Arama

Hammurabi Kanunları - Tek Mesaj #5

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
19 Ağustos 2011       Mesaj #5
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Şu anda Louvre Müzesi’nde sergilenen bir kitap, 2 metre boyunda silindirik bir taş biçiminde. Akad dili ve Sümerlerin mirası olan çivi yazısı kullanılarak hazırlanmış. Hepsinden önemlisi, kanunların kutsallığını gösteren ve Kral Hammurabi'nin, kendisine bu kanunları yazdırtan Güneş-Tanrı'ya (adalet hükümdarı Şamas) saygılarını sunduğu bir kabartmanın da kitapta yer alması. Böylelikle, bilinen ilk kanunların tanrı sözü olduğunu da anlatmak istemiş Babil Kralı Hammurabi. Mezopotamya'da, MÖ II. binyılda hüküm süren Babil Devleti, bölgedeki uygarlıklar içerisinde kültürel olarak en ileri olanıydı. Yaşamaya uygun ve çok verimli bir coğrafyayı mesken tutan Babilliler, belki de beslenme, barınma ve giyim meselelerine kafa yormaya ihtiyaç duymadıklarından, siyasi ve kültürel konulara ayırabilmişlerdi vakitlerini. Daha sonraki dönemlerde Babil'i işgal eden diğer Ön Asya devletlerinde bile bu kültürün izlerini bulabiliriz. I.Babil Devleti'nin en büyük kralı ise, hiç şüphe yok ki, Sami Hanedanı'nın altıncı kralı Hammurabi'ydi. Hammurabi; yani -sözcük anlamıyla- Büyük Reis!
Asker değil Diplomat Ders kitaplarından bize yansıyan tarih anlayışında -özellikle Osmanlı Devleti'nde- bir kralın veya padişahın büyüklüğü ile askeri başarıları atbaşı gider. Bu tür tarih kitaplarını yazanlar için kazanılan savaşlar, yağmalanan ülkeler, bozguna uğratılıp kılıçtan geçirilen ordular yaratır bir padişahın şanını, şöhretini. Savaşa gitmemiş, insan kanı dökmemiş -II. Bayezid gibi- padişahlarımız ise silik kişilikler olarak görülürler. Önde, savaşlar ve zaferlerle dolu tarih geçip giderken, hiç bir zaman tarihsel bir değer kazanamayan -fondaki- sıradan insanların hangi yaşam koşulları içerisinde olduğu önemsizdir; tarih, "büyük adamların" tarihidir.
Babil Ülkesi'nin büyük reisi Kral Hammurabi, bu açıdan bakıldığında önemli bir farklılık yaratıyor. Çünkü o, Babil ülkesinin toplumsal, siyasal, ekonomik ve dinsel hayatını düzene koymasıyla kazandı ününü. Savaşmadı değil, ama askeri seferlerden çok iç işlerin düzenlenmesine önem verdi. Merkezi idareyi sağlamlaştırmak için ülkesinin dört bir yanına memurlar tayin etti, o memurların uygulayacağı yönetmenlikler çıkardı ve adı bugün bile anılan tarihi bir kişilik olmasını sağlayan yasaları düzenledi. Yukarıda tarif ettiğim dikilitaşın ön ve arka yüzünde 24 yatay sütuna ayrılmış 282 maddeden oluşuyordu Hammurabi Kanunları.
Tarihin bu ilk yazılı anayasası, saray halkı ve rahipler dışındaki toplumsal bölünmenin sınırlarını, dolayısıyla sınıfların duruşunu çizmektedir. Buna göre Babil halkı;
  • Kişisel mülkiyet ve ticaret hakkına sahip olan özgür insanlar (asiller),
  • Gayrı menkul değil ama para ya da kıymetli eşya sahibi olma hakkı olan azad edilmiş kölelerin oluşturduğu bağımlılar,
  • Ödenmemiş bir borç, savaş esiri olma hali veya doğuştan gelme nedenlerle köleleşenler
gibi üç ayrı sınıfa bölünmüştür (saydığım bu üçlü toplumsal sınıflandırmanın ileriki çağlar boyunca -Fransız İhtilali yıllarına dek- geçerliliğini koruyacağını biliyoruz).
Çağdaş hükümler Medeni Kanunu da içermektedir taştan hükümlerimiz. Hammurabi'nin düzeninin hüküm sürdüğü Babil ülkesinde tek eşlilik esası vardır. Ancak kadının çocuğu olmadığı takdirde, evliliğin temel amacının çoğalma olduğu gözönüne alınarak, kocaya da nikâhsız bir eş veya yardımcı bir kadın seçme hakkı verilmiştir. Kadın dava açmak, getirdiği çeyizinin gelirini veya kocasından kalan mirası yönetmek konularında özgürdür. Mirasın, ana baba sağken, mirasçılara -bazı istisnalar dışında- eşit olarak pay edilmesi öngörülür. Böylelikle kişisel haklar aile hukukun önüne geçer.
Toplumsal hayatı düzenleyen hükümlere baktığımızda da ilginç sonuçlara ulaşabiliriz. Yaşayan pek çok hukukta ve İslam’da hala var olan "kısas"ın kökenleri Hammurabi'ye kadar uzanır. Suçlu özgür bir insan değilse, "göze göz, dişe diş" yasası geçerlidir. Ancak, özgür insanlar, verecekleri maddi bir tazminatla öderler suçlarının bedellerini. Babil devletindeki "doktorlar hastalarına, mimarlar mülk sahibine karşı sorumludurlar" biçiminde özetlenecek toplumsal düzenlemeyi gördüğümüzdeyse, depremde yıkılan konutlar geliyor aklımıza ve "Türkiye'de ne zaman işletilecek bu tür yükümlülükler" diye düşünmeden edemiyoruz.
Neredeyse dört bin yıl önce hazırlanan "Hammurabi Kanunları"nın kadın-erkek ilişkilerini ve toplumsal hayatı düzenleyen maddelerinin birçoğunun günümüz totaliter devletlerine göreceli olarak hiç de "saçma" olmadığı anlaşılıyor. Ama ne yazık ki ölüm cezasında bir değişiklik yok; büyücüler, yalancı şahitler, hazineyi soyanlar, saray veya tapınak mülküne tecavüz edenler kurtulamıyorlar cellâdın elinden. Zina ise bir başka ölümcül suçtur.
Arkeolojik bir öneme sahip olmasının dışında, kendisinden soraki yüzyıllardaki adalet anlayışını ve toplumsal yaşam biçimlerini temellendirmesi açısından da "Dünyayı Değiştiren Kitaplar" arasına girmeyi hak ediyor "Hammurabi Kanunları". Ayrıca, bu kanunlardaki adalet duygusu da ilgiye değer; mesela, devlet-toplum-birey arasında çizilen çerçevenin hukuki ilkeleri açık ve netken, konulan kurallar, mahalli töreler karşısında mutlak bir üstünlükte olmayıp, hâkimlerin başvuracağı içtihatlar manzumesi niteliğindedir. Yine de, bugünden bakıldığında akla ve hukuka aykırı yanlar bulabilirsiniz Hammurabi'nin kitabında. Ancak, bu dizi boyunca pek çok kez vurgulayabileceğimiz bir noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor; her tarihsel olguyu kendi tarihsel koşullarına göre değerlendirmek ve o çağlarda telaffuz bile edilmeyen, henüz var olmayan kavramlarla geçmişin hukuksal ilklerini, ahlaki değerlerini ve diğer insani etkinliklerini yargılamamak gerekir. Tarihe böyle baktığımızda, bir çağ için gerici, baskıcı ve irrasyonel olan, bir başka çağda çok farklı renklere bürünecektir.


Ömer Türkeş
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 0 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!