Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Mart 2011       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YHA BN BİKAÇ TANE VERİİM


KURTULUŞ SAVAŞI ANILARI




O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu

Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:

- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.

- Söyle niçin ağlıyorsun?

İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:

- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim?

Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:

- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!

Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.

***

Atatürk bir kongre yemeğinde iken masasında silah arkadaşları ile oturmakta ve yemeğe eşlik etmektedir. O sırada bir ingiliz komutanı tabiri caizse Atatürk'e dik dik bakmaktadır ve bu olay gece boyunca devam etmektedir ve Atatürkü inanılmaz rahatsız etmektedir... sonunda Atatürk dayanamaz ve yaverini çağırır ve derki ;
-"Yaver sor bakalım bu ingiliz komutanı bana neden sürekli bakıyor ?.."
yaver gider sorar ve Atatürk 'ün yanına geldiğinde Atatürk'e şu cevabı verir;
-"ingiliz komutanı diyorki; siz benim babamı Çanakkale'de şehit ettiniz.. "
Atatürk Gayet sakin ve işibilir tavrı ile tekrar yavere döner ve der ki ;

-"Yaver git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış ? "


İLERDE Milli Eğitim Bakanı olan M. Necati Bey anlatıyor:‘Uzun yollarda kesintisiz süren bir akışla savaş alanlarına inen mübarek kağnı kafilelerine her zaman rast gelirdim. Görüntü hiç değişmezdi: Zayıf öküzlerin çektikleri cephane yüklü arabalar ve bunların başlarında yanık yüzlü, çıplak ayaklı kadınlar, ihtiyarlar hatta çocuklar. Çok defa yolun kenarına çekilir, onların geçişini gözlerim yaşararak seyreder, kağnıların gıcırtılarını ilahi bir musiki gibi dinlerdim.

Karlı bir gün Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rast gelmiştik. Kafileye yaklaştık ve selamlaştık. Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken, tek yorganını arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce içimde bir merhamet sızladı. Yorganını, arkasına sardığı peştamalın içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine değil de, niçin arabanın üzerine serdiğini sormak gereğini duydum.

Sorumu garip bir tarzda karşıladı. Anlaşılan bu durumu konuşmaya değer bulmuyordu. Cevap beklediğimi anlayınca, kutsal bir şeye yaklaşır gibi kağnıya yaklaştı, yorganı aralayarak altındaki mermileri gösterdi:

‘Kar serpeliyor oğlum, millet malıdır, yazık, nem kapmasın.'

Uçlarından çekerek yorganı mermilere sıkı sıkıya sardı.

Az önceki merhametimden utandım.'