Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2011       Mesaj #34
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TEMA Tarihçesi
TEMA 11 Eylül 1992 tarihinde, Karaca Arboretum'un kurucusu, BM Çevre Ödülü sahibi Hayrettin Karaca ve Tekfen Holding kurucu ortaklarından, Türk-B.D.T. İş Konseyleri Başkanı Nihat Gökyiğit tarafından kurulmuştur.

1980 yılında Hayrettin Karaca'nın Türkiye'nin ilk özel arboretumunu kurması aynı zamanda TEMA düşüncesinin de başlangıcı olmuştur. Bitki toplamak amacıyla Türkiye'yi karış karış dolaşan Hayrettin Karaca, erozyon sorununun boyutlarını görünce, sorunun önemini herkese anlatmak ve kavratmak gerektiğine karar verir. 5 Ağustos 1992 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan bir röportajında Hayrettin Karaca, şunları söylemiştir: "Türkiye'nin denizlere, derelere, barajlara akıttığı toprağın içindeki değerler, madensel elementler ve gübrenin değeri Türkiye bütçesine eşit belki de. Eğer denizlere akıttığımız bu toprağı hesap edecek olursak, Türkiye'yi yeniden ihya ederiz. Bu kadar büyük bir toprak kaybı vardır Türkiye'nin, fakat biz bunu kayıp olarak hesap etmeyiz. Toprak için ölürüz, bir karış toprağı kimseye vermeyiz deriz, karışla vermeyiz ama kepçeyle veririz. Bugün Yeşilırmak, Kızılırmak, Doğu Karadeniz'deki bütün dereler bulanık değil çamur olarak akıyor. Çoruh'a dökülen bütün çaylar, Çoruh kayalarının üzerinden toprağı sökerek akıyor. Bu toprak benim değil artık, Rus toprağı. Batum bu giden topraklar yüzünden denizden 2.5 kilometre geride kalmış durumda. Kayalar bizim, toprak bizim değil."

Yakın dostu Nihat Gökyiğit ile beraber TEMA'yı kurarlar. Kuruluşa öncülük edenler sanayici olunca, kurucular da iş adamları arasından çıkar. Kurucular Heyeti'nin ihtişamlı listesine rağmen, TEMA oldukça mütevazi koşullarla hayata geçer. TEMA'nın ilk çalışanlarından biri olan Bayburt Projesi Sorumlusu Dr. Gülay Yaşin, o günleri şöyle anlatıyor:

"Yıl 1992. Ekim sonları. Tekfen Holding'de, TEMA Başkan Vekili Nihat Gökyiğit'i ziyaret ediyorum. Nihat Bey, bana büyük bir heyecanla hem TEMA'yı anlatıyor hem de hazırlanan broşürün son düzeltmelerini yapmaya çalışıyor. Böyle bir oluşumda görev almak istediğimi söyleyince beni Vakıf'a davet ediyor. Ertesi gün iş çıkışı bana verilen adrese gidiyorum. Hava soğuk ve adresi bulmakta bir hayli zorlanıyorum. Vakıf Merkezi olarak düşünülen küçük daireyi buluyorum. Hemen görüşmeye alıyorlar. Karşımda oturan beyaz sakallı, beyaz saçlı beyi daha önce hiç görmemiştim. Benimle iş mülakatı yapıyor ve bana sürekli "Bana kendini anlat" diyor. Ben de anlatıyorum. Kendisinin önce yazar olduğunu düşünüyor, sonra bir profesör olduğuna karar veriyorum. Ama O ne yazar, ne de profesör. Bana erozyonu anlatıyor, başlatmak istedikleri hareketi anlatıyor ve en sonunda, bugün gibi hatırladığım yüz ifadesiyle, inançla ve adeta gözleri dolarak; "Birgün bu Vakıfta çalışıyor olmandan dolayı göğsün kabaracak" diyor. Onun Hayrettin Karaca olduğunu öğreniyorum....Bu görüşmeden bir gün sonra TEMA'nın ilk elemanı olarak göreve başladım. TEMA Vakfı'nın kuruluşunun öyküsünü dinledim. Sayın Hayrettin Karaca, Karaca Arboretum için bitki toplamak üzere Türkiye'yi köşe bucak dolaşmakta ve gezileri sırasında tanık olduğu erozyon olayını yakın çevresindekilere anlatmaktaymış. Yakın arkadaşı Nihat Gökyiğit onun anlattıklarından çok etkilenmiş ve bu sorunu çözmek ve bütün toplumla paylaşmak için bir Vakıf kurma fikrini ortaya atmış. Bunun üzerine, Nihat Bey'in öncülüğü ile Cumhurbaşkanı, konuyla ilgili bakanlıklar, iş çevreleri, bilim adamları ziyaret edilmiş ve bu kişilerin de katılımı ile Vakıf kurulmuş... Ben TEMA'da göreve başladığımda, Levent'teki küçük dairede sadece yazı masası ve bir kaç sandalye vardı. Bilgisayar vb büro malzemelerini zamanla bağışlarla sağladık. O günlerde kimse bırakın TEMA adını, ülkenin çölleşmeye başladığını bile farketmemişti. Televizyonda, gazetelerde konunun ele alınması için büyük çaba sarfediyorduk. Bazıları 'Ülkenin bu kadar çok sorunu varken, bir de erozyon mu çıktı?' diyordu. TEMA üyesi olmak, TEMA destekçisi olmak saygın bir kavram, bir prestij olmaktan çok uzaktı henüz." Kasım 2004 itibariyle 236 bini aşkın üye sayısına ulaşan TEMA'nın kuruluş hikayesi işte böyle.

---
TEMA Vakfının Amaçları

Ülkemizde doğal varlıkların ve çevre sağlığın korunması, erozyonla mücadele, toprak örtüsü ve toprağın korunması ve ağaçlandırmanın önemi hakkında kamuoyunu eğitmek ve bilinçlendirmek

Erozyon felaketinin doğuracağı sonuçlar, alınacak önlemler konusunda halkımızı bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve böylece oluşturulacak bilinçli ve etkin kamuoyu desteği ile hükümetleri erozyonla mücadelede, gerçekçi ve uygulanabilir politikalar üretme ve uygulamaya teşvik etmek

Biyoçeşitlilik, toprak, su ve doğal çevrenin korunmasına ilişkin milli politikaların oluşturulmasına yardımcı olmak ve bu esaslardan ödün verilmemesi için mücadele etmek

Ağaç ve orman sevgisini topluma mal etmek

Hayvancılığın temeli olan çayır ve meraları koruyup, geliştirmek

Doğal zenginliklerimizin bilinçsizce kullanılıp, geri dönüşümsüz bir şekilde yok olmasına izin vermeyerek, korumak, geliştirmek ve Türkiye'nin geleceğini güvenceye almak

Çölleşmeyle mücadelede dünyaya örnek bir hareketi Türkiye'den başlatmak

Doğal varlıkların, insan sağlığının, yeşil alanların, toprak ve bitki örtüsünün, ormanların, meraların korunması, geliştirilmesi ve yenilerinin teşkil edilmesini sağlamak için faaliyette bulunmak

Bu amaçları gerçekleştirmek için gerekli teşkilatın oluşturulmasını, yasaların çıkmasını sağlamak ve gönüllü kuruluşların öncülüğünde toplumun bütün kesimlerinin desteği ile erozyonla mücadelenin ikinci bir İstiklal Savaşı kabul edilerek erozyon tehlikesi ile mücadele edilmesi
----
Orman Alanlarının Turizme Açılması konusunda TEMA Vakfı Ne Düşünüyor?

Ülkemiz ormanları, dünya ormanları gibi ve hatta daha fazla denebilecek oranlarda baskı altında kalmaktadır. Resmi kayıtlara göre orman alanlarımız 20.6 milyon hektar olarak gözükmekle birlikte, verimli orman alanı bazı verilere göre 8.5 milyon hektar, bazı verilere göre 5.5 milyon hektardır.

Ülkenin yıllık odun ihtiyacı 35 milyon m³ tür. Bunun 14-16 milyon m³'ünü Orman Bakanlığı üretiyor gözükmekle birlikte, aslında tüketmektedir. Kavakçılıktan 4 - 4.5 milyon m³ odun elde edilirken, 4 milyon m³ kadar da ithal edilmektedir. Yıllık 11-12 milyon m³ olan açık, kaçak kesimler yapılarak giderilmektedir.

Orman baskısına, 12-14 milyon bir nüfusa sahip orman köylülerinin sosyo-ekonomik durumlarının düzeltilememesi başka bir nedendir. Fakir insan, yemeğini pişirmek, suyunu ısıtmak, evini ısıtmak için ormanı kesecektir. Hatta biraz daha kesip, satarak yaşamını sürdürecektir.

Ormanları bu tür baskıdan korumak için, orman köylülerinin sosyo-ekonomik durumunu mutlaka iyileştirmek gerekmektedir. TEMA Vakfı'nın "Sizin de Bir Köyünüz Olsun" sloganıyla başlattığı Kırsal Kalkınma Amaçlı Erozyon Önleme Projeleri'nin temel hedefi budur. Bu yönde başarılı sonuçlara ulaşılmıştır. Bolu-Seben İlçesi Kozyaka Köylüleri kendiliklerinden ormana levha asmışlardır: "Köylüler ve hayvanlar ormana giremez" diye.

En vahim boyutlarda orman baskısı ise siyasi tavizlerle yaşanmaktadır. Ormanlarla ilgili yasal mevzuat incelendiğinde siyasi tavizlerin nelere malolduğu açık bir şekilde görülebilir. Anayasanın 169'ncu maddesinin "orman alanları daraltılamaz" amir hükmüne rağmen her yasal düzenlemede orman alanlarının daraltılması bunun açık kanıtıdır.

Yapılan son yasal düzenlemelerle ormanların daraltılması ve/veya orman tahribine yol açacak üç önemli karar uygulamaya konulmuştur:

* 400.000 Ha alanın orman alanı dışına çıkarılması,

* Orman Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan protokol,

* Orman ve hazine arazilerinin 'Turizm Alanı' olarak ilan edilmesi, şeklindeki kararlar orman tahribinin önündeki engelleri ortadan kaldırmıştır.

* 400.000 Ha alanın orman alanı dışına çıkarılması: 2634 sayılı (turizm bölgeleri, turizm alanları ve turizm merkezlerinin belirlenmesi için çalışma gruplarının oluşturulması, görev ve yetkileri ile çalışma şekline ilişkin yönetmelik) Turizmi Teşvik Kanunu ve 2924 sayılı yasayı değiştiren 4127 sayılı (orman köylülerinin desteklenmesi hakkındaki kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun) yasa doğrultusunda hazırlanan yönetmeliğin kasım ayında yürürlüğe konulmasıdır. Bu yönetmelikle 400.000 Hektar saha 6831 sayılı yasanın 2b maddesinin uygulanmasıyla orman alanı dışına çıkarılacaktır. Yani ormanlarımız biraz daha küçülecektir. Arzedilen yönetmeliğin yasaya, yasanın da Anayasa'ya aykırı olduğunu değerlendiren TEMA, yönetmeliğin ilgili maddelerinin iptali ve uygulamadan doğacak mahsurları önlemek üzere yürütmeyi durdurma istemiyle danıştayda dava açmıştır, fakat dava kaybedilmiştir.

* Orman Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan protokoller: Gerek Anayasa'mızın 169ncu, gerek 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17nci maddelerine istinaden ve bunlara göre düzenlemeleri yapılmış bulunan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nun 8nci maddesi ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu'nun 8nci maddesine dayanarak, Orman Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı arasında her yıl yeniden imzalanmaktadır. Bu protokola göre;

Turizm bölgesi ilan edilen bölgeler içerisindeki orman sahaları,
Milli park alanı olarak ilan edilmiş bulunan bölgeler içerisindeki orman sahaları,
Bunların dışındaki orman sahaları, Turizm Bakanlığı'nın talebi üzerine turizme açılmaktadır.
Bu kabul edilebilir bir uygulama değildir. Yasal yollardan önlenebilmesi için hukukçu uzmanlarımızla konu incelenmiş; ancak yasalar öyle bir şekilde düzenleşmiştir ki, deyim yerinde ise ormanlarımızın yağmalanması "açık kapı bırakılmadığı" ve yasal yoldan sonuç alınamayacağı kanaatine varılmıştır.

TEMA Vakfı'nın hukuk uzmanlarınca yapılan çalışmalarda, ancak "KAMU YARARI" kavramından hareket edilirse belki bir önlem alınabileceği değerlendirilmiştir. Bu konuda yasal yollarla önlem alınma ihtimalinin çok sınırlı olması, uygulamanın önlenmesi için kamuoyu oluşturma zorunluluğunu gündeme getirmektedir. Sözleşmenin uygulanmasını önlemek için bir yandan kamuoyu oluşturma çalışmaları başlatılmış, diğer taraftan da uygulamaya geçilmemesi amacı ile konuyu ve yaratacağı sonuçları açıklamak üzere başbakanlık katında girişimlerde bulunulmuştur.

* Orman ve hazine arazilerinin 'Turizm Alanı' olarak ilan edilmesi: Bakanlar Kurulu'nun 06.01.1998 tarih ve 98/10496 sayılı kararıyla başta İstanbul olmak üzere değişik bölgelerdeki orman ve hazine arazilerinin 'Turizm Alanı' olarak ilan edilmesi şeklindedir.

Vakıfça 'Turizm Alanı' ilan edilen bölgelerin durumları ve sahipleri incelemeye alınmış, İstanbul içindeki incelemeler tamamlanmıştır. Yeşil alan itibariyle fevkalâde yoksul bir durumda bulunan İstanbul'un nadir yeşil alanlarından sekiz adedi daha böylece yapılaşmaya tahsis edilmektedir.

Bu noktada özellikle üç hususa dikkat çekmek gereğini duymaktayız. Kamu Yararı'nın doğru algılanması, bu tür alanlarda yapılaşma yerine Eco-tourism'in seçilmesi ve ekolojik bütünlüğü bozarak yoğunluğa meydan verilmemesi, turizm alanlarında bu hususlar temel alınmalıdır.

Bu tür uygulamalarda kamu yararının gözetildiği ifade edilmektedir. Bize göre gözetilen kamu yararı anlayışı noksandır. Tek taraflıdır. Sadece ekonomik fayda esas alınmaktadır. Kamu yararı anlayışı, sürdürülebilir kaynak yönetimi, topluma yaygın fayda sağlayabilme, kalkınma ve imar planlarına ve uluslararası yükümlülüklere -Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi v.b. gibi- uygunluğu yerine getirme, elde edilecek olan yarara en düşük toplumsal maliyetle ulaşılma gibi çok yönlü temel ilkelerin hepsini içine alan bir değerlendirme sonuçlarına bağlanmalıdır.

Doğal yapıyı korumak için bir diğer dikkat edilmesi zorunlu nokta ise, yoğunluğun ekolojik Bütünlüğü ve dengeyi bozacak kadar fazla olmamasıdır.

TEMA Vakfı, yanlış uygulamaları önlemek için yasal yollara ve kamuoyu oluşturma gayretlerine paralel olarak, yeni yasa önerileri hazırlanması için de bir çalışma başlatmıştır.

24 Aralık 1998 Günü Anayasa Mahkemesi Salonu'nda, önde gelen ve konularında uzman olan hukukçuların katılımıyla düzenlenen panelde, başta Anayasamız olmak üzere, bu doğrultuda hazırlanan yasaların toprağı ve doğal varlıkları koruyamadığı bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

İşte bu çok büyük yanlışlığın, daha doğrusu yanlışlıklar dizisinin düzeltilmesi için, 16 Şubat 1998 günü ANKARA'da hukukçular, akademisyenler ve ilgili bakanlık yetkililerinin davet edildiği bir toplantıda yeni bir çalışma başlatılmıştır. Böylece, hangi önceliklerle, hangi konularda yasa tasarılarının hazırlanmasının gerektiği ve bu hazırlıkların hangi uzmanlarla yapılacağı tespit edilmiştir.

Bütün bu gelişmeler, tüm çevreci kuruluşların ve bu konuya duyarlı herkesin hemen çok yakın işbirliği ve dayanışma içinde olmalarını gerektirmektedir. TEMA böyle bir çalışmanın içindedir.