Arama

İstanbul - Tek Mesaj #3

Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
11 Eylül 2006       Mesaj #3
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  istanbull.jpg
Gösterim: 3255
Boyut:  59.5 KB

İSTANBUL

eski çekirdeği, Marmara denizi'ni Karadeniz'e bağlayan ve İstanbul boğazının her iki yakasında yer alan kent; nüfus ve kapladığı alan, ekonomi, ticaret, sermaye, eğitim ve kültür bakımlarından Türkiye'nin en büyük, en etkili kenti. Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi olarak çeşitli işlevleriyle tarih boyunca büyük rol oynamış bir dünya kenti; 6 620 241 nüfus. (1990, büyük kent sınırları içinde). Yurdun öteki bölgelerine ve dış ülkelere kara, deniz ve hava yoluyla bağlı.

• COĞRAFYA


İstanbul, K.'den G.'e doğru yükseltisi giderek azalan bir plato üzerindedir. Kent alanı, deniz altında kalmış eski birer akarsu vadisi olan Boğaz ve Haliç ile başlıca üç kesime ayrılır. Bunlardan Haliç ile Marmara arasındaki küçük yarımada asıl İstanbul'un semtlerini içerir; kentin tarihsel çekirdeği burada, yarımadanın D. ucundadır. Haliç'in karşı kıyısında Galata ve Beyoğlu ile, onların günümüzde K.'e doğru çok uzamış semtleri ikinci büyük kesimdir. Asya yakasında Üsküdar ve Kadıköy gibi eski yerleşme çekirdeklerini kuşatan daha yeni yerleşmelerde kentin üçüncü büyük parçasıdır. Eski kaynaklarda kentin bu parçalanmış haline Bilad-ı selâse (üç kent) denir. İstanbul’un gerek bugünkü, gerek tarih boyunca, zaman zaman sarsılmakla birlikte, daima yeniden artan önemi, genel ve özel konumunun sağladığı üstünlüklerin sonucudur.

Orta Avrupa'dan ve Balkan yarımadasından gelen yollar, D.'ya doğru daralan Trakya havzasını izleyerek burada birbirine kavuşarak, Boğazın karşı kıyısında Anadolu'nun İçerlerine doğru uzanırlar. D.-B. doğrultulu bu yollar yine burada, Karadeniz ülkelerini Boğaz aracılığıyla açık denizlere bağlayan tek deniz yolu ile kesişir. Ayrıca, üç yandan denizlerle kuşatılmış İstanbul yarımadasının eski savaş tekniklerine göre kolay savunmaya elverişli biçimi; Haliç'in kuytu ve derin bir liman oluşu, bir zamanlar balık bakımından ünlü zenginliği gibi özel konum koşulları da, İstanbul'un genel konumunun sağladığı üstünlüğü tamamlar ve burada dünya ölçüsünde önemli bir kentin kuruluş ve gelişme nedenlerini açıklar.

• Kentsel ve ekonomik gelişme


İstanbul l.Ö. VII. yy.'da Megaralılar tarafından Byzantlon adıyla kurulduğunda, G.'de Marmara denizi (Propontls), K.'de Haliç’ le (Khrysokeras, Altın boynuz) sınırlanmış, kabaca üçgen biçimindeki yarımadanın ucunda yer alıyordu. Kentin sınırları bugünkü Ayasofya ile Topkapı sarayı'nın bulunduğu tepeleri kaplayan, iki km'den biraz daha az genişlikte bir alandan oluşuyordu. Birkaç kapısı ve yirmi yedi kulesi bulunan surlarının kesin çizgisi bilinmemektedir Kentin akropolisi bugünkü Top- kapı sarayı'nın bulunduğu kesimdeydi. Sur duvarları içinde, yerleşmenin K.'inde birkaç tapınak (Zeus, Aphrodite, Athena, Poseidon, Dionysos) ve kutsal alanlar bulunuyordu. Surların B. sınırının ortalarında Thrakion denilen kare planlı alan, bunun K.'inde de Strategeion (bugün BabIâli) yer alıyordu. Agora Ayasofya'nın bulunduğu kesimdeydi ve burada bir Heli- os heykeli vardı. Öteki yunan yapıları arasında sarnıçlar, gymnasion, stadion ve bir tiyatro belirtilebilir, Ayasofya ve Ayairini arasındaki alanda yapılan kazılarda,Aphrodite ve Apollon kutsal alanlarına İlişkin bazı kalıntılar ele geçmiş olmakla birlikte, yunan kentinden günümüze hiçbir şey kalmadı.

Roma dönemi Byzantlum'una İlişkin bilgiler de çok azdır. Septlmlua Severus tarafından kuşatılan ve tahrip edilen (I.S. II. yy.) kentin stratejik konumu ve ticari önemi göz ardı edilemezdi. Bu yüzden kısa bir süre sonra bayındırlık çalışmalarının yanı sıra kent alanının genişletilmesi etkinliklerine girişildi. Roma kentinin planı ve alanı kesin olarak saptanamamışsa da, surla çevrili kesimin iki katına çıkarıldığı, kara yönündeki K.-G. doğrultusunda uzanan duvarın, yunan kentinden yaklaşık yarım km B'ya kaydırıldığı bilinmektedir. K. sınır Haliç'a bugünkü Salata köprüsü' nün biraz D. suna ulaştı. Agora'nın revaklarla çevrilmesi ve buradan B.'ya yeni sura doğru uzanan bir sütunlu yolun açılması çalışmalarınında Septimlus Severus’ un bu etkinlikleri sırasında gerçekleştiği sanılmaktadır. Agora'nın K.-B.'sında Hipodrom'un yapımı başlatıldı (Constantinus I [Büyük] döneminde bitirilen bu yapı 450 m uzunluğundaydı).
Topkapı sarayı'nın mutfaklarının bulunduğu kesimde bir tiyatro yer alıyordu. Agora'nın yanında, Hipodrom'un K.-D.'sunda roma hamamları vardı.
Constantinus I (Büyük) döneminde kent daha kapsamlı bayındırlık çalışmalarına sahne oldu. Septimius Severus'un surları yıktırıldı, yeni ve görkemli bir başkent kurulması için büyük ölçülerde insan gücü ve parasal kaynak sağlandı (325). Yeni kentin Septimius Severus dönemindekinin beş katı büyüklüğünde olması amaçlanıyordu. Yeni sur duvarları Seve- rus’unkinden üç km B.’ya kaydırıldı. Bu surlar içinde Constantinus l'den sonra da iki yüz yıl sürecek bir kentleşme etkinliği başlatıldı. Bu çalışmalarda bir ölçüde Roma kenti örnek alındı, burada da yedi tepe üzerinde on dört yönetim bölgesinde benzer bir yapı tipolojisi ve ideal bir dağılım amaçlanmıştı, ancak hellenistik ve doğu etkileri de çok belirgindi. İstanbul' un Constantinus I dönemi kent planı belirlenememiş yapıları ise yok olmuştur, ancak yapıların ve sanat eserlerinin sayısını veren metinlerin yanı sıra, topografyayı da az çok yansıtan, resmi törenlerle ilgili betimlemeler vardır. Ayrıca gezginlerin verdiği bilgilerle kentin Osmanlılar tarafından fethinden hemen sonra çizilmiş resimleri bulunmaktadır. Bu dönemde revaklı agora Augusteion adıyla resmi bir alana dönüşmüş ve 600 m B.'sına doğru yuvarlak planlı yeni bir forum eklenmiştir. Ayrıca altından yapılmış bir mil taşı (Millon ya da Milliarureum), iki senato binası ve Capitollum bulunduğu bilinmektedir. Bu forumdan yarımadanın İçlerine yeni kent surlarındaki ana kapılara ulaşan yollar açılmıştı. Augusteion meydanı'nın hemen K.'inde Ayasofya'nın yapımı başlatılmıştı.Başka büyük kiliselerin yanı sıra, Augusteion'un G.'inde, bugünkü Sultanahmet camisi'ne doğru, Constantinus l'ın Büyük Saray'ı (Daphne) yükseliyordu. Bu saray tunç bir kapıyla (Khalke) meydana açılıyordu. Büyük saray ayrıca Hipodrom' la da bağlantılıydı. Hipodrom'un dik bir eğimle Marmara'ya inen, yuvarlak planlı G.-B kesiminde, güçlü sütunlara oturan, tonoz örtülü bölümün altında bir sarnıç vardı. Kentteki öteki eğimli kesimlerde de dikdörtgen planlı, tonozlu sarnıçlar bulunuyordu. Kentin her yanında yunan-roma dünyasının çeşitli kesimlerinden getirilmiş sanat eserleri ve anıtlar yer alıyordu. Constantinus 'den sonra bayındırlık çalışmaları bir ölçüde yavaşladı. Felens (364-378) bir su kemeri (bugün Saraçhane’deki Bozdoğan kemeri) büyük bir rıymphaion, hamamlar, sarnıçlar yaptırdı. Theodosius I (379-395) Constantinus l'in yolunu izledi,Constantinus l’in forumunun yaklaşık 700 m B.'sında, Meşe caddesi (bugünkü Divanyolu) boyunca yeni bir forum açtırdı (Forum Tauri). Arcadius (395 -408), XII. bölgeye, Marmara kara surlarından G.’e doğru yeni bir forum yaptırdı. Bu forumla İlgili ayrıntılar da bilinmemekle birlikte,Arcadius sütunu'nun kaidesi hâlâ durmaktadır. Theodosios II döneminde (408-450) Konstantinopolis en görkemli anıtlardan birine kavuştu büyük kara surları.

Constantinus I dönemi surlarının 1,5 km B.’sında yer alan bu surlarla kentin alanı iki katına çıkıyordu. Surlar o dönem için İçi doldurulamayacak bir alanı sınırlıyordu ve Konstantinopolis Ortaçağ' ın en büyük kenti görünümündeydi, Surların G.'indeki Altın kapı (Khrysai Pyle, Porta Aurea) tören kapısıydı. Kenti D.'dan B'ya kateden Meşe caddesi Milion'dan başlayıp Forum Bovis'e uzanıyor, burada iki kola ayrılıyordu,biri Hagloı Apostolol' nin önünden geçip K.-B.'da Edirnekapı' ya ulaşıyor ötekisi Forum Arcadii'den geçip Altın kapıda İstanbul'u Dalmaçya kıyılanca bağlayan vla Egnatia ile birleşiyordu.

Theodosios II döneminden bir topografya belgesi olan Notitıa urbis Constantinopolitanae'de kentin Osmanlılarda fethine değin süregelen gelişimi görülmektedir. Bu belgede sınırları ayrıntılarıyla belirtilmiş olan on dört bölgenin on ikisi başlangıçtan beri Constantinus surları içindeydi. Ayasofya ve Topkapı sarayı'nın bulunduğu kesim ikinci bölgede, Hipodrom üçüncü, Augusteion ve Yerebatan sarayı
dördüncü, Strategeion beşinci, Forum Constantini (Çemberlıtaş) altıncı, Forum Theodosii (Forum Tauri), Süleymaniye ve Beyazıt'ı kapsayan kesim yedinci, Forum Bovis (Aksaray) on birinci, Galata' nın aşağı kesimini kapsayan ve Sykai denilen dış mahalle on üçüncü, Blakhernai on dördüncü bölgedeydi. Ana yollar boyunca uzanan meydanlar Bizans kentinin en önemli öğelerindendi (Augusteion, Forum Constantini, Forum Amastrianum, Forum Theodosii, Forum Bovis, Forum Aı- cadli).
Osmanlı döneminde de İstanbul XIX. yy.'ın İkinci yarısına değin topografik konumuna uyan gelişme çizgisini sürdürdü ve surlar içinde kalan yapısı çok az değişti. Bu dönemde de önemli anıtlar kentin tarihsel çekirdeğinde, bin beş yüz yıllık sınırlar içinde yer aldı (Sultanahmet, Bayezit külliyeleri, Topkapı sarayı). Buna karşılık birbirini izleyen dönemlerin görüntüsü, bir iki anıtsal yapı dışında yaşamadı, yunan Byzantionu, Bizans Konstantinopolisi ve Osmanlı Istanbulu bir arada sürmedi, birbirinin yerine geçti. Ama İstanbul XVII, yy.da da 700 000 olduğu öne sürülen nüfusu, Haliç'e Boğaziçi'ne, Üsküdar ve Kadıköy'e yayılan alanıyla Avrupa'nın ve Yakındoğu’nun en büyük kentiydi. Osmanlı döneminde kentin sokak dokusu ve konutları sürekli değişiyordu Yangınlar ve depremler büyük yapı alanlarını ortadan kaldırırken, bunların yerini daha farklı bir yol ve yapılaşma alıyordu. Bu sürekli değişim içinde, yalnızca topografyaya bağımlı olan ana yönler, anıtlar değişmedi, yerleşme onların çevresinde gerçekleşti. Çok yakın zamana değin farklı işlevleri üstlenen alanlar değişmeden kaldı (Topkapı, Babıâli ve çevresi yönetim,Eminönü-Sirkeci kesimi limanlara bağlı olarak ticaret merkeziydi). Kentin içindeki tek önemli ulaşım ekseni Ayasofya'dan Beyazıt'e ve Edirnekapı’ya uzanan yoldu. Ulaşım daha çok deniz yoluyla (kayıklarla) yapılıyordu. Kentin kıyılar boyunca gelişiminin nedeni de buna bağlanabilir (kara ulaşımı arttıkça kıyılardan uzaklaşıldı). Konstantinopolis'in ana yollar üzerindeki forumları osmanlı döneminde çoğunlukla büyük anıtlarla dolduruldu; Bizanslılar’ da toplanma yeri olan bu forumların yerini, Osmanlılar'da camiler, külliyeler aldı (Nuruosmaniye, Bayezit, Şehzade külliyeleri). XVI. , XVII. ve XVIII. yy.'larda kentin tüm kesimlerinde devlet önde gelenlerinin ve sarayla ilgili kişilerin konakları, sarayları vardı. XIX. yy.'a değin bu yapılar genellikle duvarlarla çevrili büyük bahçeler içinde yer alıyordu. XIX. yy.’dan başlayarak özellikle sultan saraylarının yerinde kışlalar, fabrikalar, hatta Kandilli, Emirgân gibi büyük mahalleler ortaya çıktı.

Anadolu türk yerleşmelerinde görüldüğü gibi İstanbul’da da en küçük evin bile bir yeşil alanı, bahçesi vardı. Bu konut alanları osmanlı döneminde yavaş yavaş sur dışına taştı, daha çok kıyıları izleyerek (Beyoğlu dışında) Eyüp’e, Boğaziçi’ne, Üsküdar'a ve Kadıköy’e uzandı; Bizans döneminde Galata (Sykai), Kadıköy (Khalkedon) ve Üsküdar (Khrysopolis) sur içindeki merkeze bağlı olmakla birlikte, ayrı kentler gibiydiler. Bu durum aynı ölçüde olmamakla birlikte Osmanlı döneminde de sürdü (Evliya Çelebi Üsküdar’dan XVII. yy.’da Üsküdar şehri diye söz eder), işlevsel farklılıklar bu dönemde de sözkonusudur. İstanbul imparatorluğun yönetim merkezi, Galata dış ticaret merkeziydi, Üsküdar ve Kadıköy ise kendi kendilerine yeten birer uydu kent görünümündeydiler. Boğaziçi sayfiye yeri olarak gelişmiş, ana kentle olan ulaşım bağlantısızlığı yüzünden kentleşememişti. İstanbul'la Galata arasındaki işlevsel ve fiziksel farklılaşma XIX. yy.’da daha da belirginleşti, Galata batılı bir çizgide gelişimini sürdürdü (istiklal caddesi bir Avrupa kenti görünümündeydi).

Byzantion’un yerini Konstantinopolis'e, onun da İstanbul'a bırakması oluşumu günümüzde de yaşanmakta, bu kez os- manlı kent dokusu büyük anıtsal yapıları dışında yok olmaktadır. Özellikle 1950 sonrası yenilemeler kentin tarihsel silüeti- ni ortadan kaldıracak boyutlara varmış, öte yandan İstanbul sınır tanımaz bir biçimde kıyılar ve tepeler boyunca içerlere dek yayılmış ve bugünkü görünümüne ulaşmıştır.
Kent özellikle VII.-XI. yy.'lar arasında, Bizans imparatorluğu’nun merkezi olarak büyük bir gelişme gösterdi; D.-B. ve K.-G. ticaretini adeta tekeline alarak gerçek bir dünya pazarı oldu. Bu sırada Çin’den gelen ipek ve porselen; İran'dan gelen halılar; G. ve D. Asya’dan gelen baharat, kıymetli ağaç işlemeler, değerli taşlar; Afrika'dan gelen fildişi; K. ve B. yoluyla gelen bazı madenler, kehribar; kürk, yün, dokuma ve esirler burada toplanıyor ve ondan sonra öteki ülkelere sevk ediliyordu. Nüfus yerli Rumlar’dan başka, türk, İranlı, mısırlı, Venedikli, cenovalı, amalfili tüccarların kendilerine ayrılan belli yerlerde yerleşmesiyle etnik bakımdan çok karışık bir hal aldı. Fakat XI. yy.’dan sonra İstanbul D. ticareti üstündeki tekelini İtalyan kent devletlerine kaptırdı; bunun sonucunda dünya pazarı olma özelliğini gidererek kaybetti. Onun yerini bir ara Venedik ve İskenderiye aldı. Daha sonra Uzakdoğu deniz yolunun açılmasıysa kentin ticari önemini daha da azaltarak sönükleşmesine neden oldu. İstanbul ancak Türkler'in fethinden sonra, Osmanlı imparatorluğunun merkezi ve üç kıta üzerine yayılan geniş imparatorluk topraklarını bağlayan ticari ve askeri yolların en büyük kavşağı olarak yeniden canlandı ve yalnızca imparatorluk sınırları içinde olsa bile, ticari önemi arttı.

Bütün tarihi boyunca İstanbul’un nüfus ve alan bakımından en hızlı, adeta bir patlama şeklindeki gelişmesi, 1950'li yıllardan sonraya rastlar. Bu tarihe kadar konut alanı, K.’de Şişli’de sona eriyor; D.'da Üsküdar, Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik, Ümraniye, Merdivenköy; B.'da Bakırköy, Yeşilköy ile Boğaziçi’ndeki küçük yerleşmeler asıl kentten ve birbirinden ayrı köyler ve yazlıklar meydana getiriyordu. 1950’den sonra büyük ölçüde kamulaştırmayla kent içinde ve çevresinde açılan yeni ve geniş yollar bir yandan kent planını büyük ölçüde değiştirirken, bir yandan da yurdun öteki bölgelerinden kitle halinde kente göçenlerin yol açtığı bir nüfus patlaması, eski banliyöler arasındaki boş alanlarda yeni semtlerin doğması, kentsel alanın her yöne yayılması ve altyapısız gecekondularla kuşatılmasıyla sonuçlandı. Günümüzde Büyük şehir belediye sınırları içindeki bu kentsel yerleşmeler kümesi, tepesi kuzeyde yukarı Boğaziçi'nde, tabanı Marmara kıyılarında olan bir üçgen biçimini almıştır. Üçgenin uzunluğu K.'e doğru yaklaşık 30 km, B - D. doğrultusunda 60 km kadardır ve 652 km2'lik bir alan kaplar. Aynı alanın 1960'lı yıllarda 320 km2 kadar olduğu düşünülürse, kentsel yayılmanın büyük hızı açıkça ortaya çıkar.

• işlevsel doku.


Bu hızlı gelişmenin sonucu olarak, bazı önemli iş ve ticaret merkezleri yine eski kentin sınırları içinde, Eminönü, Sirkeci, Karaköy ve Galata gibi semtlerde kalmakla birlikte, K.'de Şişli ve Mecidiyeköy çevresinde, daha ilerde Maslak ve Ayazağa'da, B.'da Bakırköy’ de, D.'da Üsküdar ve Kadıköy'de, Bağ-; dat caddesi boyunca yeni ve birbirindenı ayrı iş ve ticaret merkezleri gelişmiştir.Eski sanayi kuruluşlarının çoğu Haliç kızlarındayken yenileri B.'da, surların dışındaki Topkapı Maltepesi'nde, Kâğıthane vadisinde Küçükçekmece ilçesinde, ve D.'da Ümraniye çevresiyle Istanbul- Ankara yolu boyunca toplanmıştır. Bunların dışında İstinye koyu ve vadisinde, Beykoz koyu kıyılarında da bazıları eski sanayi kuruluşları vardır. Liman işletmeleri Haliç, Tophane ve Haydarpaşa’dadır. Son yayılma sırasında K.'de, O.'da ve B.'da modern konut semtleri gelişmiş olmakla birlikte, bu evrenin temel özelliği, nüfusun önemli bir kısmını barındıran, şehir içinde yer yer adacıklar meydana getirmesinin yanı sıra kenti hemen her yönden kuşatan çok geniş gecekondu semtlerinin ortaya çıkmış olmasıdır.

• Nüfus ve nüfus yapısı.


İstanbul'un nüfus miktarı ve nüfus yapısı tarih boyunca siyasi ve iktisadi önemine, geçirdiği siyasal olaylara bağlı olarak büyük değişikliğe uğramıştır. İlk önemli nüfus artışı Doğu Roma imparatorluğu'nun merkezi olmasıyla başlamış ve XI. yy.'a kadar sürmüştür. Veriler ve bunların dayanakları farklı olmakla birlikte, IV. yy. sonlarında kent nüfusunun 100 000 kadar olduğu ileri sürülür. V. yy.’a ilişkin nüfus tahminleri, değişik araştırıcılara göre 200 000-600 bin arasındadır; XIII. yy. başında 400 000 dolayında olduğu kabul edilir. İmparatorluğun daraldığı, ticari öneminin sona erdiği dönemdeyse nüfus çok azalmıştır. Fetıhten önce Bizans 40 000-50 000 nüfuslu, birçok semtleri terk edilmiş harap bir kent durumundaydı. Nüfus bileşimi çok karışıktı ve çeşitli etnik gruplardan oluşuyordu. Daha Fatih döneminde kenti canlandırmak, bayındırlaştırmak ve aynı zamanda türkleştirmek için yürütülen bir iskân politikası nüfus bileşimini Türkler lehine büyük ölçüde değiştirdi. Bu amaçla Anadolu'dan ve çeşitli Balkan ülkelerinden getirilen göçmenler İstanbul'un belli yerlerine yerleştirildiler. Bu suretle Aksaray'dan, Eğirdir'den, Konya'dan, Karamandan, Tire'den, Çarşamba'dan, Kastamonu'dan, İzmir'den, Sinop ve Samsun’dan getirilen türk göçmenler sıra ile, bugün çoğu geldikleri kentin adını yansıtan yerlere (Aksaray, Eğrikapı, Karaman, Vefa. Çarşamba, Kazancı, Galata, Tophane) yerleştirildiler.
Mora'dan getirilen Rumlar Fener'de, Selanikli Yahudiler Tekfur sarayı çevresinde, Arnavutlar Silivrikapı'da, Balat Çingeneleri Balat mahallesinde, Amasralılar Sulu Manastır semtinde iskân edildiler. Böylece İstanbul'un nüfus yapısında müslümanların oranı % 60'ı buldu. XVII. yy. sonunda İstanbul 750 OOO'e varan nüfusuyla yeniden dünyanın en kalabalık kenti haline geldi. Nüfus, XIX. yy.'da durakladıktan sonra, Birinci Dünya savaşı öncelerinde 1,1 milyonu buldu. Ama bunun yarıya yakını rum, ermeni, musevi kökenli vatandaşlar ile yabancı uyruklulardan meydana geliyordu. İşgal yıllarından sonra 1927 sayımı İstanbul nüfusunun bir hayli gerilemiş olduğunu ortaya koydu; 691 OOO'e inmişti. Bunu izleyen yıllarda ağır bir tempoyla arttı, 195O'de 983 OOO'e çıktı. Bunu, sonraki yıllarda adeta patlama 5856 biçiminde çok hızlı bir artış izledi ve nüfus 1960'ta 1,5 milyona yaklaştı; 1970’te 2,1 milyonu geçti; 1980’de 4,5 milyona, 1990’da 7,3 milyona ulaştı. Aradan geçen yıllarda Museviler'in İsrail'e, Rumlar'ın Yunanistan'a, Ermeniler'in daha çok Fransa’ya göç etmeleriyle, geçen yüzyılların kozmopolit İstanbul'u nüfusu hemen tamamıyla Türkler'den meydana gelen ulusal bir yapı kazandı.

• Türkiye genelindeki rolü.


İstanbul birçok bakımlardan Türkiye’nin en önemli kentidir. Türkiye nüfusunun 1/7,6 kadarı burada kümelenmiştir. Bu büyük topluluğunun gereksinimlerinin karşılanması, bölge ve ülke düzeyinde başlı başına canlı bir ticarete yol açar, sanayiyi ve tarımsal üretimi besler ve yönlendirir. Ülke imalat sanayisinin değer bakımından 1/3 kadarını, devlete ödenen gelir vergisinin yarıya yakınını bu kent ve çevresi sağlar. En büyük ithal limanı, ülke denizyollarının başlangıcı, dünyanın öteki ülkeleriyle havayolu bağlantısını sağlayan en büyük merkezdir. Sermayenin, bankaların, güçlü holdinglerin, şirketlerin, sağlık tesislerinin büyük çoğunluğu bu kentte toplanır. Uzun tarihi boyunca farklı dönemlerden kalma anıtları, yapıları, sarayları, doğal güzellikleri, modern konaklama tesisleriyle yurdun en çok ziyaret edilen turizm merkezidir.

Müzeleri, kitaplıkları, değişik düzeydeki okulları, 6 üniversitesi, tiyatroları, operası, sanat galerileriyle Türkiye' nin en büyük eğitim ve kültür, basını ile Türkiye’de halkoyunu yönlendiren, siyasal davranışları etkileyen bir düşünce ve fikir merkezidir. Ama bu aşırı hızlı büyümenin sakıncalı tarafları da vardır. Kentin beslenmesi, su, elektrik, yakıt gibi gereksinimlerinin karşılanması, yetersiz sağlık ve ulaşım işleri, kanalizasyon, çevre koruma, yeşil alan sorunları ve özellikle daha da belirgin olarak, altyapıdan yoksun geniş gecekondu semtlerinin karşı karşıya bulunduğu çözümü zor problemler, aşırı hızla meydana gelen bir jigantizmin başlıca sakıncaları arasında sayılabilir.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 00:01