Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2011       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ATATÜRK' ün hayatındaki gizemlerle dolu olaylardan

Mustafa Kemal yönettiği savaşlarda cephenin ateş altında sık sık dururdu. Siperleri dolaşarak hatta bazen öne çıkarak askerlerin moralini yükseltmeye çalışır, tüm gelişmeleri yakından takip ederdi. ATATÜRK'ü karalayan bir yazar olarak eleştirilen ve bir zamanlar kitabı Türkiye'de yasaklanan H.C. Armstrong bile "Bozkurt" adlı kitabında Mustafa Kemal'in mucizevi bir şekilde vurulamadığından bahseder:
Bir keresinde yeni kazılmış bir siperin dışında duruyordu. -buraya dikkat edin, siperin dışında duruyor- Avcılarımızın yoğun ateşi altındaydı. Bir İngiliz Bataryası da o sipere ateş açtı. Toplar gitgide daha yakınlarına düşmeye başladı. Mustafa Kemal' in vurulması matematiksel olarak kesindi. Kurmayları sipere girmesi için yalvarmaya başladılar. Dürbünle görüyorduk. Fakat o sigara yakıp gayet sakin bir şekilde sigara içmeye başladı. Ne yakınında patlayan şarapneller, ne de yoğun avcı ateşi ile Mustafa Kemal'e bir şey olmuyordu. Çünkü O'nu vuramıyorduk. O, zaman zaman eline bir tüfek alıp yoğun ateş altında Avustralya siperlerine dikkatli, telaşsız ve isabetli atışlar yapıyordu. Bu kısa menzilde bile avcılarımız onu vurmayı başaramıyorlardı. Vurulmuyordu... Onu vuramıyorduk...

Bu inanılmaz gerçeği büyük bir şaşkınlıkla kaleme alan Armstrong, sonra şöyle devam ediyor: Sonra duyduk ki, Mehmetçik adı verilen Türk Neferleri bu inanılmaz olayı gördükten sonra Mustafa Kemal'e bir isim takmışlar: "Efsunlu Kemal..." Bu isim askerlerimizin moralini bozmuştu. Gelip soruyorlardı:

"Karşıdaki Türk Birliği'nin komutanı kim? O mu?"
"Hayır... Hayır..." diyorduk,
"O değil, O burada değil, sakin olun..."



--------------------------------------------------------------------------------
Cep Saati

Savaşın en kızgın olduğu günlerden birinde Mustafa Kemal yanında bulunan Nuri Conker'e emirlerini verirken, bu sırada patlayan bir mermi parçası onun kalbinin üzerine isabet eder... Nuri Conker: "Eyvah vuruldunuz Paşam!..." diye bağırınca, Mustafa Kemal hemen: "Öyle bir şey yok, aldığınız emri derhal yerine getiriniz" der. Aslında Nuri Conker'in gördüğü doğruydu. Bir mermi parçası O'nun tam kalbinin üzerine çarpmış fakat büyük bir mucize eseri cebindeki saate rastlamıştı. Birkaç santim sola ya da sağa isabet etse Mustafa Kemal'in kurtulabilmesi mümkün olamayacaktı. Fakat saat parçalanmış, Mustafa Kemal'in hayatı ise kurtulmuştu...


--------------------------------------------------------------------------------

Uçak Kazası

ATATÜRK, son Osmanlı Padîşahları'ndan Mehmet Reşat ile Almanya'ya gitmişti. Askeri üsler gezilirken, bir askeri üsse şereflerine uçaklarla gösteriler yapılacaktı. Birinci Dünya Savaşı öncesi 1910 yıllarında uçaklar az çok gelişme göstermişti. Askeri üsse gösteri yapacak olan uçaklardan birine de ATATÜRK'ün binmesi kararlaştırılmıştı. Planlanan tören zamanı gelince ATATÜRK, uçağa doğru ilerlemeye başladı... Ancak bir anda geri dönerek uçağa binmekten vazgeçtiğini söyler. Bütün ısrarlara rağmen ATATÜRK fikrinden vazgeçmez. Onun yerine bir Alman subayı uçağa biner. Uçak havalandıktan bir müddet sonra arızalanarak düşer. İçindeki Alman subayı ölür!... ATATÜRK uçağa niçin binmek istemediğini açıklamamıştır. O sadece içindeki sese her zaman olduğu gibi kulak vermiş ve mutlak bir ölümden dönmüştür.
BU KEHANETİNE DÜŞMAN GÜÇLERİ DE İNANMAMIŞTI


Düşman Ordusu’nu tamamıyla yoketmek amacıyla başlatılan Büyük Taaruz amacına ulaşmıştı. Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyecek olan itilaf devletlerinden durumu gizleme amacı güden fakat bu başarıları haber alan itilaf devletleri kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri zaman.ATATÜRK elçilere: “Sizinle 9 Eylül 1922 Nif(Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim.” İşin ilginç tarafı,bu sırada Türk Orduları Nif’den çok uzakta bulunuyordu.Ve 9 Eylül’e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor,hatta imkansız gibi görülmekteydi.Çünkü bu bir savaştı.Yani kesin tarih verilmesi norma şartlarda hiç bir şekilde mümkün değildi.Savaş sırasında neler olabileceğini kim önceden kestirebilirdi ki? Aradan 10 gün geçti. Bu olayı daha sonra ünlü Nutku’nda kaleme alarak şöyle demiştir: “Dediğim gün Nif’te idim.Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu

--------------------------------------------------------------------------------
Annesinin Ölümünü Bilmesi

Annesinin ölümünden habersiz olan Mustafa Kemal, aynı saatlerde trenle çıktığı Yurt gezisinde uyumaktaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gördüğü kabus yüzünden kan ter içinde uyanır... Bir sigara yakar ve zile basarak kompartımanındaki hizmetine bakan Ali Çavuş'u çağırıp: "Gördüğüm rüya canımı sıktı..." der. Ali Çavuş: "Hayırdır Paşam" deyince ATATÜRK de rüyasını anlatır: "Pek hayır olacağa benzemiyor... Kırlık bir yerdeymisiz. Her taraf yeşillik. Birden bire bir sel geliyor, annemi alıp (kötü söz kullanımı yasaktır)ürüyor. Endişe ediyorum. Yaverlere söyle, İzmir'e telgraf çekip annemin sağlık durumunu sorsunlar..." Kısa bir süre sonra Yaver Salih'in yolladığı şifreli telgraf ile gelir. ATATÜRK telgrafın şifreli olduğunu derhal anlayarak: "Annem öldü değil mi?" Ali Çavuş üzgün bir şekilde telgrafı uzatır: "Başınız sağ olsun Paşam." Gözleri yaşla dolan ATATÜRK: "Bana malum oldu... Bana malum oldu... Bunun kabusunu gördüm ben... Anam... Zavallı çilekeş anam... Benim anam öldü başka analar sağ olsun..." diyerek koltuğuna çöker. Ne yazık ki annesinin cenaze törenine katılamaz ve Yurt gezisini kesmeden, içi kan ağlayarak vatan hizmeti için yoluna devam eder... İşte vatanını herşeyden çok seven ATATÜRK, vatan hizmeti yüzünden biricik annesinin cenazesine bile katılamaz.

--------------------------------------------------------------------------------

Bir rüya daha; 26 Eylül 1938 tarihinde ATATÜRK, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof. Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor: O geceyi rahatsız geçirdi. İlk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında: 'Demek ölüm böyle olacak' diyerek uzun bir rüya gördüğünü anlattı. 'Salih'e söyle, ikimizde kuyuya düştük, ben ölüyordum fakat o kurtuldu' dedi.' ATATÜRK'ün, burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi ölümünün habercisiydi. Salih Bozok'un kuyudan kurtulması ise, ATATÜRK'ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un silahla intihar etmesi ve intihara rağmen sonunda kurtarılmasını simgeliyordu...


--------------------------------------------------------------------------------
El falında ki gerçekler;
İtalya' nın Trablusgarp' a saldırı sırasında bir grup subay da savaşa katılmak için Bingazi şehrine gidiyordu. Bunların arasında Mustafa Kemal de bulunuyordu. Yolda bir bedeviye rastladılar. Bu adam el falından çok iyi anladığını söyleyerek genç subayların fallarına bakmayı teklif etti. Hepsi avuçlarını gösterdiler. Sıra Mustafa Kemal'e gelmişti. Önce elini uzatmak istemedi. Arkadaşlarının ısrarı üzerine O da elini bedeviye uzattı. Sarışın subayın elini sert avuçlarına alan bedevi, bu elin çizgilerine bakar bakmaz, yerinden ayağa fırladı ve büyük bir heyecanla haykırmaya başladı: "Sen padişah olacaksın... Padişah olacak ve 15 yıl hüküm süreceksin..." Gülüştüler ve yollarına devam ettiler... Yıl: 1911' di o sıralarda.
12 yıl sonra 1923' te ATATÜRK, genç Türkiye Devleti'nin Cumhurbaşkanı oldu. Ve 15 yıl hüküm sürdükten sonra 1938' te vefat etti. Bakın kendisi de bu olayı nasıl anlatıyor;

Yıl 1938... Hastalığı iyice ilerlemişti. Karaciğerinin şiştiğini görenler: "İçme paşam" dedikleri zaman, O, Bingazi yollarındaki el falına bakan bedeviyi hatırlatarak güldü: "Arap vaktiyle söylemişti... Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecektir. Hesapça bu son senemizdir."

Daha sonra yanında bulunan Fuat Bulca'ya eğilip fısıldar: "Bingazi'deki falcıyı hatırladın mı. Bana 15 yıl hükümdarlık yapacaksın demişti... İşte 15 yıl Fuat... Vadem doldu..."



--------------------------------------------------------------------------------
Seccadede ki saat 09:08 neydi?

Hint halkı, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda, ATATÜRK'ü ve Türk halkını yalnız bırakmamış ve maddi manevi olarak, Türk halkının yanında yer almışlardı. 1929 yılında, Bir Hintli Mihrace, ATATÜRK'ü Pera Palas'taki 101 no'lu odasında ziyaret etmeye gelmişti...
Mihrace'nin ATATÜRK'ü hangi amaçla ziyarete geldiği bilinmiyor... Mihrace'nin ziyaretinde anlaşılamayan ve işin içinden çıkılamayan, çok daha ilginç bir başka nokta daha vardır...

Mihrace'nin, ATATÜRK'e sunduğu hediyenin kendisinde de bir sır gizliydi... Bu hediye, altın sırmalı Hint işi bir ipek seccadeydi. Seccadenin üzerindeki desende, bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri; her iki yanında birer güvercinin bulunan, beş kubbeli bir diğer kemerin çevrelediği görülüyordu. Bordur motifi, fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuru ise, her iki kemerin arasındaki, dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan, romen rakamlı bir saat kadranıydı: Bu saat, 09.08'i gösteriyordu...

Esrarengiz Mihrace'nin ziyaretinden 9 yıl sonra, ATATÜRK, hepimizin bildiği gibi, seccadede işlenmiş olan motifte gösterilmiş olan çok yakın bir saatte: 09.05'de vefat etmişti... Beyin ölümü ise 09:08 idi. Seccade halen Beyoğlu - Perapalas'da bulunmaktadır...



--------------------------------------------------------------------------------
Yıllar öncesinden örtünme, fes kalkacak, yönetim şekli Cumhuriyet olacak demişti;

Erzurum Kongresi yapıldığı dönemlerde geçen bir konuşma:
"Mazhar not defterin yanında mı?" "Hayır paşam." "Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel."

Mazhar Müfit Kansu'nun elinde not defteriyle geldiğini görünce, sigarasından bir iki nefes çektikten sonra: "Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (Kalem Mahsus Müdürü) bileceksiniz, şartım bu..."

Paşa'nın şartı kabul edildi. Bundan sonrasını olayın şahidi Mazhar Müfit Kansu'nun ağzından dinliyoruz: "Öyleyse tarih koy" dedi. Koydum: 7-8 Temmuz, 1919 Sabaha karşı.

"Pekala yaz" diyerek devam etti.

"Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır... Bu bir.
İki Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç örtünme kalkacaktır. Dört Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."

Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. "Neden duraksadın?" dedi. "Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var" dedim. Güldü...

"Bunu zaman gösterir, sen yaz" dedi. "Beş Latin harflerini kabul etmek." "Paşam yeter, yeter..." dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile: "Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter" dedim.

Aradan yıllar geçmişti...
örtünme kalktı, fes kalktı. Latin harfleri kabul edildi. Hatta bir gün;

Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu. Ankara'ya geldiği zaman ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım!...

Yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı' nın başında da bir şapka vardı. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi: "Azizim Mazhar bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?"



--------------------------------------------------------------------------------
Yağmur gibi yağan kurşunların arasından geçiyor;

İngilizler Çanakkale' de cepheyi sökemeyince yeni bir harekete giriştiler. Cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Ancak oraya giden tek bir dar yol, harp gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Her an 38'lik gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyordu. Bir insanın değil, kuşun bile geçmesine imkan yoktu...
Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan askerler, bulundukları yerden çıkmakta tereddüt içindeydiler. Fırsat gözlüyorlardı... Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. ATATÜRK bu hali görünce siperlere koştu. Askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçemiyorsunuz?"

İçlerinden biri cevap erdi. "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez." Bunun üzerine Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir..," dedi ve ileri fırladı.

Askerler durur mu, onlar da Kumandanları'nın arkasından ileri atıldılar. Toz duman ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar ve tepeyi tuttular. Mustafa Kemal'in ve yanındaki askerlerin vurulmadan o dar geçitten nasıl geçtikleri hiç bir zaman anlaşılamamıştır.... Sevgili okuyucular bu sadece bir kahramanlık öyküsü değildir. Bu kahramanlığın ötesinde büyük bir mucizedir... Ve normal şartlarda açıklanması mümkün değildir...