenebilir eğer yetişkinlikte görülüyorsa iş verimi düşer.
·Zayıf kişiler genelde kendilerine uygun kıyafet bulmakta zorlanırlar.
·Zayıflık ciltte çabuk kırışmaya ve sarkmaya neden olabilir. Özellikle E ve C vitamini az alınıyorsa bu durum hızlanabilir.
·Zayıf kişiler çabuk yorulmaya eğilimlidir.
·Çoğunluğunda anemi (kansızlık) olabilir. Göz kararmaları, oturup kalkarken baş dönmesi sıktır.
·Metabolizmanın hızlı çalışmasına ve dengesiz beslenmesine bağlı olarak adet kanamalarında düzensizlik oluşuyor.
·Bu kişiler alkol ve sigarada kullanıyorsa kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskleri fazla olur.
·Metabolizmanın hızlı çalışmasına bağlı olarak ishal görülebilir.
·Yeterli vitamin ve mineraller alınmadığından kişilerde sinirlilik, yorgunluk hali görülebilir. Nabız atışlarında düzensizlik, bağışıklık (direnç) sisteminde zayıflama ve buna bağlı gribal enfeksiyonlara ya da başka hastalıklara karşı yatkınlık görülür.

Nasıl kilo alınır?
·Öncelikle zayıflığın nedenini anlamak gerekiyor. Eğer zayıflığın altında yatan neden hormonlarsa, hormon tedavisi olmak yeterli olur. Parazit gibi asalaklardan dolayı ise ağızdan alınan ilaçlarla tedavi yapılır. Parazit ya da kurt gibi asalak canlılar ortadan kaldırıldığında kendiliğinden kilo alınabilir. Ancak eğer beslenmeden kaynaklanıyorsa beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi gerekir.
·Kişinin günlük enerjisi saptandıktan sonra + 1000 kalorilik enerji eklenerek bir tedavi uygulanılır. Bu yüzden ilk önce beslenme alışkanlığı saptanır.
·Öğünler artırılır ve üç ara üç ana öğün olarak düzenlenir. Ara öğünlerin içeriği besin değeri yüksek yiyeceklerden oluşmalıdır.
·Öğün içerisindeki karbonhidrat, protein ve yağ oranları kişinin kas kitlesine uygun olarak belirlenmelidir. Enerji daha çok karbonhidratların çoğaltılmasıyla sağlanmalıdır. Yağlarda yapılan artış bulantıya ya da ishale sebep olabilir. Diyet proteini 1,5 gr\kg şeklinde ayarlanmalıdır. Proteini daha yüksek vermek mümkün olmakla beraber bazı amino asitlerin serotonini arttırmalarıyla iştahsızlık oluşur. Bu yüzden proteini daha fazla arttırmak olumsuz etki yapar.
·Diyetin vitamin ve mineral içeriği zengin olmalıdır. Özellikle B grubu vitaminler yoğun verilmelidir. Bu gruptaki vitaminler iştah artışı sağlarlar.
·Diyetin en önemli özelliklerinden biriside hacim yönünden az besin kalitesi yönünden zengin besinlerden oluşturulmasıdır.
·Sabahları iyi bir kahvaltı yapılmalı, kesinlikle atlanmamalıdır.
·Sabah kahvaltıda pekmez, bal gibi besin maddelerinin yanında kuruyemiş (ceviz, fındık) ve karbonhidratlar da (ekmek, börek, vs.) önemli ölçüde alınmalıdır.
·Günlük sıvı ihtiyacınızı karşılamanız için minimum 2 litre su içilmelidir.
·Meşrubat yerine tam yağlı olarak adlandırılan sütleri tercih edilmelidir.
·Öğün aralarında fıstık, ceviz, üzüm ve çikolata yenebilir.
·Akşam yemeklerinde alınacak yemek miktarının çok olmamasına dikkat edilmelidir, aksi halde vücudunuzda yağ birikmeleri görülebilir. Kilo alma çalışmalarında önemli olanın yağ almak değil kas kitlesini artırmak olduğu unutulmamalıdır.
·Egzersizlerin hem kardiovasküler çalışmalar (koşu, bisiklet vs.) hem de ağırlık çalışmalarıyla kombine olarak yapılması sağlanmalıdır. Uygulanacak egzersiz ve beslenme programı için bir uzmana başvurmalısınız.

Derinin Yüzeyel Mantar Hastalıkları
Uzm Dr. Semih Tatlıcan
SSK Ankara Eğitim Hastanesi
Yüzeyel mantar hastalıkları dermatoloji polikliniklerinde ve 1. Basamak sağlık kuruluşlarında en sık karşılaşılan dermatolojik rahatsızlıklar arasındadır. Bu nedenle tanı ve tedavisi hem toplum sağlığı açısından hem de sağlık ekonomisi açısından önem arz etmektedir.

Hastalıkları tek tek incelemeye geçmeden kişisel hijyen kurallarına (terlik, ayakkabı, tarak gibi ürünlerin kişisel kullanımına dikkat edilmesi; cami, kışla, yatılı okul, yüzme havuzu, spor salonu gibi ortak yaşam alanlarında başkalarının eşyalarının kullanılmaması; parmak araları, kasık gibi bölgelerin kuru ve temiz tutulması) dikkat edilmesi mantar hastalıklarının oluşmaması için son derece gereklidir.

Ayrıca diabet gibi bazı hastalıklarda kandidial infeksiyonlar daha fazla görülebilmektedir. Atopi, topik ve sistemik steroid kullananlarda, ihtiyozis, kollojen vasküler hastalıkları olanlarda yüzeyel mantar infeksiyonları daha sık görülmektedir.

Mantar Hastalıkları:

1. Tinea pedis: Ayaklarda görülen mantar infeksiyonudur. 3 ana klinik görünümü vardır.

a. Interdigital tip: En sık görülen tiptir. Parmak aralarında çatlaklar, kızarıklıklar, kaşıntı bazen de akıntı ile karakterizedir. Bu tipin biraz daha dermise doğru ilerlemesi ile ülseratif tip oluşabilir. Ayrıca parmak aralarına mantar hastalığının üzerinde bakteriyel infeksiyon oluşması İnfekte Tinea pedis adı verilen oldukça ağır bir klinik tabloya neden olur.

b. Kronik hiperkeratotik veya kuru tip: Hafif eritemli (kızarık) bir zemin üzerinde özellikle ayağın dış yan yüzeyinde ve topuklarda ince beyaz çizgilenmelerle karakterizedir.

c. Veziküler tip: İçi sıvı dolu küçük kabarcıklar ile karakterizedir. Bazen bu lezyonlar ilerleyip daha büyük büllere neden olur, bu büllerin patlamasıyla da erozyonlar ortaya çıkar.

2. Tinea manum: Avuç içlerinin kronik mantar infeksiyonudur, genellikle tek elde (daha çok kullanılan elde) ve tinea pedis ile birlikte görülür. Bu durum Celal Muhtar hastalığı olarak ta bilinir. Dishidrotik tip olarak adlandırılan ve nadir görülen küçük papül ve veziküllerle karakterize bir tipi de vardır. Sıklıkla iyi sınırlı, hiperkeratotik, palmar çizgilerde daha belirgin beyaz pullanmalarla karakterize hiperkeratotik tip olarak görülür.


3. Tinea Cruris: Kasıkların subakut yada kronik mantar infeksiyonudur. Genellikle kasıkların her iki tarafında kenarları hafif kabarık olabilen, koyu kırmızı, kahverengi renkte üzeri kabuklu olabilen geniş ise ortadan iyileşme gösterebilen oldukça kaşıntılı bir klinik görünüm arz eder.

4. Tinea Corporis: Gövde, kol ve bacakların yüzeyel mantar infeksiyonudur. Tek yada çok sayıda, küçükten-büyüğe ortadan iyileşme gösterebilen, kenarları hafif kabarık, dışa doğru ilerleyen kırmızı-kahverengi üzeri pullanmış alanlarla karakterizedir.

5. Tinea Facialis: Yüzde görülen iyi sınırlı yama tarzı yada plak tarzı kızarık ve pullu bir lezyondur. Genellikle asimetriktir.

6. Tinea Capitis: Saçlı derinin çocuklarda görülen mantar infeksiyonudur.


a. Tinea capitis süperfisiyalis: Genellikle yuvarlak, üzeri beyaz pullarla kaplı, hiperkeratotik, saçların kırılması ve dökülmesine bağlı açık bir alanla karakterizedir.
b. Kerion: Üzerinde çok sayıda püstül olabilen, saç kaybı ile karakterize, büyük, oldukça ağrılı inflamatuar bir tümör varlığıyla karakterizedir. İyileşme skatris bırakarak olur. Saç kaybı olur.
c. Favus: Sarı, kalın, yapışık krutlar (Skutula) ile karakterize, uzun süreli, yaygın saç kaybına yol açan, saçlı deride atrofiye
yol açan tipidir.
7. Tinea Barbave: Bıyık ve sakal bölgesinin papül, püstül, nodüllerle karakterize mantar infeksiyonudur.

8. Onikomikoz (Tinea unguium): El ve ayak tırnaklarının genellikle kronik mantar infeksiyonudur.

a. Distal- lateral subungual onikomikoz:
b. Yüzeyel beyaz onikomikoz
c. Proximal subungual onikomikoz
Total distrofik onikomikoz

tipleri mevcuttur. İnfeksiyonun yerleşim yerine ve oluşturduğu beyazlık, hiperkeratotik, şekil bozukluğuna yol açabilen özelliklerine göre isimlendirilir

Mantar infeksiyonlarının tedavisi için burada sayılan özelliklerde şikayetleri olan kişilerin en yakın sağlık kuruluşuna başvurmaları uygun olur

göz sağlığı..
Hazırlayan: Op.Dr. M. Sinan Sarıcaoğlu
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Güneş kaynaklı ve İnsan için(özellikle cilt ve göz) zararlı ışınlar, UV(Ultraviole), daha küçük dalga boyundaki ışınlar ve IR(lnfra red) denilen daha büyük dalga boyundaki ışınlardır. Küçük dalga boyundaki ışınlar radyasyon etkisi, büyük dalga boyundaki ışınlar ise termik(lsı) etki ile organizmaya zarar verirler. Güneşten yayılan ışınların dalga boyu, 400-800 nanometre arasında bir dağılım gösterir. Atmosfer, zararlı ışınların büyük bir kısmını filtre etmesine rağmen, yine de gün ışığında göze zarar verecek derecede UV ve IR ışını vardır. Özellikle son yıllarda üzerinde sıkça durulan ozon tabakasının incelmesiyle dünyaya daha fazla zararlı ışının ulaşması, İnsan sağlığı üzerindeki tehditleri de artırır hale gelmiştir. UV ışınlarından UV -B, önlem alınmadığında cilt yanıkları oluştururken, UV -A ve özellikle UV -C gözler için zararlı olmaktadır.

Böyle bir durumda yukarıda bahsedilen zararlı ışınlardan gözlerimizi korumak, ideal bir güneş gözlüğü ile mümkün olacaktır. İdeal bir güneş gözlüğü Camı, UV ve IR ışınlarını etkili oranlarda absorbe ederek (emerek), bunların göze zarar vermesini engeller. Ayrıca göze ulaşan ışık tayfını kontrastı artıracak şekilde filtre ederek, görüşü de artırırlar. Özellikle açık renkli göze sahip insanlar(mavi, yeşil gözler gibi) bu konuda daha hassastır. Çünkü gözdeki pigmentler, göze giren ışınların indirgenmesini ve etkisinin aza1masını sağlarlar. Ayrıca bazı göz hastalıkları, gözün güneş ışınlarından daha fazla etkilenmesine neden olur. (Allerjik konjonktivit, kuru göz, retinitis pigmentoza, albinizm gibi)

Genellikle iyi güneş gözlükleri, zararlı ışınların %75-80'ini absorbe ederler. Hatta bazıları tam bir koruma sağlayarak, neredeyse % 1 00 oranında absorbsiyon sağlarlar. Ayrıca termik etki oluşturan IR ışınlarını da absorbe ederek, gözlük camı ile göz arasında ısı oluşmasını da engellerler.

Güneş gözlüğü camının gözde tam koruma sağlayabilmesi için, üstten, yandan ve yansıyan ışınlardan da koruyacak şekilde dizayn edilmiş olması uygun olacaktır. Estetik amaçla, yüzden uzakta kalan camlar yeterli koruma sağlamayabilirler.

Güneşe uzun süre maruz kalma gözün ön dokularına(komea, konjonktiva) zarar verebilirken, güneş ışığına direkt bakma(güneş tutulmalarında olduğu gibi) görme tabakasına ciddi boyutlarda zarar verir. Merkezi görmeyi oluşturan ağ tabakanın makula denen kısmında yanıklar oluşabilir ve bu durum kalıcı görme aza1masıyla sonuçlanır .(Fototoksisite)

Güneş gözlüğü seçilirken yukarıda sayılan özelliklere dikkat etmek uygun olacaktır. Aksi halde herhangi bir yerden(İşporta gibi) elde edilen herhangi bir gözlük, yeterli göz koruması sağlamadığı gibi, zararlı da olmaktadır. UV koruması sağlamayan gelişigüzel renkli bir cam, pupillada(göz bebeği) genişlemeye ve ağ tabakaya daha fazla zararlı ışın geçişine neden olur.

Tüm bu anlatılanlardan da, anlaşılacağı üzere güneş gözlüğü seçimi dikkat gerektiren, bizlerin daha çok ilgilendiği estetik uygunluk dışında, göz sağlığını büyük ölçüde etkileyen ciddi bir iştir.
Son düzenleyen Harabe-Gönlüm; 24 Ağustos 2006 22:04 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi