Arama


DERUNİ - avatarı
DERUNİ
Ziyaretçi
30 Mayıs 2011       Mesaj #16
DERUNİ - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI DEVLET'NİN KURULUŞUNDA TÜRK NÜFUSU

Yrd. Doç. Dr.Mustafa DEMİR


ÖZET

Türkler, Anadolu Selçuklu yerleşim yapılması için Batı Anadolu sınırlarına kadar gelip yerleşmişlerdir. Osmanlı devleti ve diğer Anadolu Türk Beylikleri, bu yaşam bölgesinin sınırları Adalar Denizi’ne kadar genişletmiş. Osmanlı Devleti, XII. Yüzyılı başında Moğol tahakkümünün de etkisi ile Batı Anadolu’yu dolduran Türk nüfusunun dinanizmi üzerine kurulmuştur. Bu dinanizmin içinde Türk Devlet düzeni oluşmasına Türklerle birlikte gayr-i müslim Hırıstiyanlarda katılmıştır. Türk yöneticilerinin yaşama biçimi olarak göçebe olmaları, kurulacak ekonomik düzenin yerleşik yapı öngörmesini engellemiştir. Türkler dini hoşgörü ile gayr-i müslimleri de bu düzen içinde adapte etmeyi başarmışlardır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Türk nüfusu, Gibbons, Osmanlı Medeniyeti, Rum Sultanı, İhtida, Kayı Damgası, abdallar- Rum, Bilecik tekfuru.

Giriş
Tarihte altı asır sürecek Türk Medeniyetini Osmanlı Devleti adı ile Anadolu’da örgütleyen ve on ikinci asırdan itibaren Anadolu’da yerleşik Türk kültürel yapısını oluşturan Türklerin bu medeni eseri tam olarak vurgulanamamıştır. Türklerin göçebe gelenekten gelmeleri sebebiyle Batı Anadolu’daki Osmanlı oluşumu, Türk mirası dışında Bizans geleneği olarak değerlendirilme gibi zorlamalara gidilmiştir. Daha önce bu konuda Osmanlı-Bizans medeni ilişkileri çerçevesinde doğru bilimsel tespitleri ortaya konmuştur. Bu çalışmaların Osmanlı medeniyetinin aktif unsurları olan Türk nüfusunun demografik yapısına yönelik genişletilmesi gereğinden yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Türk nüfus yapısını ve Bizans-Rum halkıyla olan bağlantı ve ilişkilerini burada tespit etmek istiyoruz;
Bizans geleneğine bağlanan Osmanlı Medeniyeti, Anadolu yerleşik Türk halkı ile nasıl temsil edilebilecektir? Osmanlı Devleti’nin bu kültürel tekamülünü sağlayan Batı Anadolu halk tabakasının Türk menşeini ve sosyo-ekonomik durumunu tespit etmek ayrıcalıklı bir konu durumundadır.
Osmanlı Devleti’nin temelini oluşturan halk tabakasının menşei Bizans’a bağlama yolunda yanlış değerlendirmeleri belirleyerek konuyu açmak istiyoruz;
-Paul Wittek, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda yer alan kişilerin sadece dil bakımından Türk olan başlangıçta İslam dini ile bağlantıları zayıf olup ihtida edip gaziler halinde örgütlenen küçük bir Türk kitlesi olduğunu belirtir.
Roma tarihçisi Bibbons, bu görüşe yakın bir şekilde dört yüz çadırlık aşiret halinde Batı Anadolu’ya gelen Osman Bey ve arkadaşlarının burada ihtida etmesi ve Bizans tesirinde Bizans halkına dayalı bir devlet kurduklarını belirtir.
Gibbons’un bu görüşlerine Rambaud ve R.Sola da benzer değerlendirmelerle katılmışlardır .Yukarıdaki kısaca bahsettiğimiz yanlış değerlendirmelere topluca bakacak olursak;

1-Osmanlı aşireti Bizans sınırında diğer Türk unsurlarından kopuk Türkçe konuşan göçebe bir unsurdur.
2-Bu aşiret İslam Dinini bu bölgede Hıristiyan halk ile birlikte kabul etmiş, ihtida sürecinde Bizanslaşmış Rum halkı ile karışık muhtelit bir yapı olmuştur.
3-Gaziler teşkilatı, kendi içinde Bizans kültürünün korunmasını amaçlayan muhtedileri de bulundurur.
4-Göçebe Osmanlı Beyliği’nin ihtida ettikten sonra kurdukları ilk Asya tarzı devlet teşkilatı, şehirli Hıristiyan ve yerleşik tarımsal kültürünün ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Türkiye Selçuklu sosyo-ekonomik yapısının rolünü öngörmeyen bütün değerlendirmelerin yanlışlığı gibi Osmanlı etnik oluşumundaki bu tespitler de Türkiye Selçuklu şehirleşmesinin bölgeye tesirini ortaya koymaktan çok uzaktır. Türkiye Selçuklu devrinde Sivas şehri konusunda yaptığımız bir çalışma ile on üçüncü yüzyılda Türklerin Anadolu’da şehirleşmenin bütün unsurlarını oluşturmuş olduklarını tespit etmiş durumdayız. Burada ilk olarak hangi siyasi ve sosyo-ekonomik gelişmelerin Osmanlı ve uç beyliklerini Batı Anadolu’ya göçe ittiğini ve Batı Anadolu’da Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda yer alan dinamik Türk unsurunu tespit etmek durumundayız;
XIII. yüzyılın ikinci yarısında Batı Anadolu’ya Moğol istilası ve Türkiye Selçuklu sultanlığının çöküşü nedeniyle Anadolu’ya Müslüman olarak geldiğini bildiğimiz Türkmenler göç etmeye başlamışlar ve XIV. Yüzyıl başında Anadolu’nun sosyo-iktisadi ağırlığı Batı Anadolu’ya kaymıştır.


I.OSMANLI ÜLKESİNDE TÜRK NÜFUSUN YERLEŞTİRİLMESİ

Moğolların Orta Anadolu’yu istila etmeleri ve Selçuklu ülkesini tahakküm altına alması üzerine Türkmen taifeleri başlangıçta göçmen olarak, XIII. Yüzyıl sonunda da yerleşik yapıda olmak üzere Moğol tahakkümünü kabul etmeyerek cemiyet yapıları içinde Batı Anadolu’ ya kaymışlar ve Batı Anadolu’da Rum memleketinin her tarafını doldurmuşlardır ve bölgede Selçuklu düzeninin devamını temin temin etmişlerdir. Osmanlılar da bu etrak taifelerin göç dalgası içinde başlangıçta Eskişehir bölgesine daha sonra ise Domaniç, Bozüyük, Söğüt bölgesine gelip göçebe tarzına yerleşmişler daha sonra yerleşik Türkler bu topraklara gelmişlerdir. Bu sürecin en az iki nesil boyunca devam ettiğini görüyoruz.
Osmanlı Devleti’nin göçebe Türkleri Batı Anadolu’ya yerleştirilmesi Selçuklu devrindeki Türkleşmeye benzer koşullarda bir süreci ifade etmektir. Yenişehir’in fethi örneğinde olduğu gibi Türkler hızla yeni şehirlerin ve köylerin tesisini sağlıyor göçer evli Türkmenler de diğer yerleşik Türklere ilave olarak yerleşik kültür yaşamına giriyorlardı.
Aşık paşa oğlu tarihinde Yenişehir’in kurulmasını ve bu bölgenin fethiyle ilgili şu ifadelere yer verilir:

“Osman Gazi, Yenişehir’e gelince etrafın etrafın kafirleri geldiler. Osman Gazi hepsinin ülkesini zaptetti. Adalet ve iyilikle mamur etti.
Gaziler ferah oldular. Her birisine köyler verdi, yerler verdi. Her kişiye değerine göre riayet etti. Osman Gazi dedi ki: “Mihal’i çağıralım. Onu Müslüman edelim. Eğer Müslüman olmazsa önce onun ilini vuralım.” Bu kayıtlardan anlaşıldığı üzere Osmanlı Beyliği göçebe devlet yapısında iken yerleşik İslam fetih anlayışına göre Mihal ile savaşmadan onu İslam’a çağırma geleneğine uymuş, ayrıca göçebe devlet yapısı içinde Türkleri yerleşik toplumsal sürece sokma iradesini göstermştir.
Osmanlılarda önceki süreçte de Oğuzlar Batı Anadolu sınır boylarına gelmişler, buralarda Bizans idaresindeki Türk unsurlarıyla karşılaşmışlardır. Moğol istilasıyla birlikte Hazar, Kıpçak, Harezm, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri Oğuz kitleleriyle kaynaşmak suretiyle Batı Anadolu Türklerinin etnik teşekkülü üzerinde etkili oldular.
Bu gelişmeler çevresinde XIV. Yüzyılda Batı Anadolu’da keşif Türk nüfusu birikmiş durumda bulunuyordu. Osmanlı Devleti Kuruluş açısından hinterlandında nüfus sıkıntısıyla karşılaşmamış, Orhan Bey zamanında yaya ve müsellem olarak bölgedeki Türklerden ordu oluşturabilmiştir.
XIV. yüzyıl başında Batı Anadolu’ya seyahat eden El Ömer’in eserindeki nüfus verilerine bakacak olursak Batı Anadolu’da teşekkül eden beyliklerin toplam olarak barındığı Türk aile sayısı 400.000 çadıra ulaşmaktadır.
Bu çevrede Osmanlı Beyliği’nde Orhan Bey emrinde atlı olarak savaşa giden ve askerlik yapan hane (çadır) sahibi Türklerin sayısı 25.000 asker-25.000 çadır.
Karasioğuları’nın emrinde 20.000 asker-20.000 çadır.
Germiyanoğulları’nın emrinde 40.000 asker-40.000 çadır.
Bu sayıya Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra XIV. Yüzyıl boyunca Batı Anadolu’ya göç eden Türkler dahil değildir. El Ömer’deki bu kayıtlar Osmanlı Devleti’nin 400 çadırlık bir Türk aşireti üzerinde kurulmadığını göstermektedir.
Batı Anadolu’daki diğer Türk beylikleri gibi Türk unsuruna dayanan ve göçebe Türkler için yerleşik yaşam bölgeleri oluşturan Osmanlı Devleti, Selçuklu imar faaliyetlerini devam ettiriyordu. Orta Anadolu’da Selçuklular’ın başlatmış olduğu kültür ve imar faaliyetlerinin küçük çaptada olsa Batı Anadolu’daki Türk beylikleri tarafından devam ettirilmesi, Selçuklu Türkleri’nin bu alanda attıkları tohumların filizlenmeye devam ettiğini göstermesi açısından son derece önemlidir.
Bu kültürel yapının Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda şehirlerde Türk hakimiyetini sağlayan ana etken olduğunu belirtmek zorundayız.


II. GAZİLİK ANLAYIŞI VE OSMANLILAR

Gaziler anlayışı ile Osmanlı topluluğunun diğer Türk unsurlarından ayrı düşünülmesini ve değerlendirilmesini gerçekleştirecek şu görüşler ileri sürülüyor;
“- Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu sağlayan gaziler iradesidir.Gaziler Türklerle dil bakımından akrabadır.Fakat türklerle etnik açıdan birbirinden kopuk olan topluluklardan biridir.bu yapı içinde Bizans halkının kültürel etkisi de açıktır.”
“-Gaziler uzun süreden beri Anadolu’da bulunduklarından Bizans Anadolu’su ile aşinalık kazanmışlardır. İstilâ edilmiş bu yerlerin halkı onlara yabancı gözüyle bakmıyorlardı.”
“Rum sultanlığı (Osmanlı Devleti), gazi ve İslâm siyasi ananeleriyle örülmüştü ve Bizans’ın kültür ve siyasi ananelerini belirli inkıtalarla birlikte devam ettirmiştir.”
“Bizans halkı, gazileri uzak memleketlerden gelen Türklere karşı tabii muhafız saymışlardır. Anadolu’da mevcut kültür ananelerinin yıkılmamasına sebep gazilerdir.”
“Anadolu’nun Türkler tarafından istilâsı için hazırlanmış gaziler bu teşkilatın da başında bulunuyordu.”
“Türk fetihlerine iştirak ede bir çok Anadolu ve Ermeni unsurlar vardı. Eski bir ananeye göre gazilerin en büyük hakimi olan Danışmend sülâlesini menşe olarak Ermeniler’den sayar.”
Bu görüşe göre bakıldığında; Osmanlı Beyliği, siyasi ve kültürel açıdan göçebelik yanında klasik isim geleneklerinin ihyasını hedef tutan bir devlet kurduklarına göre Osmanlılar’ın Bizans kültürü karşısında Türklüklerini korumada önemli bir kültürel süreç olan İslâm Dînî ile asimile olmuş olmaları kabul edilemez buna karşılık yerleşik Rumlardan bazıları Türk-İslâm kültürel sürecini oluşturan bu yap karşısında kişisel olarak ihtida etmişlerdir. Fakat bu ihtidalar Türk devletinin kuruluşundaki Türk bünyesini değiştirecek boyutta gelmemiştir. Osmanlı kuruluş tarihinde kuruluş devrindeki ihtidalar küçük çapta olmuş büyük ölçüdeki ihtidalar Rumeli’de XV. Asırda Osmanlı Medeniyeti’nin teşekkül etmesinden sonra vuku bulmuştur.
Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra nüfusunda azalma İznik şehrinde ihtida hareketleri görülüyorsa da bu ihtidalar kitlesel boyutta ve kayda değer olmamıştır. Bizans halkı arsında bir Türkleşme hadisesi vuku bulmuş ise bunun Anadolu’nun hem doğusunda hem de batısında süratle yerleşen bir milletin etnik ve kültürel bünyesinde tesir ve icra ettiği düşünülemez. Münferit ihtidalar ve Bizans Anadolu’sundaki medeni çöküntü dolayısıyla Türklerin yerli Rum halkından aldıkları etnik ve kültürel tesir pek cüzi kalmış buna karşılık yerli ahalisine verdikleri kültür unsurları daha çok olmuştur.
Bu tezleri ileri süren Paul Wittek, Osmanlı Beyliği’ni Türklük dışında sadece gaziler anlayışına etnik açıdan otura- bilmek için Osmanlıların Oğuz Türklerinden gelmediğini iddia etmiş, Ahmedi’den aldığı bir bilgi ile Osmanlıların Anadolu’nun bati ucunda, Bizans sınırlarında müslüman uç savaşçılarından ibaret olduğunu belirmiştir. Halbuki M.1559 tarihli bir vesikada yaylak hususunda çıkan bir münazada Kayı cemaati adının geçmesi, Orhan Bey’den Fatih’e kadar Osmanlı sikkelerinde Kayı damgası vurulması ve Batı Anadulu’da Kayı adıyla pek çok türk köyünün olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır. Kitabelerde Osmanlı beyliklerine “Gazi” Osmanlı sultanına da “Sültanül-Gazat ve’l-mücahidin” kaydı geçmektedir. Bu gazi unvanlı kişiler İslâm Dünyası’nın darül-harbe komşu olan unsurları olarak kâfirlerle savaşıp onları yenmek İslâm ve Türk sınırlarını genişletmek gibi bir hükümlülük altında olduklarını düşünüyorlar, bu husus yeni devletin var oluş nedenini oluşturuyordu. Orta Anadolu’da Moğol baskısından bunalan yerleşik Türkler de yarı derdinamizm kazandırmış oluyorlardı.Yoksa gazilik ve mücahitlik unvanlarıyla bu toplusal yapı Bizans’ın yerleşik kültürünü koruma amacı gütmemiş, mücahit olarak fethedip Türk toprağı haline getirdiği bölgede yerleşik Türk kültürünü unsurlarını öne çıkarmalarını bu izah edebiliriz. Osmanlıların Batı Anadolu’da başarılı bir şekilde yerleşik Türk kültürünü yerleştirmelerine ve abdalan-ı rumun rolünü hatırlamalıyız.
Orta Anadolu’da Selçuklu devrindeTürk yerleşik kültürünü başarıyla yerleştiren ahiler Moğol istilası karşısında Batı Anadolu’ya göç ettiler. Osmanlı Beyliği’nde Rum abdallarının ve ahilerin başı olan Şeyh Edebâli, Osman Bey’in hem en yakını hemde kayın babası durumundaydı. Şeyh EDEBALİ başında bulunduğu kültürel heyet ile Osmanlı Beyliği nin şehir iktisadıyatını Rumlar la olumlu ilişki içinde hakim gelmeside öenemli rol üsleniyodu
Osmanlı yerleşik kültürünün başarısında diğer pay sahibi Türk zümresi olan Abdalan-ı Rum köy hayatını ve bu yapı içinde dervişliği tercih ediyordu. Rum abdalları, köy hayatını zirai bir ekonomi ile dini bir içtimaiyatın karışımı olarak Türk göçebe yaşamına soktular. Göçer evli Türk ler yarı göçebe yapıda yerleşik Türk tarımsal yapısına bu şekilde girdiler. Bu yeni yapı ile Türkler iktisadi faliyetler açısından yerleşik Rumlarla aynı faaliyetleri sürmeye başladılar.
Osmanlı Devleti’nin Britanya’yı fethetmesiyle burada çok canlı olan Hristiyan Rum köy hayatı gerilemedi. Bu bölgeye Rum köy yerleşimi sürdü ve hem Rumlar hem de Türkler yan yana kurulan köylerde tarımsal üretimi sürdürdüler. Dağlarda ise yarı göçebe hayvancılık yapan Türk köylüleri yoğun olarak bulunuyorlardı. Rum bölgesinde darül harp düşüncesi ile Türk hücumlarına uğrayan eski Bizans köylerinin dağlara kaçmış halkı Osmanlı idaresinin yerleşmesinden sonra geri döndüler ve Oğuz Türkleriyle yan yana köylerde Türk iktisadi yapı içinde üretime katıldılar.

III. OSMALI KURULUŞUNDA DİNİ İLİŞKİLER

Bizans Rum halkı Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinin tesis edilmesinden sonra bu yönetime karşı cephe almadılar. Türklerin verdiği dini özgürlükler çerçevesinde sosyo-kültürel yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler.
Osmanlılar önlerine çıkan her Hristiyanı kılıç tan geçirmediler. Bunun yerine köylerde ve şehirlerde Hristiyanları kendi egemenliğine geçmeye teşvik ettiler. Buna karşılık Osmanlı yönetimine ödedikleri haraç vergisi Bizans’a ödedikleri vergiden fazla değildi. Bizans halkı için kendilerini müdafadan yoksun Bizans Devleti’ne bağlı olmak yerine hafif bir vergi karşılığında can ve mal güvenliklerinin teminat altına alındığı Osmanlı Beyliğinin idaresine girmek daha uygun geliyordu bu sebeple Bizans topraklarında Türk sosyo-kürtürel yapısını oluşturmak Osmanlılar için çok zor olmamıştır.
Aşıkpaşazade tarihinde geçen bir kayda göre Osman Bey göç eşyalarına yapılan yağma hareketlerinden rahatsızlık duyarak Bilecek Tekfuru ile anlaştı; buna göre Osmanlılar yaylaya göçtüklerinde göç eşyalarını Bilecik Kalesine bırakmaya geliyorlardı. Çoğu kez de eşyalarını kaleye kadınları götürüyordu. Yayladan emanetlerini almaya geldiklerinde ise Bilecik Tekfuruna peynir, halı, kilim ve kuz getiriyorlardı. Bu kafile onlara güveniyorlardı. Bu kayıttan anladığımıza göre Osmanlılar göçebe süreçte iken bile şehirlerdeki hristiyan ahali ile bile sosyo-ekonomik ilişkiye girmişlerdir. Ayrıca şehir hayatına muttali idiler. Osmanlı kadınları korkmaktan Bizans şehirlerine girip çıkıyorlardı.