Arama


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #2
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  aborijen3.JPG
Gösterim: 755
Boyut:  32.7 KB

Toplumsal denetim


Bireyi toplum kurallarına uymaya zorlayan, yetişkinliğe geçiş töreniyle birlikte öğrenmeye başladığı yaptırımların belki de en güçlüsü, doğaüstü varlıklar tarafından cezalandırılma ve büyü korkusuydu.

Başlıca anlaşmazlıklar kadın, din ve ölüm konulannda ortaya çıkardı. Evli kadınların kocaya kaçması ya da evlilik dışı yasak ilişkiler kurmaları aileler arasında çatışmalara neden olurdu. En ciddi suç, kutsal yasaların çiğnenmesiydi. Ölümle sonuçlanan kazalar ve hatta doğal ölümler hemen her zaman sorun yaratırdı. Özellikle büyüden kuşku duyulan durumlarda doğaüstü güçlere de başvurularak bir “katil” bulunur ve gerekli görülürse cezalandırılırdı.

Yasaların ve düzenin korunmasından kan bağı ilişkilerine göre belirlenen yerel başkan sorumluydu. Yasaları çiğneyenler cezalandırılmadan önce, edimlerinin gerekçeleri soruşturulurdu. Barışı sürdürmek için çeşitli yöntemler geliştirilmişti. Belirli yargı organları bulunmamakla birlikte, örneğin tendi denen yaşlılar kurulu, komşu kabileler arasındaki anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapardı. Mağarada ya da maneiag diye bilinen yöntemde de, suçlanan kişi iki yana dizilmiş suçlayıcı kişiler arasından koşarak geçer ve suçlayıcıların attıkları mızraklardan biriyle baldırından yaralandığında suçlu olduğuna karar verilirdi.
Avustralya Yerlilerinde bir yaşlılar yönetiminden söz etmek doğru olmasa da, dinsel ya da kişisel konumlarından dolayı “büyükler” olarak kabul edilen kişilerin din dışı konularda da söz sahibi olduğu söylenebilir.

Ekonomik örgütlenme. Çevre koşullarına ve doğal kaynaklara bağımlılık Yerliler için yarı göçebe bir yaşamı zorunlu kılıyordu. Din ve ekonomi arasında sıkı bir bağ vardı. Nerede ne bulunabileceğine, çevredeki hayvan türlerine ve mevsimlere ilişkin bütün bilgiler dinsel öyküler aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılırdı.
Çoğu suya yakın verimli yörelerde yaşayan Yerliler yiyecek bulmak için çevredeki çalılıkları günübirlik dolaşır, akşamları ya da bir iki gün içinde geri dönerlerdi. Daha kurak yörelerdekiler ise küçük aileler halinde iyi bilinen yollar boyunca bir su kaynağından ötekine göçerek yaşarlardı.

Kuzeyde yaşayanlar ağaç kabuklarından barınaklarda, su baskınlarına ve sivrisineklere karşı yerden yükseltilmiş kulübelerde yaşarlar ve muson yağmurları sırasında mağaralara sığınırlardı. Çöllerde yaşayanlar rüzgâra karşı çalı çırpı ve dallardan siperlikler yaparlardı. İyi havalarda açıkta uyumayı yeğler, soğukta yatarken köpeklerini yanlarına alarak ısınmaya çalışırlardı. Yerlilerin dingo dışında evcilleştirdikleri hayvan yoktu; ekin de ekmezlerdi. Apış aralarını örten süsler dışında çıplak gezerlerdi.

Yerliler günlük yaşama ilişkin pek az eşya kullanırlardı. Bir yerleşimi terk ederken dibek taşlarını ve kaplarını arkada bırakırlardı. Avcılar mızrak, mızrak atıcı ve bumerang taşırdı. Ağaç kabuklarından ve içi oyulmuş kütüklerden kanoları, pandanus hasırından örülmüş yelkenleri vardı. Kadınların yiyecek ararken kazmak için kullandıkları sopalar aynı zamanda silah işlevini görürdü. Kadınlar tohum ve sebzeleri saklamak, su ve bazen de bebekleri taşımak için derin tahta kaplar kullanırlardı. Ayrıca pandanus dallarından ördükleri sepetleri vardı. Su, kanguru derisinden torbalardan ve kafataslarmdan içilirdi. Yerliler bunların dışında taştan çeşitli aletler, kemikten iğne ve makaralar yapmayı, köpekbalığı derisini de zımpara olarak kullanmayı biliyordu.

Erkekler avlanır, kadınlar ise yiyecek toplar ve bu işler ayrı ayrı yürütülürdü. Kadınların ekonomik uğraşı daha çok ailenin ve çocukların bakımına yönelikti. Erkekler için dinsel görevler ve toplumsal ilişkiler aileye karşı sorumluluktan önce gelirdi. Karşılıklı ilişkiler ve yardımlaşma ekonomik yaşamın belirleyici öğesiydi.
Yerliler mallarını kıta çapında bjr ağ oluşturan ve iyi bilinen yollar aracılığıyla takas ederlerdi. Bumeranglar, toprak boya, sedef kabukları belli yollardan geçerek kıtayı boydan boya kat ederdi.

Mal edinmenin önemli bir olay olmasına karşın, yerliler arasında kâr kavramı yoktu. Alışveriş, kişinin toplumsal ilişkilerini yansıtmak açısından önem taşırdı. Alışverişten zararlı çıkmamak verilen bir şeyin karşılığını almak demekti. Bireyin kişisel mallan üzerinde tasarruf hakkı vardı. Ama toprak üzerinde mülkiyet hakkı iddia edilemezdi.

İnanç ve estetik değerler


Avustralya Yerlilerinin totemcilik anlayışı, insanların bütün canlılar gibi doğanın bir parçası olduğu inancından kaynaklanmaktaydı. Bu totemcilik, evreni bir toplum ve ahlak düzeni olarak yansıtan bir dışavurum, doğayı bölünmez bir bütün sayan bir felsefe, toplumun değerler sistemini yansıtan bir semboller dizisi olarak tanımlanmıştır. Totem sembolleri, insanlarla efsanevi yaratıklar arasındaki halkayı oluşturmaktaydı. Efsanevi yaratıkların çoğu, çeşitli canlı varlıklardaki yaşam gücünü temsil etmeleri açısından totem niteliğini taşırlardı. İnsan ya da insan benzeri bir biçimde ortaya çıkan öteki efsanevi yaratıklar ise, çeşitli bedenlerde dolaştıktan sonra, bir dağ, kaya, hayvan ya da bitki kılığına bürünürdü.

Yerli kabilelerinin çoğunda büyük dinsel törenlere yalnızca erkekler katılırdı. Kadınlar daha çok bazı zorunlu davranışlar ve tabular yoluyla dinsel görevlerini yerine getirirlerdi. Bazı kabilelerde kadınlara özgü gizli dinsel törenler de vardı.

Kutsal törenler


estetik dışavurum için geniş olanaklar sunardı. Bunlar, çeşitli oyunlar ve karmaşık danslar biçiminde olurdu. Ayrıca corroboree denen sırf eğlenceye dönük törenler de yapılırdı. Avustralya Yerlilerinin şarkıları üç dört sözcüğün yinelenmesine dayanan ikili dizelerden, benzetmeler ve düş gücüyle süslenmiş uzun şarkı sözlerine kadar değişik biçimler alırdı. Günlük olayların anlatıldığı “dedikodu” şarkıları gibi türler de çok yaygındı. Kuzeyde çalgı olarak didgeridoo (bir tür tulumlu trampet) ve değnekler, güneyde ve orta kesimde de bumeranglar ve çeşitli çalparanlar kullanılırdı. Güneydoğuda kadınlar bedenlerine vurarak ses çıkardıkları dövünme yastıklarıyla müzik yaparlardı. Ezgiler bölgeden bölgeye büyük değişiklikler gösterirdi.
Avustralya Yerlileri arasında sözlü edebiyat çok zengindi. Kutsal mitolojik öykülerin yanı sıra, gerçek ya da uydurulmuş öyküler ve masallar anlatılırdı. Anlatıcılar öykülerini duruma göre diledikleri gibi değiştirirlerdi.

El sanatlarında her yörenin kendine özgü üslubu vardı. Düz taşlar ya da tahta parçaları üzerine oyma yöntemiyle yapılan tjurunga (kutsal eşya) sanatı, Aranda yöresinde odaklaşmıştı. Kutsal törenlerde tüy, kan ve toprak boya kullanılarak yapılan başlıklar ve vücut süslemeleri çarpıcı bir güzellik taşırdı. Arnhem Bölgesine özgü tören sırıklarında (rangga) toprak boyayla yapılmış desenler ve uzun tüy askıları bulunurdu. Tiviler mezar direkleri ve ölülerin kemikleri için özel olarak biçim verilmiş ve boyanmış tahta mahfazalar yaparlardı. Ayrıca insanları ya da efsanevi yaratıkları temsil eden ahşap heykelcikler yontarlardı.
Ağaç kabuklarından levhalar üzerine toprak boyayla yapılmış resimler, “röntgen” sanatı olarak adlandırılan ve insan ve hayvan figürlerinin iç organlarını da gösteren resimler ve çeşitli mağara ve kaya resimleri Yerli sanatından günümüze kalmış öteki örneklerdir.
Önde gelen sanatçı ya da şarkıcılar için başlıca ödül dinsel ve toplumsal statülerinin yükselmesiydi. Sanatçıdan yaşamını sürdürmek için herkes gibi çalışması ve toplumsal yükümlülüklerini yerine getirmesi beklenirdi.

Dış dünyayla ilk ilişkiler


Avustralya Yerlileri başka halklar hakkında pek az şey biliyor ve yabancı bir kültürün saldırılarına karşı koyabilecek donanımdan yoksun bulunuyorlardı. Bununla birlikte Yerlilerin doğal çevreye uyum sağlamada başarılı olduğunu ve AvrupalIlardan önce kuzeyden gelen EndonezyalIlarla ilişkiye geçerek onlardan sanat, müzik, dinsel ve maddi kültür alanında önemli öğeler kaptıklarını da belirtmek gerekir.
AvrupalIların 1788’de kıtaya gelişlerini sevinçle karşılayan ve onlara geri dönen efsanevi yaratıklar gözüyle bakan Avustralya Yerlileri, çok geçmeden sürülüp doğal kaynaklardan yoksun bırakıldılar. 1880’lere değin süren “zor yoluyla uysallaştırma” döneminde pek çok Yerli öldürüldü. Geri kalanların bir bölümü vahşi kıra sığınırken, bir bölümü de misyonerlerin “uygarlaştırıcı” çabalarına teslim oldular ya da yeni kent ve kasabaların kıyılarında küçük topluluklar halinde barınmaya çalıştılar. Büyük bir çoğunluğu da kırsal kesimde kalarak sığır çiftliklerindeki işgücünün çekirdeğini oluşturdu. Londra’daki Sömürgeler Bakanlığı’ mn İngiliz yurttaşı saydığı Yerlilerin haklarının korunması doğrultusundaki bildiriler kâğıt üzerinde kaldı.

Yerliler bu gelişmelere, dağınık çete savaşları, sığır sürülerini öldürme ve pasif direniş biçiminde tepki gösterdiler. Ama kısa zamanda tek seçeneklerinin yeni düzene uyum sağlamak olduğunu öğrendiler. Bunu bir yoksullaşma süreci izledi. Misyonerlerin ve hükümet temsilcilerinin müdahalelerine karşın, kötü davranışlar ve şiddet olayları 1940’lara değin sürdü. Beyaz ırkla kanşma sonucu saf Yerlilerin yerini melezler almaya başladı. Geleneksel yaşam biçimi kıtanın güneydoğu, güneybatı ve Ortadoğu kesimlerinde ortadan kalktı; orta ve kuzey kesimlerde ise bazı değişikliklere uğrayarak sürdü. Bazı uzak ve ıssız yörelerde eski yaşam biçimini koruyan küçük Yerli toplulukları kaldı. 1930’ların başında AvrupalIlarla Yerliler arasında bir tampon bölge oluşturmak amacıyla Yerlilere ayrılmış özel alanlar kuruldu. Bununla birlikte Yerlilerin çoğu kentlerin kenar mahallelerinde kabile ve dil açısından karışmış topluluklar olarak yaşamayı yeğlediler.

II. Dünya Savaşı sonrası gelişmeler


1940’larda başlatılan Avrupalılaştırma siyasetlerinden kuşku duyan ve buna direnen Yerlilerin bir bölümü, 1950’lerin başında
kurangara dedikleri Kimberley Dağlarına sığınma yoluna gitti. Bir bölümü ise yan- geleneksel bir temel üzerinde yeni bir topluluk dayanışması sağlamaya yönelik hareketlere girişti.
Günümüzde çağdaş Avusturalya toplumundan bütünüyle kopuk hiçbir Yerli kalmamıştır. Çoğu güneydeki kentlerde ve kırsal kesimdeki kasabalarda yaşayan Yerliler gerek görünüşleri, gerek yaşam biçimleriyle Avrupalı bir kimlik kazanmışlardır. Yurttaşlık ve oy hakkının yanı sıra, sosyal yardımlardan yararlanmakta ve içki içmelerine izin verilmektedir. Ayrıca ilk ve ortaöğrenim olanakları da geliştirilmiştir. Bu Yerlilerin çoğunluğu gene de toplumun en alt tabakasında yer almaktadır. Beyaz AvustralyalIlar arasında henüz pek kabul görmemelerine karşın, genç kuşakların tutumu gelecek için umut verici görünmektedir.
Son yıllarda Yerlilerin toplumsal gelişmesi konusunda önemli iki adım atılmıştır. 1965’te toplanan bir konferansta, eritme siyaseti yeniden ele alınarak Yerlilere yaşam biçimleri konusunda seçim yapma hakkı tanınmıştır. Ayrıca 1973’te seçimle oluşturulan ve 1977’de Ulusal Yerli Konferansı (NAC) adını alan kurumun, Yerli Sorunları Bakanlığı’na topluluğun gereksinimleri ve istemleri konusunda danışmanlık yapması kabul edilmiştir.

Günümüzde güneyde yaşayan aydın melez Yerli gruplar, eritme yerine bütünleşme siyasetinin benimsenmesini, Yerli kimliğinin AvustralyalIlardan ayırt edici bir simge olarak korunmasını istemektedirler. Kuzeyde ise Yerlilerin talepleri toprak mülkiyeti ve maden gelirlerinden pay alma noktalarında yoğunlaşmıştır. Bu alanda sağlanan bazı gelişmelere karşın Yerliler arasındaki hoşnutsuzluk sürmektedir. Yerli toplum ve kültürünün ayakta kalmış özelliklerini korumaya yönelik akımların giderek güçlendiği gözlenmektedir.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 2 Aralık 2017 22:36