M - 9
MUTAFFİFÎN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen üçüncü sûresi.
Mutaffifîn sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi.) Otuz altı âyet-i kerîmedir. Ölçü ve tartıda hîle yapanları kötüleyerek başladığı için sûreye, Sûret-ül-Mutaffifîn denilmiştir. Sûrede, Allahü teâlâyı inkâr edenlerin ve günâhkârların uğrayacağı Cehennem azâbı ile îmân eden mü'minlerin kavuşacakları Cennet nîmetleri bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî)
Allahü teâlâ, Mutaffifîn sûresinde meâlen buyurdu ki:
Verirken noksan, alırken fazla ölçenlere acı azâblar yapacağım. (Âyet: 1)
Kim Mutaffifîn sûresini okursa, kıyâmet günü, sonunda misk kokusu bırakan mühürlenmiş saf bir içecekten Allahü teâlâ ona içirir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
MUTAHHAR:
Temiz, temizlenmiş mânâsına Muhammed aleyhisselâmın ismi.
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm altıncı kat semâda Mutahhar ismi ile anılır. (Molla Miskîn Muhammed Muîn)
MUTAHHİR:
Temizleyici, temizleyen.
Abdestte ve gusülde kullanılmış (Mâ-i müsta'mel denilen) su; Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheblerinde yalnız tâhir (temiz)dir. Fakat mutahhir değildir. Mâlikî mezhebinde ise, hem tâhir hem de mutahhirdir. (Abdülvehhâb Şa'rânî)
MU'TEKİF:
İ'tikâf eden. Bir yere çekilip ibâdetle meşgûl olan. (Bkz. Îtikâf)
Mu'tekif, kalbini dünyâ düşüncesinden ayırıp kendini Allahü teâlâya teslim ederek hak dergâhına sığınmış ve şeytanın ve nefsin mekrinden (aldatmasından) Allahü teâlânın himâyesine girmiş ve lisân-ı hâl (hâl dili) ile "Rabbim beni mağfiret etmedikçe b u kapıdan ayrılmam" demiş olur. (Zihni Efendi)
Mu'tekif, ibâdet yerinden ancak ihtiyâç için çıkar. Çünkü zarûret, mecbûrî ihtiyâcı sebebiyle çıkmaya izin vardır. (Molla Hüsrev)
MU'TEMED:
1. Sözüne güvenilir kimse.
Hudeybiye günü, Tebük ve Buvat gazâlarında ve daha pekçok yerde, susuzluk baş gösterince, Peygamber efendimizin mübârek parmaklarından fışkıran sudan Eshâb-ı kirâm içip susuzluklarını gidermişlerdir. Bu mûcizeler, çok sağlam rivâyetlerde mu'temed (gü venilir) siyer âlimleri tarafından ittifakla (sözbirliği ile) bildirilmiştir. (Zerkânî)
Müslüman, mu'temed insandır. Emânete hıyânet etmez. Eliyle diliyle kimseye eziyet etmez. (Seâdet-i Ebediyye)
2. Müctehîd âlimlerin dînî bir mevzûdaki sözlerinden esas alınan kavl (söz), ictihad.
MU'TEMİR:
Ömre yapan. (Bkz. Ömre)
Mu'temir, mîkât denilen yerde ihrâm giyerken; "Yâ Rabbî! Ben ömre yapmak istiyorum. Bunu bana kolay ve kabûl eyle diye duâ eder ve telbiye (Lebbeyk Allahümme Lebbeyk...) okur. (M. Zihni Efendi)
MU'TEZİLE (Mûtezile):
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıldığı için ayrılanlar mânâsına Mûtezile adı verilmiştir. Bu fırkaya Kaderiyye de denir.
Mûtezile fırkası, aklın güzel veya çirkin demesini esas tutuyor. Allahü teâlânın yarattığı şeylerin güzel veya çirkin olmasının seçimini akla bırakıyor. Güzel olduğu akıl ile anlaşılanları Allahü teâlâ yaratmağa mecbûrdur diyor. Allahü teâlânın insan aklının güzel dediği şeyleri yaratmağa mecbûr olduğunu söylemek kadar çirkin bozuk söz yoktur. (Abdullah-ı Süveydî)
Cebriyye fırkasının ikinci kısmı olan Cehmiyye ile Mûtezile fırkası mîrâc yoktur, mîrâc rüyâdır dedi. Zamânımızda Mûtezile fırkasını taklîd edenler çoğalmaktadır. (Muhammed Rebhâmî)
Eski felsefecilerden bir kısmı, mû'tezile fırkasının çoğu ve zındıklar; cin ve şeytanlara inanmadı. "Cin; zekî, dâhi insan demektir. Şeytanlar da kötü kimselerdir demektir" dediler. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Mûtezile fırkasında olanlar insan dilediği işi kendi yaratır dediler. Kazâ ve kaderi inkâr ettiler. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
MU'TÎ (El-Mu'tî):
Veren, ihsân eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden).
MUTLAK:
Kayıtsız, şartsız. Teklik, çokluk veya herhangi bir vasıf ile kayıtlı olmayan, delâlet ettiği (gösterdiği) fertlerden (şeylerden) her hangi birini ifâde eden lafız (söz).
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: "... Köle âzâd etmektir." (Beled sûresi: 13) (Âyet-i kerîmedeki "köle" sözü mutlaktır. Çünkü müslim veya gayr-i müslim, teklik veya çokluk gibi herhangi bir şey ile kaydlanmamıştır. Yeminini bozan kims enin keffârete gücü yetiyorsa, herhangi bir köle veya câriye âzâd eder, hürriyetine kavuşturur. Yâhut zekât alması câiz olan erkek veya kadın on fakiri bir gün sabahlı akşamlı olmak üzere iki defâ doyurur veya on fakire bu değerde kumaş, havlu, mendil, çorap, çamaşır gibi bir şey verir. Bu üçünden birini yapmayan fakir, üç gün ardarda oruç tutar. (İbn-i Âbidîn)
Mutlak Adâlet:
Bir şeyi yerli yerine koymak. Kendi mülkünde olanı kullanmak. (Bkz. Adâlet)
Âlemleri yaratan Allahü teâlâ hâkimler hâkimi, her şeyin asıl sâhibi ve tek hâlıkı (yaratıcısı)dır. Allahü teâlâ mutlak adâlet sâhibidir. Onun için insanlara gönderdiği en son ve en kâmil (üstün ve eksiksiz) dinde mutlak adâlet vardır. (Harputlu İshâk Efendi)
Mutlak Fenâ:
Allahü teâlâdan başka her şeyin kalbden çıkıp, isimlerinin bile unutulması. (Bkz. Fenâ)
Mutlak fenâ hâsıl olmadıkça, Hakk'ın şühûdü (yâni Allahü teâlânın kalbe tecellîsi) mümkün değildir. (Ahmed Fârûkî)
Sonsuz kavuşmak ve devamlı huzur ancak mutlak fenâdan sonra Bekâ-billah ile şereflenen kimseye nasîb olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâdan başka şeylere köle olmaktan büsbütün kurtulabilmek için, mutlak fenâya kavuşmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Mutlak Müctehîd:
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri. (Bkz. Müctehîd)
Fıkıh âlimleri yedi tabaka, yedi derecedir. En yüksek derecesi dinde müctehid olanlardır. Bunlara mutlak müctehîd denir. Dört mezheb imâmları mutlak müctehîdlerdir. (Kemâlpaşazâde Ahmed bin Süleymân Efendi)
Mutlak Nezr:
Şarta bağlı olmayan adak. (Bkz. Nezr)
Allahü teâlâ için bir sene oruç tutacağım demek mutlak nezr olup, bunu söylerken kasd (niyyet) etmese de, söz arasında dilinden çıksa bile, yapması vâcibtir. Çünkü, talâkta (boşamada) ve adakta niyetsiz, düşünmeden söylemek, ciddî istiyerek söylemek gibidir. Hattâ; "Allahü teâlâ için bir gün oruç tutmak üzerime borç olsun" diyeceği yerde; "Bir ay oruç tutmak" diye ağzından çıksa, bir ay tutması lâzım olur. (Alâüddîn Haskefî)
Mutlak Su:
Yaratıldıkları hâl (durum) üzere bulunan sular. (Bkz. Mâ-i Mutlak)
Yağmur, kar, deniz, göl, kuyu ve ırmak suları mutlak sular olup, hem temiz hem de temizleyicidir. İçilir, abdest ve gusl alınır. (İbn-i Âbidîn)
Mutlak Vilâyet:
Evliyâlık.
Vilâyet, husûsî veya umûmî olur. Umûmî vilâyet, mutlak vilâyettir. Vilâyet-i hâssa (husûsî vilâyet) de vilâyet-i Muhammedîdir ki, tam fenâ ve ekmel (en olgun)bekâdır. Bunda nefs, râdî ve mardîdir. (İmâm-ı Rabbânî)
Mutlak Zuhûr:
Bir kayda bağlı olmayan zuhûr, akis. Bir şeyin bir başka şeyde görünmesi meselâ insanın aynada, Hakk'ın, velînin kalb aynasında tecellî etmesi böyledir.
MUTMAİNNE:
1. İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki kalbler ancak Allah'ın zikri ile mutmainne olur. (Ra'd sûresi: 28)
2. İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey mutmainne nefs (Allahü teâlânın nîmetine şükür ve ibâdet mihnetine sabır eylemen sebebiyle) sen Rabbinin verdiği nîmetten râzı ve Rabbin de senden râzı olarak Rabbine dön. Haydi benim (sâlih) kullarımın arasına dâhil ol (ve onlarla birlikte) Cennet'ime gir. (Fecr sûresi: 27-30)
Bir insan, işlerini yaparken, İslâm dînine uyarsa, nefsi, emmârelikten (nefsinin kötülüğü emretmesinden) kurtulup mutmainne olur. Bu zaman şehveti ve gadabı faydalı olarak çalıştırır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalbin temiz ve nefsin mutmainne olduğunun alâmeti, bedenin İslâmiyet'e seve seve uymasıdır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Evliyâlık derecelerinin sonu, kulluk makâmıdır. Kulluk makâmının üstünde hiçbir makam yoktur. Velîler Hakk'a doğrudurlar. Peygamberlik de hem Hakk'a hem de halka doğru olup, birbirine engel olmaz. Evliyânın nefisleri mutmainne olmuş ise de bedendeki maddelerin ihtiyaç ve istekleri vardır. (İmâm-ı Rabbânî)
Nefs mutmainne olunca serkeşliği bırakır ve azgınlığı kalmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
MUVÂCEHE-İ SEÂDET:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i Seâdetin (odanın) kıble tarafında ziyâret sırasında önünde durulan duvar.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabrini ziyâret etmek isteyen kimse, Bâb-ı Selâm (Selâm kapısı) veya Bâb-ı Cibrîl'den (Cibrîl kapısı) Peygamber efendimizin mescidine girip minber-i şerîf yanında iki rek'at tehıyyet-ül-mescîd (câmiye girince kılınması sünnet olan) namazı, sonra iki rek'at da şükür namazı kılar ve duâ eder. Duâdan sonra kalkıp edeble Hücre-i seâdete gelir. Yüzünü Muvâcehe-i seâdet duvarına karşı, arkasını kıbleye dönerek, Resûlullah'ın mübârek yüzüne karşı iki me tre kadar uzakta edeble durur. Resûlullah'ın kendisini gördüğünü, selâmını, duâlarını işittiğini ve cevap verdiğini, âmin dediğini düşünür. "Esselâmü aleyke yâ Seyyidî, Yâ Resûlallah" diyerek ziyâret esnâsında okunacak duâyı okur. Emânet olan selâmları söyler. Sonra salevât okuyup, dilediği duâyı okur. (Abdullah Mûsulî, Şernblâlî)
MUVAHHİD:
1.Allahü teâlânın birliğine inanan.
Bir kimse, başkaları görmek için ibâdet eder veya Allahü teâlâ için eder ammâ başkasının görmesi de hoşuna giderse veya ibâdetinde başkasından bir karşılık, meselâ bir âferin sözü beklerse, o kimse şirkten kurtulmuş ve hâlis muvahhid olmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
2.Tasavvufta, Allahü teâlâdan başka bir şey görmeyen, kendini ve başkalarını unutan. (Bkz. Tevhîd)
Muvahhidlerin gönlüne Allah'tan başka bir şey gelmez. Kulakları, Allah'tan başka bir şey duymaz. Gözleri, Allah'tan başka bir şey görmez. Her ne duyar ne görürse, ondan ibret alır ve Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, O'na olan bağlılıkları artar . (İmâm-ı Gazâlî)
MUVAKKAT:
Geçici belli bir vakte bağlı.
Yedi kadın vardır ki, bunlarla muvakkat olarak evlenilemez. Aradaki sebeb kalkınca, evlenmek helâl olur. Bunlardan beşi, nikâh sebebi ile haramdır. Bir adam, nikâhladığı (evlendiği) kadının kız kardeşi ile evlenemez. Nikâhladığı kadın ölürse veya boş arsa, bunun kızkardeşi ile evlenebilir. Bir kadın nikâhında iken, bu kadının halası veya teyzesini veya kardeşlerinin kızını da nikâhlamak haramdır. Evlenmesi muvakkat haram olan yedi kadından altıncısı müşrik yâni kitapsız kâfir olan kadındır. Müşri k müslüman olursa, evlenmek câiz olur. Yedincisi ise, hür kadın ile evli iken, câriye (harpte alınan esir kadın) ile de nikâhlanmaktır. (Mehmed Zihnî)
Muvakkat Nikâh:
Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh. (Bkz. Müt'a Nikâhı)
Hacca götürecek erkeği olmayan bir kadının, hacca gidebilmek için, hacca gitmekte olan bir erkek ile evlenmesi ve hacdan gelince boşanması, muvakkat nikâh olduğu için haramdır. (Abdülganî Nablüsî)
Muvakkat nikâh, dört mezhebde de haramdır. (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)
MUVATTÂ:
İmâm-ı Mâlik bin Enes hazretlerinin, derlediği (topladığı) hadîs kitâbı.
Kütüb-i sitte denilen, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan altı hadîs kitâbından biri de Muvattâ'dır. Bu kitâb, ilk yazılan hadîs kitâbıdır. (Muhammed Tâhir, Abdülhak-ı Dehlevî)
MUZTAR:
Sıkışık, zor durumda olan, çâresiz.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, size ölüyü (Murdar hayvanı) , kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesileni, kesin olarak haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye muztar kalırsa, (kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktârı) geçmemek şartıyla, onun üzerine günâh yoktur. Şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcı ve çok merhâmet edicidir. (Bekara sûresi: 173)
Muztar olana, piyasadaki en yüksek değerinden gaben-i fâhiş ile yüksek fiyata satmak fâsiddir. (İbn-i Âbidîn)