Arama


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Ağustos 2006       Mesaj #1404
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kelebek Olmak İstiyordu




Bir Temmuz akşamıydı ve o yine beklentileri, geçmişte bıraktıkları ve yaşayamadıkları tarafından derin rahatsız e-dilmeleri dolu dolu yaşıyordu. Birden gökyüzünden inene bir ses geceyi yırtan kuvvetli ses dalgaları halinde onun kulağına ulaştı
Hemen gökyüzüne çevirdi yüzünü. Aslında elinde olsa bir an kalmazdı yeryüzünde. Kanatları olsa havalanır, hızla kirle-tilmiş yeryüzünden uzaklaşır, tertemiz gökyüzü karanlıkla-rında kaybolur giderdi de hiç kimse nereye gittiğini bile anlamazdı. Aslında hep ölünce de gökyüzüne gömülmek is-terdi genç adam. Her şeyin perde arkasını bilmek insana ha-yatı yaşanmaz kılıyordu. İlk insan da “bildi” diye yerinden olmuş ve yeryüzü ile gökyüzü de “emanet”i yüklenmekten de bu yüzden yüksünmüş değil miydi?!
Ama olsundu. Şimdi her şeyi daha iyi düşünebiliyordu. Her şey yerli yerine oturmuştu zihninde. Artık bu ülkede yıl-lardır insanlara neden zulmedildiğini çok daha iyi anlayabili-yordu. Ama kime anlatabilirdi bu gerçekleri! Sadece kendine! Şiir yüzlü kıza bile anlatamazdı. Bu yükü kaldıramazdı o! Bu emaneti taşıyamazdı, asla!
Sesler ihanete, ihanetler acılara dönüşüyordu kalleşçe. İri gözlerinde hep hüzün olurdu. Yürürken bakışları kaldırımları tarardı daha çok. Görmek istemezdi yetim duygular bırakan bakışları. Yaşadığı topraklarda kendi ayakları üstünde dur-mak istiyordu, bir de sevip sevilmek....
Yaşamdan ve insanlardan yoktu başka bir beklentisi. A-ma, asla kolay olmayacaktı bu. Nicelerine zindan edilen bu yaşamlardan biride onun payına düşmüştü ne yazık ki...
En çok ihtiyaç duyulduğu anlarda terk edildi. En çok gü-vendiği anlarda aldatıldı. Katıksızdı sevgiler, ancak hep he-sapçı insanlar buldu karşısında. Korkardı karıncayı bile ez-mekten, itten kaçardı hep, gülü koklamakla harcadı yıllarını...
Ağlamak istemiyordu artık hüzünlendiği anlarda, akacaksa eğer gözyaşı bir daha sevinçten olmalıydı bu....
Kurşunlardan korkmuyordu bir zamanlar, sevmekten korktuğu kadar. Geride bırakmak istiyordu, ölümcül korku-larını...
Gerçeğin ta kendisini istiyordu, ne kadar acıda olsa...
Şiirler istiyordu gönül telini titretecek...
Ay ışığının yürüyüşlerine eşlik ettiği sihirli gecelerde, aşk şiirleri olmalıydı kulağına fısıldanan....
Bir sigara tüttürmek istiyordu dalgaların sesine inat.
Bir türkü tutturmak istiyordu, gecenin sessizliğine mey-dan okuyan...
Bir telefon istiyordu hiç beklemediği anlarda, heyecanla-rına heyecan katacak.
Bir bedene dokunmak istiyordu, korkularını sadece ken-disinin hissettiği...
Anlatmak istiyordu artık kendini korkusuzca, daha fazla gizlemek istemiyordu sırlarını....
Güçlü olmak peşinde koşmak istemiyordu artık, itiraf et-mek istiyordu korkularını....
Yıllar yılı verdiği zorlu savaştan yorgun düşmüştü artık, barışmak istiyordu kendisinden uzaklaştırılmaya kalktığı kendisiyle....
Dünyalarını çalan aile, çevre denen canavarı yeniden ta-nımlamak istiyordu artık.
Kendini keşfetmeyi amaçlayan bir büyük serüvene hazır-lanıyordu genç adam, duygularını, yanılgılarını, korkularını, öfkelerini, özlemlerin, günahlarını tanımlayacaktı yeniden....
Yepyeni, bir yaşama böylece adım atacaktı. İşte bu kar-maşık düşüncelerle şimdi hiç durmadan koşmak istiyordu. Patikaları gelişi güzel, önceden düşünülmüş hiçbir rota izle-meden koşmak. Karşıdaki orman da sanki daha bir yeşildi. Ağaçların arasından bitmek tükenmek bilmez bir enerjiyle, hayali bir şövalyenin elinden kaçıyordu adeta. İşkencelerin ruhunda bıraktığı eksiklik duygusu, doğanın verdiği güç ve kulağına akan hüzünlü bir türkü sayesinde adeta sonsuz bir güce ulaşıyordu içinde. Bir an bunun bir dönüşünün de ola-cağı aklına geldi ve durdu, kendini yatağın üzerine bıraktı.
Bir süre gözlerini kapattı. Yorgun olduğunda daha man-tıklı düşündüğünün ayrımına vardı. Bir körün daha iyi duy-duğu gibi. O da bedeninin hiçbir organını oynatamayacak kadar bitkindi ve belki de bu yüzden beyni daha iyi işliyordu. Bir çok konu hakkında daha gerçekçi kararlar verebiliyordu.
Sanki Hayyam’ın gece karanlığının derinliklerinden kula-ğına akan gür sesini duyar gibiydi:
“Kalk, kalk, yeter uyuduğun, saki!
Boş kadehim dolsun, dolsun, saki;
Er geç testi olmadan kafa tasım,
Sen testiden bana şarap sun, saki! “
Acıyla kalktı yerinden. Kafa tasını yokladı tedirgince. Kendisine sakinin testiden sunduğu şarabı kaybetmiş gibiydi. Etrafına bir göz gezdirdi. Bir an “herhalde deliriyorum” diye düşündü genç adam.
Kalkıp balkona çıktı yeniden. Gecenin ürpertici karanlı-ğında yıldızları seyretmeye koyuldu. TEM yolunda ardı arka-sı kesilmeden akıp giden arabaları seyretti. Feryat etmek, se-sini en uzaklara duyurmak istiyordu. Ya da meçhul bir yola koyulup öylesine gitmek istiyordu bu dünyadan. Neredeyse sonu, oraya kadar yürümek istiyordu hiç mola vermeden.
Okyanus olmak istiyordu, içinde yüzülsün diye. Denizkızı olmak istiyordu, seyredilsin diye. Kelebek olmak istiyordu, işkenceleri yazan ellere konsun diye. Yürek olmak istiyordu, sevgi dağıtsın diye, Nehir olmak istiyordu aşk diyarına akmak için. Tatlı olmak istiyordu yenmek için. Kahve olmak istiyordu, işkenceden inleyenlerin içini ısıtmak için. Kalem olmak istiyordu, sevdaları yazmak için. Güneş olmak istiyordu, susuz yürekleri yakmak için. Ama sadece, toprak olmak istemiyordu, sevdiklerini elinden aldığı için. Anlayaca-ğın kendi dışında her şey olmak istiyordu, bir tek kendisi ol-mak istemiyordu, toprağa giden sevdiklerinin hasretine da-yanamadığı için.
Zindanı da sevmeye başladı en son.
O zindan ki zincir sesidir şarkısı, her sözünde bir çığlık yükselir, her notasında bin öfke, her dizesinde bin isyan bes-lenir.
O zindan ki her yemek vakti tutsak ağızları kanla süslenir.