Feminizm ve Erkeği Sevmek!?
Yakın çevremdeki erkekler, kendimi feminist olarak tanımlayabilme cesaretini gösterdikten sonra beni eskisinden farklı bir yere koymaya başladılar; mesela yeni bir grubun içine girip insanlarla tanışırken “bu da Yasemin, feministtir dikkatli konuşun” gibi cümlelerle karşılaşmaya başladım. Kadın erkek herkese bu cümleyle tanıştırılırken karşımdakilerin bana o dakikadan sonra ‘normal’ yaklaşamayacağını gözlerden okumak zor değil, nitekim o şekilde tanıştırıldıktan sonra ben bile kendime göre normal olamıyorum; sessiz sakin otururken birden etraftan dikkatle incelendiğime dair aldığım sinyallerle hareketlerim değişiyor.
İlk başlarda çok kızdığım bu tür tepkilerin daha sonra insanların feminizmin gerçek tanımını bilmemelerinden kaynaklandığını anladım. Bu sebeple her seferinde, erkeklerin topluca ölümünü planlamadığımı, en büyük hayalimin onları eve hapsederek ev işinde ve çocuk bakımında bana yardım etmesinin benim egomu müthiş tatmin edeceği düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunlar bu konuda bilgi sahibi olmayan insanlara zamanla yerleştirilmiş yanlış önyargılardı.
Feminizm her şeyden önce erkek düşmanlığı değildir ve feministler kadın-erkek eşitliğinden erkek yaparsa kadın da yapmalıdır düşüncesini çıkarmazlar.
Peki, nedir feminizm? Yüzyılı aşan bir tarihi olduğu için feminizmin tabii ki farklı ekollerden çeşitli tanımları var ama en çok kullanılan haliyle feminizm; toplum içersinde kadınların konumunun erkeklere kıyasla eşit olmadığını kabul ederek, kadınlar açısından dezavantajlı olan bu durumu, fırsatlardan daha eşit yararlanabilmek için kadınların lehine değiştirme çabasıdır.
Erkekler genelde bu tanımdan sonra şu şekilde bir çıkış yapabiliyor:
“Kadınlar bizim toplumumuzda eşit olmaz olur mu canım, ben karıma eşit davranıyorum. Bizim ülkemizde kadın erkek ayrımı yoktur, hatta bizim ülkemiz kadına seçme ve seçilme hakkını veren dünyadaki ilk ülkeler arasındadır.”
Peki, mecliste 526 erkek arasında kaç kadın var? Dahası nüfusun yarısının kadın olduğu bir ülkede 3216 belediye başkanı erkek, 19 tanesi kadınsa 35 milyon kadının temsilinde bir problem yok mu demektir? Ayrıca, erkekler bu eşit olmayan temsil durumunda kadın sorunlarını ve ihtiyaçlarını kendi problemleri gibi mahallelerde, belediyelerde veya mecliste dile getirmeye çalıştıklarını iddia da edemezler, çünkü çoğu insan, özellikle de kadınlar buna inanmaz.
Kadınlar feminist hareketle bugün geldikleri noktaya çok ağır bedeller ödeyerek ulaştılar ve feminizm kavram olarak hala var olabiliyorsa bu; toplum içinde kadın-erkek arası eşitsiz ilişkilerin devam ettiği kadar, kadınların da bunu değiştirme çabasının sürdüğünü gösterir. Geçtiğimiz yıl Türk Ceza Kanunu’nda kadın haklarıyla ilgili maddelerde yapılan değişikliklerin feminist avukatlar sayesinde gerçekleştirilmiş olması ve bugünlerde “Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)” üzerine Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle beraber New York’ta sunulan rapor Türkiye’deki kadın hareketine verilecek son örneklerden sadece birkaç tanesi olabilir.
O halde feminizmin derdini doğru anlatmak, ve bilmeyenler veya yanlış bilenleri düzeltmek için yeniden söylenmelidir ki; feminizmin karşı durduğu erkekler değildir, feminizmin karşı durduğu ve değiştirmeye çalıştığı kadınları baskı altında tutmaya çalışan erkek egemen sistem ya da ataerkil sistemdir. Kadınlar toplum içinde çoğu zaman isteyerek seçtikleri için değil, sadece kadın oldukları için kendilerinden ‘doğal olarak’ yapılması beklenen alışkanlıkları ve de sorumlulukları genellikle sorgulamadan kabul etmek durumundadır. Feminizm bütün bu (ataerkil) beklentilerin tarihsel süreç içinde yerleştiğini, yani doğal olmadığını ve değişebilecek birikimler olduğunu açıklar.
Genelde doğal kabuller olarak kemikleşmiş ataerkil davranışlar hem ev içi gibi özel alanlarda hem de sokak, market, işyeri gibi kamusal alanlarda kadınları sürekli bir kontrole tabi tutar. Kadın her daim namusunu kollamak, kolladığına çevresine göstermek, gerekirse kanıtlamak ve de bunları günlük yaşantısı içinde sürekli tekrar etmek durumundadır. Eve giriş-çıkış saatleri, sürekli görüştüğü insanların cinsiyeti, oturuş şekli-edebi, eşi ve çocuklarına karşı gerçekleştirdiği sorumluluklar sürekli teste tabi tutulur. Kadın üzerindeki bu kontrol sadece erkekler değil, bu erkek egemen yapıyı içine sindirmiş, içselleştirmiş ve bu eşitsiz sistemin bir parçası haline gelmiş kadınlar tarafından da yapılmaktadır. Yani ataerkil sistemi devam ettiren sadece erkekler olmadığı gibi, acıdır ki, kadınlar da bu sürece dahil olabilir. Örneğin kadınlar akraba ağırlamaları, kocaya hizmet ve annelik sorumluluklarını kendisinden beklendiği gibi kuramazsa, destek görmek yerine, ailenin diğer kadınları tarafından toparlanması veya daha ‘iyi bir ev kadını olması’ için uyarı alabilir. İşte bu, ataerkilliğin tehlikeli bir biçimde kadınlar tarafından da içselleştirilmesidir.
Öte yandan son yıllardaki erkek yazarlar, daha da net göstermiştir ki ataerkil sistem sadece kadını değil, farklı biçimlerde erkeği de ezmektedir. Kadının yanında veya toplulukta ağlayamayan (ya da kesinlikle ağlamaması gereken) erkekler, ev içi disiplini bozmamak için çocuğuyla karısı gibi yakın diyalog kuramamakta, sürekli baskın ve de yalnız olmaya zorlanmaktadır. Eve ekmek getirmek, aile adına yanılmaksızın doğru kararlar vermek, kötü durumlarda yıkılmamak ve aile namusunu korumak erkeğin omuzlarına doğuştan yüklenmiş sorumluklar arasındadır. Öyle ki, cinsel ilişkinin başarısı tek taraflı bir misyon olarak erkeğe yüklenirken “iktidarsız” gibi bireysel güveni yerle bir eden kavramlar erkek egemen yapının başarısızlığa tahammülü olmadığını gösterir. Bu düşüncenin kadını cinsel ilişkide tamamen isimsiz ve de etkisiz bıraktığı ise hemen fark edilmeyecek kadar ‘normal’ gözüküyor.
Erkeği farklı biçimlerde etkilese de ataerkil sistemin kadınlar için daha çok baskı alanı oluşturduğu göz ardı edilemez bir gerçek. Alışılagelen ezberleri yıkmak lazım; erkek fedakarlık göstermezse yuvayı sadece dişi kuş mutlu veya sağlıklı yapamaz. Yuvayı sadece dişi kuş yapar demek bile erkeğin aileyi bir arada tutmak için kadın kadar çaba göster(e)meyeceğini baştan kabul etmektir.
Feminizmin göstermeye çalıştığı kadın erkek arasındaki iş bölümünün, toplum ve aile içinde eşit dağılmadığıdır. “Özel alan [evin içi] politiktir” sözü bu anlamda feministler için çok şey ifade eder. Baskılardan uzak, kadın erkek eşitliğinin daha çok gerçek olduğu bir toplumda yaşamak arzu ediliyorsa, bu sadece kadınları eğiterek veya kalkındırarak değil erkekleri de bu değişim sürecine dahil ederek mümkün olabilir.
Tüm bu bahsedilen sebeplerden ötürü feminizm erkekleri sevmeye engel değildir. Bununla birlikte erkeklerden cinsiyetleri sayesinde toplumda kendiliğinden sahip oldukları avantajlı konumu, kadınlara karşı baskı aracı olarak kullanmamalarını talep etmek ve eşitsiz oluşan ilişkileri erkeklerle birlikte dönüştürmeye çalışmak, bu sevgiyi daha da güçlendirecektir.
alıntı:tr.net_kadın