Arama


Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Mayıs 2011       Mesaj #59
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay'ın En Son Sınırı
“Uzay yarışı 1960`larda bilim konusunda bir merak uyandırmış ve büyük teknolojik gelişmelere yol açmıştı. Dünya dışı yaşamı keşfetmek için bu görevi tekrar üstlenmeliyiz” diyor astrofizikçi Stephen Hawking, “ve uzayın daha da derinliklerine insanlar göndermeliyiz.”

Neden Uzaya Gitmeliyiz?
Sadece bir kaç parça Ay taşı toplamak için bunca çaba ve paranın harcanmasındaki amaç nedir? Burada, Dünya`da daha önemli şeyler yok mu?1492 yılı öncesi Avrupa`da durumlar bir bakıma böyleydi. Columbus`un bir yabankazı avı için hayal bile edilemeyecek uzaklıklara gönderilmesinin tam bir para israfı olduğu insanlar arasında çokça tartışılmıştı. Ancak, Yeni Dünya`nın keşfi, eski olanının üzerinde önemli değişiklere neden oldu.Uzaya yayılmamızın etkileri bundan daha da büyük olacaktır; insan ırkının geleceğini tamamen değiştirecek ve belki de bir geleceğimiz olup olmayacağını belirleyecektir.Belki acil sorunlarımızın büyük çoğunluğunu çözmeyecektir, ama onlara bakış açımızı değiştirecek ve hem içeriden hem de dışarıdan bakabilmemizi sağlayacaktır. Biraz da şanslıysak bizi belli sorunlarımızla yüzleşme konusunda birleştirebilir.

Bu uzun vadeli bir strateji olmalıdır – ve uzun vade derken yüzlerce hatta binlerce yıldan bahsediyorum. 30 yıl içinde bir Ay üssüne sahip olabiliriz, 50 yıl içinde Mars`a ve hatta 200 yıl içinde dış gezegenlerin uydularına erişebiliriz.

Burada “erişmek”, insanlı uzay uçuşları anlamında. Daha şimdiden tekerlekli araçlarımızı kullandık ve Saturn`ün uydusu Titan üzerine araştırma araçlarımızı indirdik, ama biri insan ırkının geleceğini düşünüyorsa oraya bizzat kendimiz gitmeliyiz.Uzaya gitmek kesinlikle ucuz olmayacaktır, ama Dünya kaynaklarının sadece çok küçük bir kısmına ihtiyaç duyulacaktır. NASA`nın bütçesi Apollo inişlerinden bu yana yaklaşık olarak aynı kalmıştır, ancak 1970 ABD GSYİH`sının yüzde 0.3`ü oranındayken bugün yüzde 0.12 düzeyine düşmüştür.Uzaya insan göndermek üzere çok ciddi bir çaba içine girsek ve uluslararası düzeyde uzay çalışmalarına harcanan parayı 20 katına çıkarsak bile bu Dünya`nın GSH`ının sadece çok küçük bir kısmına denk gelecektir.

Bu paranın, belki de meyveleri alınamayacak yeni bir gezegen arayışına heba edilmesi yerine, Dünya üzerindeki iklim değişikliği ve kirlilik gibi sorunlara harcanmasının daha iyi olacağını savunanlar olacaktır. İklim değişimi ve küresel ısınmaya karşı savaşılmasının önemini inkar ediyor değilim ama hem bunu yapıp hem de Dünya GSH`ının yüzde birinin çeyreği kadarını uzay için harcayabiliriz. Geleceğimizin bu kadarlık değeri yok mu?60`lı yıllarda uzay için çok fazla gayret gerektiğini düşünüyorduk. 1962`de başkan Kennedy, on yıl içinde ABD`nin Ay`a bir insan göndereceği vaadinde bulundu. Bu hedefe Apollo 11 görevi ile 1969 yılında, vaadedilen zaman içerisinde ulaşıldı.

Uzay yarışı bilime karşı bir merak uyanmasına yardımcı oldu ve büyük teknolojik gelişmelere yol açtı, bunlardan biri de bugünkü bilgisayarların temelini oluşturan ilk büyük çaplı entegre devrelerdi.Buna karşın, 1972 yılındaki Ay inişi sonrası için planlanmış bir insanlı uzay uçuşu yoktu ve halkın uzaya karşı ilgisi eksildi. Bu durum batıda bilime olan hayranlığın azalmasıyla paralel gitti, her ne kadar önemli faydalar sağlamış olsa da, giderek toplumun daha fazla dikkatini çeken sosyal sorunlara bir çözüm olamamıştı.Yeni bir insanlı uzay uçuşu programı, insanların uzaya ve genel olarak bilime olan ilgisinin eski seviyeye yükselmesine çok yardımcı olacaktır.

Robotik görevler çok daha ucuza getirilebilir ve hatta daha fazla bilimsel veri de toplayabilirler ancak bunlar halkın hayal gücünü aynı şekilde tetikleyemezler ve uzun vadeli stratejimiz olması gerektiğini savunduğum, insan ırkının uzaya yayılmasını gerçekleştiremezler.2020 yılında bir Ay üssü ve 2025 yılında Mars`a ilk insanlı iniş gibi hedefler konulması yeni uzay programlarını ateşleyecek ve 1960`larda başkan Kennedy`nin Ay`ı hedef göstermesinde olduğu gibi bir azim ortaya çıkaracaktır.

Uzaya karşı ilgi duyulması genel olarak bilimin de halkın gözündeki değerini yükseltecektir. Bilim ve bilim adamlarının itibarının düşük olmasının sonuçları çok ciddi olabilir. Giderek daha fazla bilim ve teknoloji tarafından yönetilen bir toplumda yaşıyoruz, buna karşın giderek daha az genç insan bilimle ilgilenme yolunu seçiyor.

Önemli Sorulardan Biri Şu: Uzaya gitmek için gereken gayreti sarfedersek neyle karşılaşacağız? Orada bir yerde başka canlılar var mı, yoksa evrende yalnız mıyız?

Dünya üzerinde yaşamın kendiliğinden oluştuğuna inanıyoruz. Öyleyse şartları uygun olan diğer gezegenlerde de yaşam oluşabilmeli, ve bu gezegenlerden galaksimizde çok sayıda var gibi görünüyor.Ancak yaşamın ilk nasıl doğduğunu bilmiyoruz. DNA gibi karmaşık bir şeyin okyanustaki atomların birbiriyle rastgele çarpışması sonucu oluşması ihtimali inanılmaz derecede küçük. Ancak, DNA`nın yapıtaşlarından biri olabilecek çok daha basit bir makromolekül veya kendi kendini kopyalayabilen başka bir molekül oluşmuş olabilir.

Her ne kadar uygun bir gezegende hayatın kendi kendine başlaması düşük bir ihtimal olsa da, evren sonsuz büyüklükte olduğundan başka bir yerde de hayatın doğması mümkün olmuş olabilir. Eğer ihtimal çok düşükse, bağımsız iki oluşumun birbirine olan uzaklığı da çok büyük olabilir.

Bununla birlikte panspermia olarak bilinen bir teori de vardır, bu teori meteorlar sayesinde yaşamın gezegenden gezegene veya bir güneş sisteminden başka bir güneş sistemine taşınabileceğini savunur. Biz Dünya`ya Mars`tan gelen meteorların düştüğünü biliyoruz, bazıları daha da uzaklardan gelmiş olabilir. Meteorların canlıları taşıdığına dair henüz bir kanıtımız yok ama böyle bir ihtimal geçerliliğini koruyor.

Panspermia sayesinde yayılan yaşamın önemli bir özelliği de, en azından Dünya yakınlarında, temelinde DNA`ya da sahip olma ihtimalidir. Diğer taraftan, başka bir yerde bağımsız şekilde oluşacak yaşamın DNA bazlı olması son derece düşük ihtimallidir.

Yaşamın varolabilme ihtimaline dair elimizdeki gözlemsel kanıtlardan biri de sahip olduğumuz 3.5 milyar yıllık fosillerdir. Dünya 4.6 milyar yaşındadır ve muhtemelen yaklaşık ilk yarım milyon yılı aşırı sıcaktır. Öyleyse uygun şartlara erişildikten sonra yaşamın doğuşunun mümkün olduğu yarım milyar yıl, ömrü 10 milyar yıl olan Dünya benzeri bir gezegen için oldukça kısa bir zamandır.

Bu gerçek, panspermia ile veya bağımsız olarak yaşamın doğabilmesi ihtimalinin yeterince yüksek olduğunu gösterir. Eğer bu ihtimal çok düşük olsaydı, gezegenin ömrü olan 10 milyar yılın büyük çoğunluğunun yaşamın doğuşu için geçmesi beklenebilirdi.

Galaksinin başka bir bölgesinde ilkel yaşamın varolabilme ihtimali olsa da gelişmiş akıllı varlıklar varmış gibi görünmüyor. Uzaylılar tarafından ziyaret edildiğimizi düşünmüyorum. Tabii ki UFO raporlarını saymıyorum – böyle yapmamın ana sebebi, neden sadece saplantılı ve garip insanlara görünsünler ki? Eğer hükümetler raporları örtbas ediyor ve uzaylılardan elde edilen bilimsel bilgiyi kendine saklamak için komplo çeviriyor ise bu şimdiye kadar çok başarısız bir politika olmuş gibi görünüyor.

Bunun da dışında, SETI projelerince gerçekleştirilen onca kapsamlı araştırmaya rağmen hala uzaylı televizyonlarında yayınlanan bilgi yarışmalarına rastlayamadık. Bu da muhtemelen bir kaç yüz ışık yılı yakınımızda bizim gelişmişlik seviyemize ulaşabilen yabancı uygarlıklar olmadığına işaret ediyor. Uzaylılar tarafından kaçırılmaya karşı sigorta yaptırmamak için yeterli bir sebep gibi görünüyor.

Peki neden henüz oradan birilerinden haber alamadık? Bir bakış açısı Calvin ve Hobbes karikatürlerinden birinde ifade edilmişti. Alt yazısı şöyleydi: “Bazen düşünüyorum da, evrende bir yerde zeki varlıkların olduğunun en kesin kanıtı hiç birinin bizimle iletişim kurmaya çalışmamış olmasıdır.”

Biraz daha ciddi olacak olursak, neden henüz uzaylılardan bir mesaj alamadığımızın üç tane açıklaması olabilir. Birincisi, uygun bir gezegende ilkel yaşamın oluşması gerçekten düşük bir ihtimal olabilir.İkincisi, ilkel yaşamın meydana gelmesi yeterince yüksek ihtimaldir, ancak bunun bizimki gibi yüksek zeka seviyesine ulaşma ihtimali çok düşük olabilir.

Bizim evrimimiz zekaya yol açtı diye zekanın, Darwin`in doğal seçiliminin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu varsaymamalıyız. Zeki olmanın uzun süre hayatta kalabilme konusunda avantaj sağladığı da açıkça söylenemez. Bakteri ve böcekler çok uzun süre mutlu mesut yaşayacakken bizim zeka dediğimiz şey birbirimizi yok etmemize neden olabilir.

Üçüncü bir ihtimal de var. Yaşam doğar, bazı durumlarda zeki varlıklar da geliştirebilir, ancak radyo sinyallerini gönderebilecek seviyeye ulaştığında aynı zamanda nükleer bombalar ve diğer toplu imha silahlarını da yapabilecek teknolojiye ulaşmış demektir. Böylece fazla uzun sürmeden kendi kendini yok etme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.Kimseden bir şey duymamış olmamızın sebebinin bu olmadığını umalım. Şahsen benim favorim ikinci ihtimal; ilkel yaşamın oldukça yaygın ama zeki yaşamın da çok az bulunur olduğu. Bazıları bunun henüz daha Dünya`da gerçekleşmekte olduğunu da söyleyebilir.

Başka Bir Soru da Şu: Dünya`dan Uzakta Uzun Süre Varlığımızı Sürdürebilir miyiz?
Uluslararası Uzay İstasyonu (UUİ) ile olan tecrübelerimiz bize insanoğlunun uzayda aylarca hayatını sürdürebileceğini, ancak sıfır yerçekiminin kemiklerin zayıflaması gibi istenmeyen fizyolojik değişimlere sebep olduğunu gösterdi.Bu yüzden insanlar için uzun süreli yerleşim yerlerinin Ay ve gezegenler gibi yerçekimine sahip yerlerde olması istenebilir.

Yüzeyin kazılması suretiyle ısı yalıtımı sağlanabilir, meteorlar ve kozmik ışınlardan korunulabilir. Ayrıca Ay veya gezegenler, Dünya dışı yerleşimlerinin kendi kendine yetebilir olmaları ve Dünya`dan bağımsız olarak varlıklarını sürdürebilmeleri için ihtiyaç duyulabilecek hammaddenin de kaynağı olabilir.Güneş Sisteminde bir insan kolonisinin yerleşebileceği muhtemel yerler neresi? En aşikar olanı Ay. Yakınımızda ve ulaşımı nispeten kolay. Daha şimdiden üzerine inebildik ve arabalarımızla üzerinde seyahat ettik.

Diğer bir taraftan Ay ufak boyutlu, bir atmosfere ve Dünya`nın aksine Güneş`ten gelen radyoaktif parçacıkları engelleyecek bir manyetik alana sahip değil. Sıvı suya sahip değil, ancak kuzey veya güney kutuplarındaki kraterlerde su buzu mevcut olabilir. Nükleer enerji veya güneş panellerine sahip bir Ay kolonisi bunu bir oksijen kaynağı olarak da kullanabilir. Ayrıca Ay, Güneş Sisteminin geri kalanına yapılacak yolculuklarda bir üs olarak da kullanılabilir.

Bundan sonraki en bariz hedef ise Mars. Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin yarısı kadar uzaklıkta ve bize ulaşan ısının yarısı kadarına da sahip oluyor. Bir zamanlar bir manyetik alana sahipti ama bu dört milyar yıl önce azalıp yok oldu ve Mars`ı güneş radyasyonuna karşı savunmasız bıraktı. Bu nedenle Mars atmosferinin çoğu yok oldu ve Dünya`da ki atmosfer basıncının ancak yüzde biri kadar basınçta bir atmosfer kaldı.

Ancak geçmişte bu basıncın daha yüksek olduğu zamanlar yaşanmış olmalı, çünkü taşmış kanallar ve kurumuş göllere benzeyen kalıntılar görüyoruz. Şu anda sıvı suyun Mars yüzeyinde bulunması mümkün değil çünkü neredeyse sıfır olan basınçta anında buharlaşacaktır. Bu durum Mars`ın bir zamanlar sıcak ve nemli bir dönem geçirdiğine işaret ediyor, bu zaman diliminde yaşam kendiğilinden veya panspermia sayesinde varolmuş olabilir.Mars`da şu anda bir yaşam belirtisi yok ama bir zamanlar varolduğuna dair bir kanıt bulabilirsek bu yaşamın uygun şartlardaki bir gezegende gelişebilmesi ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu gösterecektir.

NASA, ilki 1964`de Mariner 4 olmak üzere bir çok uzay aracını Mars`a gönderdi. En sonuncusu Mars Reconnaissance Orbiter olmak üzere de bir çok yörünge aracıyla gezegeni inceledi. Bu yörünge araçları derin su yataklarını ve güneş sisteminin en yüksek dağlarını ortaya çıkardı.NASA ayrıca bir çok uzay sondasını da Mars yüzeyine indirdi, en son olanı da ikiz Mars Rover araçlarıydı. Bunların bize geri yolladığı fotoğraflar çorak çöl manzaralarıydı.Buna karşın kutup bölgelerinde yüksek miktarda su buzu bulunmaktadır. Mars`a kurulacak bir koloni bunu en azından oksijen elde edebileceği bir kaynak olarak kullanabilir. Bunun yanında Mars`ta volkanik aktivite de mevcuttu. Bunların yüzeye çıkardığı mineral ve metaller de Mars kolonileri tarafından kullanılabilir.

Ay ve Mars uzay kolonileri için Güneş Sistemindeki en uygun yerler. Merkür ve Venüs çok sıcak, Jüpiter ve Satürn ise katı yüzeyleri bulunmayan gaz devleri. Mars`ın uyduları da çok küçük boyutlu ve Mars`a göre daha avantajlı değiller.Jupiter ve Satürn`ün bazı uyduları uygun olabilir. Özellikle de Saturn`ün uydusu Titan, diğer uydulardan çok daha büyük ve yoğun bir atmosfere sahip.NASA ve ESA`nın Cassini-Huygens Görevi ile 2004 yılında Titan`a indirilen bir araç bize bazı yüzey fotoğrafları gönderdi. Ancak Güneş`e bu kadar uzak olduğu için çok soğuktu ve şahsen bir sıvı metan gölünün yanında yaşamak da hayallerimden biri değil.

Peki Ya Güneş Sisteminin Ötesi?
Yaptığımız gözlemler yıldızların önemli miktarda bir kısmının çevresinde gezegenler bulunduğunu gösteriyor.Şimdiye kadar sadece Jupiter ve Saturn benzeri dev gezegenleri tespit edebildik, ancak bunları daha küçük boyutlu Dünya benzeri gezegenlerin takip edeceğini varsaymak hata olmaz. Bunların bazılarının kendi yıldızlarına olan mesafeleri de sıvı suyun gezegen yüzeyinde mevcut olabileceği yaşanabilir bölgelerde olacaktır.

Dünya`ya en fazla 30 ışık yılı uzaklıkta bulunan bin kadar yıldız var. Bunların sadece yüzde biri kendilerine uygun uzaklıkta Dünya benzeri bir gezegene sahip olsa elimizde 10 yeni dünya adayı olur.Bunu elimizdeki teknolojiye göre yeniden gözden geçirebiliriz ancak yıldızlararası yolculuk uzun vadeli bir hedefimiz olmalı. Uzun vadeli derken önümüzdeki 200 ila 500 yılı kastediyorum.

İnsan ırkı ayrı bir tür canlı olarak yaklaşık iki milyon yıldır varlığını sürdürüyor. Uygarlığımız bundan yaklaşık 10000 yıl önce başladı ve gelişme hızımız düzenli olarak artıyor. Ancak insan ırkının önümüzdeki milyon yıllarda da varlığını sürdürebilmesi için daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere çekinmeden gitmek zorundayız.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 01:44