Arama


TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #1486
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Küçük yalnızlıkları severmisiniz


Gün ışığı çadırların üzerine düşünce, sessizlikten sıkılıp vadileri görmek için dışarı çıkıyorum. Hava serin ve hiç rüzgar yok. Ur Kekliklerinin sesine yönelip görmeye çalışıyorum; kayaların üzerinde siyah noktalar gibi yer değiştiriyorlar.
Göllerin ters yüz ettiği dünyayı izliyorum sabahın soğuğunda. Güneş dağların kuytuluklarını aydınlattıkça, gitme zamanın geldiğini anlıyorum. Tepelerdeki karın tutsaklığından kurtulan su, ağzından köpükler saçan atlar gibi koşuyor gürültüyle. Sabah kahvaltısında, günlerdir süren yolculuğun beni nasıl değiştirdiğini düşünüyorum. Kendimi hapsettiğim suskunluktan kurtulamıyorum.
Yüküm git gide hafifliyor, göllerin sularının boşaldığı şelalenin yanından vadi boyunca yaylaya doğru iniyoruz. Gürültüyle akan suyu defalarca geçmemiz gerekiyor. Çiçekli Yayla’ya yaklaştıkça ısı iyiden iyiye artıyor. Orta sırtta çobanların kurduğu yayla evine yönelip selamlaşıyoruz. Hoş beş, kadınlar işlerini bırakmadan keçi peyniri yapmaya devam ediyorlar. Kimsin, nesin faslının sonunda sohbet koyulaştıkça, önümüze konulan sehpanın üzeri bal, kaymak, peynir, tereyağı ve taze ekmekle donanıyor.
Çocuklar evin atını oyuncak olarak seçmiş “Bir şey yapmaz mı? ” “Yapmaz yapmaz, bir gözü kör zaten çok uysaldır. Geçen sene yük taşırken düştü gözüne ot battı kör oldu, vurmaya kıyamadık”.
Evin şişman hanımı içeride yayık yayıyor, sohbetlerin konusu yaşamın ne kadar zor olduğu... Çalışma ve sohbet hiç durmuyor.
Tıka basa edilen kahvaltıdan sonra vedalaşıp ayrılıyoruz. Çiçekli Yayla’da seyyar satıcılarla karşılaşıp Vahap’ı soruyoruz, kimseyi görmedik diyorlar. Kamyonet uzaklaşırken tavanındaki hoparlörden sebzeci çağrısına karışmış tulum ezgileri yayılıyor. Sis yoğunlaştıkça görüntüler silikleşiyor, sadece sesler kalıyor. Ot biçenler, dereler, çocuk bağrışmaları, kadınların dedikoduları garip bir şarkı gibi yayılıyor sisle birlikte. Ellerini kalçalarının üzerinde birleştirip iki büklüm yürüyen yaşlı kadın bize yolu tarif ediyor. “Çeşmeyi geçtikten sonraki patikaya girin orası daha kısa sizi yaylaya çıkarır uşağum yükünüzde çok ağır galiba”. Çeşmenin yanındaki dik yamaçtan tırmanıyoruz yol patikalara bölünüyor. Örümcek ağı gibi her yöne giden küçük yollar var, haritayı çıkarıp Baş Yayla’ya çıkan yolun son virajına tekrar kavuşuyoruz. Çevredeki büyükbaş hayvanların boyunlarına takılı süslerin ne olduğunu merak ediyorum. “Kars’ta biz de takardık, koruyucu muska onlar”, ‘Hadi canım sende hayvanların muskası mı olur? ”, “Var tabi”, “Ne yani,süt muskası mı? ”. Konuşma uzadıkça yol kısalıyor, sisin derinliklerinden gelen motor gürültüsü gittikçe yakınlaşıyor. Seyyar manav yanımızda durup terazisinin kefesini yolda görüp görmediğimizi soruyor. Biraz sebze almak istiyorum,motoru susturup aracından iniyor;
-Domates alalım
-Kaç kilo
-Kilo değil,üç dört adet
-Olmaz en az bir kilo
-Neden peki
-Hakkınız geçer.


Soğan,domates,biber,biraz şeftali alıp yolumuza devam ediyoruz. Sislerin arasından gelen insan sesleri yaylaya iyice yaklaştığımızın gösteriyor. Önümüzde birden beliren evin önünde küçük bir kızla rastlaşıyoruz. Ufacık tefecik küçük bir kuş gibi,saçları iki yanda iki örgü,küçük bir yüzü kocaman bir sesi var. Yaylanın adını soruyorum Baş yayla: gözlerinden evin önünde beliren annesinden güç aldığını anlıyorum. Koca memeleri ve kocaman kalçalarıyla bir kadın yukarıları işaret ediyor, yayla yukarıda.
Küçük kız ben sizi götüreyim mi? Götür hadi.
Sislerin arasından taştan yapılmış evlere doğru gidiyoruz.
Kime gideceksiniz? Özlem ablaya mı?
Özlem yaylaya uğrayan gezginlerin uğrak noktası.dünya iyisi bir dost,arkadaş.
Evlerin önlerinde iş yapan yaşlı kadınlarla selamlaşarak Özlemin evine doğru yöneliyoruz.
Yayla evlerinin duvarları koruyucu tılsım(muska) olduklarına inandığım şekillerle süslü. Küçük kız çok bilmiş bir edayla onların define haritası olduklarını açıklıyor.
Buralarda büyük bir define varmış bulamamışlar onu gösteriyormuş bu çizgiler. İnsan,el,göz,yılan,güneş vs formundaki şekillere Mu felsefesinin anlatıldığı kitaplarda da rastlamıştım fotoğraflarını çekiyorum gizli bir keşif yapmış gibi. Özlemi bulmamız biraz zaman alıyor. Nerede olduğunu bilen yok sırt çantalarımızı indirmeden gelmesini beklerken nerden geldiğimizi soran insanlara açıklama yapıyoruz. Gözümü saatimin barometresinde hava çok hızlı değişiyor. Fırtına patlamadan önce çadırlara kendimizi atsak iyi olacak.
Özlem içten bir gülümsemeyle evlerin arasından çıkageliyor.
-Hoş geldiniz buyurun diyor evi göstererek. İçimden nasılda güzel gülüyor diye geçiriyorum.
-Çadırlarımızı kurabileceğimiz bir yer var mı?
-Ne gerek var gelin bizde kalın.
-Olmaz biz çadır kuralım rahatsızlık vermeyelim hem çok pisiz.
-Hasan abi gilin evin arkası düz gelin bakın tuvalette var yakında.
Yanımıza yaklaşan yayla sakini ihtiyar nereden geldiğimizi soruyor, Ankara dan geldiler diye yanıtlıyor
-Özlem sonra ekliyor ne yapacaksın.
-Kovacağım burada Çadır kuramazlar; gözleri hafifçe kısılan özlem sesini yükseltiyor,benim dostlarımı bu yayladan hiç kimse kovamaz yürü git işine.
Çadırları kurup çamaşır yıkamak istiyoruz.
-İyi evin önünde su var evde su kaynatır yıkarsınız işinizi bitirip eve gelin.
İlk damlalar düştüğünde çadır kurma işini bitirip bitmişti,Özlemin evine doğru yollanıyoruz. Eve geldiğimizde bize yemek hazırladığını görüyoruz. Açız,masaya konan reçel,bal,kaymak,süt ne varsa hızla tüketiyoruz. Özlem bizimle oturmuyor tüm ısrarlarımıza rağmen,
-Siz yemenize bakın ben Muhtar gile söz verdim kusura bakmayın.
Yağmur büyük bir gürültüyle boşalıyor,komşular hayvanların gelmediğini haber verince Özlem sırtına geçirdiği bir yağmurlukla hızla dışarı fırlıyor.
Yayla evinin girişinde büyük bir kuzine var,küçük bir musluk sonradan eklenmiş. Yerden kırk santim kadar yüksek oturma yerinde iki yatak göze çarpıyor. Tavanda kocaman bir kiriş üzerine oturtulmuş,hartamayla desteklenmiş toprak bir dam var. Zaman içersinde bozulan çatıdan toprak döküldüğü için tavan mavi bir brandayla kaplanmış. Evin arka tarafındaki kilerde hamur tekneleri iplerle tavana asılı eski öteberi yığınları,aletler var; kilerin temizliğine şaşırıyorum.
Yağmurdan göz gözü görmüyor toprak tavan su geçirmeye başlayınca kapkacak ne varsa damlaların altına koyuyoruz. Tavandan gelen suyla doluyor branda herkes damlalarla baş etmeye çalışıyor Özlemi merak ediyoruz. Yirmi dakika süren yağmur sele dönüşüyor,evin içinde suların doldurduğu kapları boşaltarak dışarıyı gözlüyoruz. Özlem hayvanları önüne katmış kapının önünden geçip ahıra gidiyor. Gülerek kapının önünde belirdiğinde yaylanın aşağısındaymış mallar,ıslandım siz ne yaptınız diye soruyor. Ortalığa yayılmış tasları tencereleri leğeni görünce,tavanın değişmesi gerek,seneye yaptıracağım. Sağanak yağmurun yerini akşamın sessizliği aldığında kirli çamaşırları evin girişindeki yalakta yıkıyoruz. Su ve sabun kokusu dolduruyor her yeri saçlar,eller,yüzler tertemiz.