Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Mart 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Medreseler



Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.




Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.





Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.



Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.




Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.