SETI Bilim de Neden UFOloji Değil?
Bu iki alan arasındaki ayrım ciddi bir sorundur, ama zor değildir. Bu durumlarda devreye ÖnBilim (ProtoScience) girer. ÖnBilim, SahteBilimden farklıdır. ÖnBilim, bazı durumlarda bilimsel yöntemlerle henüz test edilememiş teorileri ifade eder, fakat bu teori var olan bilimsel bilgi ile uyumludur. Uyumsuz olsa bile belli bir derecesi vardır ve dönemin bilimi ile tam olarak çatışmaz, yadsınamaz. Bugün için, dünya dışı yaşamın araştırılması (SETI), dünya dışı yaşamla ilişkiye geçilmesi (CETI) ÖnBilim kapsamındadır.
Son bir iki 10 yılda, dünya dışı yaşamı araştırmaya yönelik (SETI) yavaş ama kararlı çalışmalar yapıldı. SETI’nin bakış açısı, dünya dışında bir gezegende evrimsel olarak gelişmiş bir türün bizimle elektromanyetik dalgalar ile iletişim kurulabileceğidir. Bu amaçla sistematik olarak uzay taranmakta, veriler analiz edilerek anlamlı bir mesaj aranmaktadır. Yaklaşık, 20 yılda Astrofizik veri tabanlarına kayıtlı dergilerde 600’ün üzerinde hakemli makale yayımlandı. 2003 yılında da, SETI Enstitüsü NASA’nın Astrobiyoloji Enstitüsü’nün bir üyesi oldu.
Diğer yanda UFO’ların araştırılması (UFOloji) ise SahteBilim içinde kabul edilir. Ancak UFOlogların da bakış açısı, evrenin bir başka yerinde akıllı bir hayatın, dünyadaki gibi ya da daha yüksek düzeyde evrimleşebileceği ve dünyamızı “şu an ziyaret ettikleri” üzerindedir. O zaman neden SETI bilim de UFOloji değil?[1] SETI, astronomi ya da astrobioloji topluluğunun bir parçasıdır ve araştırmalar astronomlar, fizikçiler, jeofizikçiler tarafından yapılır. SETI’nin bilimsel yöntemi - herhangi bir akıllı yaşam keşfedilmez ise dahi - bilimsel sonuçlara ulaşmayı mümkün kılar. SETI’nin araştırma amacı, sadece evrende diğer akıllı yaşamları bulmak değil, evrende yaşamın olasılığını, doğasını ve kökenini açıklamaktır. Buna karşın, UFOloji astronomi, astrobiyoloji ve diğer bilimsel disiplinlerin bir parçası değildir. Dünya dışı yaşamın bize uzay gemisi ile ulaşması, elektromanyetik bir haberleşme sinyalinin dünyaya ulaştırılmasından daha imkânsızdır ve var olan bilgilerimizle (Einstein’ın genel görelilik denklemleri, ışık hızının sınırlamaları, hız artınca kütle artması gibi) çatışma halindedir.
Bunun yanında UFOloglar bilimsel yöntemleri kullanmadıklarından, ulaştıkları sonuçlar da bilimsel değildir. Bunun önemli bir nedeni de UFOlog olarak kendilerini adlandıran ve bu konuda dernek kurmuş, kitap yazmış kişilerin bilimsel yöntemi bilmemesidir. Çoğu, başlangıçta “amatör merak” ile bir yola girmiş ve sonunda “işin uzmanı” ol(durul)muşlardır. Bütün bunlara rağmen, bilimin kapısı her zaman açıktır. Elbette yarın bir uzay gemisi dünyaya inerse, UFOloji de bilim sınıfına dâhil olur.
SahteBilim (PseudoScience), BilimOlmayan (NonScience) ve ÖnBilim (ProtoScience)
SahteBilim ve BilimOlmayan farklı kavramlardır. SahteBilim, bilimle kısmen desteklenen ve ancak bilimsel yöntemlerle doğrulanamayan bir bilgi türüdür. Her ikisinin ayrımında, Popper’ın bakış açısı en önemli kriterdir. SahteBilim, genellikle bilimin tanımında ve yönteminde gerekli olan ölçütleri tam olarak karşılamaz.Aşağıdaki özelliklerden birkaçını içerir:
- Deneysel kanıtlar olmaksızın öne sürülürler,
- Deneysel olarak elde edilen sonuçlarla çatışan bir yanı yoktur,
- Deneysel olarak tekrarlanabilir olma olasılığı yoktur,
- Yalanlanabilirlik ya da yanlışlanabilirliği yoktur,
- Occam’ın Usturası ile çatışır; yani en basit açıklama seçilmekten ziyade en karmaşığı seçilir.
Yukarıdaki SahteBilim ölçütlerine bakıldığında, gerçek bilimsel bilgi alanı içinde incelenen arkeoloji ve kendilerinin bilim yaptığını söyleyen arkeologlar ne yapacak peki? “Arkeoloji gerçek bir bilim midir?” diye bir soru akla geliyor. Kendisi karbon tarihlemesi gibi bir bilimsel yöntem kullanmasına karşın, elde edilen bilgiler tekrarlanamaz, gözlemlere dayanmaz, deneysel değildir. Buna göre arkeoloji ve bununla da ilişkili fosilbiliminin de bilimsel ölçütlerden uzak olabileceği akla gelir. Oysa her ikisi de geçerli bir bilim dalı olarak kabul edilir.
Daubert Merrell Dow, bilimin SahteBilimden ayrımı için bazı ölçütler öne sürmüştür (1993):
1. Yöntem, geçerli güncel bilimsel topluluk içinde kabul edilebilir olmalıdır
2. Yöntem tercihen hakemli dergilerde yayımlanmalıdır
3. Sonuçları değerlendirirken hataların bilinen oranı (hangi yanılgı payında ya da güven aralığında sonuçların değerlendirildiği) olmalıdır
4.Test edilebilir tahminlerde bulunmalıdır ve yanlışlanabilir olmalıdır.
Ancak, Dow’un bakış açısı ile 2. basamağa ulaşmak için 1.basamağın geçilmesi gerekir. Eğer herkesten farklı düşünüp yeni ve var olan bilimsel topluluğun görüşleri ile çatışan bir fikir öne sürerseniz 2. basamağa asla ulaşamazsınız. Bunun örnekleri bilim tarihinde çok sık ortaya çıkmamakla beraber, Kuhn’un “devrim oluşturan” tüm bilimsel gelişmeleri genellikle bu acı sonla karşılaşmışlardır. Tıpkı, Einstein’ın 1901 yılında, görelilik teorisinin Zürih Üniversitesi tarafından reddedilmesi, ardından yine 1905 yılında da ısrarı üzerine “anlaşılmaz/garip” yanıtının verilmesi buna örnektir. 1919 yılında ise görelilik teorisini dünyada anlayanların, Einstein’ın ifadesi ile 12 kişi olması, çok şeyler anlatır. Daha başka örneklerde de olduğu gibi, bunu şiirlerle ya da başka gözyaşı nağmeleri ile dışavururlar. Bunun en dramatik örneği şöyle ifade edilir:
“Bir şeyi, herkesten önce düşünene gülünür,
Yıllarca denilir: Aptal!
Sonunda serilince herkesin önüne,
Bu kez buyurulur: Ne kadar doğal!”
Ya da Daniel de Foe’nun (1660–1731) sözleri ile daha ılımlı olarak “Bir adamın: ‘Benden başka herkes aldanıyor’ demesi güç şüphesiz, ama gerçekten herkes aldanıyorsa o ne yapsın.” Benzer şekilde karşı çıkışlar Einstein’ı (1879–1955) dahi kendi aklından şüpheye düşürür:
Yaşar gibiyim rüyada,
Derim gerçekler başka,
Yine de sorarım, acaba?
Onlar akıllı, deli ben miyim yoksa?
Yine Dow’un 2. kriteri olan “yöntem tercihen hakemli dergilerde yayınlanmalıdır” ifadesi bazen hiçbir anlam taşımayabilir. Buna bir örnek, 1988 yılında, ünlü Nature dergisinde yayımlanan, “bellek suyu” konusunu ele alan bir makaledir. Bu makale tekrar edilebilirdi, istatistiksel olarak da güçlü sonuçları vardı.[1] Ancak, daha sonra teknik bir heyetle aynı çalışma ortamında yapılan tekrarlarda aynı sonuçlar bulunamadı. Buna benzer başka garip “bilimsel filtreden” kaçan örnekler de vardır. Örneğin, beyin kabuğunun işlevini ortaya koyan yeni bir test geliştirdiğini; bunu insanların gözlerindeki görme sinirinin başlangıç yeri olan “kör nokta” denilen alanın çapını ölçerek, küçük olan tarafta problem olduğunu düşünen ve sonra da boyun çevirmesi yaparak bunu düzelttiğini öne süren araştırmacı gibi.[2] Araştırmacıya göre, 500 kişide deney yapılmıştı ve bu tekrar edilebilir bir çalışmaydı. Ancak, tekrar edilebilir olma her zaman “geçerli” bilim anlamına gelmez. Benzer olarak, 2005 yılında kök hücreler ve klonlama konusunda Nature ve Science dergilerinde yayımlanan, sonradan uydurma olduğu anlaşılan bir yazara ait makaleler iptal edildi. Dolayısı ile hakemli dergi demek, sağlam bilimsel bilgi demek değildir.
Kaynak:Kuantumbeyin-Dr.Sultan Tarlacı(11 Ocak 2011, 22:59)