Arama


Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Temmuz 2011       Mesaj #64
Avatarı yok
Yasaklı
Uzay Çalışmalarının Düşündürdükleri
21 Nisan 1961'de Rus kozmonot Yuri Gagarin Vostok aracıyla uzaya çıkan ilk insan oldu. Aradan geçen kırk yıl zarfında NASA misyonları çerçevesinde Ay'a birkaç defa ayak basıldı, aletli bilimsel deneyler yapıldı, dünyadan kumanda edilen kalıcı ölçüm cihazları yerleştirildi, toprak ve kaya örnekleri getirildi. Sovyetler Birliği tarafından Mir uzay istasyonu kuruldu ve çeşitli ülkelerden bazı bilim adamları aylarca, bazıları bir yıldan fazla süreyle burada kaldı. Uzay bilimci astronot ve kozmonotlar birçok defa uzay yürüyüşü yaptılar. Mars'a insanlı uzay yolculuğu konuşulmaya başlandı. Çeşitli ülkeler tarafından telekomünikasyon, meteoroloji, tarım, arkeoloji, jeodezi gibi bilimsel amaçlı sivil ve askerî insansız uzay araçları ve uydular yörüngeye bırakıldı. Dünya atmosferinin yolaçtığı handikapları aşmak için Kâinat'ın derinliklerine uzaydan gözlem yapacak Hubble uzay teleskobu yukarıya gönderildi.

Bu arada soğuk savaş bitti. ABD ve Rusya'nın uzay programları bazı değişikliklere uğradı. Masraflı uzay çalışmalarının yükünü ABD, Rusya, Avrupa başta olmak üzere bu konuya ilgi duyan ülkeler birlikte paylaşma eğilimi göstermeye başladı. ABD'nin öncülüğünde dünya yörüngesinde başlatılan ve hâlen devam eden Uluslararası Uzay İstasyonu Alfa'nın inşasına çeşitli ülkeler belli yüzdelerle katılıyorlar.

Peki ama, özellikle gelişmiş ülkeler uzaya neden bu kadar ilgi duyuyor? Uzay çalışmaları salt araştırma konularının ötesinde bir amaç da taşıyor mu? En azından, bunların sembolik bir mânâsı var mı? Tarım, meteoroloji, jeodezi ve haberleşme gibi doğrudan yararı görülen uydu çalışmaları bir yana bırakılacak olursa, uzay araştırmalarına önemli bütçeler ayrılması, alınan sonuçlara değiyor mu? Mir uzay istasyonu örneğinde görüldüğü gibi, Dünya'nın koruyucu atmosfer tabakasının ve manyetik kalkanının dışında, uzaydaki çekimsiz ortamda aylarca, yıllarca kalmak insanın beden ve akıl sağlığını, psikolojisini nasıl etkiliyor? Mars'a yapılacak insanlı uzay yolculuğu ne gibi mahzurlar taşıyor?

Bu sorular uzun zamandan beri tartışılıyor ve bizim gibi, olan biteni sadece dışarıdan seyretmekle yetinen, Alfa Uzay İstasyonu projesine bile katılma cesareti gösteremeyen ülkeler için belki ilk bakışta pek önem arzetmiyor. Fakat uzay, Mars yolculuğu gibi tartışmaya açık projeler bir yana, hem oraya hâkim olanların dünya dengelerinde oynayacağı rol, hem de kozmik anlamda bizim dünya görüşümüz için büyük önem arzediyor.

Uzaydaki İnsanın Sınırları
Yer: Mir Uzay İstasyonu, Tarih: 25 Haziran 1997
Malzeme taşıyan insansız bir destek gemisi Dünya'dan ayrılır ve Mir uzay istasyonuna doğru yol alır. O günlerde Mir'in kumandanı Vasily Tsibliyev ümitsiz bir hâlet-i ruhiye içindedir; gelen modülü yanaştırmaya çalışır. Mir'deki diğer iki personel, Amerikalı astronot Mike Foale ve Rus kozmonot Sasha Lazutkin bilmektedir ki, kumandanları Tsibliyev bitmiş tükenmiş vaziyettedir. Zihin sağlığı dört aydan daha fazla bir zamandan beri bu garip araç içinde yaşamanın verdiği stresle bozulmuştur. Mir'in neredeyse bütün dış kaplamasını yiyip bitiren bir yangınla karşılaşmıştır. Çok yorucu tamirat günleri bezdirmiştir. Yine bir Amerikalı olan Foale'in selefi Jerry Linenger'le ağız kavgası yapmıştır; ayrıca uyku düzeni de bozulmuş durumdadır. Dünya'dan durumu idare etmeye çalışan Rus psikologlar Tsibliyev'in yıpranmış, sinir hastası olmuş ve çöküntüye girmiş olduğu düşüncesindedirler.

Destek gemisi görüş alanına girdiğinde birdenbire herkes geminin rotadan çıkmış olduğunu farkeder. Tsibliyev kontrol panelinde durumu düzeltmeye çabalar, fakat roket saniyeler zarfında Mir'in Spektr modülüne çarpar. Çok kıymetli oksijen uzay boşluğuna dağılmaya başlar. Lazutkin Spektr'da meydana gelen deliği tıkamak için atılırken Foale Mir'in kaçış modülünü çalıştırır. Kontrol panelinin başındaki Tsibliyev batan bir geminin kaptanı gibi sersemlemiş vaziyettedir; Dünya'daki yer kontrol istasyonuna haber gönderir: "Herşey iyi gidiyordu. Destek gemisinin durduk yerde neden hızlanmaya başladığını bilmiyorum. Problemi gidermeyi başaramadım." Neyse ki durum hayatî tehlike arzetmediğinden, hemen Dünya'ya dönmeleri gerekmez.

Amerikan Millî Havacılık ve Uzay Dairesi, NASA, uzay aracını kullanırken soğukkanlılığını asla kaybetmeyen elemanları seçse ve meselâ Apollo 13 ekibinin kurtarılmasında görüldüğü gibi, aracın ihtiyat kısımları için bile karbon dioksid filtresi tasarlayan dâhi mühendisler çalıştırsa da, NASA'nın tecrübeleri de üçten fazla astronotu birlikte iki haftadan daha fazla süreyle uzaya bırakamayacak kadar sınırlı. Mars misyonu gibi uzun mesafeli uzay yolculukları konusunda ise NASA şöyle düşünüyor: Artık bizim için önemli olan sadece "doğru malzeme" değil. Mars'a ulaşabilecek gelişmiş bir uzay aracı tasarlayıp inşa etmek işin sadece başlangıç kısmını oluşturuyor. Esas mesele, astronotların psikolojik analizini yapabilen ve onları çıldırmaktan koruyan küçük bir bilgisayar tasarlamaktır. Aslında bu hiçbir zaman yeterli olmayacak bir tedbirdir.

Mars yolculuğuyla ilgili uyarıların büyük kısmı Mir uzay istasyonunda aylarca kalan astronotlardan geliyor. Mir'e 1995'de giden ilk Amerikalı astronot Norm Thagard yerine getirdiği misyonun en zorlu kısmının psikolojik sıkıntılar olduğunu belirtiyor. 1996'da altı ay süreyle Mir'de kalan bayan astronot Shannon W. Lucid, uzun süreli uzay uçuşları için önemli olan hususun çok gelişmiş bir teknolojiyle uzay aracı inşa etmek değil, birlikte çalışabilecek bir mürettebat seçmek olduğunu vurguluyor.

Son Mir astronotu Andy Thomas ise, aylarca küçük bir mekana hapsolmuş durumda kalan bir astronot grubunun psikolojik problemlerini çözmek için yoğun çaba gösterilmediği takdirde, "misyonun başarısızlığa uğrayacağını" söylüyor. Rus kozmonot Valery Ryumin de "eğer iki insanı iki aylığına bir kabin içine hapsederseniz, cinayet için gereken şartları sağlamış olursunuz" diyor. Bir psikolog olan NASA'nın uzay tıp bölümü yöneticisi Mark Shepanek, "ailenizle birlikte, aylar sürecek bir yurt içi seyahate çıktığınızı varsayın" diyor. "Aracınızdan çıkamıyorsunuz, hatta pencerelerini bile açamıyorsunuz. Banyonuz ve yiyecekleriniz aracınızın içinde. Yol boyunca vuku bulabilecek problemleri düşünün!"

Tabii ki bir Mars yolculuğu çok daha uzun ve daha gerilimli olacak. Toplamı üç yıl civarında bir zaman alacak olan misyonun dokuzar ayı gidiş ve gelişte, bir buçuk yılı ise Mars yüzeyindeki çalışmalarda geçecek. Buradaki "aile" kırklı ellili yaşlarda bulunan bilim adamları ve pilotlardan oluşacak (bunlar, astronotluk için en uygun ortalama yaşlar). Mürettebatın kaç kişiden oluşacağı konusundaki en yaygın tahmin "yedi" olarak beliriyor. Uzay gemisi bir arabadan büyük olacak fakat Boeing 747'den daha büyük değil; kaldı ki, aracın büyük kısmı yakıt, erzak ve diğer levazımata ayrılacak. Astronotlar kırmızı gezegene ayak bastıktan sonra bir parça gezinme imkânı bulacaklar, fakat bu, deniz kenarındaki yürüyüşler gibi olmayacak. Temiz hava yok, açık havada yemek yok. Ayrıca astronotların birbirlerinden uzaklaşmaları da mümkün değil. Kemik ve kas erimesinden dolayı, sözgelimi ayağı kırılan bir astronot ne yapacak? Kırığın düzelmesi Dünya'daki gibi mümkün olacak mı?

Mars astronotları Ay'ı geçer geçmez en uzun yolculuğa çıkmış insanlar olacaklar. Kırmızı gezegene indiklerinde ise Dünya'dan 398 milyon kilometre kadar uzaklaşmış olacaklar. Bu daha önce tecrübe edilmemiş bir uzaklık. Meselâ burada Thomas'ın Mir'deyken favori eğlencesi olan Dünya'nın değişen yüzlerini seyretmek gibi bir şansları olmayacak. "Orada sadece simsiyah bir boşluk olacak. Görülecek bir Dünya olmayacak. Sadece bir benek." Bu arada, haberleşmedeki gecikme 40 dakika kadar olacak ve astronotların aileleri hakkında tek bilgi alma yolu elektronik posta ve sesli haberleşme olacak. Ev özlemleri had safhaya ulaşacak. "Mir'deyken biliyorduk ki, birkaç saat içinde Dünya'ya inebilirdik." diyor Thomas, "fakat onlar için böyle birşey sözkonusu olmayacak."

Bu streslerle başa çıkmanın anahtar faktörlerinden biri, ekip üyelerinin birbirlerinden olabildiğince farklı olmasıdır. OPS-Alaska şirketinden sosyolog Marilyn Dudley-Rowley yakın zamanda hem Rus ve Amerikan uzay uçuşlarını hem de Antarktik ve Arktik bölgelerde gerçekleştirilen bilimsel keşif gezilerini incelemeye aldı. Dudley-Rowley yaptığı analizde, benzer kişilerden oluşan gruplarda heterojen gruplara göre daha fazla problem çıktığını belirledi. Uzun mesafeli yolculuklarda farklı özgeçmişlere sahip kişilerin benzer geçmişe sahip olanlara göre birbirlerine anlatacak daha fazla şeyleri oluyor. Thomas, Mir'deyken kendisinde ekip arkadaşlarından Rus kültürü ve dilini öğrenme arzusu uyandığını söylüyor.

Baylor College of Medicine'den JoAnna Wood Antarktika'daki dört araştırma istasyonunda çalışan grupları her yıl inceliyor. Ekip üyeleri standart hâle getirilmiş uzun bir kişilik testiyle haftalık anketleri cevaplandırıyorlar. Sorulardan bazıları, "Takım arkadaşlarınız sizin düşüncelerinizi ne ölçüde dinliyor?" veya "Bazı veya bütün ekip üyelerinden dolayı kendinizi yorgun hissettiğiniz oluyor mu?" şeklinde. Wood'un çalışması ideal bir Mars ekibinin farklı kişiliklerden oluşması gerektiğini ortaya koyuyor: "Bir kriz durumunda sorumluluk alabilecek kâbiliyette en az bir (fakat birden fazla da değil) kişi düşündüm. Ekip üyelerinin duygusal ihtiyaçlarına göz kulak olacak, yapısı itibariyle herkesin danışabileceği bir kişi düşündüm. Her bir üyenin bu özellikleri taşımasını istemiyorum.

Aksi takdirde kimse birşey yapamaz." Wood, Mars ekibindeki her ferdin hayata mizahî açıdan bakabilen, nükteden anlayan kişiler olması gerektiğini düşünüyor: "Yolculuk sürprizlerle dolu olacak. Dolayısıyla, kesin beklentileri olan kişiler işi şakaya vurma yeteneği gösteremezler."

Antarktika gruplarındaki davranışları inceleyen California Üniversitesi'nden (San Diego) tıbbî antropolog Lawrence Palinkas da aynı düşüncede: "Ünlü ve dışa dönük kişiler sessiz, kanaatkâr ve kendisiyle barışık kişiliklere göre depresyona ve ruh sıkıntısına çok daha eğilimlidirler." Palinkas'ın araştırma sonuçları, NASA'nın geçmişte uyguladığı "ideal test pilotu" arama düşüncesinin Mars yolculuğu için geçerli olmayacağını gösteriyor.

Bu misyonda herşeyi karmaşık hâle getiren önemli bir psikolojik faktör daha var: ölüm korkusu. 1997'de Mir'de bulunan astronot David Wolf şunları söylüyor: "Aracınızın sizi uzay boşluğundan ayıran çeperlerinin ne kadar da ince olduğunun akla gelmesi zor değildir." NASA'nın uzay psikolojisi çalışmalarında koordinasyona yardımcı olan Pennsylvania Üniversitesi'nden psikolog David Dinges ise, "Ölüm endişesi her durumda herkes için strese yolaçabilen psikolojik bir sebeptir" diyor. Bir Mars yolculuğunda uzay kapsülüne meteor çarpmasından oksijen tankında patlama olmasına, güneş panellerinin iyi çalışmamasından uzay yürüyüşü yapan astronotun hayatî tehlikeyle karşılaşmasına, hatta bir kalp krizine kadar, ölümü hatırlatan birçok acil durum sözkonusu olabilir. Peki bir astronot geç belirti veren bir hastalığa yakalanırsa veya orta yaşta beklenmedik bir manik-depresyon gelirse ne olur? Uzay gemisinde, Uluslararası Uzay İstasyonu gibi bir eczahane bulunacak fakat bu yeterli mi? Dengesi bozulmuş bir astronot misyonun geri kalan kısmında nasıl götürülecek?

İronik olan husus, astronotların akıl sağlığını korumaya yönelik nihaî tedbirin bir bilgisayar programı olarak düşünülmesidir. Aslında insan ruhunun ve şuuraltının derinliklerinde uzman psikiyatristlerin bile çözemediği karmaşık dalgalanmalar ve çözümsüzlükler olduğu biliniyor. Yine de Dartmouth Üniversitesi'nden fizyolog Jay Buckey ve klinik psikologu James Carter NASA için, her astronotun zihin sağlığını izleyen, kullanılacak ilaçlarla ilgili tavsiyelerde bulunan ve tedaviye yönelik uygulamaları planlayan bir program hazırladılar. Uzayda önemsiz sayılabilecek zihnî problemler bile tehlike arzedebildiğinden, program hemen cevap verebilme kâbiliyetinde olmalıdır. Gemide tedavi için birisi bulunsa bile, o da ekip üyeleri gibi aynı streslerle karşı karşıya kalabilir.

Dinges, astronotların psikolojik durumları hakkında ipucu veren belirtileri bir psikologun okuyabilmesi gerektiğini söylüyor. Bilgisayarlar kan basıncı, kalp ritmi, ter bezi faaliyeti ve solunum gibi doğrudan ipuçlarını hâlen izleyebiliyor. Araştırmacılar tükürükteki kortizol hormonu seviyesini ölçerek stresin kontrol edilebildiğini keşfetmiş bulunuyorlar. NASA önümüzdeki yıllarda, depresyon, anksiyete, tükenmişlik ve hatta hafif sinir rahatsızlıklarının işaretçisi durumundaki hormon ve proteinleri araştıracak.

Dinges, Pennsylvania Üniversitesi'nden bilgisayar bilimcisi Dmitris Metaxas ile birlikte bilgisayarlara insan çehresinde hiddet, üzüntü, sinir hâli ve diğer duyguları tanımayı öğretiyor. Dinges bilgisayara belli bir işaret dilini daha önce öğretmiş. Her insanın işaret dili hafif farklılıklar gösterdiğinden, her insanın çehresi duyguları biraz farklı şekilde kaydediyor. Yine de bunun bir sınırı var; insanın ruhunda çok küçük nüanslarla ve anlık olarak meydana gelen, arka arkaya gelip geçen, fakat daha sonra davranışlara önemli yansıması olan değişimler tecrübeli uzmanlar tarafından bile peşinen tam anlaşılamazken, bunları bir bilgisayarın anlamlandırması mümkün değildir.

Dinges insan gibi konuşma terapisi yapacak bir bilgisayar hazırlamanın iki zorluğu olduğunu söylüyor: birincisi, her ne kadar dili gerçekten anlamasa da, bilgisayarın anlıyormuş gibi görünmek zorunda olmasıdır. Söylenenler karmaşık olsa bile, birisi mantıksız birşey söyleyinceye kadar bilgisayar zeki görünebilir, fakat sonra bu yürümez. Çünkü esas problem insanın mantıklı konuştuğu durumlardan ziyade, ses tonundaki küçük değişimlerle kendini belli eden kinayeli veya mantıksız sözler söylemeye başlamasıyla ortaya çıkmaktadır. Bunların bilgisayara öğretilmesi ise imkânsız derecede zordur. İkinci zorluk, terapist bilgisayarı, astronotların nazarında güvenilir gözükmesi için zâhiren "duyguları olan" birisi gibi göstermektir.

Her ne kadar araştırmalar insanların bilgisayarları duyguları olan varlıklar gibi kabul edebileceklerini gösteriyorsa da, sinirlerin gerildiği veya duyguların boşalma ihtiyacı duyduğu belli bir andan sonra makinenin insandan tekme yemesi işten bile değildir. Sonuçta insanı bu dünyada sebepler planında ancak bir insan (o da belli bir dereceye kadar) anlayabilir, çok iyi anlasa bile, onun da ne ölçüde yardımcı olacağı belli değildir.

NASA'dan psikiyatrist Flynn bilgisayarların uygulayacağı duygu tedavisini astronotların kabul edeceğine pek inanmıyor, fakat "en azından mümkün olabilir" diyor ve ekliyor: "Zaman zaman hepimiz güvensizlik duygularımızı askıya alırız. Sinemaya gitmemizin sebebi de budur. Tabii ki, bu gerçek bir tedavi değildir ve mevcut problemi de gidermeyecektir." Fakat birçok psikolog ne sinemanın ne de bilgisayarın ilaçla uyutma anlamına gelmediğini ve esas meselenin de mevcut problem olmadığını söylüyor. Onlara göre Tsibliyev annesi veya babasıyla olan ilişkilerinin hayat boyu onu sıkmasından dolayı Mir'de tükenmiş değildir. Mir'de içine düştüğü kötü durum, evinden uzakta dar bir yere hoşlanmadığı bir astronotla tıkılıp kalmasından ve sürekli ölüm tehdidi altında yaşamasından dolayıdır.

Aslında insanın ruh ve kalp tarafını sağlıklı şekilde keşfetmesini sağlayacak enstrümanlara sahip olmayan Batı dünyasında bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bu konulardaki problemler çözümsüz kalmaya mahkum gözükmektedir. Meselâ biz tecrübeyle biliriz ki, bizim dünyamızda insanın Yaratıcı'nın emirlerine inanarak ve uyarak anne-babasına karşı hayat boyu saygı ve vefa hisleriyle dolu yaşaması, onları üzmemesi, sürekli dualarını alması Allah'ın rahmet ve inayetini celbeden, dolayısıyla kişide itminan hâsıl eden, zor zamanlarında ona güç veren bir durumdur. İnsanın hayattaki bütün bağları sağlıklı ve güçlü olmaları nisbetinde hayır ve bereket sebebi iken, özellikle yakın çevresine ve diğer insanlara şefkat kanatlarını açamayan insanların yalnızlığa mahkûm oldukları görülmektedir.

Uzay Programlarının Hedefi
Sonuçta, "Bütün bunları yapmaya değer mi?", "Mars'a gidilmese ne olur?" gibi kamuoyunun soracağı yalın soruların cevabını vermek aslında NASA için çok kolay değil. Mars misyonu bir yana, pratik faydası olacağına inanılan Alfa Uzay İstasyonu için bile benzer sorular sorulabilir. Alfa projesinde önemli yeri olan Avrupa Uzay Ajansı (ESA)'nın en güçlü üyesi Fransa'da yüksek sesle sorulan bazı sorular şunlar: "Yıllardan beri yukarıda yapılan deneyler, edinilen tecrübeler neye hizmet etti ve edecek?", "Alfa İstasyonu uzayın fethi için ne getirecek?", "Hükümetler başımızın 500 kilometre üstünde neyin peşinde?", "Bugün istasyon inşa etmek ve uzaya insan göndermeyi sürdürmek haklılığı ortaya konmuş bir hareket midir?", "1982'den Mir'in emekliye ayrıldığı 2001'e kadar kalp-damar fizyolojisi, sinir sistemi, embriyon gelişimi, yerçekimsiz ortam, akışkanlar fiziği ve kompleks sistemler mekaniği gibi konularda deneylerin yapıldığı bu misyonların sonunda ne elde edildi?".

Fransa'nın 1996'da Rusya'ya 16 milyon dolar civarında bir para ödeyerek Mir'e iki haftalık bir çalışma için gönderdiği Fransız astronot Claudie André-Deshaye, "Alfa esas olarak stratejik ve politik sebeplere dayanmaktadır" diyor. Avrupa Uzay Ajansı'nın Fransız yöneticilerinden Roger Bonnet ise "Alfa projesi bilim için bir ideal değil" diyor ve ekliyor: "Uluslararası bir işbirliğinin sonucu olan projenin nihaî gayesi özellikle siyasidir". Fransa Millî Uzay İncelemeleri Merkezi'nden Richard Bonneville, "Uzay İstasyonu siyasidir; bilim ise İstasyon'u, oradaki programların bir anlam kazanması için kullanacaktır. Çünkü tek başına bilimsel bir deney uzayda Dünya'ya göre on kat, uzay programı çerçevesinde yapıldığında ise yüz kat daha pahalıya mâlolmaktadır. Programın bütününe göre deneyler mütevazi kalmaktadır" itirafında bulunuyor.

Avrupa Uzay Ajansı başlangıçtaki toplam tutarı 100 milyon doları bulan Alfa projesine katılma gerekçelerini dört sayfalık bir raporla açıklarken, İstasyon'un uzayda komple bir bilim enstitüsü olacağını, bilimsel ve teknolojik araştırma çalışmaları, ayrıca Dünya ve diğer gök cisimleri üzerinde yapılacak gözlemler için bir üs görevi göreceğini belirtiyordu. Fakat Alfa bunun için ideal bir araç gibi gözükmüyor. Çünkü Dünya'ya çok yakın; yeryüzünden yansıyan kızıl ötesi ışıma, gün ve gecenin birbirini takip etmesi gözlem şartlarını bozan iki önemli sıkıntı kaynağını oluşturuyor.

Astronotların çok rahat kalabilecekleri bir yer de değil. Sürekli olarak cihazların çalışması, ayrıca astronotların hareketleri ve hava akımları bile titreşime yolaçıyor ve bu da malzemelerin katılaşma fiziği için bir engel teşkil ediyor. İstasyon'un metalürji açısından pek bir şey vâdetmeyeceği de uzun zaman önce anlaşılmıştı. Her ne kadar çekimsiz ortam bizim yeryüzünde gerçekleştiremediğimiz hafif ve aynı zamanda dayanıklı alaşımları yapmamıza imkân verse de, bu çok marjinal kalıyor ve gerçekçi değil, çünkü çok pahalıya mâloluyor. Akışkanlar fiziği çalışmalarının da dünya için bir faydası yok; bu konuda Mir'de yapılan deneyler Alfa'nın havalandırma ve hayat destek sistemlerinin daha iyi yapılması için yol gösterici olacak sadece. Sonuçta bilim Ay'ı fetheden Apollo misyonlarında olduğu gibi, Alfa Uzay İstasyonu'nda da ikinci sınıf yolcu statüsünü koruyor.

Soğuk savaş döneminde doğmuş olan uzay endüstrisi bugün şartlar değişmiş olduğundan, deyim yerindeyse, kendisine yeni bir varlık sebebi icat etmeye çalışıyor. Bunu da artık uluslararası işbirliğiyle yapabiliyor. Uluslararası Uzay İstasyonu, Alfa, önce inşa ediliyor, ardından, "nasıl olsa bunun bir şekilde faydasını görürüz" deniyor (veya bu çok da önemsenmiyor). Her ne kadar ABD Füze Kalkanı projesinin gerekliliğini hararetle savunsa ve son terör olaylarından sonra uzay ağırlıklı savunma ve güvenlik politikalarında haklı olduğunu vurgulama fırsatı yakalamış olsa da, Uzay İstasyonu ve Mars yolculuğu gibi pahalı projelerin çok fazla inandırıcı olmadığı görülüyor.

Dünyamız Ne Kadar Emniyetli Bir Sığınakmış!
İnsan, üstünde koruyucu bir atmosfer ve manyetosfer tabakasının, altında sağlam bir zeminin ve yerçekiminin, çevresinde havanın ve suyun bulunmadığı uzay boşluğunda, doğru dürüst beslenemediği, sindirim sisteminin iyi çalışmadığı, kemik ve kaslarının eridiği, günde ortalama 8 defa göğüs röntgeni çekilmiş gibi radyasyona maruz kaldığı, akciğerlerinde daha fazla aerosol birikiminin görüldüğü, yerçekimi olmadığından beyin ve şuur fonksiyonlarındaki karışıklığın görme illüzyonlarına yolaçtığı, vücuttaki akışkanların göğüs ve baş kısmına hücum ettiği, boyun damarlarının şiştiği, kendi içinde fazla sıvı hisseden vücudunun bunları dışarıya atarken istenmediği halde kalsiyum, kan plazması ve elektrolitleri de kaybettiği, kırmızı kan hücresi üretiminin azaldığı, kansızlığın başladığı, bacaklarının kısaldığı, böbreklerinde taş oluşumunun hızlandığı, uyumak için bile kendisini bir yere bağlama gereği duyduğu, geniş bir mekan imkânı sunmayan küçük bir uzay istasyonu veya uzay aracı içinde seyahat etmeyi göze alıyor, karşılaştığı bütün bu handikapları aşmak için arayışa giriyor ve sonuçta yeni teknolojiler geliştiriyor.

İçine sürekli olarak belli oranda oksijen gazı verilen, solunum sırasında bırakılan karbondioksid gazını tutan, misafirlerine dünya ile sesli ve görüntülü haberleşme imkânı sağlayan, elektriğini büyük oranda güneş panelleriyle temin eden, dünya çevresindeki yörüngesinde saatte 27 bin kilometre hızla dönen, acil durumlarda Dünya'ya dönmek için yedeğinde küçük kaçış kapsülü bulunduran bir uzay aracı yapmak insan için gerçekten önemli bir başarı olarak kabul edilebilir. İnsanın Kâinat'ta kendisine musahhar kılınan madde ve kanunları keşfedip kullanarak geliştirdiği bir teknoloji bu.

Diğer yandan, bir uzay aracında beş-altı kişiyle birlikte aylarca yolalmak, yol arkadaşlarıyla arasındaki fıtrat uyuşmazlıklarını problem hâline getirmek, sürekli ölüm korkusu ve dünyaya dönememe endişesi duymak, Dünya'dakinden çok farklı ve bıktırıcı bir diyete mahkum kalmak...vs. Böyle zor bir imtihandan geçmek de kolay değil. Bunun gerçekten gerekip gerekmediği de tartışılabilir. Fakat planlama aşamasında bile açıkça görülen ve planlayıcıların da görmesi gereken hakikat şu ki, dünyamız ne kadar da geniş, rahat ve mucizevî bir ev! Ne kadar emniyetli, korunaklı, harika bir yurt! Ne kadar çeşitli ve zengin bir hayat ve hesaba gelmez nimetler var burada! Ve neden uzay gemisinde korkular duyuyoruz da, koca dünya gemisinde korkuları aklımıza bile getirmeden güven duygusuyla yaşıyoruz? Uzay çalışmalarından bu gibi dersler de alıyor mu acaba işin içindeki insanlar, kurumlar ve toplumlar? İlmi ve kudreti heryere hâkim olan, çok Merhametli ve Yüce bir Yaratıcı'nın insana ne denli halim ve lütufkâr davrandığı hakikatini ilim yoluyla bu kadar açık görebilme, hissedebilme şansını değerlendirebiliyorlar mı acaba?

Yıllarca anlatılan anekdotun tersine, Rus kozmonot Yuri Gagarin'in uzaydaki ilk seyahatten döndüğünde "Yaratıcı'nın kudretini gördüm" anlamında bir ifade kullandığını aktarıyor Muhammed Kutup. Fakat daha sonra âmirleri Gagarin'den bunu tekzip eden bir beyanda bulunmasını istiyorlar. Soğuk savaşın sona ermesiyle eski Sovyetler'i daha yakından inceleme fırsatı bulan bazı bilim tarihçileri de Gagarin'in kozmonotluğu bırakmak ve sivil pilotluğa geçmek istediğini, yetkililerin buna izin vermediğini, Gagarin'in genç yaşta ölümünün de uçaktan aşağıya atılması sonucu olduğunu belirtiyorlar. Keşke uzay çalışmaları Yüce Yaratıcı'nın ilim ve kudretini daha farklı bir açıdan müşahade etme şansı bulan insanları insafa getirse.

İnsanlık bugün ulaşmış olduğumuz aşamadan sonra tabii ki uzayı terketmeyecek. Hedefi ne olursa olsun, birçok ülke kendisine uzayda daha fazla ve etkili bir yer edinmeye çalışacak. Temennimiz odur ki, bütün bu gayretler insanların yararına, dünyanın barışına ve toplumların birbirlerini daha iyi tanıyıp dostluk kurmalarına hizmet etsin, ve bu sürece, Yaratıcı'ya inanma hususunda ihsan nimetine erdirilmiş, iyi niyetli, derinlikli ilim adamları öncülük etsin. Bir başka deyişle, Yüce Beyan'ın birçok yerinde karşılaştığımız "Göklerde ve Yer'de ne varsa Allah'ındır!" ifadesi karşısında ürperen, "Kullarından Allah'a karşı gerçek anlamda ancak ilim adamları haşyet duyar" ifadesiyle burnunun direği sızlayan ve ağlayarak secdeye kapanan vicdanlar...

ABD, Mars çalışmalarıyla hedefinin Güneş sistemindeki gezegenlerin ve bir bütün olarak sistemin oluşum şartlarını anlamak olduğunu açıklamıştı. Fakat 1997 Temmuz ayı ortalarında NASA, 2011 yılı için öngörmüş olduğu insanlı Mars misyonunu iptal ettiğini, mevcut teknolojinin böyle bir çalışma için henüz yeterli olmadığını duyurdu. Fakat sonraki yıllarda gerek Mars yüzeyindeki araçların tespitleri, gerekse alınan fotoğraflar kırmızı gezegende hayat emaresi olduğu şeklinde değerlendirilince 2000'lerin başında NASA'yı yine insanlı Mars yolculuğunun heyecanı sardı.

Uzayda İnsan Sağlığı Sorunu
ABD eski başkanlarından Bush Nisan 1990'da, otuz yıla kadar astronotların Amerikan bayrağını Mars üzerine dikeceklerini öngörürken, herhalde, bir ay önce AAAS'ın (Amerikan Bilimde İlerleme Derneği) New Orleans'daki yıllık kongresinde uzayda insan sağlığı konusunu tartışmış olan tıp uzmanlarının vardığı sonuçlardan haberdar değildi. Uzayda insan sağlığı açısından tehlike arzeden faktörler şu şekilde belirlenmişti :

a) Kozmik Radyasyon

Yerküre'yi kozmik etkilerden bir kalkan gibi koruyan manyetosfer ve atmosferin dışına çıkılmasından dolayı maruz kalınan kozmik radyasyon, insan sağlığı açısından tehlike arzeden birçok rahatsızlığı beraberinde getiriyor ve, Bush'un gösterdiği, siyasî iddia yanı ağır basan bu hedefin önüne ciddi engeller koyuyordu. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Francis Moore'a göre, uzaydaki radyasyon, astronotlar eğer yeterli ölçüde korunmazsa kanser riskini artırabilmekte ve ciddi hastalıklara yolaçmaktadır. Güneş patlamaları gibi beklenmedik olaylardan korunmak için gereken etkin kalkanlar henüz yapılmamıştır. NASA'dan Franck Martin ise, esas problemin Mars olduğunu belirtmektedir: "Neresinden baksanız, en hızlı yolculuk sekiz ay alacaktır.

Bu sırada bir güneş patlaması sonucu astronotun aldığı yüksek enerjili tanecik radyasyonunun dozu onaltı saatin sonunda 10 rem'i geçecektir. Oysa bugün amerikan hükümetinin kabul ettiği sınır yılda 0,5 rem, nükleer tesislerde çalışanlar için ise 5 rem'dir." Sonuçta, astronotların uzaydaki radyasyona karşı korunmasını sağlayacak bir çözüme henüz ABD bile yakın değil.

Kozmik radyasyonun etkisini anlamak için NASA, uzay şartlarında yaklaşık altı yıl tuttuğu 12 milyon domates tohumunu bir üniversite programı çerçevesinde 4 milyon öğrenciye dağıttığında radyasyonun yolaçtığı endişe doğrulanmış oldu. Oklahoma Üniversitesi'nin hazırladığı bir raporda, bu tohumların toksik olabileceğinin ve bu örneklerden elde edilmiş farklı domates jenerasyonları üzerinde sürdürülen deneyleri durdurmak gerektiğinin altı çiziliyordu. Aslında bazı mutasyonlar ikinci veya üçüncü nesil ürünlerde ortaya çıkmalıydı. Fakat buna rağmen altıbin üniversite hocası daha ilk nesil tohumlarla ilgili olarak NASA'ya şüphelerini rapor ettiler.

Aşırı dozda kozmik radyasyona maruz kalma dışında Mars yolculuğunun diğer önemli handikapları çekimsiz ortamda uzun süre bulunma, uzun bir yolculuk yapma, asteroid ve meteorit yağmuruna maruz kalma riskinin yüksek olduğu (Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağının hemen yakınında bulunan) bir gezegene gitme, şeklinde sıralanabilir.

b) Çekimsiz Ortam

Çekimsiz ortamın insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri önemlidir. Uzay yolculuklarında gerek uykusuzluk, gerekse diğer sağlık problemleri açısından astronotların başına gelecekleri yüzyıllar önce tahmin eden Kepler, onların narkoz ve afyon yardımıyla uyumalarını tavsiye ediyordu. Gerçekten de uyuşturucular uzay çağının başlamasıyla birlikte kullanılmaya başladı. Sovyet uzay gemisi Soyuz 29'da geçirilen hayata dair 1979 tarihli bir raporda, Vladimir Kovalenok ve Aleksandır Ivantchenkov'un bu ihtiyacı hissettiklerini görüyoruz : "Progress adlı yörünge modülünden malzemeleri boşaltmak ve sistemi çalışır halde tutmak vakitlerinin büyük kısmını alıyordu. Fakat sürekli çalışıp yorulmalarına rağmen Kovalenok ve Ivantchenkov uykuya dalamıyordu. Ivantchenkov peynir takviyesi Proress'e ulaşıncaya kadar kilo kaybetti; kulak ağrıları vardı ve bunu alkollü bir içecek yardımıyla tedavi ediyordu. Her ikisi de migrenden çekiyorlardı, ta ki, havalandırma sisteminde büyük bir bahar temizliği yapmaya karar verinceye kadar".

Aralık 1988'de Vladimir Titov ve Musa Manarov uzayda 366 gün süren bir yolculuktan sonra Dünya'ya geri döndüklerinde, kas liflerinin zayıflamış, kemiklerinin de daha kırılgan bir hal almış olduğu görüldü. Her iki kozmonutun boyu birkaç santimetre uzamıştı ve ayak bilekleri % 15 oranında küçülmüştü.

Astronotların sağlığına dair detaylı (tıbbi) raporların rahatça elde edilememesinden dolayı mikrogravitenin (uzaydaki sıfıra yakın yerçekiminin) memeliler üzerindeki etkisini değerlendiren raporlara gözatmak gerekmektedir. 1987 Ekim ayında, uzaydaki bir sovyet uydusunda geçen sadece oniki günden sonra öğreniyoruz ki: "Farelerin kol kemiği % 40 daha kırılgan hale geldi ve omurgalarının sertliği % 27 oranında azaldı. Kas lifleri arasında sıvı birikti. Kalp kasındaki mitokondri bozulmuştu ve kasların boyu kısalmıştı. Kandaki antikor ve lenfosit T oranı değişmiş, bu durum bağışıklık sistemini zayıflatmıştı. Kolesterol ve trigliserid düzeyleri artmış, buna karşılık testislerin boyu ve sperm üretme hacmi azalmıştı."

Uzay programları için titizlikle seçilmelerine ve uzun süreli ön hazırlıklara tâbi tutulmalarına rağmen bazı astronotların, fiziksel zayıflama sebebiyle vaktinden önce Dünya'ya dönmek zorunda kalmaları, uzun süreli insanlı uzay misyonlarının o kadar kolay gerçekleştirilemeyeceğini gösteriyor.

1982'de Salyut 7'nin yeni komutanı Yuri Malichev uzaydan griple dönmüş ve dahası, uzay aracında bir kalp rahatsızlığı geçirdiği anlaşılmıştı. 1985 sonbaharına gelindiğinde ise, meslektaşları tarafından kayıtsız, yorgun, işine hiçbir ilgi göstermeyen ve saatler boyu pencereden dışarıya sabit nazarlarla bakan bir kişi olarak tanımlanmıştı.

Aynı dönemde, Victor Savinyk ve Alexandre Volkov, yerdeki kontrol ekibine fizik kondisyonlarında bozulma olduğunu bildirmişlerdi. Yer ekibi görevin derhal sona erdirilmesini emretti. İstasyonu terkeden ve dönüş aracına geçen üç kozmonot dünyaya döndüler ve 21 Kasım'da kar altında paraşütle iniş yaptılar. Vladimir Vassioutine acilen hastaneye kaldırıldı.

Bir başka kozmonot Alexandre Laveikine'in 1987'de Mir uzay istasyonundan getirilip tıbbî gözetim altına sokulması gerekti.

Görünüşte uzay yolculuğundan sıkıntı duymamış gibi görünen astronotlar bile sedye üzerinde hastaneye taşındılar, çünkü hiçbiri ayakta duracak halde değildi. Kapsülden çıktıklarında eğer ayakta durmaya çalışsalardı hemen baygın düşeceklerdi. Hastanede günlerce, hatta haftalarca doktor ve psikologların gözetiminde tedavi gördüler.

Ağustos 1988'de, kozmonot Anatole Levtchenko'nun Mir yörünge istasyonundaki misyonunu takiben sekiz aydan daha kısa bir zaman sonra ölmesi, doktorların ifadelerine rağmen, diğer astronotların sağlıklarıyla ilgili olarak beraberinde bazı şüpheleri getirdi :

Doktorlar Levtchenko'nun ölümünün, onun uzay misyonuyla hiçbir şekilde ilgili olmadığını ileri sürdüler. Onlara göre, kozmonotun dönüşünde yapılan analizler, onun uzay ortamına rahatlıkla adapte olduğunu gösteriyordu. Resmi olarak belirtilen ölümüne yol açan ağır hastalık izleyen günlerde beyin tümörüne dönüşmüştü. Ne olursa olsun, bu tümör belirlenmeseydi bile, Levtchenko'nun yirmi yıllık deneme pilotluğu ve kozmonotluk kariyeri sırasında düzenli olarak tutulan detaylı sağlık raporlarına rağmen şu soru sorulmaya değerdi: Sovyet uzay programında belirlenmemiş sağlık problemlerinden muzdarip başka kozmonotlar var mıydı? Tabii, bu sorunun cevabının 1990 öncesi Sovyetler Birliği'nde bulunması mümkün değildi. Fakat bu sorun sadece Sovyet Mars programı için değil, MİR ve gelecekteki uzay yörünge istasyonları için de ciddi sonuçlar doğurabilecektir.

Eğer Levtchenko'nun 1987 Aralık ayındaki istikameti MİR değil de Mars olsaydı, kozmonot yolculuk sırasında ölecek ve bu da muhtemelen misyonun başarısız kalmasına sebep olacaktı. Aynı şekilde eğer Malichev, Vassioutine ve Laveikine'nin hedefi Mars olsaydı, uzayın şartlarına uyum konusunda yaşadıkları güçlükler felakete yol açacaktı.

Sonuçta, öngörülen insanlı Mars misyonları bugün için tehlikeli projeler olmaktan öteye gidememektedir. Tıbbi raporların gösterdiği gibi, astronotların sağlığı uzayda geçen dört-altı aydan sonra çok bozulmaktadır. Bu şekilde en az sekiz ay sürecek bir yolculuktan sonra astronotlar Mars'a indiklerinde en azından fiziksel durumları oldukça kötü olacaktır. Oraya varınca, ne kendilerini sedye üstüne yatırıp hastaneye götürecek bir sağlık ekibi, ne de yolculuk sonrası bir ev istirahatı imkanı bulamayacaklar. Haftalar, hatta aylar boyunca çok elverişsiz bir ortamda çalışmak zorunda kalacaklar ve yine sekiz ay sürecek bir başka zahmetli yolculuk için gemilerine binerek hareket etmek zorunda kalacaklar. Tabii herşey yolunda giderse. Eğer aksi olursa, yani ölümle sonuçlanabilecek bir durumla karşılaşılırsa, özellikle Amerikan kamuoyunun bu sonuca nasıl bir tepki göstereceğini, bunun Beyaz Saray'ı ve NASA'yı nasıl güç durumda bırakacağını tahmin etmek zor değil.

Diğer Sorunlar

Uzay yolculukları sırasında başka problemlerle de karşılaşılabilecektir. Bilim-kurgu yazarlarının, Rus araştırmacıların ve NASA'nın ciddi olarak üzerinde durmayı ihmal ettiği bu problemlerin başında, özellikle çok gelişmiş teknoloji ürünü ekipmanların amortismanı sorunu gelmektedir. Bugün Rus uzay istasyonu MİR'de bulunan cihazların yarısının çalışmadığını ve istasyondaki elemanların bilimsel deneyler yapmak yerine, vakitlerinin büyük kısmını, bozulan malzemeleri tamir etmekle geçirdiğini öğreniyoruz.

Amerika'nın insanlı Mars projesinden vazgeçmesinin altında böyle bir saikin yatması kuvvetle muhtemeldir. Zaten uzayın imajı, Mars'ta hayat olabileceği fikrini yeniden gündeme getiren muhtemel bakteri fosillerinin keşfine ve Pathfinder misyonuna kadar ABD'de değer kaybediyordu. 1989'da New Scientist dergisinin gerçekleştirdiği bir anket, nüfusun sadece % 3'ünün uzayın keşfini İkinci Dünya Savaşı'ndan beri en büyük bilimsel başarı olarak gördüğünü ortaya koyuyordu (bu oran 1985'de % 17 idi).

Bilimsel araştırma fonlarının tahsisiyle ilgili olarak ise, yaklaşık aynı oranda insan uzayın keşfinin öncelikli olması gerektiğini düşünüyordu ; bu, dört yılda % 5'lik bir ilgi azalması demekti. Ankete katılanların % 38'i, uzay araştırmalarına yönlendirilen bütçenin azaltılması veya sınırlandırılması gerektiğini savunuyordu. Oxford Üniversitesi dış incelemeler bölümünden bir ekip benzer sonuçlar elde etti: kendilerine soru sorulanların % 43'ü, hükümetin bu alanda çok fazla para harcadığını düşünüyordu. Sadece Milli Savunma için yapılan silahlanma sahasındaki araştırmalar yüksek bir meblağ tutuyor.

ABD'de uzay uçuşlarına karşı olan kitle muhtemelen fazla kalabalık değil, fakat yine de, paranın havaya savrulduğu gibi genel bir hoşnutsuzluk gözleniyor. Sözkonusu miktarlar astronomik rakamlara ulaşıyor. Mart 1990'da NASA, Mars misyonunun otuz yılda 541 milyar dolar tutacağını hesaplamıştı. Kongre'nin bir yıllık bütçeyi oylaması ve izleyen yılları reddetmesi muhtemeldi. Fakat aradan geçen zaman zarfında NASA bir engelle karşılaşmadı. Özellikle 1984'de Antarktika'da bulunan ve Mars'tan geldiği sanılan meteoritler üzerinde 1996 yılında yapılan elektron mikroskobu çalışmaları sırasında fosilleşmiş bakteri kalıntılarına benzeyen yapılara rastlanmasından sonra, Mars misyonları için ek ödenek çıkartılması teklifi Kongre'den ve yönetimden hemen destek gördü.

Getirilen tenkidlere karşı her ne kadar NASA, Mars projesinin maliyetinin fert başına düşen ortalama millî gelirden sadece birkaç sent götürdüğünü söyleyerek kendisini savunsa da, bu hesap mantığı doğru gözükmüyor. Çünkü gelir düzeyi ortalamanın çok altında olan, hatta hiçbir geliri bulunmayan on milyonlarca işsiz ve evsiz Amerikan vatandaşının problemlerine kalıcı çözümler getirme açısından uzay projeleri için ayrılan milyarlarca dolar önem arzediyor.

İnsanlı uçuşlara muhalefet ne sadece daha iyi bir ev sahibi olmak isteyenlerden, ne de politikacılardan geliyor; uzaya insan gönderilmesini bilimsel bakımdan haklı kılacak pek az argüman olduğunu düşünen bilim camiası da giderek karşı çıkıyor. Buna karşılık Mars misyonları dünyadaki bazı temel araştırmalara ayrılan fonların azaltılmasına yol açıyor.

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından 1986'da Strasbourg'da düzenlenen, Avrupalı altı astronotun katıldığı insanlı uçuşlar konusundaki bir sempozyum öncesinde, Fransız Bilim Akademisi'nin uzay araştırma komisyonu, lafı gevelemeden sarfettiği bir rapor yayımladı. Komisyon şunları söılüyordu : Avrupa ülkelerinin tasarladığı insanlı uçuşların temel gerekçesi, tamamen Avrupa'ya ait araçlarla uzaya insan gönderebilecek güce sahip olduğunu göstermektir...

Bazı gözlemler uzayda gerçekleştirilen deneylere bağlı olmasına rağmen, raporda, çoğu zaman bu gözlemlerin dünyada laboratuvar şartlarında veya otomatize bilgi düzenleyicileri kullanılarak mükemmelen yapılabileceği belirtiliyordu. Ayrıca uydular, oldukça elverişsiz bir ortamda yörüngede hareketi yaptıklarından, bunların korunmasıyla ilgili olarak insanların ne yapabileceği de yeniden sorgulanmaktadır.

Bu bilgilerden sonra ortaya iç açıcı bir durum çıkmıyor. Gerçekte, astronomik miktarlara varan ve devlet bütçelerini zorlayan paraları insanların daha temel meselelerini gidermek veya bu sorunlarla ilgili uzun vadeli araştırmalarda değerlendirmek yerine kuru bir iddianın ispatlanması adına harcamak, bilimin ne ölçüde politize edilebileceğini gösteren çarpıcı örnekler olarak karşımızda duruyor.

Kaynaklar;
- Gimpel J., (1992) - La fin de l'avenir. Seuil, Paris.
- Weed, W.S., 2001 - Can we go to Mars without going crazı? Discover, Maı.
- Henarejos, P., 1996 - L'homme doit-il abandonner l'espace? Science & Vie, Août.
- Lucid, S.W., 1998 - Six months on Mir. Scientific American, Maı.
- Wassersug, R.J., 1999 - Life without gravitı. Nature, vol 401, October.
- Clarke, A., 2001 - Beıond gravitı. National Geographic, Januarı.
- Long, M.E., 2001 - Surviving in space. National Geographic, Januarı.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:06