Arama

Sabetaizm - Tek Mesaj #4

nactarum - avatarı
nactarum
Ziyaretçi
12 Eylül 2006       Mesaj #4
nactarum - avatarı
Ziyaretçi
HERKESİN DİLİNDE SABEYATİZM'DİR GİDİYOR? HER KAFADAN BİR SES ÇIKIYOR. PEKİ NEDİR BU İŞİN ASLI?!


Sabetaycılık üzerine bu kadar polemik varken istedik ki Sabetaycıların izinden gittikleri Sabetay Sevi'yi tanıtalım. İşte Sabetay Sevi'nin hayatı.

Başlarken...
'Sakladım söylemedim derdimi, gizli tuttum, uyuttum...' İstanbul'un şirin semtlerinden Üsküdar'da dik bir yokuşun başında yer alan, büyükçe bir mezarlığın içindeki mezar taşlarından birinin üzerinde yazılı bu sözler... Üzerleri fotoğraflı, kıbleye göre yerleştirilmemiş, ziyaretçilerinden dua veya fatiha istemeyen bu mezarlarda, bir zamanların en gizemli topluluklarından birinin mensupları yatıyor. Selanikliler sokağının başındaki Fevziye Hatun Camisi'nin hemen yanından girilen bu mezarlık, 'Bülbülderesi' adını taşıyor. Kim bilir; belki upuzun servilerinin serin gölgeliğinden, belki de Tevrat'daki 'Mesih, bülbüllerin en çok öttüğü yere gelecek' ibaresinden seçtiler burayı kendilerine kabristan olarak. Kim bilir belki de pek çok kişinin söylediği gibi artık kimse hatırlamıyor bile, Selanik'teki o günlerini ve 'gizli dinlerini'. Ya da belki de hâla bazıları her sabah gün doğarken deniz kıyılarına çıkıyor ve bekliyorlar, kendilerini kurtaracak Mesihleri'ni... İşte size tarihten pek de üstü açılmamış bir gizemli hareketin; 17. yüzyılda on binlerce Musevi'yi peşine takan Sabetay Sevi'nin öyküsü...

Sabetaycılar ya da Sabetayistler... Köklerinin Sefarad İspanyası'na dayandığına inanılan, bugün isimleri ortaya atıldığında, 'Birkaç kuşak önce kaybolup gitmiş bir hareket' ya da 'Türkiye'nin asıl kurucuları' şeklindeki komplo teorilerinin öznesi olarak anılan bir topluluk... Sabetaycılık üzerine yapılan tüm bu tartışmalar 'Matrix' filminin senaryosunu andıran sorular ve olaylar üzerine yoğunlaşıyor: Yaşadığımız dünya aslında başkaları tarafından mı kurgulanıp yönlendiriliyor? Sabetaycılar, Türkiye ve dünyada Yahudiliği hakim kılmak için çok gizli bir oyun mu oynuyorlar? Yaşadıklarımız, bir komplo teorisinden mi ibaret? İslam'ın en büyük kalesi Osmanlı'yı ele geçirmek istediği iddia gelen Yahudiler'e 'Sefarad', aynı dönemde Orta ve Doğu Avrupa'dan gelenlere de 'Aşkenaz' deniyordu.

KABALA'NIN YÜKSELİŞİ

Bu dönemlerde oldukça kötü günler geçiren Yahudiler, yaşadıklarının kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi Tanrı'nın isteği olduğuna inanıyorlardı. Ama yine kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi günün birinde bir Mesih'in gelerek kendilerini bu acılardan kurtaracağını düşünüyorlardı. Bu zor koşullar altında Yahudiler arasında mistizme inananların sayısı da giderek artıyordu. Yahudi mistizminin en önemli kaynaklarından biri 'Kabala' idi. Görünenin arkasında mutlaka bir başka şeyin gizlendiği fikrinden hareket eden Kabalistler, kutsal metinlerde çeşitli sayılar ve matematiksel işlemlerle gizli gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Ortaya çıkarılmaya çalışılan gizli gerçekler arasında kurtarıcı Mesih'in kim olacağı ve hangi tarihte geleceği de vardı. Bu görüşler içinde en çok rağbet görenlerinden birisi de milenyumda (1000'li yıllarda) bir Mesih'in mutlaka geleceği şeklindeydi. Yine Kabala'da 666 sayısının şeytanın yılı ya da sayısı olduğu şeklinde bir inanış bulunuyordu. Bu iki sonuçtan hareketle, 1666 yılının 'hayati önemine' ilişkin yaygın bir inanış oluştu.

DOĞUM TARİHİ DEĞİŞTİRİLDİ Mİ?

Gersom Scholem tarafından yazılan ve Sabetaycılığın tarihi konusundaki en geçerli referans eser kabul edilen kitapta, Sabetay Sevi'nin 1 Ağustos 1626 tarihinde, bir cumartesi günü dünyaya geldiği belirtiliyor. Sabetay Sevi'ye, Yahudilik'te cumartesi günü doğan çocuklara 'Sabatai' adını verme geleneği gereği bu ismin verildiğinin altı çiziliyor. Bu tarih aynı zamanda Yahudiler'in, Birinci ve İkinci Tapınakları'nın yıkılışını andıkları gündür. Sabetay'a inanmayanlarsa, Sabetay Sevi'nin doğum gününü, bu inanca uydurmak için bilinçli olarak değiştirdiğini ileri sürerler.

SABETAY SEVİ KİMDİR?

Sabetay Sevi 17. yüzyılda İzmir'de doğdu. 22 yaşında kendini Mesih ilan etti. Yahudiliği ikiye böldü. Sadece Osmanlı'da bir milyon kişiyi peşinden sürükledi. Her kıtada binlerce mürit edindi.

Sabetay Sevi'nin ailesi büyük olasılıkla Aşkenazlar'dandı. Annesi Clara'yı küçük yaşta kaybeden Sevi'nin iki de kardeşi vardı: Abisi Elijah (İlyas) ve kardeşi Joseph (Yasef). O yıllarda İzmir Limanı ticarette öne çıkmıştı. Artan ticaretle birlikte İzmir, Avrupalı tüccarlarla dolup taşmıştı.

Yahudiler'in hem doğu hem de batı dillerini biliyor olması, onları bir anda ticaretin merkezine oturttu. Pek çok Yahudi gibi baba Mordehay da Avrupalı tüccarlar için simsarlık yapıyor, böylece inanılmaz gelirler elde ediyordu. Babalarının yanında çalışan diğer kardeşlerin aksine Sabetay Sevi daha küçük yaşlardan itibaren ticarete değil dine yöneldi. O dönemdeki her zeki çocuk gibi o da, haham olması için özel bir eğitime alındı.

EVLENDİ AMA BAKİR KALDI

Başhaham Joseph Eskapha'nın bizzat eğittiği Sevi'ye, gösterdiği başarı nedeniyle genç yaşında haham ünvanı verildi. Sevi, 15 yaşına kadar Tevrat, hadis, fıkıh konularına vakıf olmayı başardıktan sonra Kabala eğitimine başladı. Sevi 18 yaşına geldiğinde kendi yorumlarını başkalarına da okuyup öğreten biri haline geldi. Hatta etrafında bir öğrenci grubu da topladı. Tasavvufla fazlasıyla haşır neşir olan Sevi, bir süre sonra tuhaf bulunan hareketler de yapmaya başladı. Oruç günlerinin dışında da oruç tutuyor, sık sık yıkanıyordu. Sabetay Sevi ailesi tarafından genç yaşta evlendirildi. Ancak Sevi, eşiyle cinsel ilişkiye girmedi. Ailesi bu durumu onun eşinden hoşlanmadığı şeklinde yorumlayarak birincisini boşattırıp ikinci kez evlendirdi. Ancak Sevi ikinci evliliğinde de cinsel ilişkiye girmekten kaçındı.

22 YAŞINDA İLK MESİHLİK İDDİASI

İddialara göre Sabetay Sevi, 1666'da kıyametin kopacağını, bundan hemen önce kurtarıcı Mesih'in geleceğini, bunun da 1648'de olacağını 'biliyordu'. Etrafındakileri yavaş yavaş hazırlayan Sevi 22 yaşına geldiğinde Mesih olduğunu iddia etti. Haber İzmir'deki Yahudiler arasında yayılınca özellikle yaşlı hahamlar bir hayli sinirlenerek tepki gösterdiler. Hatta hocası Başhaham Eskapa, iki hahamı Sevi ile görüşerek iddiasını geri almaya ikna etmeleri için görevlendirdi. Sevi ise mesihliğini kanıtlayan delillerden söz ediyordu. Tarihçilere göre tam da bu tarihlerde Sevi'nin vücudundan hoş bir koku yayılmaya başladı. Hatta bunun bir hile olabileceğinden kuşkulanılarak Sevi bir doktora muayene bile ettirildi. Mesihliğin alameti sayılan bu durum sonraları müritleri tarafından bayram olarak kutlanmaya başlandı. Sevi 23 yaşına geldiğinde bu kez de Tanrı'nın, Yahudilerce söylenmesi yasaklanan adı 'Yehova'yı telaffuz etti. Bunun üzerine hahambaşı Eskapa, Sabetay Sevi'yi İstanbul'daki hahamlara şikâyet etti.

22 yaşındayken, mesihliğini ilan ettiği öne sürülen Sabetay Sevi hakkındaki bazı kaynaklar bu bilgiyi doğrulamazken Sabetay Sevi'nin İzmir'de bulunduğu dönemde kendi ağzından mesihlik iddiasında bulunmadığı da iddia ediliyor. Gersom Scholem de kitabında, 'Sevi, olsa olsa o da bir defacık Sinagog'da dualardan önce 'Ben Mesih-i İsrail'im demiştir' diyor. Sabetay Sevi'in her şeye rağmen aforoz gücünde bir dışlanmaya uğramadığını belirten Scholem, Sevi'nin İzmir'den kovulduğu için değil zorunluluktan dolayı seyahat ettiğini söylüyor.

'TEVRAT'LA EVLİYİM'

Sevi'nin İzmir'den sonraki ilk durağı İstanbul'du. 1650 yılında İstanbul'a gelen Sevi burada Abraham Vaçini adlı bir hahamla karşılaştı. Bu hahamdan 'Mezamiri Süleyman'ın Tefsiri' adında bir belge alan Sevi, bunu mesihliğinin delili olarak taşımaya başladı. Zira çok eski olduğu iddia edilen belgede, Sabetay Sevi isimli bir Mesih'in doğacağı haber veriliyordu. Gerek eski gerekse bu yeni 'belgeyle' birlikte Sevi, İstanbul'daki Yahudiler arasında önemli bir nüfuz elde etti. Ancak İzmirli hahamların İstanbullu hahamları 'Sabetay'dan uzak durun' diye uyarması üzerine Sevi Selanik'e gitmeyi kararlaştırdı. Sevi Selanik'deki ilk günlerinde Mesihlik iddiasında bulunmazken zekasıyla Selanikli Yahudiler'i kendisine hayran bıraktı. Öyle ki evinde misafir olduğu bir Yahudi, ona kızını bile verdi. Ancak Sabetay üçüncü eşiyle de cinsel ilişkiye girmedi. Bunun nedenini soranlara ise, gerçek anlamda evlenmeyeceğini çünkü zaten Tevrat ile evli olduğunu söyledi. Ama bu sözleri duyan hahamlar bunun Mesihlik iddiası olduğunu belirterek sert tepki gösterdiler. Bu gelişme üzerine Selanik'ten ayrılıp Atina'ya geçen Sabetay Sevi burada da iyi karşılanmayınca önce İzmir'e döndü ardından da ikinci kez İstanbul'a gitti. İstanbullu hahamların kendisini rahat bırakmamaları üzerine 1659'da babasının yanına İzmir'e geri döndü.

KUDÜS YOLLARINA DÜŞTÜ

İstanbul ve Selanik'e yaptığı yolculuklarda beklediği ilgiyi göremeyen Sabetay Sevi bu kez rotasını Filistin'e çevirdi. 1662 yılında birkaç yakınıyla birlikte bir gemiye binen Sevi, Trablusgarp ve Beyrut'a kadar ulaştı. Ancak burada karar değiştirerek Mısır'a gitmeye karar verdi. İskenderiye'de gemiden inen Sevi doğruca Kahire'ye gitti. Sevi'yi, burada tüm hayatını değiştirecek gelişmeler bekliyordu.

BÜYÜK IŞIĞI BEKLE

1663 yılının sonbahar aylarında Kahire'ye doğru yola çıkan Sabetay Sevi, yolculuk sırasında kısa süre sonra kendisinin Mesih olduğunu onaylayacak olan Gazzeli Nathan yani Abraham Nathan Aşkenazi ile tanıştı. Nathan çok başarılı ve zeki bir öğrenciydi. Din konusunda Sabetay Sevi'den bile daha bilgiliydi. Nathan 19 yaşlarındayken okula gelen Samuel Lissabona adlı zengin bir Yahudi'nin çok güzel ama bir gözü görmeyen kızıyla evlendi.

KABALA EĞİTİMİ ALDI

Bu kızla evlenmeyi kabul eden Nathan hemen ardından da Kabala öğretisiyle daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu konuda epeyce ilerleyen Nathan çevresindekilere gördüğü bir sanrıdan bahsetmişti. Nathan bu sanrıda kendisine 'büyük bir ışığı bekle' dendiğini söylüyordu.

PAZARTESİ, 14 ARALIK 1665

Bence bütün bunların sonu kötüye varacak. Yüzyıllardır ağırbaşlı bir yaşam süren insanlarımız, ansızın krallarının yakında tüm dünyayı yöneteceğini ve hatta Osmanlı Sultanı'nın onun önünde diz çökeceğini söylemeye başladılar... 'Sultan'dan korkma artık' diyor bana babam. O ki Bab-ı Ali'nin gönderdiği en küçük görevlinin gölgesinden bile korkmakla geçirdi tüm yaşamını! 'Neden korkuyorsun? Onun sultanlığı bitti artık, çok yakında Diriliş çağı başlayacak.'

KADI SORGULUYOR

Mesihlik iddiasındaki Sabetay, acımasızlığıyla tanınan İzmir kadısı tarafından sorguya çağrıldığında, hemen herkes Sevi'nin 'kellesinin vurulacağından' emindi Ancak Sabetay'ın kadının yanından sapasağlam ayrıldığını gören müritleri, 'kadı'nın 'Bu adam Tanrı'nın meleği' dediği rivayetini yaymaya başladı.

Sabetay 1665 yılı Haziran ayının başlarında Gazze'den ayrılarak Kudüs'e doğru yola çıktı. Beraberinde giderek genişleyen bir grup vardı. Bu arada Sabetay Gazze'de kendisine eşlik etmek üzere 12 de haham seçmişti. Kudüs'e geldiğinde farklı tepkilerle karşılandı Sevi. Özellikle bazı Kudüslü hahamlar tarafından 'sultanlık hevesinde olduğu ve vergiler için toplanan yardım paralarını zimmetine geçirdiği' iddiasıyla Osmanlı kadısına şikâyet edilmişti. Sabetay Sevi sonunda 1665 yılı Temmuz ayında İzmir'e dönmek üzere yola çıktı.

GÖNÜLLÜ MUHAFIZLAR

Sabetay İzmir yolunda ilerlerken onunla ilgili haberler kendisinden önce geçeceği yerlere ulaşıyordu. Safed, Şam, Halep Sabetay'ın gelişiyle birlikte tıpkı Kudüs gibi ikiye bölünüyordu. Çok sayıda Yahudi artık Sabetay'a fazla çekince duymadan bağlanıyordu. Sabetay'ın etrafındaki kalabalık arttıkça ona karşı çıkan hahamların sesleri de giderek kısılıyordu. Pek çok haham onun Mesih olduğunu kabul ediyordu. Mesihlik hareketi o kadar ilerlemişti ki cumartesi günleri sinagoglarda okunan dualarda, Osmanlı Sultanı'nın adının geçtiği yerde artık Sabetay Sevi'nin adı söyleniyordu. 1665 yazı sona ererken Sabetay Sevi üç yıldır ayrı olduğu İzmir'e döndü. İlk üç ay ortalıkta fazla dolaşmayan Sabetay çevresini saran ve onun gönüllü muhafızları olan kalabalıkla hemen dikkatleri çekiyordu.

TABULARI YIKAN 'MESİH'

Bir süre sonra Sabetay ve müritleri ele geçirdikleri Portekiz Sinagogu'nda büyük bir ayin düzenlediler. Sabetay Sevi bu ayin sırasında Tanrı'nın söylenmesi yasak olan adı 'Yehuda'yı telaffuz etti. Aynı şeyi müritlerine de yaptırdı. Sıraya giren müritleri onun ayaklarına kapanıyor, o da onlara para ve kandil dağıtıyordu. Sonrasında abisi Elijah'ı Türkiye Kralı, kardeşi Joseph'i de Roma İmparatoru ilan etti. Karısı Sarah da 'ilk kadın peygamberdi'. Zaten ilerleyen günlerde bu paye dağıtımı giderek artacak, pek çok kişi kral ilan edilecekti. Sonraki günlerde Sabetay'ın yönettiği ayinlerde her seferinde bilinen Yahudi ritüellerinin dışına çıkılmaya başlandı. Örneğin Sabetay kadınları kürsüye çıkararak onlara Tevrat okutturuyordu. Çok geçmeden Sabetay İzmir'de tümüyle kontrolü ele aldı. Bu arada Sabetay'ın ünü beklenmedik bir hızla tüm Avrupa'ya da yayıldı.

'BEN KRALLAR KRALIYIM'

Dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudiler arasında dolaşan mektuplarda, Mesih'in sonunda geldiği ve Yahudiler'i kurtuluşa götüreceği belirtiliyordu. Bu haleti ruhiye İzmir'de doruk noktasına çıkmıştı. Öyle ki artık Yahudiler çalışmayı bırakmış herkes kendini dine vermişti. Zenginliğin bir önemi kalmadığından herkes malını rahatlıkla paylaşır olmuştu. Yahudi inancına göre bekârların cennete gitmesi söz konusu olmayacağından şehirde küçük yaştaki çocuklar evlendiriliyordu. Sabetay müritleri hafta boyunca oruç tutuyor, gece yarıları ayin yapıyor, gün doğar doğmaz kalkıp günahlarından arınmak için çırılçıplak denize giriyordu. Olayın kontrolden çıkması karşısında Sabetay'a karşı çıkan Yahudi hahamlar durumu resmi makamlara yani Saray'a şikâyet ettiler. Aynı dönemlerde diğer dinlerde de sahte peygamberler, mesihler ve mehdiler ortaya çıkmış, bunların hepsi Osmanlı yönetimi tarafından ölümle cezalandırılmışlardı. İzmir'in Hıristiyan ve Müslümanlar'ı olan biteni biraz uzaktan ama alaycı ifadelerle izliyor, Sabetay'ın sonunun da böyle biteceğini düşünüyorlardı. Saray'a kadar gelen şikâyetler nedeniyle İzmir kadısından olayın iç yüzü ve Sabetay Sevi'nin niyetiyle ilgili soruşturma yapılması istendi. Zira şikâyetlerden biri Sabetay Sevi'nin 'Ben Kralların Kralıyım' dediği ve Padişah IV. Mehmed'i tahttan indirip Osmanlı'nın yönetimini ele geçireceği şeklindeydi.

KADININ HUZURUNA ÇIKTI

Kısa süre sonra Sabetay gerçekten de İzmir kadısının yanına çağrıldı. Hemen herkes bu görüşmenin sonucunu merakla beklemeye başlamıştı. Zira kimilerine göre bu ziyaretin sonunda Sabetay'ın kellesi vurulacaktı. Ama Sabetay'ın müritlerine göre o bir Mesih'di ve böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Merakla beklenen ziyaret sonrasında Sabetay'ın hiçbir şey olmamış gibi kadının yanından sağ salim çıkması Sabetaycılar arasında mesihliğin delili olarak yorumlandı. Hatta bu konuda pek çok söylence doğdu. Buna göre Sabetay kadının karşısına geçip konuşmaya başladığında ağzından fışkıran alevler kadının sakalını yakmış, kadı ile Sabetay arasında ateşten bir sütun belirmiş, bunun üzerine dehşete kapılan kadı, 'Götürün onu buradan! Korkudan elim ayağım boşaldı, bu adam etten ve kandan değil, Tanrı'nın bir meleği!..' demişti. Diğerlerine göreyse kadı, Sabetay'ın deli ya da meczup olduğuna kanaat getirmiş ve onu cezalandırmaya gerek görmemiştir. Ancak Sabetay'ın payitahtı ele geçirme iddiası burada da sonlanmayacaktı. 1665 sonlarında İstanbul'a gitmek üzere müritleriyle birlikte gemiye binen Sabetay Sevi, yolculuğunun sonunda aynı iddiayla bir kez daha yakalanacaktı.

MESİHLİK İDDİASINDAN KOMPLO TEORİLERİNE

Sabetay Sevi'nin 1626'da İzmir'debaşlayan hayat yolculuğu, 1676 yı-lında, sürgüne gönderildiği Ül-gün'de son buldu. Bu süre zarfındaAvrupa'da, Mısır'da ve Osmanlı İm-paratorluğu bünyesinde pek çokmürit edinen, 'Mesihlik' iddiasıylabinlerce insanı etkileyen ve sayısızaraştırmaya konu olan Sabetay'ınismi, günümüzde daha çok 'komp-lo teorileriyle' anılır oldu.

ONLAR SENİ BULUR

Yüksek lisans öğrencisi Aslı Yurddaş'a konuşan bir Sabetaycı, dedesine 'Bizim gibileri nasıl tanırız?' diye sorunca şu cevabı almış: 'Onlar seni bulur...'.

Bugüne kadar Sabetaycılarla ilgili yazılar hep 'dışarıdan' kaleme alınmış, kimse onlarla yüz yüze konuşma yapamamıştı. Bunu tek başaran ise Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans yapan Aslı Yurddaş oldu. Yurddaş 'Meşru Vatandaşlık, Gayrı Meşru Kimlik, Türkiye'de Sabetaycılık' adlı yüksek lisans tezinde, topluluktan dört kişiyle yüz yüze yaptığı görüşmelere yer verdi. Yurddaş, tezinde isimlerini gizli tutarak görüşmesini aktardığı Sabetaycılardan biri olan 'Bay Y' için şunları yazıyor: Orta yaşlarda, evli ve iki çocuk sahibi olan Bay Y Selanikli. Anne baba tarafından dedeleri mübadele sırasında 1917 ve 1924 tarihlerinde Selanik'ten İstanbul'a gelmişler. Bay Y'nin annesi ve babası 1953 yılında tanışıp 1955'de evleniyorlar. Anne tarafı Selanikli. 'Babam anneme düşmüş' diye tanımlıyor Bay Y bu evliliği. O zamanlar cemaat içinde evliliklerin bu şekilde yapıldığını, gençlerin birbirlerine 'düştüğünü' söylüyor.

KAVGA BİZDE GÜNAH'

Farklı bir kimliği olduğunu çocuk yaşta fark eden Bay Y buna ilişkin şöyle konuşuyor: 'Bir eve girdiğin zaman farklı bir koku vardı. Musevi evleri aşağı yukarı aynı kokar. Bizim aile yapımızdaki evlerin kokusu bile farklıdır. Öyle abuk sabuk şeyler konuşulmaz. Hiç kavga edilmez çünkü kavga etmek günahtır bizde. 'Kavga ortamında Sehina kaçar' derler. Sehina'nın adrenalinle bağlantısı var. Onun için adrenalini ortaya çıkaracak yapıları üretmemek gerekir. Hep bir neşeli hal... Komşuda adam karısına bağırırdı, biz hayret ederdik. Çok garip gelirdi. Bir kocanın karısına bağırması hoş karşılanmaz. Bu yüzden bizim evde karı-koca arasında hiç bağırış çağırış yapılmaz.' Bu farklı kimliğin Bay Y'ye açıklanması ise 7 yaşlarındayken dedesi tarafından oluyor. Dedesi Bay Y'ye onlardan farklı olduğunu söylüyor. Bay Y bu olayı da şöyle da avaz avaz şarkı söylediğini gördüm. Oysa bu sabah herkes ölü gözüyle bakıyordu ona. İzmir'de yasayı temsil eden ve toplum düzeni için bir tehlike belirdiğinde çok sert davrandığı bilinen kadının huzuruna çağrılmıştı... Kadı yalnızca yargıç değil, valilik görevini de yapıyor. Nasıl ki Sultan, Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesiyse, kadı da Sultan'ın kentteki gölgesi. İster Türk, ister Ermeni, Yahudi ya da Rum, isterse yabancı olsun uyrukları korku içinde tutmak onun görevi. Hafta geçmiyor ki birisi işkence görmesin, asılmasın, kazığa oturtulmasın, kafası kesilmesin... Evet bu bir mucize; çünkü bu ülkede bugün gördüklerimin otuzda biri için kafalar kesilmiştir.
Son düzenleyen Blue Blood; 13 Eylül 2006 00:47 Sebep: lutfen gozleri yormayan renkleri kullanin