Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ağustos 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
M - 7

Mİ'RÂC:
1. Merdiven.
Resûlullah efendimiz, Mekke şehrinden, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya geldikleri zaman, peygamberlerin rûhları, insan şekillerinde orada hazır bulundu. Bir anda Kudüs'ten yedinci göke kadar, bilinmeyen bir mîrâc ile çıkarıldı. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
2.Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, g etirilmesi.
Mi'râc gecesi bir cemâate uğradım. Önlerine nefis yemekler koymuşlar. Bir yanda da leş duruyor. O nefis yemekleri bırakmış, leş yiyorlardı. "Bunlar kimlerdir?" dedim. Cebrâil aleyhisselâm; "Bunlar, helâli terk edip, harama meyl eden erkek ve kadınlardır. Helâl malları varken, haram yiyen kimselerdir" dedi. (Hadîs-i şerîf-Meâric-ün-Nübüvve)
Mi'râca götürüldüğüm gece, Cennet'te bir seviyeden yüksek yapılmış köşkler gördüm. Dedim ki: "Yâ Cebrâil! Bunlar kimin içindir?" Buyurdu ki: "Öfkesini yutanlar ve insanları affedenler içindir. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Mi'râc gecesi, çok fecî ve elîm bir şekilde kendi kendilerine azâb eden bir takım insanlar gördüm. Cebrâil aleyhisselâma sordum ki: "Yâ Cebrâil! Bunların günâhı nedir? Niçin böyle kendi kendilerine azâb ederler?" Cebrâil aleyhisselâm dedi ki: "Bunlar, başkalarının ayblarını (kusûrlarını) açığa çıkaranlardır. (Hadîs-i şerîf-Meâric-ün-Nübüvve)
Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâma olan ihsânlarının en şereflilerinden biri de, O'na mi'râc mûcizesini vermesidir. Bu mûcizeyi O'ndan başka hiçbir peygambere vermemiştir. Resûlullah'ın Mekke'den Mescid-i Aksâ'ya götürüldüğü, Kur'ân-ı kerîmde İsr â sûresinin birinci âyet-i kerîmesinde açıkça bildiriliyor (mi'râcın bu kısmına isrâ' denir). Buna inanmıyan kâfir olur. Mescid-i Aksâ'dan göğe çıkarıldığını meşhûr hadîsler haber veriyor. Buna inanmıyan ise, bid'at ehli, sapık ve fâsık (günahkar) olur. Mîrâcın uyanık iken ve cesed ile olduğunu, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin ve hadîs âlimlerinin ve fıkıh âlimlerinin ve kelâm âlimlerinin çoğunluğu haber vermişlerdir. Böyle olduğunu sahîh hadîsler bildirmektedir. Mi'râc çok defâ olmuştu. Bunlardan biri uyanık iken ve cesed ile idi. Ötekiler yalnız rûh ile idi. Âişe (r.anhâ) rüyâda rûh ile olan mi'râclardan birini haber vermektedir. Onun bu haberi, uyanık iken cesed ile olan mi'râcın yok olduğunu göstermez. (Abdülhak Dehlevî, İsmâil Hakkı Bursevî, Muhammed Behâüddîn)
Beş vakit namaz mi'râc gecesi farz oldu. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, mi'râcda cennetleri ve cehennemleri ve Allahü teâlâyı gördü. Yalnız bu görmesi, dünyâ görmesi ile değil, âhiret görmesi ile oldu. Çünkü o gece zaman ve mekân çe vresinden dışarı çıktı. Bu görmeğe dünyâda gördü demek, mecâz olarak denilmiştir. Dünyâdan gidip gördüğü ve yine bu dünyâya geldiği için böyle denilmiştir. (İmâm-ı Rabbânî)

MÎRÂS:Vefât eden kimsenin, geride kalan akrabâlarına bıraktığı mal ve haklar.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm!) babası ve çocuğu olmıyanın mîrâsı hakkında senden dînin hükmünü istiyorlar. De ki, Allah, babası ve çocuğu olmayan için şöyle beyân eder: Eğer bir kimse ölür de çocuğu bulunmazsa ve geride ana-baba bir veya baba bir olan tek bir kız kardeşi olursa, terikenin yarısı bunundur. Eğer ölen bir kadının geride çocuğu kalmaz da erkek kardeşi bulunursa, o, terikenin tamâmına vâris olur. Ölenin iki veya daha çok kız kardeşi varsa, bunlara terikenin üçte ikisi vardır. Eğer kardeşler erkek ve kadın olurlarsa erkek için iki kadın payı vardır. Şaşırırsınız diye Allah size dîninizin hükümlerini açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (Nisâ sûresi: 176)
Küçük çocukları olan veya mîrâsa muhtaç bâliğ (ergen) ve sâlih çocukları bulunan hastanın, malından nâfile hayrât ve hasenâtı (iyilik yapılmasını) vasiyyet etmeyip çocuklarına bırakması daha iyidir. (İbn-i Âbidîn)
Malını, hayrâta (iyi yerlere) sarf edip, fâsık (haram ve günah işleyen) çocuğuna mîrâs bırakmamalıdır. Çünkü günâha yardım etmek olur. (Kerderî)

MÎRÎ TOPRAK:Beytülmâle yâni devlete âit toprak. (Bkz. Arâzi)

MÎSÂK:Söz verme, sözleşme, andlaşma.
1. Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri. (Bkz. Ahd)
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Kur'ân-ı kerîm hüzün ile inmiştir. Onu okurken kusurlarınıza ve ilerdeki tehlikelere karşı üzüntünüzü gösteriniz." Üzüntüsünü açıklamanın yolu, oradaki korkutucu, azâb verici, mîsâk ve muâhede âyetlerini düşünmekle, sonr a da nehy (yasaklarına) ve emirlerine karşı kusurlarını hatırlamakla olur. Şüphesiz bunları gereği gibi düşünen insan hem mahzûn olur, hem de ağlar. Şâyet ağlıyamıyorsa, ağlıyamadığına üzülmelidir. Çünkü Kur'ân'ın bu gibi âyetlerinden üzüntü duymamak büyük musîbettir. (İmâm-ı Gazâlî)
2.Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.
Allahü teâlâ için yemîn ediyorum demek, yemîn olur. Allah'a ahd ediyorum (söz veriyorum), Allah'a mîsâk ediyorum demek, yemîn olur... (Alâüddîn-i Haskefî, Halebî)

MİSKAL:Bir çeşit ağırlık ölçü birimi.
Bir miskal; Hanefî mezhebinde 4,8 gram, Şâfiî mezhebinde ise 3,45 gramdır. (Süleymân bin Cezâ)
Üzerine bulaşan necâset, bir miskalden az ise yıkamak sünnettir. Bir miskal bulaşmış ise yıkamak vâcib, fazlasını yıkamak farzdır. (Kutbüddîn İznikî)
Altının, zekât verilmesi farz olan miktârı yirmi miskaldir. (Kâşânî)

MİSKÎN:
1. Bir günlük nafakasından (yiyeceğinden, giyeceğinden) fazla bir şeyi olmayan müslüman.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
... Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeblerle oruç tutmaya güç yetiremeyenler üzerine, bir miskîn doyuracak kadar fidye vermek lâzımdır... (Bekara sûresi: 184)
Akrabâya, miskîne ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla berâber (malını) büsbütün saçıp savurma! (İsrâ sûresi: 26)
Her şeyin bir anahtarı vardır. Cennet'in anahtarı da, fakîr ve miskînleri sevmektir. Fakîr ve meskînler, sabırları sebebiyle kıyâmet günü Allahü teâlâya yakın bulunacaklardır. (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)
Bir kimse, kalbinde katılık bulunduğundan şikâyet edince, Resûlullah efendimiz ona; "Yetimin başını okşa ve miskîni doyur!" buyurdular. (Hadîs-i şerîf-Dimyâtî)
Zekât verilecek yedi sınıf kimseden birisi de miskîndir. (İbn-i Âbidîn)
2. Dervîş. Miskîn Yûnus var yârına, Koma bugünü yârına, Yârın Hakk'ın dîvânına, Varam Allah deyü deyü!..
(Yûnus Emre)

MİSLÎ:Çarşıda, pazarda aynı evsâfta, özellikte benzeri bulunan, fiyatları farklı olmayan mal.
Ağırlıkla, hacim ve uzunlukla ölçülenlerden fabrikada, tezgâhta yapılan şeyler ve sayı ile ölçülenlerden, aynı büyüklükte olanlar ve aynı büyüklükteki yumurta ve karpuz mislî maldır. (İbn-i Âbidîn)
Mislî malı telef eden, benzerini, mislî olmıyan malı telef eden, kıymetini öder. (İbn-i Âbidîn)

MİSVÂK:Bir karış büyüklüğünde kesilmiş, dişleri temizlemek için kullanılan ve Erak denilen ağaçtan veya zeytin dalından yapılan ağaç fırça.
Misvâk; ağzı temizlemeye, cenâb-ı Hakk'ın rızâsına kavuşmaya vesîledir. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Misvâk kullanarak kılınan namaz, misvâk kullanmadan kılınan namazdan yetmiş kat üstündür. (Hadîs-i şerîf-Reddülmuhtâr)
Abdest alırken misvâk kullanmak sünnet-i müekkededir (kuvvetli sünnettir). Misvâk, düz ve ikinci küçük parmak kalınlığında, bir karış boyunda olmalıdır. Misvâk, Arabistan'da yetişen Erak ağacının dalıdır. (Düzgün ucundan iki santimetre kadar, kabuğu soyulup, burası birkaç saat suda tutulur. Sonra ezilince, fırça gibi açılır). Erak ağacı bulunmazsa, zeytin dalından yapılır. Nar ağacından yapılmamalıdır. (İbn-i Âbidîn)
Misvâk kullanmanın on beş faydası vardır. Bunlar; sekerât-ı mevtte (son nefeste) Kelime-i şehâdeti söylemeye sebeb olur, dişlerin etlerini pekiştirir, safrayı keser, balgamı ve ağız kokusunu giderir, Allahü teâlâ ondan râzı olur, baş damarlarını kuvv etlendirir, gözleri nûrlanır, hayrı ve hasenâtı (iyilikleri) çok olur, sünnet ile amel etmiş olur, ağzı temiz olur, fasîh-ul-lisân yâni güzel konuşmaya vesîle olur, şeytan gamlanır, misvâklı olarak kılınan iki rek'at namazın sevâbı, misvâksız olarak kılınan yetmiş rek'at namazın sevâbından daha çok olur. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Hazret-i Ömer zamânında Şam civârında bir kal'a muhâsara edildi. Öğleye kadar kal'a feth edilemedi. Hazret-i Ömer gadaba geldi. İslâm askerlerini huzûruna çağırdı. "Kal'a feth edilemedi. Kâfirler İslâm askeri karşısında bu kadar dayanamazdı. Aramızda birisi bir kusur işlemiş olmasın" buyurdu. Askerler hayret edip, tövbe ve istiğfâr etmeye başladılar. O sırada bir kişi ağlayarak hazret-i Ömer'in huzûruna geldi. "Ey mü'minlerin emîri! Bu gece teheccüde kalktığım zaman karanlık olduğu için misvâkımı aradım, fakat bulamadım. Bu sebeble misvâksız namaz kıldım. Sizin aradığınız kusuru ben işledim" dedi. Hazret-i Ömer ona; "Tövbe ve istiğfâr etmeye devâm et" buyurdu. O da tövbe ve istiğfar okumaya başladı. Bir saat sonra kal'a fetholundu. (Evliyâlar Ansiklopedisi)

MİSYONERLİK:Propaganda yaparak belirli bir fikir ve inancı yayma işi. Dar anlamda, henüz hıristiyanlığı kabûl etmemiş ülkelerde veya hıristiyan ülkelerde çeşitli isimler altında hıristiyanlığı yayma ve hıristiyanlık propagandası yapma faâliyeti. Bu çalışmaları y ürüten râhib, papaz ve din adamlarına misyoner, bu çalışmaları yapan teşkîlâta da Misyonerlik teşkîlâtı adı verilir.
Avrupalılar, hıristiyanlık inancını yaymak ve milletleri hıristiyanlaştırmak için misyoner teşkîlâtını kurdular. İktisâdî (ekonomik) bakımdan dünyânın en kuvvetli teşkîlâtı hâline gelen kilise ve misyoner teşkîlâtları akıl almaz bir çalışmanın içine girdiler. Hıristiyanlığı İslâm memleketlerinde yayabilmek için korkunç bir İslâm düşmanlığı başlattılar. İslâm memleketlerinin her yerine hıristiyanlığı öven binlerce kitap, mecmûa ve broşür gönderdiler. Bugün de güzel memleketimizde durmadan hıristiyanlığı anlatan kitap, mecmûa (dergi) ve broşürler, misyonerlik teşkîlâtı tarafından dağıtılmakta, posta ile yurt dışından adreslere gönderilmektedir. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)
Târih göstermiştir ki, misyonerler gâyelerine erişmek için her türlü vâsıtayı mübâh (sakıncasız) gören bir zihniyete sâhib olmuşlardır. Asya ve Afrika milletlerini, asırlar boyu sömüren devletlerin en büyük yardımcıları misyonerler ve misyonerlik teş kîlâtları olmuştur. Misyonerler, girdikleri memlekette sâdece kendi dinlerini yaymakla meşgûl olmazlar. O memleketteki milleti meydana getiren maddî ve mânevî değerleri tahrib ederler. Tahrîb ettikleri millî duyguların enkazı üzerine kendi inançlarını binâ etmeye çalışırlar. Ellerinde bulunan bütün imkânlarını bu yolda kullanırlar. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

MİŞNÂ:Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kabûl ettikleri Talmûd kitâbının iki kısmından biri.
Mişnâ, İbrânice "tekrar" demektir. Sözlü emirlerin kânun hâline getirilmiş ilk hâlidir. Yahûdî îtikâdına göre, Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma, Tûr dağında Tevrat kitabını (Yazılı emirleri) verdiği gibi, bâzı ilimleri yâni (sözlü emirleri) de söyledi . Mûsâ aleyhisselâm bu ilimleri Hârûn, Yûşâ ve Elîazar'a aleyhimüsselâm bildirdi. Bunlar da kendilerinden sonra gelen peygamberlere bildirdiler. Elîazar, Şuayb aleyhisselâmın oğludur. Bu bilgiler hahamlardan hahamlara rivâyet edildi. Mîlâddan önce 538 ve mîlâddan sonra 70 senelerinde çeşidli Mişnâlar yazıldı. Bunlara Yahûdîlerin âdetleri, kânun müesseseleri, hahamların bir mevzudaki tartışmaları ve şahsî görüşleri de karıştırıldı. Böylece Mişnâlar, hahamların indî görüş ve münâkaşalarını ifâde eden kitablar hâline geldi. Diğer Mişnâları içinde toplayan en son ve en meşhur Mişnâ, mîlâdın ikinci asrında yahûdî hahamlarından Yehûda tarafından yazıldı. Yehûda'dan sonra gelen hahamlar, Mişnâ'ya ilâveler ve şerhler yapmışlardır. Mişnâ'nın lisanı, kendisinde Yunanca ve Latincenin tesiri görülen Yeni İbrânicedir. Mişnâ'nın yazılmasından maksat, yazılı emr kabûl edilen Tevrat'ı tamamlayıcı olan sözlü emirleri tanıtmaktır. Mişnâlar, Tevratlardan daha basît olup, kelime ve cümle şekilleri onlarda n çok farklıdır. Emirler, umûmî kâideler şeklinde bildirilmiştir.Dikkat çekici misâller verilmiştir. Vâki' olmuş hâdiselere bâzan rastlanır. Emirler beyan edilirken kaynak olarak Tevratların âyetleri verilir. Mişnâ altı kısımdan meydana gelir: 1)Zerâim (tohumlar), 2)Moed (Mübârek günler. Bayram ve oruç günleri gibi), 3) Nâşim (Kadınlar), 4)Nezikin (Zararlar), 5)Kedaşim (Mukaddes şeyler), 6)Tehera (Tahâret, temizlik). Bunlar altmış üç risâleye, risâleler de cümlelere ayrılmıştır. (Harputlu İshâk Efendi)

Mİ'YÂR:
1-Ölçü âleti.
Akıl; his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir mi'yârdır. O hâlde, peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın i nanmaktan başka çâre yoktur. Peygamberlere tâbi olmak, aklın gösterdiği bir lüzûmdur ve aklın istediği, beğendiği bir yoldur. (İmâm-ı Gazâlî)
2.Kendisinde yalnız bir vâcibin (farzın) edâ edildiği, başka bir vâcibin edâ edilemediği vakit.
Ramazan ayı bu aydaki farz orucun mi'yârıdır. Bu ayda Ramazân orucundan başka bir oruç tutulamaz. Bunun içindir ki, Hanefîlere göre bir kimse Ramazân-ı şerîfte nâfile oruca niyet etse, o yine Ramazan orucundan sayılır. (Serahsî)

MİZÂC:Huy, tabîat, bir kimsenin yaratılıştan gelen özelliklerinin hepsi. (Bkz. Huy)
Gadaba gelen (kızan, öfkelenen) insan, aklın kontrolünden çıkmış olduğundan; bu kimsede basîret (kalb gözü, derin ve ince anlayış), düşünce, irâde (kendine hâkim olma) ve fikir diye bir şey kalmaz. Nice insanlar var ki, yaratılış îtibâriyle çabuk kız arlar. Hattâ, yüzünden gadab (kızgınlık) akar. Kalbin harâret mizâcı da buna yardımcı olur. Zîrâ gadab, ateştendir. Nitekim, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Mizâcın burûdeti (soğukluğu); gadabı (kızgınlığı) söndürür ve şehveti kırar. (İmâm-ı Gazâlî)

MİZÂH:Latîfe, şaka.
Ben mizâh konuşurum, fakat doğru konuşurum. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Alay, şaka ve mizâhtan kaçınınız. Zîrâ insanın şerefini kırar, vekarını (ağırbaşlılığı) azaltır. (Hazret-i Ömer)
Az olmak şartı ile arada bir mizâh mübâhtır (serbesttir). Ancak mizâhı âdet ve meslek hâline getirmemeli ve doğru söylemelidir. Çünkü fazla şaka, mizâh vakti öldürür ve çok güldürür. Çok gülmek ise, kalbi karartır. Heybet ve vekarı giderir. (İmâm-ı Gazâlî)
Mizâhın azı kötü değildir. Çünkü mizâh, gönül açıcı ve kalb temizleyicidir. Mizâhta aşırılığa kaçmamalı ve devamlı olmamalıdır.Mizâhta aşırılığa kaçılırsa, çok gülmeğe sebeb olur. Çok gülmek ise kalbi karartır. (Muhammed Hasan Can)

MÎZÂN:
1.Terâzi, ölçü âleti.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
... (Şuayb aleyhisselâm), Kavmine şöyle dedi: Rabbiniz tarafından size açık mûcize geldi. Artık kileyi, mîzânı tam tutun. İnsanların haklarını yerine getirmekte noksanlık yapmayın. (Peygamberler ve onlara tâbi olanların vâsıtasıyla) ıslâh olan yeryüzünü (küfür ve hîlelerinizle) fesâda vermeyin. Eğer benim sözümü tasdîk ederseniz, (bu söylediklerim) sizin için hayırlıdır." (A'râf sûresi: 85)
Şuayb aleyhisselâm Eyke halkını; ölçüyü ve mîzânı tam yapmaya, insanların hukûkuna riâyet etmeye, yeryüzünde fesâd çıkarmamaya, Allahü teâlâdan korkmaya ve takvâ üzere olmaya dâvet etti. (Fahrüddîn-i Râzî)
2. Kıyâmet günü insanların günâh ve sevâbını tartan ve nasıl olduğu bilinmeyen terâzi.
Alahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Biz kıyâmet gününe mahsûs adâlet mîzânları kurarız. Artık hiç kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (Yapılan amel) hardal tânesi kadar bile olsa, onu getiririz (mîzâna koyarız) . Hesâb gören olarak biz (herkese) yeteriz. (Enbiyâ sûresi: 47)
Artık kimin (sevâb) mîzânı ağır gelirse onlar korktuklarından emîn, umduklarına kavuşanların tâ kendileridir. Kimin de mîzânı hafif gelirse, onlar kendilerine yazık edenlerdir. (Onlar) Cehennem'de ebedî kalıcıdırlar. (Mü'minûn sûresi: 102, 103)
Mîzânda güzel ahlâktan daha ağır gelecek hiçbir şey yoktur. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred)
Bir kimse kıyâmette mîzâna getirilir. Sonra her birinin büyüklüğü, gözün görebileceği uzunlukta olan doksan dokuz amel defteri getirilir. Bu defterlerde o kimsenin iyilik ve kötülükleri yazılıdır. Günâhı sevâbından çok gelip, Cehennem'e gönderilir. Cehennem'e giderken, Allahü teâlâ katından bir ses duyulur; "Acele etmeyiniz. Onun tartılmayan bir şeyi vardır" der. Baş parmağı ucu kadar bir şey getirilir. Üzerinde Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah yazılı olur. Sevâb kefesine konur. Böylece sevâbı, günâhından ağır gelir ve Cennet'e gitmesi emrolunur. (Hadîs-i şerîf-Ahlâk-ül-Ulemâ)
İyi ameller güzel sûretlerle, kötü ameller de çirkin kıyâfetlerle gelecek, mîzâna konacaktır. (İbn-i Abbâs) Ömür tamam olup defter dürülür Sırat Köprüsü ve mîzân kurulur Hakk'ın dergâhında elbet durulur Buyruğu tutulur ferman eğlenmez. (Aziz Mahmûd Hüdâyî)

MİZMÂR:
1. Her türlü çalgı âleti, ney türünden, biri kamış, diğeri ağaçtan olmak üzere iki parçadan meydana gelmiş olan âlet, düdük, kaval, fülüt.
Bir zaman gelir ki, müslümanlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar. İslâmiyet'i bırakıp kendi düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kur'ân-ı kerîmi mizmârlardan yâni çalgılardan şarkı gibi okurlar. Allah için değil, keyf için okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevâb verilmez. Allahü teâlâ bunlara lânet eder, azâb verir. (Hadîs-i şerîf-Müsâmere)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem kıyâmet alâmetlerini sayarken buyurdu ki: "Hâkimler rüşvet alarak haksız karar verir. Adam öldürmek çoğalır. Gençler ana-babalarını, hısım-akrabâsını aramaz, saymaz olur. Kur'ân-ı kerîm mizmârdan, yâni çalgı âletlerinden okunur. Tecvîd ile güzel okuyanları, İslâmiyet'e uyan hâfızları dinlemeyip, mûsikî ile şarkı gibi okuyanları dinlerler." (Hadîs-i şerîf-Tergîb-üs-Salât)
Keyf ve eğlence için her mizmârı çalmak ve dinlemek haramdır. Çalgı, içki içenlerin âdetidir. İçki ise, nefsin arzûlarını yâni şehveti harekete getirir. Yalnız muhârebede (savaşta) askerin moralini kuvvetlendirmek için bando, mızıka çalmak ve bunlara sulh zamânında da hazırlanmak ve düğünlerde davul def çalmak, her müslümana câizdir. (İmâm-ı Gazâlî)
2. Güzel ses.
Bir gün Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Ebû Mûse'l-Eş'arî'nin Kur'ân-ı kerîm okumasını dinledi ve buyurdu ki: "Ebû Mûsâ'ya Âl-i Dâvûd'un mizmârlarından verilmiştir. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Kur'ân-ı kerîmi mizmâr ve tecvîd ile okumalıdır. Tegannî ile yâni kelimeleri değiştirip nağmeye uydurarak okumak haramdır. (Abdullah-ı Dehlevî)

MU'ACCEL:Peşin olarak verilen. Acele ödenen şey. (Bkz. Mehr)
Nikâh akd edilirken (yapılırken) tek mehr söylenip, ne kadar mu'accel olduğu bildirilmedi ise, âdete ve zevcinin emsâline (akranlarına) göre söylenilenin bir miktârı mu'accel olur. Mehrin hepsi mu'accel denildi ise mu'accel olur. (Fetavâ-yı Hindiyye)

MUÂHEDE:Andlaşma. (Bkz. Ahd)
İslâm halîfeliğinin bir an evvel kaldırılması İngilizlerin birinci düşünceleridir. Kırım muhârebelerine sebeb olmaları ve burada Türklere yardım etmeleri hilâfeti mahv etmek için bir hîle idi. Pâris muâhedesi bu hîleyi açıkça ortaya koymaktadır. (Abdürreşîd İbrâhim Efendi)

MUÂHEZE:Azarlama, darılma, paylama, cezâlandırma.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ sizi yemîn-i lağv (geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemin etmek) ile muâheze etmez. Fakat (kasıdla, bilerek) akd ettiğiniz yeminlerde (geçmişte bir şey için yalan söyleyerek veya ilerde yapacağım yâhut yapmayacağım diye yalan yere yemi n etmekte) muâheze eder. Onun keffâreti, çoluk-çocuğunuza yedirdiğinizin orta hâli ile on fakiri doyurmaktır. Veya çoluk-çocuğunuza giydirdiğinizin orta hâliyle birer elbiseyi on fakire giydirmektir veya bir köle âzâd etmektir. Bu üçünden birini yapmaya gücü yetmiyenin üç gün müteâkiben (peşpeşe) oruç tutmasıdır. İşte bunlar sizlerin yeminlerinize keffârettir. Lisânlarınızı yemininizi bozmaktan hıfz ediniz (koruyunuz) . (Mâide sûresi: 89)
Allah hiç kimseye gücü yetmeyeceği bir şeyi teklif etmez. Herkesin kazandığı kendi lehine, yüklendiği vebâl de aleyhinedir. "Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya hatâ ettikse, bizi muâheze etme. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmiyeceği şeyleri de yükleme. Günâhlarımızı affet. Bizi bağışla. Bize merhâmet eyle. Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler gürûhu (topluluğu) üzerine bize yardım et (dediler) " (Bekara sûresi: 286)
Bir ümmet içerisinde, her gün yirmi beş kişi; Allahü teâlâya yirmi beş defâ istiğfâr ederse (günahlarının bağışlanmalarını dilerse) Allahü teâlâ o ümmeti umûmî azâbla muâheze etmez. (Mekhûl eş-Şâmî)

MUAHHİR (El-Muahhir):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Peygamberlerini, evliyâsını, sevdiklerini kendine yaklaştırıp, kâfirleri (inanmayanları), fâcirleri, düşmanlarını, sevmediklerini kendisinden uzaklaştıran, hor ve hakîr edip alçaltan.
El-Muahhir ism-i şerîfini söyleyenin tövbe etmesi kolay olur. (Yûsuf Nebhânî)

MU'ÂMELÂT:İnsanların birbirleri arasında olan işler. Alış-veriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîrâs gibi insanlar arasında meydana gelen işler. Fıkıh ilminin dört kısmından biri.
Mu'âmelâtta bir fâsıkın (açıkça günâh işleyenin) veyâ müslüman olmıyanın sözü de kabûl edilir. Akıllı olan çocuk ve kadın da mu'âmelâtta erkek gibidir. (Alâüddîn-i Haskefî)

MU'AMMÂ:1.Gizli, örtülü, anlaşılmaz veya anlaşılması güç şey.
Allahü teâlâyı mü'minler Cennet'te görecektir. Fakat, nasıl olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir.Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur. Belki gören de, nasıl olduğu bilinmeyen bir hâl alı r ve öyle görür. Bu, bir muammâ, bir bilmecedir ki, bu dünyâda evliyânın büyüklerinden seçilmişlere bildirilmiştir. (İmâm-ı Gazâlî)
2. Edebiyâtta bir ad sorulacak şekilde düzenlenmiş manzûm bilmece.
On altıncı asrın büyük muammâ şâirlerinden biri de Emrî'dir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

MU'ÂNAKA:İki kişinin birbirinin boynuna sarılması.
Âdem aleyhisselâmdan İbrâhim aleyhisselâma kadar, selâmlaşma, birbirine secde etmekle olurdu. Sonra bunun yerine mu'ânaka ile oldu. Muhammed aleyhisselâm zamânında el ile müsâfeha sünnet oldu. (Muhammed Rebhâmî)
Âlimler buyurdular ki: Mu'ânaka edenlerin üzerinde bir gömlek veya cübbe gibi bir şey varsa, mu'ânaka câizdir. (Burhâneddîn Mergînânî)
Mu'ânakanın mekruh olanı (dînen iyi görülmeyeni) şehvetli olanıdır. (Şeyh Ebû Mansûr)

MU'ÂŞERET:İnsanların birbirleriyle görüşmelerinde ve işlerinde karşılıklı uymaları gereken usûller, kurallar. (Bkz. Edeb)

MU'ÂTEBE:İtâb etme, kızma, azarlama. (Bkz. İtâb)

MU'ATTALA:Allahü teâlânın sıfatlarını inkâr eden bozuk bir fırka, topluluk.
Nikâh ile alması haram olan yirmi beş kadından birisi de veseniyye yâni puta tapan kadınlardır. Güneşe, yıldızlara, resimlere ve heykellere tapınanlar ve Mu'attala ve Bâtıniyye ve İbâhiyyeden olanlar ve zındıklar yâni koyu müslüman görünüp küfre sebe b olan şeylere îmânın şartı diyenler, hep puta tapanlardandır. (Mehmed Zihni Efendi)

MU'ÂVVİZETEYN:Felak ve Nâs sûrelerinin ikisine berâber verilen isim.
Cumâ namazından sonra, yedi defâ ihlâs ve mu'âvvizeteyn okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur. (Hadîs-i şerîf-Fevâid-i Osmâniyye)
Dertlerden, belâlardan kurtulmak; şeytanın, cinlerin şerrinden korunmak için, Mu'âvvizeteyn'i çok okumak faydalıdır. (Seyyid Abdülhakîm)

MU'ÂYEDE:Bayramlaşma. Birbirinin bayramını kutlama.
Selçuklular ve Osmanlılarda muâyede merâsimleri pek muhteşem olurdu. Sultanlar bayram namazı kılmak için büyük bir alayla (toplulukla) selâtin yâni sultanlar tarafından yaptırılan câmilerden birine giderlerdi. Bayram namazı kılındıktan sonra sultan, sarayda devlet erkânıyla bayramlaşırdı. (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
Osmanlılarda pâdişâhın bayramı tebrik merâsimi, İstanbul'un fethinden on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar Topkapı Sarayı'nda yapıldı. Daha sonraki devirlerde Dolmabahçe Sarayı'nın orta kısmındaki büyük muâyede salonunda yapılmaya başlandı. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
Bayram günlerinde herkes temiz ve iyi giyinir, çocuklara yeni elbiseler alınır, fakir, yetim ve öksüzler sevindirilirdi. Kabirler ziyâret edilerek vefât eden akrabâ, diğer müslümanlar ve din büyüklerinin rûhu için Kur'ân-ı kerîm okunur, duâlar edilir ve daha sonra muâyede için âile büyükleri, dost, akabâ ve tanıdıklar ziyâret edilirdi. (Hızır İlyâs Ağa)

MUBÂH:Dînimizde yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.
Mubahlar, iyi niyetle yapılınca tâat (Allahü teâlânın beğendiği şey) olur. Kötü niyetle yapılınca, günâh olur. İnsan, mubâh bir işe başlarken niyyetine dikkat etmelidir. Niyyeti iyi ise, o işi yapmalıdır. Niyyeti, yalnız Allahü teâlâ için olmazsa, ya pmamalıdır. (Seyyid Abdülhakîm Efendi)
Allahü teâlânın mubah ettiği yâni izin verdiği şeyler pek çoktur.Haram ettiği, yasakladığı şeyler ise, pek azdır.Mubahlarda bulunan lezzet, harâmda bulunanlardan kat kat fazladır. Mubâh işleyenleri Allahü teâlâ sever. Haram işleyenleri sevmez. Aklı o lan, doğru düşünebilen bir kimse, geçici bir zevk için, Allahü teâlânın râzı olmadığı, beğenmediği bir şeyi yapmaz. Zâten Allahü teâlâ, zararlı olan bir lezzeti haram edince, bu lezzette olan zararsız birçok başka şeyleri mubâh eylemiştir. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ lutf ederek, kerem ederek, acıyarak, kullarına çok şeyleri mubâh etmiş, izin vermiştir. Rûhu hasta, kalbi bozuk olduğu için, mubâhlarla doymayıp, bitmez tükenmez mubahları bırakarak, İslâmiyet'in hududundan dışarı taşanlar, şüpheli ve ha ramlara uzananlar ne kadar bedbaht ve zavallıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Mubâhları, lâzım olduğu kadar kullanmalıdır. Bir insan, mubâh yâni İslâmiyet'in izin verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubâh işlerse, şübheli şeyleri yapmaya başlar. Şüpheliler ise, haram olanlara yakındır. (İmâm-ı Rabbânî)

MÛCİD (El-Mûcid):Îcâd eden, yoktan vâr eden, yaratan mânâsına Allahü teâlânın isimlerinden.
"Ben civaya bakınca, bunu yaratanın büyüklüğüne hayran oluyorum. Buna ne türlü hassalar vermiş! Bunları düşündükçe, aklım başımdan gidiyor.Benim buluşlarım esâsen dünyâda bulunan, fakat o zamâna kadar insanların göremedikleri büyük hârikaların ancak, ufacık bir kısmını meydana çıkarmaktan ibârettir... Ben mûcidim ha...! Hayır, asıl mûcid, asıl yaratıcı işte O'dur, Allah'tır..." (Edison)

MU'CİZÂT (Mûcizât):Mûcizeler. Allahü teâlânın peygamberlerine, peygamberliklerini isbât etmeleri için ihsân etmiş olduğu hârikulâde yâni âdet dışı (olağan üstü) hâller. Mûcize kelimesinin çokluk şeklidir. (Bkz. Mûcize)

MU'CİZE (Mûcize):Peygamberlerden aleyhimüsselâm peygamberliklerine delil olarak Allahü teâlânın izniyle meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
Bir şeyin mûcize olabilmesi için şu şartlar lâzımdır: Allahü teâlâ o şeyi mûtâd (alışılmış) sebepler dışında yaratmış olmalıdır. Hârikulâde (olağanüstü) olmalıdır. Peygamber olan zâtın istediğine uygun olmalıdır. İsteyip de hâsıl olan mûcize kendisin i yalanlamamalıdır. Mûcize, peygamber olduğunu söylemeden önce hâsıl olmamalıdır. Bir peygamberin ümmetinden meydana gelen hârikulâde hâller, kerâmetler o peygamberin mûcizesidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Peygamberler şerîatin emirlerini ve yasaklarını bildirirlerdi. Ümmetleri mûcize isteyince; "Mûcizeleri Allahü teâlâ yaratır. Bizim vazifemiz O'nun emirlerini bildirmektir" buyururlardı. Allahü teâlâ dilerse ümmetlere merhamet ederek, inanmaları, seâd ete kavuşmaları için o anda mûcize yaratırdı. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ her peygambere zamanlarında önemli kabûl edilen hususlarla ilgili mûcize ihsân etmiştir. Mûsâ aleyhisselâm zamânında sihirbâzlık yaygın idi. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma asâ mûcizesini ihsân etti. Mûsâ aleyhisselâmın asâsı büyük yılan olup sihirbâzların sihir âletlerini yuttu. Böylece sihirbâzlar, bunun insan gücünün üstünde olduğunu anlayarak Mûsâ aleyhisselâma îmân ettiler. Îsâ aleyhisselâmın zamânında tıb ileri gitmişti. Tabipler başarılarıyla öğünürlerdi. Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâma ölüleri diriltme ve anadan kör doğanların gözlerinin açılması mûcizesini ihsân etti. Tabipler âciz kaldılar. Muhammed aleyhisselâm zamânında ise, Arabistan yarımadasında şâirlik ve belâgat san'atı en yüksek dereceye ulaşmıştı. Yazdıkları v e okudukları şiirlerle birbirlerine öğünürlerdi. Allahü teâlâ Peygamber efendimize en büyük mûcize olarak Kur'ân-ı kerîmi gönderdi. Kur'ân-ı kerîmin îcâzı, eşsizliği karşısında şâirler âciz kaldılar. Bir kısmı Allah kelâmı olduğunu inkâr edip kâfir o larak öldüler. Bir kısmı ise, Allah kelâmı olduğunu anlayarak müslüman oldular. (Ahmed Fârûkî)
Allahü teâlânın âdetinin ve kânunlarının dışında yarattığı mûcizelerin meydana gelmesi için, peygamberlerin aleyhimüsselâm diri olması şart değildir. Öldükten sonra da Allahü teâlâ onlara mûcize ihsân eder. (Abdülganî Nablüsî)
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem mûcizeleri binden fazla olup bâzıları şunlardır:Mîrâc mûcizesi, şakk-ı kamer mûcizesi (ayın ikiye bölünmesi), mübârek parmaklarından su fışkırma mûcizesi, Kâbe-i muazzama içindeki putların mübârek parmağının işâreti ile yüz üstü düşmesi mûcizesi, ölülerin diriltilmesi mûcizesi, yaralılara ve hastalara şifâ verme mûcizesi. (Harputlu İshâk Efendi)

MUDÂREBE ŞİRKETİ:Ortaklardan bir kısmının sermâye vermesi, bir kısmının da iş yapmayı üzerine alması üzerine anlaşma yapılarak kurulan şirket, ortaklık.
Mudârebe şirketinde sermâyenin; altın, gümüş veya başka geçer para olması lâzımdır. Kâr önceden sözleşilen oranda paylaşılır. Sermâye, iş yapanlara emânettir.Telef olursa ödemezler. (İbn-i Âbidîn)

MUDILL (El-Mudıll):Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.
Allahü teâlânın isimleri aynı zamanda sıfatlarıdır. Allahü teâlânın Hâdî (hidâyete kavuşturucu) Mudıll sıfatları vardır. İnsanlardan bâzılarına Hâdî, bâzılarına Mudıll sıfatı ile tecellî eder. Niye böyle olduğunu biz bilemeyiz. (İmâm-ı Rabbânî)

MUFÂVADA ŞİRKETİ:Sermâyedeki hisseleri, kâr ve kullanma hakkı, ortaklar arasında eşit olan ve ortakların müslüman olması ve herbirinin sermâyesinden başka parası bulunmaması şartlarıyla kurulan bir şirket. Müsâvat şirketi.
Mufâvada şirketinde ortaklardan herbiri, diğer ortakların kefîli ve vekîlidir. Ortaklar, şirketin borçlarından ve teahhüdlerinden (sözleşmelerinden) zincirleme olarak ve bütün malları ile sorumludurlar. (Mecelle)
Mufâvada şirketinde malın herhangi bir parçası satılınca, parası ve kârı bütün ortaklar arasında müşterek (ortak) olur. (Avrupalılar Müfâvada şirketini müslümanlardan alıp, Kollektif şirket demişlerdir.) (İbn-i Âbidîn)

MUGÂLATA:Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.
Safsata ve mugâlataya dayanan sophisme'i (insanı her şeyin ölçüsü kabûl eden felsefî düşünce sistemini) kelâm âlimleri şiddetle reddetmişlerdir. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

MUĞNÎ (El-Muğnî):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmeti îcâbı, her şeyin ihtiyâcını giderici, tamamlayıcı ve lütfuyla doyurucu.


MUHABBET:Sevgi. Aşırı düşkünlük.
Allahü teâlâ buyurdu ki: Benim için birbirini sevenlere, benim için biraraya gelip oturanlara, benim için birbirini ziyâret edenlere, benim için birbirine verenlere muhabbetim vâcibdir. (Hadîs-i kudsî-Senâullah-i Pânî Pûtî)
Benim muhabbetim; benim yolumda birbirine muhabbet edenler, hâlis sevgi gösterenler ve benim sevgim uğrunda harcıyanlar için hak oldu. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Benim muhabbetim bir kulun kalbine girerse, azîz ve celîl olan Allahü teâlâ, onun cesedini ateşe haram kılar. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Muhabbete, muhabbet denmesi; kalbde Allahü teâlânın rızâsından başka her şeyi mahv (yok)etmesindendir. (Ebû Saîd Eşec)
Eshâb-ı kirâm (Peygamberimizin arkadaşları), Resûlullah efendimizin muhabbeti uğruna mallarını ve canlarını sarf eylediler (harcadılar). Makâm ve mevkilerini terk eylediler. (İmâm-ı Rabbânî)
Muhabbet rızâya (Allah'tan gelen her şeyi beğenmeye), rızâ da muhabbete dâhildir. Rızâsız muhabbet, muhabbetsiz rızâ olmaz. Çünkü insan, ancak sevdiğine râzı olur ve râzı olduğunu sever. (Amr bin Osman Mekkî)
Kul, muhabbet makâmına; Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek ve Allahü teâlâya düşman olanlara düşmanlık etmekle kavuşur. (Abdullah bin Muhammed Mürteiş)
Şu üç muhabbet çok mühimdir:Birincisi, Allahü teâlâyı sevmektir. Bunun alâmeti, ibâdeti günaha tercih etmektir. İkincisi, kuvvetli bir îmân ile Resûlullah efendimizi sevmektir. Bunun alâmeti, Resûlullah'ın sünnetine yapışmaktır. Üçüncüsü ise Allah iç in mü'minleri sevmektir.Bunun alâmeti, mü'minlere eziyet etmemek ve onlara faydalı olmaktır. (Hâris el-Muhâsibî)
Bütün kazançlarıma, mürşidlerime (hocalarıma) çok muhabbet etmekle kavuştum. Seâdetin (mutluluğun, kurtuluşun)anahtarı, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmektir. (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)
Muhabbet edene muhabbet edilir. Seven sevilir, unutmayan unutulmaz. (Ali Hâfız Efendi) Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl (Bezm-i Âlem Vâlide Sultan)

Muhabbet-i Resûlillâh:Peygamber efendimizin sevgisi.
Hazret-i Ali, muhabbet-i Resûlillah makâmının en son derecesine ulaşmış; cânını ve malını, O'nun yoluna fedâ etmiştir. (Ahmed Fârûkî)
Müslüman kimse, Eshâb-ı kirâmın (Resûlullah efendimizi görüp, sohbetinde yetişen mübârek insanların) hepsini sevmeli ve iyi bilmelidir. Onları sevmenin, muhabbet-i Resûlillah demek olduğunu bilmelidir. Çünkü, Peygamber efendimiz; "Onları seven, beni sevdiği için sever" buyurdu. Bir müslüman için, kurtuluş yolu ancak budur. (Abdullah Süveydî)

Muhabbet-i Zâtiyye:Allahü teâlânın zâtına olan sevgi.
Muhabbet-i zâtiyye denilen sevgi hâsıl olunca, sevgilinin nîmetleri ve elemleri (iyilik ve ızdırabları), sevenin yanında eşit olur. Bu zaman, ihlâs (her şeyi Allah için yapma) hâsıl olur. Rabbine ancak, O'nun için ibâdet eder; kendi nefsi için değil. İbâdeti, nîmetlere kavuşmak için olmaz. Çünkü ona göre, nîmetlerle azâblar arasında başkalık (ayrılık, fark) yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)

MUHABBETULLAH:Allahü teâlânın sevgisi.
Kim muhabbetullahı, kendi muhabbetine tercih eder, üstün tutarsa, Allahü teâlâ, halktan gelen meşakkat ve sıkıntılar husûsunda ona kâfi gelir. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
İslâm dîninde, en mühim maksâd, muhabbetullah olduğundan, Allahü teâlâ, her gün beş vakitte nice kerreler zikr edilerek (hâtırlanarak), kalb kuvvetlendirilmektedir. Kalbin ve rûhun kuvvetlenmesi, sevgiliye (Allahü teâlâya) kavuşmaya sebeb olur.Namaz kılarken okunan âyetler, tesbihler ve duâlar, Allahü teâlânın büyüklüğünü bildirir. Allahü teâlâ, bunları okuyanları severim ve onlara çok sevâb veririm buyuruyor. Muhabbetullaha kavuşmak için ve sevâb kazanmak için okunan ve yapılan şeyler güç olsal ar da, îmânlı kimselere kolay ve tatlı gelir. (İmâm-ı Gazâlî)

MUHÂCİR:
1. İslâmiyet'in başlangıcında, sırf müslüman oldukları için Mekkeli müşriklerin zulüm ve işkencelerine mâruz kalıp, dinlerini, îmânlarını korumak için, evlerini, mallarını ve mülklerini bırakarak Resûlullah efendimizin izni ile önce Habeşistan'a, son ra Medîne-i münevvereye hicret eden Mekkeli müslümanlar. Muhâcirin çoğulu muhâcirîn'dir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Önce müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önde gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ bunlar için, Cennetler hazırladı. Bu Cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar Cennet'te sonsuz kalacaklardır. (Tevbe sûresi: 100)
Duâ ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin rûhu gibidir. Gazâ ordusunun askerleri, onların kalıpları, bedenleridir. O hâlde, gazâ ordusunun askeri, duâ ordusu olmadıkça, iş başaramaz. Çünkü, rûhsuz bedene hiçbir yardımın ve kuvvetin faydası ol maz. Bunun içindir ki, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem gazâlarında ve sıkıntılı zamanlarında, muhâcirlerin fakirleri hürmetine Allahü teâlâdan yardım dilerdi. Askeri, ordusu olduğu hâlde, muhâcirlerin fakîrlerini vesîle ederek duâ ederdi. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Vatanından ayrılmış, terk etmiş kimse. Göç eden.

MUHADDİS:Hadîs âlimi. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir.
Büyük muhaddislerden İmâm-ı Buhârî hazretlerinin rivâyet ettiği (naklettiği) hadîs-i şerîflerden birkaçı şöyledir:
Hayâ (utanma) îmândandır. Îmânı olan Cennet'tedir. Fuhuş kötülüktür. Kötüler Cehennem'dedir.
Benden sonra, müşrik olmanızdan (Allah'a ortak, eş koşmanızdan) korkmuyorum. Dünyâya düşkün olarak, birbirinizi öldürmenizden, böylece geçmiş kavimler gibi helâk olmanızdan korkuyorum.
Yine büyük muhaddislerden İmâm-ı Müslim hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzısı şöyledir:
Allahü teâlâ, birinizin tövbesine, birinizin kayıp hayvanını bulduğu vakit sevinmesinden daha çok sevinir.
Kıyâmet gününde müslümanlardan bir kısmı, dağlar gibi günâhlarla gelirler de, Allahü teâlâ, onların o kadar günâhını af ve mağfiret eder.

MUHÂL:İmkansız, mümkün olmayan.
Muhammed aleyhisselâma tam ve kusûrsuz tâbi olabilmek için, O'nu tam ve kusûrsuz sevmek lâzımdır.Tam ve olgun sevginin alâmeti de, O'nun düşmanlarını düşman bilmektir. O'nu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete (sevgiye) müdâhene yâni gevşeklik sığma z. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. Cem-i zıddeyn muhâldir. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada bulunamaz. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı îcâb ettirir. (İmâm-ı Rabbânî)

MUHÂLAA:Kadının mal karşılığı kocasına kendini boşattırması. (Bkz. Hul')

MUHÂLEFET:Karşı gelme itâat etmeme, uymamak.
İrâde; nefsin arzularına muhâlefet edip, onu Allahü teâlânın emirlerine yöneltmek ve kendisi için Allahü teâlânın takdîr ettiğine râzı olmaktır. (Abdullah bin Muhammed Mürteiş)
Her ayrılışın başlangıcı muhâlefettir. Hocasına muhâlefet eden bir kimse, artık onun yolu üzerinde devâm edemez; aradaki ilgi ve berâberlik kesilir. Kalbi ile hocasına îtirâz eden (karşı gelen) kimse, sohbetinden ve ilminden istifâde edemez (faydalan amaz). O kimseye tövbe etmesi lâzım olur. (Ebû Ali Dekkâk)
Bir kimsenin münâzara ve muhâlefet yaptığını, sâdece kendi görüşünü beğendiğini, ısrarlı bir tutum içerisinde olduğunu görürsen, onun hüsrânının tamam olduğunu bil. (Bilâl bin Sa'd)

MUHÂLEFETÜN-LİL-HAVÂDİS:Allahü teâlânın, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (işlerinde) yarattıklarına, hiçbir bakımdan benzememesi.
Âkil ve bâliğ (akıllı ve ergenlik çağına gelmiş) olan kadın ve erkek her müslümanın, Allahü teâlânın zâtî ve subûtî sıfatlarını doğru bilmesi ve inanması lâzımdır. Herkese ilk farz olan şey budur. Bilmemek özür olmaz, büyük günahtır. Allahü teâlânın zâtî sıfatları yâni zâtına âit olan sıfatları altıdır. Bunlar; 1)Vücûd; var olmaktır. 2)Kıdem; varlığının öncesi, başlangıcı olmamaktır. 3)Bekâ; varlığı sonsuz olmaktır, hiç yok olmamaktır. 4)Vahdâniyyet; zâtında, sıfatlarında, işlerinde ortağı benzeri olmamaktır. 5) Muhâlefetün- lil-havâdîs. 6)Kıyam bi-nefsihî; varlığı kendinden olup, hep var olması için, hiçbir şeye muhtâç olmamaktır.Bu altı sıfatın hiçbiri, mahlûkların (yaratılmışların) hiçbirinde yoktur. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Son düzenleyen Blue Blood; 27 Ağustos 2006 20:11