Arama

Sabetaizm - Tek Mesaj #3

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #3
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
clearpixelclearpixelclearpixelclearpixel
Yahudi Dönmeler ve Sabataycılar

Tanım

Müslümanları aldatabilmek maksadıyla Müslüman görünüp Yahudiliklerini gizleyen bir Yahudi grubudur. Özellikle Türkiye'nin batı bölgesinde yaşamaktadırlar.

Osmanlı Devleti'nin yıkılmasında, Hilafetin kaldırılmasında, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarı eline almasında katkı sahibidirler. Hala da İslam'a karşı çeşitli komplolarını sürdürdüler. Toplumları ele geçirme vesileleri olan ekonomi, kültür ve tanıtma (reklam) alanlarında büyük güçleri vardır.

clearpixela sabatayseviclearpixelOrtaya çıkış ve başlıca temsilcileri

Sabatay Sevi (1626-1675): Şıbtay Tsvi İspanyol asıllı bir Yahudi'dir. Türkiye'de doğdu ve büyüdü, 1648 yılında bu grubu kurarken İsrailoğulları'nın beklenen kurtarıcısı olduğunu açıklamaktan da geri kalmadı. Sabatay Sevi, tehlikesi artınca Osmanlı makamları tarafından tutuklanır; iddiaları konusunda iddiaları konusunda Müslümanlarla tartışmalara girer, sonra ölüme mahkum edilir; ancak bunu öğrenince, Müslüman olacağını bildirir. Müslüman kisvesi altında Reis-ül Hüccab olduktan sonra da yıkıcı emellerini devam ettirir ve taraftarlarına zahiren Müslüman görünmelerini emreder. Yahudi kalmalarını bu şekilde mümkün olacağını belirtir. Yahudiler arasında çalışmak için devletten izin alır, bu fırsattan istifade ile İslam'ı yıkmak için olunca gücüyle çalışır. Osmanlı makamları Sabatay'ın İslam'ı maske olarak kullandığını on yıl sonra anlayınca onu Arnavut'luğa sürer orada da uğradığı saldırı sonucu öldürülür. Ölümünden sonra mensupları da yolu takip etti. Onlar görünüşte Müslüman olmalarına rağmen, Yahudiler ve Sabatay Sevi'ye bağlıydılar. Türkler'e Türk ve Müslüman olduklarını, Yahudiler'e de Yahudi olduklarını söylerler. Bunlar ikide isim taşıdılar. Birisi Müslüman-Türk, diğeri Yahudi ismidir. Bundan dolayı onlara dönme denilmiş ve bugüne kadar bu adla biline gelmişlerdir.
clearpixel
Bunlardan en çok bilinenleri de şunlardır:
* Sara: Aslen Polonya'lıdır. Sabatay'ın davasına inanmış ve onunla evlenmiştir.
* İbrahim Nathan: Halk arasında Sabatay'ın elçisi olarak çalışırdı.
* Josef Bilosof: Sabatay'ın halifesi ve ikinci eşinin babasıdır. Abdülgafur Efendi adını almıştır.
* Mustafa Çelebi: Dönmelerin üç fırkasından biri olan Karakaş fırkasının başkanıdır

Temel düşünce ve inançları
clearpixelgazzelinathanclearpixelSabatay'ın İsrailoğulları'nın Mesih'i ve beklenen kurtarıcısı olduğuna inanırlar. İddialarına göre, Sabatay'ın eski vücudu göğe yükseldi ve Allah'ın emriyle risaletini tamamlamak üzere cübbe ve sarık giyen melek şeklinde tekrar yeryüzüne indi.

Zahiren Müslüman olduklarını iddia ederler ancak İslam'a karşı Yahudi kinini içlerinde gizlemektedirler. Oruç tutmazlar, namaz kılmazlar ve boy abdesti yapmazlar. Bayramlar gibi bazı münasebetlerle göstermelik mahiyette bazı İslam'i gelenekleri yerine getirirler.

Yirmiden fazla olan bayramlardan biride mum söndürme gecesidir. Bu gece fuhuş işlerler; bu gece sonucu doğan çocuklar mübarek çocuklardır. Osmanlı'ların zamanında kendilerine has giyim şekli vardır. Kadınlar sarı ayakkabı kullanırlar, erkekler ise beyaz külah üzerine yeşil sarık sararlardı.

Kendilerinin başkasına selam vermesi yasaktır. Gençliği bozmak için kadının başörtüsüne saldırırlar, başlarının açılmasını, her türlü İslam'i adabın terk edilmesini ve kız erkek karışık eğitim yapılmasını teşvik ederler.

Menşei
İdeolojileri katışıksız Yahudilik'tir. Yahudilerin kutsal topraklara yeniden dönme arzusu temel arzularıdır. Dolayısıyla Yahudilerin esas özellikleri bunlarda da mevcuttur. Hile, yalan dolan, korkaklık, kalleşlik temel özellikleridir. Müslüman görünmeleri İslam'ı içinden yıkmak içindir. Masonlarla kuvvetli ilişkileri vardır. Dönmelerin büyükleri aynı zamanda Mason'luğun da ileri gelenleridir. Beynelmilel Siyonizm'in çizmiş olduğu planlar çerçevesinde çalışırlar.

Etkili olduğu bölgeler
Bu hareket daha ziyade Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde Yahudilerle başlatılmış ve tüm dünyanın ilgisini çekmiştir. Bugüne kadar da gelmiştir. Türkiye'de halen etkili tanıtma organlarına sahiptirler. Ayrıca ekonomiye de hakim durumdadırlar.

Devlet dairelerinde hassas mevkiler onların adamlarıyla doludur. Müslüman Türkiye'nin sekülarist bir devlet olması için bulundukları mevkilerden yararlanarak çok çalışmışlar, hala da çalışmaktadırlar. Aldattıkları bir çok Müslüman genci kendi hedefleri için kullanmışlardır. Bugün meşhur bir çok siyasetçi ve bürokrat ile zengin Sabayatcı'dır. Yani dönmedir. Asla dönme olduklarını itiraf edemezler.

Kaynak: Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi. 311. sayfa 1. baskı Risale Yayınları 1990

Dönmelerle ilgili özellikle Geyik yayınlarından bir çok kitap çıkmıştır. Dönmelerin Nüfus kağıtlarında dini İslam yazmak'tadır. Ancak bir istisnası vardır. Bu konuda uzun uğraşlar veren Ilgaz Zorlu mahkeme kararıyla 2001 Ocak ayında nufus kağıdına Yahudi olarak yazdırdı. Artık Ilgaz Zorlu'nun nufus kağıdında Yahudi yazıyor.


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

clearpixel
Bunlar da Başka Çeşit - Suûdî Arabistan'da Dönmeler (Sulûbîler)

clearpixelclearpixelNihayet bugün zaman bulabildim ve Suudi Arabistan'daki dönmeler hakkında ulaştığım bilgiyi aşağıya aktarıyorum. Tabii Dönme deyince aklımıza hemen sabataycılar geliyor, ama okuyunca sizin de anlayacağınız gibi, bu dönmeler Yahudi oldukları halde müslüman görünen güruh olmayıp, menşei tam keşfedilememiş bir kabile. Hal böyleyken bizdeki dönmelerle aralarındaki benzerlik çok dikkatimi çekti.

Aşağıdaki satırlar forumda yazan bir kardeşimizin bana hediye ettiği bir kitaptan iktibas edilmiştir. "Mekke'ye Giden Yol" isimli bu kitabın müellifi musevilikten İslâm'a geçen Muhammed Esed adında Avusturya'lı muhteren zat 1925 senesinde Suudi Arabistan'da yaşadıklarını, 309-312. sayfasında anlatırken diyor ki:

"... ve en ufak bir korku eseri göstermeden, sakin bir tavırla bizim yaklaşmamızı bekledi.

"Kimsin sen?" diye sertçe sordu Zeyd, tüfeğini pejmürde kılıklı yabancıya doğrultarak. Bedevi hafifçe güldü ve derin, çınlayan bir sesle: "Bir Sulubîyim ben..." diye cevap verdi. Telâşsız sakin tavrının nedeni şimdi ortadaydı: Arap toprağına özgü o bitip tükenmeyen kabile savaşlarına hiçbir zaman karışmamış, kimseye karşı düşmanlık gütmeyen, ve kimseden de düşmanlık görmeden garip, çingene benzeri bir kabileye ya da daha doğrusu, bir kabileler grubuna mensuptu bu bedevi.

Sulubîler, bütün araştırmacılar için bir muamma olarak kalmışlardır bugüne kadar. Gerçekten kökenlerini kimse tam olarak bilmemektedir. Arap olmadıkları kesindir: mavi gözleriyle açık kumral saçları, tenlerindeki güneş yanığı rengin sonradan kazanılmış bir özellik olduğunu açığa vurmakta ve onların kuzeyli kavimlerden olduklarını akla getirmektedir. Eski Arap tarihçileri Sulubîlerin, Selâhaddin Eyyubi tarafından tutsak edilip, Arabistan'a getirilen Haçlı kitlelerin soyundan geldiklerini ve sonradan Müslüman olduklarını yazıyorlar; nitekim sulubi sözcüğü 'salib' (haç)sözcüğüyle aynı kökten türemekte ve 'salib' sözcüğü de düpedüz 'haçlı' anlamına gelmektedir. Yine de bu açıklamanın doğru olduğunu söylemek zor. Her ne hal ise, bedeviler Sulubîleri Arap olarak görmemekte, onlara karşı hoşgörüyle, ama bir çeşit pasif bir küçümsemeyle davranmaktadırlar. Her zaman insanların eşitliği üzerinde israr eden Araplar kendi seciyelerine uymayan bu küçümsemeyi ise Sulubîlerin Müslümanlıklarında samimi olmamalarına ve Müslümanlar gibi yaşamamalarına bir tepki olarak açıklamaktadırlar. Sulubîlerin evlenmediklerini ama 'köpekler gibi' kan yakınlıklarını bile hesaba katmadan karışık, rastgele ilişkiler içinde bulunduklarını, haram-helâl dinlemeden leş ve benzeri yasak şeyleri yediklerini söylemektedirler. Ne var ki, bütün bunların, Arapların ön yargılı davranışları için sonradan bulunmuş bir takım tâli gerekçeler olması da mümkün. Bana kalırsa, Arapları, son derece güçlü ırksal bir bilinçle yüklü bedeviyi Sulubîlerden yana seçkin fiziksel özelliklerini çekici hale getirdiği bir kan karışımına karşı içgüdüsel bir korunma çemberi oluşturuyor bu küçümseyici tutum. Çünkü, Araplardan daha uzun olan boyları, şaşılacak kadar düzgün hatlarıyla Sulubîlerin istinasız hemen hepsi güzel insanlar; hele kadınları, aşırı ölçüde sevimli, endam ve hareketlerinden eşsiz ve sürükleyici yaratıklar.

Sebep ne olursa olsun, bedevi'nin Sulubîlere karşı duyduğu küçümsemeye öyle ya da böyle, hayatlarına güvence sağlıyor onların: çünkü onlara saldıran ya da zarar veren bir bedevi, akrabalarınca, bizzat kendi onuruna gölge düşürmüş sayılmaktadır. Öte yandan Sulubîler, veteriner olarak, eyer ustası, lehimci, tenekeci ve nalbant olarak bütün çöl sakinlerinin yanında büyük bir itibar kazanmış bulunmaktadırlar. Bu tür zanaatlarla bedevilerin başı hoş değildir ama onlarsız da yapamamaktadır şüphesiz; işte bu noktada Sulubî yetişmektedir onun yardımına. Sulubîler, ayrıca, çok becerikli, deneyimli çobanlardır; avcılık sanatında ise üstlerine yoktur. İz sürmek konusundaki yetenekleri dillere destan düzeydedir; ve bu bakımdan onlarla yarışabilecek tek topluluk, Rub al Hali'nin kuzey eteklerinde yaşayan Al-Murra bedevileridir.

Bu yeni dostumuzun Sulubî olduğunu öğrenip de rahatlayınca, onların otoriteye karşı besledikleri peşin saygının güvenliğimiz için yararlı olacağını düşünerek, ona açıkça İbn Suud'un adamları olduğumuzu söyledim, kendisinden ateşi söndürmesini istedim. Sulubî dediğimi yaptı ve biz de böylece uzun bir sohbete başlamak üzere oturduk."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Cenazesi Bülbülderesi'e defnedilecek olan Em. Korgenaral Şecaattin Kuloğulları isimli şahıs sabetayist mi ?

KULOĞULLARI

Türklerin Cezayir'de bıraktıkları mânevî miras daha da belirlidir. Cezayir halkı yerli Arap ve Berberiler dışında, Engizisyon zulmünden kaçıp gelen Endülüslüler ile Türklerin çoğu Barbaros Hayreddin Paşa'nın İspanya'dan bu ülkeye gemilerle taşıdığı 70.000 kadar göçmenin çocuklarıdır. Türkler Batı Anadolu, Adalar ve Rumeli'nin kıyı bölgelerinden yeniçeri, levent ve din adamı sıfatıyla bu uzak diyara yerleşen, sayıları hiçbir zaman 20.000'i aşmayan bir kitleydi. Bunların yerli kadınlardan doğan çocukları KULOĞULLARI, Sarı, Kara, Başterzi, Zeybek, Kazdağlı, Lazoğlu gibi soyadlarla tanınırlar, kendilerini Arap ve Berberîlerden ayırırlar, genellikle onlardan kız alıp vermezlerdi. Leventlerin çoğu Akdeniz'in Hristiyan kavimlerine mensupken Müslümanlığı kabul ederek Türkleşmiş kimselerdi.

ZİHNİ DERİN

Zihni Derin, 1880 yılında Muğla'da doğmuştur. Babası Muğla'nın KULOĞULLARI ailesinden Mehmet Ali Beydir.
1897'de Muğla İdadisi'nden, 1900 de SELANİK Ziraat Ameliyat Mektebinden, 1904 de Halkalı Ziraat Mekteb- Alisinden mezun olmuştur.

1905 yılında Aydın İli Orman ve Maden Muamelat Katipliği ile Devlet Memurluğuna başlamıştır. Rodos'ta Akdeniz Adaları (o zamanki adıyla Cezayir-i Bahr-i Sefit) İli Orman Müfettiş Katipliğinde, Gediz ve Simav ilçeleri Orman Müfettiş Vekaletinde bulunduktan sonra, 1907 de aynı ilçelerde Orman Müfettişi olmuştur. İki yılı geçince, Akdeniz adaları İli Orman Müfettişliğine aktarılmıştır.
1909'den 1912'ye kadar Selanik Ziraat Mektebi'nde Kimya, Ziraat Sanaatları ve Jeoloji öğretmenliği yapmıştır. SELANİK'te 1911'de Maide Hanımla evlenmiştir. İki erkek bir kız çocukları olmuştur. 1914'den 1920'ye kadar, Zihni Derin Bursa'da Sultani Mektebinde (Lise) ve Kız Öğretmen Okulunda Tabi İlimler okutmuş ve Bursa Milli Eğitim Müdür Vekilliği görevinde bulunmuştur.
1920'de Yunanlıların işgalinden hemen önce Bursa'dan ayrılıp, kara yolundan Ankara'ya gelmiş; Milli Mücadele Hükümetinin kurduğu İktisat Bakanlığında ilk Tarım Genel Müdürü olmuştur. 1924'e kadar bu görevde kalmıştır.

BİR HABER
Van’ın Başkale ilçesinde vatani görevini yaptığı sırada, ceza verilmesine yol açtığı ve bu nedenle tartıştığı bir erin ateş etmesi sonucu hayatını kaybeden Zafer Trabzonlu’nun (21) cenazesi, bugün kılınan öğle namazının ardından, beldedeki şehitlikte defnedildi. Cenaze törenine, FP Kocaeli milletvekilleri Mehmet Batuk ve Osman Pepe, 15. Kolordu Komutanlığı’nı temsilen Jandarma Albay Melih KULOĞULLARI, belediye başkanları, Trabzonlu’nun ailesi ve
clearpixelvatandaşlar katıldı. (Zaman, 24.06.2000)

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


clearpixel
Erbakan'ın yârânları da mı?

clearpixelclearpixelEvet Soner Yalçın'ın EFENDİ isimli son kitabını okumayan Türkiye'deki Sabetaist gerçeğini de, El-aziz'in Şevket Kazan'la ilgili yayınlarını ve Erbakan Hoca'nın parti faaliyetlerini yürütmekiçin neden Yahudilerle anlaştığını ve Kazan ve Asiltürk ikilisi ile bunların Milli Görüş içinde kurup palazlandırdığı Sabataycı şebekeye neden göz yumduğunu anlayamaz.
Kitabı okuyanlar şu çıplak gerçekle yüzyüze geliyorlar. Daha Osmanlı'nın son dönemlerinde Sabataycı şebeke o noktaya gelmişti ki Osmanlı padişahları onlardan icazet almadan koltuğa oturamıyordu. Onların isteklerine duyarsız kalan padişahlar koltuklarından oluyorlardı.

Sultan Abdülhamit. Dahi padişah, veli sultan, Osmanlı'nın son muhteşem şahsiyeti... O bile tahta çıkmak için Yahudi asıllı bir Sabataist olan Sadrazam Mithat Paşa'nın icazeti ile ve Meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek tahta oturuyor.

EFENDİ'de bu konuda şunlar yazıyor:
clearpixelclearpixel"(Abdülhamit Han) Saffet Paşa'nın Kağıthane'deki çiftliğinde gizlice buluştuğu Mithat Paşa'yla "saltanat pazarlığına" girişip "meşrutiyet ilan" edeceği sözüyle tahta oturmuştu. İngiltere'ye yakın siyaset izleyen Mithat Paşa o dönemin en etkili isimlerinden biriydi. Gerek Sultan Abdülaziz gerekse Sultan V.Murad'ın koltuğundan olmasında önemli rol oynamıştı. (Mithat Paşa Rusçuklu Hacı Hafız Mehmed Eşref Efendi'nin oğlu olarak bilinmektedir. On yaşında Kuranı Kerimi ezberlediği söylenen Mithat Paşa'nın Yahudi bir aileden geldiği iddia edilmektedir. 1889 yılında yayımlanmış olan Edvaro Drumont'un La France Juwe adlı kitabının 1.cildinin 113.sayfasında Yahudilikten geldiği ileri sürülmektedir. Bu kitapta Mithat Paşa'nın annesinin Macaristanlı bir hanım olduğu yazılmaktadır.-Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler-)

II.Abdülhamit Mithat Paşanın gücünü biliyordu. Mithat Paşa ise II.Abdülhamit'i kontrol edilecek bir padişah olarak görüyordu. Sonuçta 23 Aralık 1876'da Meşrutiyet ilan edildi."

İşte EFENDİ'den yaptığımız bu alıntı, daha Cumhuriyet kurulmamışken Osmanlı'nın son döneminde dahi gerçekte perde arkasında Türkiye'yi yöneten Sabataistlerden izin almadan etkili bir moktaya gelinemediği, hatta padişah dahi olunamadığı anlaşılıyor.

Padişah olduktan sonra da kontrol edilebilmeleri için en yakınlarına güvenilir ajanlar, yine hepsi Sabataist olan mutemet adamlar yerleştiriliyor. Bu gerçek de kitapta ayan beyan anlatılıyor. Gerek Sultan ABdülhamit'in gerekse ondan sonraki Sultan Reşat'ın Özel Kalem Müdürlerinin dahi Sabataycı oldukları anlatılıyor.

Bu ve buna benzer birçok gerçek kitapta yer alıyor. Cumhuriyetten sonra Sabataycılar devletin, medyanın ve ekonominin tamamını ele geçiriyor ve her zerreye hükmediyorlar. Böylece Süleyman Arif Emre'nin "Siyasette 35 Yıl" adlı kitabında belirttiği "Dünyada Yahudilerin doğrudan yönettiği 4 ülke var: İsrail, ABD, Fransa ve Türkiye" sözü EFENDİ'deki ayrıntılarla yerli yerine oturuyor. Türkiye'deki partilerin başında ya da önemli mevkilerinde hep Sabataycıların oturduğu da malum. Bülent Ecevit, Rahşan Ecevit, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, İsmail Cem...

Erbakan Hoca bugünlerde verdiği özel sohbetlerde "Dünyadaki bütün partiler Yahudilerin kontrolündedir" demesi boşuna değil.

Böyle bir Türkiye'de siyasete girmeyi düşünen bir insanın Sabataycılardan icazet alarak işe başlaması, onlara tavizler vermesi ve hatta onların güvendiği bazı Sabataycı adamları partisinde önemli mevkilere getirmesi çok doğaldır, hatta şarttır. Yine Süleyman Arif Emre'nin aynı kitabında daha Milli Nizam yeni kurulmuşken Musa Saffet Bayramaşık isimli bir Yahudi'nin Erbakan Hoca'ya gelerek Siyonizm ve Yahudiler aleyhinde konuşmaması yoksa partisinin kapatılacağı yolunda Dünya Yahudileri adına istekte bulunması Erbakan Hoca'nın onu kovması üzerine gerçekten bir kaç ay sonra partinin kapatılması gösteriyor ki Yahudiler ve Sabataycılara rağmen Türkiye'de siyaset yapılamaz, hatta nefes bile alınamaz.

Daha sonra Milli Selamet Partisi'nin kurulmasına izin verilmesi Sabataycılarla anlaşıldığını ve mutemet adamlarının partiye yerleştirildiğini gösteriyor. İşte El-aziz yıllar süren gözlemlerine ve tecrübelerine bakarak bu şahısların başta Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk olmak üzere parti içinde yuvalanan bir Sabataycı şebeke olduğunu yazıyor.

Sultan Abdülhamit bundan 100 sene önce padişah olmak için Sabataycıların desteğini almış ve en yakınına Sabataycı ajanların yerleştirilmesine göz yummuş amma Yahudilere rağmen Osmanlı'yı 33 sene dahi bir siyasetle yönetmişti. 100 sene sonra bugün Erbakan da aynı siyaseti izleyerek Sabataycı şebekeye göz yummuş, partiyi önlerine yem olarak atmış ve onları aldatarak devleti yavaş yavaş ele geçirmiştir.

Herkesin gördüğünün aksine Erbakan şimdi gücünün zirvesindedir. Ve Sabataycı şebekenin deşifre olma zamanı gelmiştir. İşte El-aziz'in yayınlarının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu yayınları hayretle karşılayanlar, hayal ürünü olarak niteleyenler ne tarihi ne de bugünü bilmemektedirler. Feraset sahibi de olmadıklarından akı kara karayı ak olarak görmektedirler. Tüm arkadaşlara tavsiyem hem EL-aziz'i hem de EFENDİ'yi okuyun. İnanın gözleriniz
clearpixelaçılacak. Gerçekleri ayan beyan göreceksiniz...


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Dönme Dolap Ahmed Emin Yalman ve Ahfâdı


clearpixel
BİR DÖNMEYE

Saldır ey küstah dönme , bütün hıncınla saldır,
Milliyet, mukaddesat çünkü sence masaldır!
Dolaşarak yurdumun her köyünü, şehrini,
Akıt ey bodur yılan, akıt bütün zehrini!...
clearpixelaeyalmanclearpixelBundan yaklaşık elli yıl öncesinden, Ahmet Emin Yalman’ın sahibi olduğu ‘Vatan’ Gazetesi çalışanlarından çok azı yaşıyor bugün. Allah uzun ömür versin, benim yazı işleri müdürüm Selami ağabey (Selami Akpınar); köşe yazarları Sadun ağabey (Sadun Tanju), Oktay ağabey (Oktay Akbal), Naim ağabey (Naim Tirali), Özcan ağabey (Özcan Ergüder), Tunç ağabey (Tunç Yalman) ve muhabirlerden Yılmaz ağabey (Yılmaz Çetiner), Ali (Ali Gevgilili) ve Alaettin (Alaettin Kutlu) hayattalar Allah’a şükür... Sevgili Nail Güreli ile Turhan Tükel de... Gazetenin ressamı Sait Maden dostumuz da berhayat. Ama ölenler oldu. Benim İstihbarat Şefim Kemal ağabey (Kemal Aydar) öldü; Orhan Veli’nin küçük kardeşi sevgili Adnan Veli ağabey, 1973’te 57 yaşındayken ölmüştü. Burhan ağabeyi (Burhan Arpad), Emil ağabeyi (Emil Galip Sandalcı) son on yıl içinde yitirdik. ‘Gittikçe artıyor yalnızlığımız...’

‘Vatan’cılar, birbirlerine çok bağlıdırlar;– ‘bağlıydılar’ demek, galiba daha doğru! Çünkü, en son, bundan yaklaşık yirmi yıl önce, bir araya gelmiştik. Bu çözülmede biraz da, ‘Vatan’ın sürekli olarak el değiştirmesinin de payı var galiba... 1960’larda Ahmet Emin (Yalman) bey, Naim Tirali ve arkadaşları anlaşmazlığa düşünce gazeteden ayrılmak zorunda kaldı ve Özcan Ergüder’le birlikte ‘Hürvatan’ı yayımlamaya başladı. ‘Vatan’ın imtiyaz hakkı Tirali’de kalmıştı çünkü. Naim ağabey, bir süre daha dayandı, sonunda, yeni edindiği bir ortakla birlikte, gazeteyi Ankara’ya taşıdı. Belleğim beni yanıltmıyorsa, ‘Vatan’ın Ankara’da yayımlanmaya başladığı tarih, 1962 olmalıdır. Her neyse, ‘Vatan’ daha sonra bir defa daha el değiştirdi. Bu defa imtiyaz sahibi, 27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi üyelerinden Numan Esin’di. Esin’le birlikte ‘Vatan’ tekrar İstanbul’a döndü 1970’lerin başında. Bundan sonrası benim için meçhul! Numan Esin’den sonra imtiyaz sahipliğinde bir değişiklik olup olmadığını bilmiyorum. Zafer Mutlu ve arkadaşlarının, imtiyazı Numan Esin’den satın almış olmaları ihtimalinin ‘agleb–i ihtimal’ olduğunu düşünüyorum...

Yılmaz ağabey (Çetiner), geçenlerde Milliyet’teki köşesinde, aslında Nurettin Artam’a ait olan, ama genellikle Neyzen Tevfik’in sanılan bir dörtlük yayımladı: ‘Şu bizim dönmedolap Ahmet Emin/ Din ü imanımıza çatmadadır/ Başımız ağrımaz etsek de yemin/ Vatan’ı on kuruşa satmadadır.’ ‘Vatan’ı on kuruşa satmak’taki örseleyici tevriyenin içerdiği ağır imaya Ahmet Emin bey’in asla müstahak olmadığını düşünüyorum. (‘Vatan’ logosunun altındaki ‘Eğriye Eğri, Doğruya Doğru’ sloganına, Ahmet Emin bey’in ve gazete yöneticilerinin sonuna kadar bağlı kaldıklarını söylemek gerekiyor.) Dahası, Çetiner yazmıyor ama, Ahmet Emin bey’in ‘dönmedolap’lığı, 1946’dan 1955’lere kadar müfrit bir Demokrat Parti ve Adnan Menderes savunucusu iken, özellikle 1957 seçimlerinden itibaren 180 derece dönerek, müfrit bir Cumhuriyet Halk Partisi ve İsmet Paşa taraftarı olmasına, atıfta bulunmaktadır. Tabii, Yalman’ın Selanikli, dolayısıyla ‘avdeti’ olarak Sabetayistliğine de, yine ağır imalı bir gönderme de vardır ‘dönmedolap’ sözünde!..
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

clearpixel
Dönmelerin Adı Hangi Olaylarda Gündeme Geliyor?

clearpixel
Dönmelikle ilgili şahsen bizim görüşümüz çok kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye’de Musevilik de dahil her dinin mensubu özgürce, devletimizin himayesi ve milletimizin büyüklüğünden neşet eden hoşgörüsü altında yaşamaktadır. Kimse, hangi etnik kökenden olursa olsun yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş bir gurubu zorla dinden döndürmeye çalışamaz; ‘siz aslında asimile olmuş Yahudilersiniz, öyleyse Türkiye Cumhuriyetinde size sağlanan imkanları, makam ve mevkilerinizi, zenginliğinizi İsrail politikalarına hizmet için kullanmalısınız’ gibisinden bölücü ve yıkıcı telkinlerde bulunamaz. Boşnaklar da, Arnavutlar da, Rumlar da, Çerkezler de, Çeçenler de, Kürtler de ve hatta biz Türkler de nihayet yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş ve birlikte yeni bir millet, “İslam milletini” oluşturmuş topluluklarız. Mikro milliyetçilikler ise önce İslam milletini oluşturan halkların varlığına, daha ötede ise dünya barışına yönelmiş büyük bir tehdit ve tehlikedir.

Dönmeler, kendilerinin sevdiği yeni bir adlandırmayla Sabetayistler, Türkiye’de son on yılda yeniden hararetle konuşulmaya başlandı. Daha önce Sultan II. Abdülhamid devrinde, 1908-1918 arası İttihat Terakki iktidarı yıllarında, 1924 nüfus mübadelesi sırasında ve İzmir Suikastı söylentileri esnasında sıkça adlarından söz edilmişti. Dönmelerin gündeme geldiği bu devirler ayrı ayrı yazıların ve hatta kitaplık çalışmaların konusu olacak kadar önemlidir. Şimdi ülkede millet ve memleket aleyhine gelişen kimi olayları, oligarşiyi, antidemokratik uygulamaları anlamlandıramıyorsak sözkonusu guruplar ve devirler hakkındaki bilgi eksikliğindendir.

1994, Halil Bezmen olayı
Dönmeler son on yıl içinde ilk kez Halil Bezmen’in meşhur “klor yolsuzluğu” yüzünden ABD’ye kaçışıyla gündeme geldi. Bilindiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Recep Tayip Erdoğan’dan önceki CHP’li başkanı Nurettin Sözen döneminde büyük yolsuzluklar yapıldığı açığa çıkmış, bilhassa İSKİ’de büyük skandal olmuş, İSKİ genel müdürü Ergun Göknel, yolsuzluk suçlamalarından mahkum olarak yıllarca hapis yatmıştı. İSKİ’ye fahiş fiyatla (yanlış hatırlamıyorsam normal fiyatın 100 katı) klor satan ve “Türkiye’yi kazıkladım, kazıklanmasaydınız” dediği basında yer alan Halil Bezmen adlı kişi ise polisten kaçarak ABD’ye kapağı atmıştı. Türkiye’nin talebi üzerinde orada yakalanıp yargılanmıştı da.

Dönmelik ve dönmeler işte bu yargılanma esnasında gündeme gelmişti ilk kez. Zira Halil Bezmen bir “Dönme”ydi ve iddiaya göre mahkemeden “Musevi olduğunun” dikkate alınarak yargılanmasını istemiş, mahkeme de oradaki Musevi cemaatine başvurarak Türk adı taşıyan, nüfus cüzdanında da Müslüman yazan bu kişinin Musevi sayılıp sayılmayacağını öğrenmek istemişti.

Dönmeler Yahudi Mi “Kafir” Mi?
Bu dönemde kullanımı yaygınlaşan internette dolaşan bilgilere göre Bezmen’in bu müracaatı Amerika’daki Yahudi cemaatlerini ikiye bölmüştü. Bir kısmı Dönmelerin artık Yahudi sayılamayacağını, dinden çıkmış “kafir” kimseler olduklarını iddia ederken, aralarında JINSA adlı Musevi silah üreticileri örgütünün de yer aldığı öteki gurup ise Dönmelerin, İsrail’in menfaatleri açısından Yahudi kabul edilmeleri gerektiği iddiasını seslendiriyorlardı. Bu ikinci görüş sahiplerinin, Türkiye’deki dönmelerin belli başlı 40-50 aile dışında büyük oranda asimile olup eridiğini, bunun önce durdurulması ardından Yahudilikle bağlarının güçlendirilip yine sayısı hızla azalan Türkiye’deki Musevi cemaatine eklemlenmesi gerektiğini hedefledikleri anlaşılıyordu.

Bir Dönmelik Misyoneri
Bu dönemde yani 1994’dün ilk aylarından başlayarak bazı dergilerde de Dönmeleri yeniden gündeme taşıyıcı ve hatırlatıcı yazılar yazılmaya başlanmıştı. Sonradan birçoğu kitaplaşacak olan bu yazılardan ilki Ilgaz Zorlu’nun Tarih ve Toplum Dergisi’nin Nisan 1994 sayısında yer alan “500. Yılında Unutulan Bir Cemaat: Dönmeler” başlıklı yazısıydı. Yazı, Yahudilerin Endülüs’ün Hıristiyan işgaline girmesi üzerine kovuluşlarının ve Türkler tarafından himaye edilerek topraklarımıza kabul edilişlerinin 500. yılı kutlamalarında Dönmelerin unutulduğunu söyleyerek kısa bir tarihçe veriyordu. Dahası 500. yıl kutlamalarında Türklerin Yahudilere yaklaşımının hep olumlu yönlerinin ele alındığını, oysa Dönmelere büyük zorluklar ve bunalımlar yaşatıldığını, buna da bazı Yahudilerin “Mesih” kabul ettiği Sabetay Sevi’nin İstanbul’da yargılanarak Müslüman olmaya zorlanmasının sebep olduğunu iddia ediyordu. Zorlu, 95 ve 96 yıllarında da Toplumsal Tarih ve Tiryaki dergilerinde konuyla ilgili 15 kadar yazı yazdı ve nihayet 28 Şubat döneminin kızıştığı sırada, 1998’de “Evet Ben Selanikliyim-Türkiye Sabetaycılığı” adıyla kitaplaştırdı. Zorlu, kitabında asimilasyonu durdurmaya ve sayılarının bazen 60, bazen 80 bin olduğunu iddia ettiği Dönmeleri Yahudiliğe geri kazandırmaya çalışıyordu. Nitekim kendisi mahkemeye başvurarak asıl adının Şimon Ben Zwi, dininin de Musevilik olduğunu, nüfuz cüzdanındaki din hanesine Yahudi yazılmasını talep etmişti. İlginçtir davayı kazandı da.

Zorlu’nun kitabından, bozuk türkçesi ve karmaşık üslubuna rağmen dikkatli okunduğunda şu yargıları çıkarmak mümkündü: Türkler, iddia edildiği gibi Yahudilerin dostu değildi, aksine 350 yıldır “radikal İslamcı baskılarla” “bir Yahudi tarikatı” sayılması gereken Sabetay Sevi yandaşlarının kendilerini zorla Müslüman gibi göstermelerine sebep olmuş, dini ve kültürel baskıya tabi tutmuşlardı. O kadar ki Dışişleri Bakanı İsmail Cem bile tanınmış bir Dönme ailesinden olduğu için “İpekçi” olan soyadını kullanamıyordu. Oysa Dönmeler, kurdukları modern eğitim kurumlarıyla, İttihat ve Terakki cemiyetiyle, gazetelerle hep Türk modernleşmesine hizmet etmişlerdi. Hatta Mustafa Kemal’in ilkokulu olan Selanik’teki Şemsi Efendi Mektebi’nin kurucusu da asıl adı Şimon Ben Zwi olan bir Dönme hahamıydı ve Ilgaz Zorlu’nun da dedesiydi. Zorlu, nedense kitabında üç dört ayrı yerde ısrarla bu okula “cemaat dışından öğrenci alınmadığını” da vurguluyordu.

Bu sırada çoğu Zorlu’nun enformasyonundan beslenerek yazı yazanlar da vardı. Henüz solcuların ilgi duymadığı sırada konuyla ilgili sık yazı yazanlardan biri de Mehmet Şevket Eygi idi. Eygi Milli Gazete’de sık sık Dönmelere dikkat çekti. Yahudilerin biri Türkiye, diğeri İsrail olmak üzere iki devlet kurdukları şeklindeki beyanatıyla dikkati çeken Musevi asıllı Rifat Bali ise Zorlu’nun tezlerini destekleyici ve yol gösterici bir konumda hissettiriyordu varlığını. Örneğin Rifat Bali de Zorlu gibi Türklerin Yahudi dostu olmadığını, Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin yerinde Dönmelerin dükkanları bulunduğu halde devletin burayı zorla istimlak ederek onları mağdur ettiğini söylüyordu.

28 Şubat ve Dönmeler
Hiç şüphesiz Dönmelikle ilgili yazı ve haberlerin en ilginci, adı 28 Şubat ile özdeşleşen Çevik Bir hakkında olandı. Londra’da yayımlanan “Impact International” adlı aylık siyasi derginin Mart 97 sayısında bir yazı çıkmış, Muhammed Han Kayani adlı gazeteci bunu tercüme edip Türkiye’de yayımlamış, Aydoğan Vatandaş da “Armagedon” adlı kitabına yazıyı aynen almıştı. Yazıda “Türkiye’de bazıları Çevik Bir’in “dönme” olduğuna inanmaktadır” ifadesi de yer alıyor, yine bir dönme olduğu söylenen Emre Gönensay’ın da Çevik Bir’in başbakan adayı olduğu iddia ediliyordu. Gönensay, Tansu Çillerin başbakan sıfatıyla İsrail’e yaptığı gezide Çillere “arz-ı mevud” cümlelerini söyleten kişi olarak biliniyordu.

Nitekim sonradan Askeri dergilerde ordu mensuplarına tavsiye edilecek olan Aydoğan Vatandaş’ın Armagedon kitabı, o dönemde Çevik Bir tarafından mahkemeye verilmiş, kitap da piyasadan kaybolmuştu. Bu davalar sonunda Çevik Bir’in ortalıktaki söylentilerin aksine “alevi” olmayıp ana tarafından Selanik ve baba tarafından Manastır’lı (yahut tersi) olduğunun ispatlandığı söyleniyordu.

Yukarıda adı geçen ABD’deki JINSA adlı kuruluştan bir ara “Uluslarası Liderlik” ödülü de alan Çevik Bir’in adının karıştığı bu Dönmelik iddiaları onu yıpratmamış, aksine cumhurbaşkanlığına aday bile gösterilmişti. Başında Ali Şen’in bulunduğu ve çoğu Balkan kökenli işadamlarından oluşan bir gurup, alkışlarla kendisinin Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamışlardı. Başında Gündüz Kapanî (Kapancıoğlu)’nun bulunduğu ve üyelerinin İzmir’deki Dönmelerden oluştuğu tahmin edilen “İzmirliler Derneği” de düzenlediği basın toplantısıyla Çevik Bir’in Cumhurbaşkanlığı adaylığına destek vermişti.

Dönmelerin adının en tehlikeli biçimde geçtiği iki hadiseden biri 28 Şubat sürecinde ordu içinde bir cunta oluşturarak darbe yapmaları, ikincisi de Gölcük depremine sebep olmuş olmaları iddalarıydı.

Bilindiği gibi Emniyet İstihbaratı, onbaşı süsü verilmiş bir istihbarat uzmanı aracılığıyla Güven Erkaya’nın komutan olduğu sırada, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan darbenin planını sızdırmış, hadise basında “Sarmusak Olayı” olarak geniş yer almıştı. Söylentiye göre cunta, kendisine solcu ve alevi süsü veriyor, hatta PKK ile dirsek teması kuruyor, Çevik Bir’in “İslamın ılımlısı olmaz” şiarından hareketle, birinci ve baş düşman olarak islamı ve İslamcıları görüyordu, ancak asıl çekirdeğini Dönmeler oluşturuyordu. Buna göre darbe yapılırsa Türkiye bütün savunma ve güvenlik işlerini İsrail’le birlikte planlayacak ve İran ile Suriye’ye savaş açılacaktı. İsrail’in İran’a saldırıda kullanmak için Hakkari’den üs istediği ve Türkiye-Suriye sınırına şimdi Filistin’de ördüğü gibi duvar örmeyi önerdiği haberleri de basında bu sıralarda yer alıyordu.

Depremi Dönmeler Mi Tetikledi?
17 Ağustos depreminde konuşulan bir konu da, aslında depreme deniz dibinde, tersanenin ve denizaltı yataklarının bulunduğu yerde casuslar tarafından yerleştirilmiş bir sismik bombanın patlamasının yol açtığı konusuydu. Deniz savaşlarında düşman donanmasını batırmak için denizde dev dalgalar (tsunami) oluşturmaya yarayan bu sismik bombaları İsrail de kullanıyordu. Nitekim 17 ağustos depreminden 25 gün sonra 11 Eylül 1999 tarihli Sabah gazetesinde “İsrail Doğu Akdenizde bir sismik bomba denemesi daha yaptı” şeklinde bir haber yer almıştı.

Komplo teorisi gibi o günlerde konuşulanlara göre denizaltı yataklarında patlatılan sismik bomba fay hattını tetiklemiş, korkunç bir depremle Türkiye sarsılmış, denizatlılarımız pestil gibi ezilmiş, geriye kalan donanma da hızla Gölcük sahillerinden uzaklaştırılmıştı. Sonradan donanmamız önceki genel kurmay başkanı Kıvrıkoğlu’nun da iftiharla belirttiği gibi uluslarası sulara doğru İzmir sahillerine taşınacak, görevi ondan devralan Hilmi Özkök de yeni yapılan bir denizatlıya binerek gücümüzü tazelediğimiz mesajını verecekti.

Depremin olduğu günün sabahı saat 06 civarında ilk olarak İsrail kurtarma ekipleri Gölcük ve Yalova’ya gelmiş, “Türk denizciliğini geliştirmeyi amaçaldığı” söylenen özel bir toplantı için o sırada Gölcük’te bulunan yaklaşık 200 civarındaki üst düzey İsrailli askeri uzmanın kaldığı evlerde kurtarma operasyonlarına başlamıştı. Şaşırtıcı biçimde bu ekipler Yahudilerin hangi villa ve evlerde kaldığını önceden biliyor gibi ve sadece onların kaldığı yerlerde kurtarma arama kurtarma yapıyorlardı. Gölcük askeri tesislerine ise bütün ısrarlarına rağmen İsrail’den gelen ekipler sokulmamıştı.

Dönmelerin bu olaydaki rolü ise, TSK içinde bir tür İsrail’le dostluk lobisi gibi çalışmaları, askeri istihbarat ve iletişim teknolojileri ile eğitim konusunda ipleri adeta İsrail’e teslim etmeye hevesli duruşları olarak gösteriliyor. Depremi, Türk denizciliğine bir suikast ve Doğu Akdeniz’de İsrail’in rahatsızlık duyduğu donanmamıza bir saldırı olarak okuyanlar, Deniz Kuvvetleri komutanı olan Güven Erkaya’nın Kıbrıs Barış Harekatı esnasında batan gemimizin kaptanı olduğunu da o günlerde hatırlatıyorlardı. Örneğin Hürriyet Gazetesinde “Kurtarıcıya şükran yemeği” manşetiyle, Erkaya’nın 1974’te kendisini kurtaran İsrail savaş gemisinin komutanı olan generalle birlikte mumlar altında bir yemek yediklerini haber veriyordu.

Troyka harekatı ve Dönmeler
Son büyük Dönme operasyonunun ise “Troyka harekatı” olduğu söyleniyor. 2002’nin temmuzunun ilk günlerinde ABD’nin savunma ve dışişleri bakan yardımcıları (Wolfovitz ve Grossman) Türkiye’ye gelmiş, Eczacıbaşı’nın köşkünde Amerikaya yakın bazı işadamları, gazetecilerle, aralarında İsmail Cem, Cem Boyner, Cem Duna, Kemal Derviş, Yaşar Büyükanıt ve Cengiz Çandar gibi isimlerin de yer aldığı gizli bir toplantı yapmışlardı. Hemen ardından Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem DSP’den istifa ederek “Ecevit’siz ve MHP’siz yeni hükümet” formülünü işletmeye başladılar. 15 gün içinde, en geç Temmuz’un 25 civarı yeni bir hükümet kurulacak, yaklaşan Ağustos şurasına da, ABD’nin Irak’a saldırısı için önceden cephe açarak destek vermeye de bu yeni hükümet karar verecekti. Basındaki Dönme gazetecilerin “Troyka % 60’la geliyor!” türünden çığırtkanlık yaptığı o günlerde yine bir Dönme olduğu söylenen Çiller atılmış ve yeni kurulacak hükümette MHP’nin boşluğunu dolduracağıma göre başbakanlık benim hakkımdır anlamında bir açıklama yapmıştır. Çiller “ABD Irak’a gireceği zaman ben başbakan olmak isterim” demişti. Bu cümle, yeni hükümet senaryolarının maksadını açığa vuran müthiş bir ifşaattı aslında. Neyse ki Devlet Bahçeli içi boşalmasına rağmen DSP liderinin başbakanlığına itiraz etmeyip baskın seçim kararını açıkladı da memleket bir uçurumdan dönmüş oldu. Çünkü deniliyor ki eğer bu meclis içi darbe gerçekleşse de “Dönme” İsmail Cem İpekçi yahut eşi Yahudi diasporasının önemli isimlerinden olan Kemal Derviş başbakan olsaydı bu Dönmeler için bir büyük zafer olabilirdi. Bu durumda hem 30 Ağustos 2002 atamalarında büyük skandallar ve tasfiyeler yaşanabilir, hem de Türkiye ABD’yi memnun etmek için Irak’a cephe açarak savaşa girerdi ve savaş hali ileri sürülerek “geç seçim” kararı alınıp demokrasi bilinmeyen bir tarihe ertelenebilirdi.

Bütün bu haber ve söylentilerde Dönmelerin, Türkiye’nin iç ve dış ilişkilerini bazen ABD, çoğu kere İsrail lehine şekillendirmeyi amaçlayan ve yasal yollardan elde ettikleri makam ve mevkilerini yasal olmayan gizli birlikteliklerle ülke ve millet aleyhine istismar edebilen bir topluluk olduğu hususu ima ediliyordu.

Dönme Yok Müslüman Var!
Dönmelikle ilgili şahsen bizim görüşümüz çok kısaca şöyle özetlenebilir: Türkiye’de Musevilik de dahil her dinin mensubu özgürce, devletimizin himayesi ve milletimizin büyüklüğünden neşet eden hoşgörüsü altında yaşamaktadır. Kimse, hangi etnik kökenden olursa olsun yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş bir gurubu zorla dinden döndürmeye çalışamaz; ‘siz aslında asimile olmuş Yahudilersiniz, öyleyse Türkiye Cumhuriyetinde size sağlanan imkanları, makam ve mevkilerinizi, zenginliğinizi İsrail politikalarına hizmet için kullanmalısınız’ gibisinden bölücü ve yıkıcı telkinlerde bulunamaz. Boşnaklar da, Arnavutlar da, Rumlar da, Çerkezler de, Çeçenler de, Kürtler de ve hatta biz Türkler de nihayet yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş ve birlikte yeni bir millet, “İslam milletini” oluşturmuş topluluklarız. Mikro milliyetçilikler ise önce İslam milletini oluşturan halkların varlığına, daha ötede ise dünya barışına yönelmiş büyük bir tehdit ve tehlikedir.