"Doğa dişil, bilim erildir."
Her şey bir soruyla başladı...
"Doğa dişil, bilim erildir." Bu sözlerin sahibi, bilim
ve felsefe tarihinin önemli şahsiyetlerinden Francis
Bacon. Ancak bu düşünce Bacon'dan önce ve sonra pek çok
filozof tarafından da paylaşılmıştır. Bu yazıda bütün bu
cinsiyetçi tarihin önemli uğraklarını takip ederek izini
süren bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitabın yazarı
Evelyn Fox-Keller, kitabının adı "Sevgi, İktidar ve
Bilgi". Fox-Keller, Bacon ve yandaşlarının
psiko-analizini yapıyor ve böylelikle bilimsel
gelişmenin psiko-analitik tarihini de ortaya koymuş
oluyor. Zira, her insanın ürettiği ve ortaya koyduğu
şeyle, kendisi arasında yakından bir bağ vardır. Bu bağ
erkek bilim adamları tarafından üretilen bilim tarihi
için de geçerlidir. Bilim iddia edildiği gibi tarafsız
ya da cinsiyetüstü değildir; onu üretenlerin ruhsal
dünyalarının, açarak ifade edersek, nevrozlarının,
çatışmalarının, komplekslerinin bir yansımasıdır! Kitap
bu basit ama alabildiğine yıkıcı (!) iddiayı açık
delillerle ortaya koyuyor. Açık delillerle diyoruz,
çünkü Fox-Keller tam da o erkek dünyasından, yani bilim
dünyasından, bilim adamlarının arasından geliyor:
Fox-Keller bir bio-fizik matematikçisi olarak uzunca bir
zamandır sürdürdüğü işinden hiç bir şekilde memnun
değildi. Fakat bu süre boyunca yine de fizik yasalarının
doğruluğuna tamamıyla ikna olmuş bir insan olarak
yaşadı. Günlerden bir gün (Newton'nun elması gibi bir
şey!) Fox-Keller'in aklına şöyle bir soru takıldı:
"Bilimin varoluşu hangi ölçüde erkek tasavvuruyla
bağlıdır? Ve eğer böyle olmasaydı, bu bilim için ne
anlama gelirdi?" Bu soru üzerine yaptığı ilk
araştırmalar bile onu bilim söyleminin kendisinden şüphe
etmeye götürdü: Yine bir gün, bilim tarihi uzerine
araştırmalarını sürdürürken, profesörü Fox-Keller'e ne
gibi ilerlemeler kaydettiğini sorar. Fox'un cevabı
kitabının da bir özetidir: "Üzerine bilgi edindiğim
yenilikler kadınlar değil aksine erkekler ve onların
bilimidir". Fox-Keller'in "kadın araştırmalarına" yeni
boyutlar kazandıran bu kitabı, modern bilimin
gelişmesini felsefi, bilimsel, tarihsel ve
psiko-analitik boyutlarıyla ele almaktadır. Ben bu
yazımda daha çok tarihsel ve felsefi boyutlarını ele
alacağım.
PLATON'UN BİLGİ KURAMINDA AŞK VE CİNSELLİK
Platonun felsefi düşüncelerini tarihselliği bağlamında
ortaya koymanın önemli olduğunu düşünüyorum. Platon
akşam diyarının -abendland: batı dünyası anlamında-
ruhbilimsel tarihinde, bilgiye varmada sistematik bir
biçimde cinselliğin dilini kullanan ilk yazardır. Onun
kullandığı cinsel dil doğrudan bilenin diğer bir bilenle
(bunların ikisinin de erkek olduğunu anlıyoruz) olan
ilişkisini, birbirlerine yakınlaşmasını (bu aynı zamanda
cinsel bir yakınlaşmadır) açıklamaktadır. Ayrıca kendi
cinsel metaforları için yeni açıklamalar gerektiren bir
takım felsefi fonksiyonlar da koymaktadır Platon. Bir
çok Yunan düşünür ve bu arada Platon için de, doğa ve
ruh , ortak bir töz dolayımıyla birbirine bağlıdır ve
yine aynı zamanda bu ortak tözel çerçeve içindeki
farklılıklarla birbirinden ayrılmaktadır. Platon'un
düşüncesinde ruhun ve dünyanın ortak bir özelliğine
işaret eden gelen "logos" kelimesi, bu ikisi arasındaki
(ruh ve dünya) kavramsal bağlantıyı da yansıtmakta ve
ispatlamaktadır. Bu iki-anlamlılık, "rasyonel"
kavramının "logos" kelimesinin bulanıklığını
(Ambiquität) alıp çoğaltması sonucu bu kavram dahilinde
de devam etmektedir . Eski Yunan düşünürleri fiziksel
doğayı anlamın bir dışyüzeyi, bir atıf olarak (Attribut)
resmeylemişlerdi. "Onlar doğanın keşfine o denli
dalmışlardı ki, hiç bir zaman görünebilenler (ì
söylemek) ile (kendi) görüşleri arasında bir başkalık
olduğunu ayırdedemediler. Logos (öznenin) aktif(liği)
anlam(ın)da değerlendirme içine almaktır, objektif
anlamda ise nesnel dünyanin somutluğunu (şeyleri), yani
belirleneni, (şeyi) olduğu gibi görmektir."
Platon yıkıcı güçlerin akıldışı eylemlerine karşı
bağışık olacak bir bilgi kuramı bulmayı kendine görev
edinmiştir. Bu kuram akla aşkınlığı (Transzendenz)
sağlayacak ve aynı zamanda bunun (aşkınlığın) karşıtı
tarafından -Immanenz- (akıl) tehlike altında -kontrol
edilecek veya- bulunacaktı. Platonun bu soruna getirdiği
radikal çözüm, bilginin asıl nesnesinin zaman ve
maddeyle belirlenmiş alanın dışında izah edilmesi
zorunluluğudur: Doğanın araçsallığına son vermek ve ruhu
bedenin esirliğinden kurtarmak: Hakikate, temizliğin
zenginliğine ve mutlak oluşa -sein- erişebilmek. Bu
zenginliğe erişebilmek için ruhun gözünü maddeden başka
yöne değil aksine temiz bedenin zenginliğine çevirmesi
ve onun ötesini görmesiyle mümkündür. Peki ölümcül bir
bedende bulunan ruh gerçeğe giden yolu nasıl bulabilir?
Bu soruya Platon'un cevabı; "Ruh eğer Eros tarafından
yönlendiriliyorsa, bilgiyle karşılaşacaktır. Eğer bir
erkek bu algılanan dünyadan hareket eder ve yukarıya
giden yolu ve hissettiği sevgiyi doğru kullanırsa (...),
o zaman hedefine çok yakındır ve ebedi güzelliği
("hakiki iyiyi") görmeye başlayacaktır." Cinsel istek
sevgiyi ve sevgi de bilgiyi öne çıkaracaktır. Ancak
burada bilginin temel problemi Eros'un resminde de
yansımaktadır: Tabii ki her cinsel istek sevgiyi ve her
sevgi de bilgiyi yaratmamaktadır. Ruh Eros tarafından
iki yöne doğru zorlanır. Bu yönlerden biri akıl ise
diğeri de tutkudur. Platon bu (biri pozitif öbürü de
negatif olan) yönsemeleri homoseksüel ve heteroseksüel
arasındaki ayrım içersinde tanımlamakta ve devam
ettirmektedir; bedensel üremeye bağlı olan heteroseksüel
cinsel istek aşkınlığa -Transzendenz- ulaşamaz! Bu
yüzden Platon için bilgi, akraba (erkek olmak
bağlamında) tözlerin tanrısal bağlantılarının bir
ürünüdür. Burada erkekler arasındaki sevgiyi
kastetmektedir. "Varlığın zenginliği için anlamlı olan
Eros: Homoseksüeldir". Fiziksel istekleri (üreme isteği)
tarafından sarılmış bir erkek Platon'a gore: "Dört
ayaklı çiftleşmek isteyen ve çocuk isteyen bir hayvandan
farksızdır." Platon için tek elverişli model yetişkin
bir erkek (Erastes: Sevgili sahibi) ile yine aynı sosyal
statüden gelen daha genç bir erkek (Eromenos: Sevilen)
arasındaki ilişkidir. Fakat aynı dönemde Atina'da
kadınlar arasındaki cinsel ilişki gormezlikten
gelinmiştir. Antik Yunan'da kadınları ve hiç bir hakka
sahip olmayan erkekleri (Plebsleri), pasif konumda
cinsel haza ulaşan kişiler olarak vazolara oyulmuş
resimlerde görebiliriz. Platon'un epistemolojisi,
kosmolojisi ve aşk modeli hiyerarşik bir biçimde kendini
ortaya koymaktadır. Fakat Fox-Keller`e göre, Platon'un
pederastik (erkekler arası eşcinsel) aşkı kendi içinde
bir hiyerarşi barındırmasına rağmen bir hakimiyet
içermemektedir. O, Yeni Taslak'ta bilgi(ye ulaşabilmek)
için öne surduğu erotik metaforlarla, kapalı bir erkek
ağının (bu çerçeve içindeki erkek varoluş biçiminin)
uyesi olamayanlara karşı kurulmuş bir hakimiyet
ilişkisini tanımlamaktadır. Platon Homoeros-aşk üzerine
uzun uzun kuramlar ve yeni kavramlar oluştururken
homoseksüel kadınlara (Tözel akrabalık tanımlamasının
tutarlı-mantıksal devamı olan lezbiyenlere, lezbiyen
ilişkiye) ilişkin hiç bir şey söylememektedir. Aşk
yaşamından dıştaladığı sadece (heteroseksüel) kadınlar
(ya da erkekler) olmayıp, aynı zamanda homoeros zevkin
peşinden giden ve kendisinin överek göklere çıkardığı,
bilgi kuramında tanrısallaştırdığı "tözel akrabalık"
(eşcinsel ilişki, üremeye yönelik olmayan ilişki) bağını
kuran kadınlar da dıştalanmaktadır: Platon' un tezinin
bu tek taraflı uygulayımıyla tanrısallaşmayı belirli bir
varoluş şeklini paylaşan erkeklere atfettiğini, daha
doğrusu onların bilgi kuramını yapmış olduğunu
goruyoruz. Bu anlamda tözel akrabalıkla elde edilen
bilgi (sevgi) de daha çok "erkek akrabalığının" bilgisi
(sevgisidir). Peki Platon için neden kadınlar aşkınlığa
ulaşamaz? Her şeyden once bir kadın lezbiyen olsa bile,
sadece kadın olduğu için "potansiyel olarak bedensel
üreme tehlikesi" oluşturmaktadır. Bu "tehlikeyi"
oluşturan kadının, kendi doğasındaki doğurganlığa karşı
çıkma olasılığı da azdır. Kısaca özetliyecek olursak:
Heteroseksüel veya homoseksüel kadınlar doğurgan
oldukları için bedensel üreme görevinin baskısı
içindedirler, bu doğada onların vazgeçilmez varoluşudur.
Kadın "hayvani isteklerle" kuşatılmıştır . Dolayısıyla
aşkınlığa yani bilgiye erişemez. Platon`un bedensel
üremeyi sadece hayvanlara has gördüğü ve doğaya saygı
duyduğunu iddia edip, doğanın bir parçası olan kadınları
ve onların aşklarını görmezlikten geldiği, "onursuz bir
aşk" sonucu doğmuş olduğunu öne sürdüğü, annesiyle kendi
kurduğu ilişkiyi yok sayan, yani sonuç olarak Platon'un
kendi varoluşunu açıklayamayan, çelişkilerle dolu bu
teze (ve Platon'a) bilimadamlarının "platonik" bir aşkla
bağlandığının açıklaması; belki de bu tezin içindeki
erkek akrabalık ilişkilerinde gizlidir.