Arama

Bedri Rahmi Eyüboğlu - Tek Mesaj #6

ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
28 Eylül 2011       Mesaj #6
ener - avatarı
Ziyaretçi
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Giresun-Görele'de doğdu. Ailesinin beş çocuğundan ikincisidir. Trabzon Lisesi'nde okurken, 1927'de bu okula resim öğretmeni atanan Zeki Kocamemi'nin öğrencisi oldu. Onun derslerinin etkisi ve okul müdürünün özendirmesiyle 1929'da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Burada Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. 1930'da eğitimini bitirmeden, ağabeyisi Sabahattin Eyüboğlu'nun yanına Paris'e gitti. Orada André Lhote'un yanında resim çalıştı. Daha sonra evleneceği Rumen asıllı eşi Eren Eyüboğlu ile de burada tanıştı.

Yurda döndükten sonra 1934'te D Grubu'nun dördüncü sergisine otuz resmi ile katıldı. İlk kişisel sergisini de aynı yıl Bükreş'te açtı. 1934'te katıldığı Akademi'nin diploma yarışmasında üçüncü oldu. Bu derece ile mezun olmak istemediği için bir yandan diploma yarışmasına yeniden hazırlanırken, bir yandan da bir süre Çerkeş demiryolu yapımında çevirmenlik yaptı, Tekel Genel Müdürlüğü'nde çalıştı. 1936'daki diploma yarışmasında Hamam adlı kompozisyonuyla birinci oldu. Aynı yıl Moskova'da düzenlenen Çağdaş Türk Sanat Sergisi'ne katıldı. 1937'de Cemal Tollu'yla birlikte Akademi'nin Resim Bölümü Şefi Léopold Lévy'nin asistanı oldular. Bedri Rahmi birçok ressamın katıldığı CHP'nin kültür programı çerçevesinde resim yapmak için 1938'de Edirne'ye, 1941'de de Çorum'a gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu'ya özgü görünümler egemendir.


1940'lardan sonra duvar resimlerine yöneldi. İlk duvar resmini 1943'te İstanbul'da, Ortaköy'deki Lido Yüzme Havuzu için yaptı. 1947'de İstanbul'da özel bir atölye ve galeri açtı. 1950'de Ankara'da sanatının o güne kadarki bütün dönemlerini kapsayan bir sergisi düzenlendi. Bedri Rahmi aynı yıl bir kez daha Paris'e gitti ve İnsan Müzesi'nde (Musée de I'homme) ilkel kavimlerin sanatını inceledi. Bu incelemeleri "güzel"in aynı zamanda "yararlı"da olabileceği, "yararlı" olmanın "güzel"in gücünü eksiltmeyeceği düşüncesine ulaşmasına yol açtı. Bu düşünce ise onun bundan sonraki sanat görüşünü tümüyle etkiledi, yönlendirdi. Mozaik çalışmalarına 1950'de başladı. 1958'de Uluslararası Brüksel Sergisi için 272 m²'lik bir mozaik pano gerçekleştirdi ve bu yapıtıyla serginin büyük ödülü olan altın madalyayı kazandı. Bundan bir yıl sonra Paris'teki NATO yapısı için, şimdi Brüksel'de bulunan, 50 m²'lik bir mozaik pano hazırladı. 1960 ve 1961'de iki kez ABD'ye gitti. Orada birçok geziye katıldı, konferanslar verdi ve resim çalışmaları yaptı.1969'da Sao Paulo Bienali'nde (iki yıllık sergi) onur madalyası kazandı. Ayrıca 1940'ta Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde resim dalında üçüncülük, 1943'te aynı serginin 4.sünde ikincilik ve 1972'de de 33. sergide birincilik ödülünü aldı. Ölümünden sonra 1976'da Ankara'da "Yaşayan Bedri Rahmi" adıyla bir sergisi düzenlendi. Aynı yıl İstanbul'da da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde adına düzenlenen bir sergiyle anıldı. 1984'te İstanbul'da "Bedri Rahmi-Her Dönemden" adlı bir toplu sergisi açıldı.

Ad:  Bedri-Rahmi-Eyüboğlu7.jpg
Gösterim: 848
Boyut:  33.2 KB

Bedri Rahmi Akademi'deki ilk yıllarından sonra temel bilgilerini Paris'te André Lhote'un akademisinde edinmesine karşın onun kübist ve yapımcı (konstrüktif) yaklaşımını benimsememiş, Dufy ve Matisse'i kendine daha yakın bulmuştur. Paris'ten döndükten sonra Anadolu ve Trakya gezilerinde yaptığı resimlerle İstanbul görünümlerinde Dufy'nin renk ve çizgi anlayışının etkileri görülür. Zamanla bu etkiden sıyrılan Bedri Rahmi halk sanatını sağlam bir kaynak olarak görmeye başlamıştır. Halk sanatından yola çıkarak yeni anlatım biçimleri aramıştır. Minyatürlerden de esinlenmiştir. Anadolu kilimlerinin geometrik, soyut biçimleri, çini, cicim, heybe, yazma ve çorapların bezeme düzeni ve renk uyumlarını kaynak olarak kullanmış, motifin ağırlık kazandığı süslemeci bir tutumla resimler yapmıştır. Ancak, yalnızca motifleri resme uygulamakla yetinmemiş, renk ve malzeme araştırmalarına da girmiştir. Çeşitli teknikleri deneyerek gravür, mozaik, heykel ve seramik alanlarında birçok ürün vermiştir. Yine bir halk sanatı olan yazmacılığa da yönelmiş, kumaş üstüne baskılar yapmış, bu çalışmalarını öğrencileriyle birlikte de yürütmüştür.


İki yıl kadar süren ABD gezisinden sonra değişik malzemelerden yararlanarak soyut resimler ve renk düzenlemelerine yönelmişse de son yıllarında yeniden eski konularına dönmüştür. Kemençeciler, gecekondular, hanlar, kendi portreleri, balıklar ve kahvelerle, yeni renk ve doku deneyimlerinden de yararlanarak, doğaya eğilişin ustaca ve yetkin örneklerini vermiştir. Çağdaş resim öğelerini de içeren bu çalışmalarında, konu soyuta yaklaştığı oranda, resmin de bir tür "nakış"a dönüştüğü izlenir.


Bedri Rahmi 1927'de başladığı resim öğretmenliğini ölümüne değin sürdürmüş, Akademi'deki atölyesinde sayısız öğrenci yetiştirerek, çağdaş Türk resmi için bu açıdan da etkili ve yararlı olmuştur.
Bedri Rahmi 1928'de daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerine, 1933'ten sonra Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde yer verilmiştir. 1941'den başlayarak çeşitli şiir kitapları yayımlanmıştır. Halk edebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansımıştır. Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk diline yaklaşma çabasını sonuna dek götürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olan halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir.Bedri Rahmi Eyüboğlu 21 Eylül 1975'te vefat etti.

RESSAM BEDR
İ RAHMİ
Trabzon lisesinde okurken matematik dersinden dolayı çektiği sıkıntıları tutduğu günlüklerde sık sık dile getirmiştir Bedri Rahmi. Bazı resim ödevlerini ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu'na yaptırdığınıda anlatırken hiç de çekinmez. Ne zamanki okula yeni gelen resim hocası Zeki Kocamemi'yi tanır işte o zaman Bedri Rahmi'nin hayatı değişir.
İstanbul'daki Güzel Sanatlar Akademisi'nde okumaktır onun hayali artık. Ailesi her ne kadar onun avukat olmasını istiyorsa da ağabeyinin desteğini de alarak İstanbul'a gelir ve Çallı Atolyesi'nde genç bir ressam adayıdır artık.
Hocası Çallı Bey "Benden alacağını aldın, artık yurt dışına gitmen lazım" dediği gün, canım dediği ağabeyinin bursunu paylaşarak Fransa'ya gider Bedri Rahmi. Kendi ağzından ressamlığını yorumlayarak bitirelim konuyu;
"Ben doğuştan ressam olmadım, çalışarak ressam oldum."

ŞAİR BEDRİ RAHMİ
Bir Anadolu yazması gibi yazdı şiirlerini Bedri Rahmi, kilim gibi dokudu: çok sevdiği kirazları, narları, dutları, işledi kağıtlara... Yiğitliği, mertliği, aşkı, sevdayı, özlemi işledi. Evrenin gizemini tek bir nar tanesinden çözmeye çalıştı o. Bilgeliği, ılık, insan sıcağını bir gölün yüzeyinden akseder gibi ulaştı bize, öyle naif, öyle pürüzsüz, öyle derin. Bedri Rahmi'nin şiirlerinde dolu dolu yaşayan bu kocaman adamın ta içini okuyacaksınız.

ÖĞRETMEN BEDRİ RAHMİ
Bedri Rahmi ürettiği her eser için oldukca mütevazi idi. Birileri şiirleri olsun,resimleri olsun ,yazıları veya mozaikleri,seramikleri ,tabakları,heykelleri olsun hepsini eleştire bilir oda bunları rahatlıkla dinleyebilirdi. Sadece bir tek konuda kimse bana bir şey diyemez derdi, "Öğretmenliğim". Her kim ki benim öğretmenliğim hakkımda kötü bir şey söyleyecek işte onun alnını karışlarım diyecek kadar da emindi hocalığından.
Şu an Türk resminde sevilen ressamlara bir bakın, ne kadar haklı olduğunu göreceksiniz zaten. Her ne kadar Bedri Rahmi atölyesinden olduğunu yazmayı unutacak kadar yoğun resimle meşgul olsalarda bazı talebeleri, Türk resim sanatına bir hayli ressam kazandırmıştır Bedri Rahmi.
Bedri Rahmi'nin Talebeleri
Alaettin Aksoy
Avni Sancaktar
Aydın Ayan
Birim Bozok
Burhan Uygur
Demet Yersel
Devrim Erbil
Dilek Işıksel
Ferit Edgü
Figen Aydıntaşbaş
Fikret Otyam
Gönül İzgi
Gül Derman
Gülseren Südor
Gülsüm Karamustafa
Güner Ener
Hale Sontaş
Ad:  Bedri-Rahmi-Eyüboğlu-Sergisi-CerModernde.jpg
Gösterim: 821
Boyut:  81.6 KB

Hanefi Yeter
İbrahim Örs
İhsan Şurdum
Leyla Gamsız Sarptürk
Mehmet Pesen
Mukaddes Saran
Mustafa Esirkuş
Mustafa Şener
Nazan Sönmez
Nedim Günsür
Nevin Çokay
Oktay Anılanmert
Orhan Peker
Özden Akbaşoğlu
Serpil Akyıl
Tangül Akakıncı
Teoman Südor
Turan Erol
Tülay Tura Börtücene
Türkan Sılay Rador
Utku Varlık
Yusuf Katipoğlu
Zerrin Kehnemuyi

YAZAR BEDRİ RAHMİ
Bedri Rahmi Orta okulda gün gün, "Gün" adını verdiği günlük ile başlamış Bedri Rahmi yazmaya , daha sonra mektuplar ile devam etmiş. Babasına yazmış, annesine yazmış tabii ki abisine ve tüm dostlarına da. Eşi olacak Eren hanıma yazdıklarıyla onun kalbini de kazanmış.
Hayatında ilk kazandığı parada yazdığı bir çocuk hikayesinden olmuş Bedri Rahmi'nin. Zamanla çeşitli gazetelere , dergilere ‘de yazmış. Yazmak onun için bir tutku olmuş, düşündüklerini ve hissettiklerini bu yol ile halkıyla paylaşmış.
KİTAPLARI:
ŞİİR KİTAPLARI:
  • 1941 YARADANA MEKTUPLAR
  • 1948 KARADUT
  • 1952 TUZ
  • 1956 MERHABA YEŞİL
  • 1959 BİGÜZEL
  • 1974 DOLKARABAKIR DOL
MEKTUPLAŞMALARI:
  • 1984 KARDEŞ MEKTUPLARI
    Ad:  berdirahmieyuboğlu2.JPG
Gösterim: 677
Boyut:  58.6 KB
  • 2000 AŞK MEKTUPLARI
MAKALELERİ-DERGİ VE GAZETE YAZILARI:
  • 1932-1936 GECE YARISI
  • 1938-1945 DOST DOST
  • 1945-1952 İNSAN KOKUSU
RESİM ÜZERİNE:
  • 1977 RESME BAŞLARKEN
MOZAİK SANATÇISI BEDRİ RAHMİ
Mozaikleri ile Bedri Rahmi Ayasofya ve Kariye müzesindeki mozaik çalışmalarını gezen Bedri bey bu mozaik çalışmalarından oldukça etkilenmiştir.
Yaptığı bir çok resimde bu etkiyi görmek mümkündür. Noktama tekniği ile yaptığı bazı tablolarında, 1950 'li yıllarda ki mozaik panolarının müjdesini de vermiştir.
1955 MARMARA OTELİ ANKARA
1956 /1957 4.LEVENT KONUTLARI
1957 BRÜKSEL ULUSLAR ARASI SERGİDE TÜRK PAVYONUNA YAPILAN
1958 NATO MERKEZİNE YAPILAN 1959 SAMATYA HASTANESİNE
1959 EFES OTELİ İZMİR 1960 1961 ABD KARMEL KELLOGS MALİKANESİNE YAPILAN 2 PANO
1962 /1963 İSTANBUL MANİFATURACILAR SİTESİ

HEYKELTRAŞ BEDRİ RAHMİ
Bütün dünya heykel sanatının yüzünü ağartan şaheserlerinin hemen hepsinin anadoludan çıktığına inanan Bedri Rahmi, heykelin resmin öz kardeşi olduğunu savunmuştur. Heykelin resimden daha güç bir sanat olduğunu ileri sürmek, sadece çocuk aldatmak olur demiştir 1949 'un şubatında yazdığı bir yazısında. Ona göre; iki karışlık bir büste iki sene çalışmasını bilenin masrafı çamur değil; sevgi, sabır ve ömürdür.
Heykelleri :
1. Karaköy tatlıcılar hanı
2. Vakko fabrikası etap / İstanbul
3. Etap / İstanbul
4. Divan Oteli Panosu

YAZMACI BEDRİ RAHMİ
Sene 1950, Paris’te insan müzesini geziyoruz. “Musee de 1’Homme” Bizim öğrencilik yıllarımızda bu müze yoktu.Çeşitli müzelerden aktarılan binlerce eser bu müzede yepyeni bir anlamla bir araya gelmişti.
Aman Allahım bu ne müthiş bir hayvan başı diyerek,üzerine atıldığımız tahta oymanın bir davul kasnağı olduğunu,ogüne kadar sanat eserlerinin bu kadar kesinlikle işe yarayabileceğini düşünmemiştim. Resme başladığım günden bu yana bizim köy kilimlerini her zaman sevdim ama bir kilimin hem sanat eseri hem de yüzde yüz işe yarayan,günlük hayatımıza karışan faydalı bir dost olacağını düşünmemeiştim. Yurda döner dönmez,güzel ile faydalıyı kendi imkanlarımız içinde,değerlendirmek istedim.İşe yarayan güzeli bu galeride değerlendirebilmek için elbirliği yaptık. Aklıma ilk gelen bizdeki yazmacılığı ele almak oldu.Öteki de çömlekçiliği. Yurdumuzun her yanında yazma basılıyor,hem de çömlek pişiriliyordu.İkisinede el attık.İstanbul’da ne kadar yazmacı ve çömlekçi tezgahıvarsa hepsini bir bir dolaştım.Yazma konusunda dilediğim tezgah Kumkapı'da ve Çamlıca’da, Çömlekçiyi de Anadolu hisarı’nda Göksu’da buldum.

Ama o ara yazmacılık beni daha çok sardı.Çünkü çömlekçilik daha çok heykel bilgisi istiyor buna karşılık yazma yüzde yüz resim sorunlarıyla olup bitiyordu. Dileğin nakışı ıhlamur ağacına oyacaksın yıkanmaya dayanan boyalarla basıcaksın. İster kağıda bas ister beze.Kağıda bastığın zaman adına gravür diyorlar,Gravür resim sanatının bir dalı.Aynı nakışı beze bastığın zaman yazma kesiliyor.Kağıda bastığın zaman yalnız istanbul’da ve istanbul’un bir semtinde kalan gravür,beze basıldığı zaman yazma kisvesine bürünüp bütün yurdu dolaşıyor. 1950-55 arası öylesine sardı ki beni yazmacılık hemen hemen 5 yıl bir perhize girdim.

Perhizin şartı oldukça zordu.Ya açık üstüne koyu,ya koyu üstüne açık. Bir tek renkle yetineceksin. Beri yanda ressam elinin altındaki yüzlerce rengi birbirine karıştırıp harman çorman ederken,yazmacı bir tek anilin siyahıyla onbinlerce metre kare bezi büyük bir ustalıkla donatıyor,bunları yurdun her köşesine ulaştırıyordu. Bu ara yazmacılarda şunu öğrendim. Anadolu’nun şu vilayeti,ille sarı siyah ister, öteki siyah kırmızı. Olmazsa topunu geri çevirir,Falanca vilayet cehri olmazsa birtek yazma almaz. Bana yazmacılık işçiliğini A – sından Z –sine kadar öğreten hanımyan ustanın bir sözünü ömrüm boyunca unutamam. Bir müşteriye 10 metre kare toplayan bir yazma iş hazırlıyorduk,işin tan sonunda yirmibeş kuruş boyunda bir mürekkep damlası geldi,çevrenin ortasında münasebetsiz bir yeri lekelendi.Bizim ödümüz patladı.Çünkü bu boya hiçbir şeyle çıkan soydan değildi.

Hanımyan, usta o canım çocuk gülüşüyle, Keder vermez dedi. Al elini fırçayı o lekeye bir biçim ver zaten kusursuz iş yapmak Allaha mahsustur. Dermiş yazmacıların Piri.. Çıraklar kusursuz bir iş çıkardıkları zaman fırçayı boyaya daldırır yazmaları üzerine kendi eliyle birkaç benek püskürtürmüş.. Ustanın dediğini yaptık. Çevreye damlayan lekeye çeki düzen verdik. İşin tuhafı müşteri en çok bu tarafını sevdi. Yurdumuzda yazma nezamandan beri yapılır.Bize nereden geldi.Bunları gücümün yettiği kadar aradım. Bize Acem’den, Aceme’de Çin’den geldiğinden öte kesin bilgiler elde edemedim. Bu konu üzerinde nekadar durulsa yeridir. Bolu ve Kastamonu dolaylarında basılan yazmalarda Hitit geyikleri var.Din bir yandan sureti yasaklaya dursun geyikler ve kuşlar yazmalarda dolanmağa başlamışlar. Nezamandan beri arayıp bulmaya değer karagöz nakışlarını deriye işlemiş de yazmaya işlememişiz niçin aramağa değer.Yalnız saray çevresinde gelişen nakışlardan hiçbirisi yazmalarımızda hiç yer almamış niçin araştırmağa değer.
Ad:  berdieyupoğlu15.JPG
Gösterim: 662
Boyut:  59.5 KB

Biz üç yıldır, resim aracı resim gerci bulamıyan Akademide atölyemizdeki arkadaşlarımıza biraz boya sağlayabilmek için sergiler açıyoruz.Kendi elimizle oyduğumuz kitapları basarak, yılbaşı kartları sergileri açtık.Son sergimizde yine kalıpla basılan yazmayı denedik.O günümüzün şartları, meslek tasaları ıhlamur ağacını kalıp olarak oymaya fırsat vermedi,kalıp olarak alçıyı oyduk.Ihlamur ağacına en az 10 saat de oyulacak motifi 1 saat de alçıya oyduk ve bütün yazmalrımızı tahta kalıp yerine alçı kalıplara batık.Bu hiç bir zaman tahtanın sağlamlığını ve sıcaklığını vermiyor ama neylersin ki günümüz bizi çok daha çabuk olmağa zorluyor.
Şuan inanıyoruz ki sevdiği işi kendi eliyle çoğaltmak onun herkesin alabileceği bir hale getirmek sanatçının elindedir.Çünkü günümüzün kimyası san’atçıya sayısız araçlar yaratıyor. Bunları incelemek boynumuzun borcu olmalı.. en güzeli araya yabancı eller girmeden sanatçının kendi işini kendi eliyle çoğaltabilmesi hiç değilse günümüzün ressamının daktilo makinesinin icadından haberi olması..

SERAMİK USTASI BEDRİ RAHMİ
Heykel gibi seramik de Bedri Rahmi’nin gençlik yıllarından beri kafasında onu araştırmaya iteleyen bir diğer konudur.
Önceleri 1940 'lı yıllarda yazları oturduğu Beylerbeyinde keşfettiği Göksu deresi kıyısındaki çanak çömlek ustalarını ellili yıllarda tekrar hatırlayan Bedri Rahmi, rahmetli çömlekci Hasan ustayı eşine dostuna tanıttığı gibi kendiside oradan aldığı toprak ile evinde fincanlar, tabaklar çalışmıştır, fakat bu seramik dürtüsü en güzel örneklerini Sadi Diren ile yaptığı çalışmalarda ortaya çıkmıştır.
Sadi Diren atölyesinde Bedri Rahmi’nin çalıştığı büyük ebatlı kaseler, siniler ve tabaklar Eczacıbaşı görsel sanatlar müzesinde halka sunulmaktadır.
Ad:  berdirahmieyuboğlu3.JPG
Gösterim: 659
Boyut:  73.7 KB
VİTRAYCI BEDRİ RAHMİ
Bedri Rahmi malzeme ile coşan, malzemenin sanatçıya getirdiği yeni boyutların tadına varan bir sanatçıdır.
1946 'daki mavi yolculuğundan beri içinden ışığı geçiren malzemelerle oynayan Bedri Rahmi, meşhur balıkcı Paluko'nun çıkardığı 70 cm boyundaki pinaların içersine motifler yapıp atölyesinin camına asmıştır. Işığı geçiren mercan renkli pina halen evinin penceresinde asılı durmaktadır.
Bedri Rahmi vitraya ile olan ilişkisini Almanya’daki T.C Büyükelçiliğinin bir duvarına yaptığı koca beton kalın cam karışımı vitrayda sonuçlandırmıştır. Bu uygulamanın dünyada bir ikinci benzeri yoktur.

Türküler Dolusu Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü , kör topal kabulum
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Ad:  berdirahmieyuboğlu4.JPG
Gösterim: 672
Boyut:  60.0 KB

Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
´Bana bir bardak su´ dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen´i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim
Kan damlar ucundan, murekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
´Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar´
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömrunde bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...
İstanbul Destanı
İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu´da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu´da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul´a
Gülcemalle gelir

İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir
Şehzadebaşı´nda akşam üstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kız yanaşır insafsızca dişi
Boyuna bosuna kurban olduğum
Kalın dudaklarında yapıncağın balı
Tepeden tırnağa arzu dolu
Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı
Şehzadebaşı´nda akşam üstü
Yine zevrak-ı derunum
Kırılıp kenara düştü

İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir
Dokuzuncu Senfoniyle kolkola
Cezayir marşı gelir
Dört başı mamur bir gelin odası
Haraç mezat satılmakta
Bir gelinle güvey eksik yatakta
Köşede sedef kakmalı tombul bir ut
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta
Sonra ellerinde şamdanlar nargileler
Paslı Acem kılıçları
Amerikan kovboyları
Eller yukarı

Ne kadar da beyaz elbiseleri
Amerikan deniz erleri
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi
Sütten duru buluttan beyaz
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin
Yakışmaz
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler
Kan rengi, barut rengi, duman rengi
Kin tutar, kir tutmaz

İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz´da
Kimi Fenerbahçe´de yan gelir
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir
Orkinos dediğin balıkların şahı Orkinos mavzerle gözünden vurulur
Denizin içinde ağaçlar devrilir
Kan çanağına döner dalyanın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk Orkinos
Reisin sevinçten dili dolanır
Bir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyosu havada yutar
Bir başkasını beklemez gider
Balıkçı gülümser tatlı tatlı
Adı Marikadır bu martının der
Her zaman böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir
Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır
Çalımından geçilmez altmışlık madamların
Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesinin aklı olsa
Galata kulesine varır
Bir sürü çocukları olur

İstanbul deyince aklıma
Tophane´de küçücük bir sokak gelir
Her Allahın günü kahvelerine
Anadolu´dan bir sürü fakir fukara gelir
Kimi dilenecek dilenmesine utanır
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm
Çöpçü olmuştur bugüne bugün
Kiminin sırtında perişan bir küfe
Ad:  berdirahmieyuboğlu5.JPG
Gösterim: 626
Boyut:  61.1 KB

Kiminin sırtında nakışlı semer
Şehrin cümbüşüne katılır gider
Kalın yağlı bir kolana koşulur
Piyano taşırlar omuz omuza
Kendinden ağır yükün altında adamlar
Balmumu gibi erir dururlar
Sonra kanter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin
Nazdan nazik çiniden bilezik eller
Derken
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:
Gamı şadiyi felek
Böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal Marşı
Bulutlar atılır top top pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter´e yaz deftere
Stadyum gelir
İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin
Heybetini düşünürüm
Birbirine eklenir kafamda
Binler yüzbinler milyonlar
Sonra bir mısra havalanır ürkek
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar

İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli
Demindenberi senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul´u dolaşırlar elele başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata´dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar

İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakirin fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin

İstanbul deyince aklıma
Said´in son yılları gelir
Hey Allahım en güzel çağında Said´e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said´in şiiri

İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boynundan büyük bir demetle
Sarıyer´den gelir Pendik´ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan çingenedir
Tepeden tırnağa güneştir
Topraktır
Anadır
Analar içinde bir tanedir
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır
Canını mendil gibi takar dişine
Yürekten birşeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem maşa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın falin
Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
Görürüm üryamda bir sarı yılan
Cenabet uğraşır durur benimlen
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer
Ad:  kahvesi.JPG
Gösterim: 639
Boyut:  74.0 KB


İstanbul deyince aklıma
Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor
Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi
Gülsüm´ün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsüm´lerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsüm´cük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun

İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun´dan Sürmene´den Sinop´tan
Yaz demez kış demez mutlaka gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirinin pası gelir dilime
Nabzımda duyarım motorunun hızını
Canımın içine sokasım gelir
İri kalçaları pullu denizkızını

İstanbul deyince aklıma
Takalar gelir
Alçakgönüllü kalender
Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer
İstanbul deyince aklıma
Koca Sinan gelir
On parmağı on ulu çınar gibi
Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardısıra
İsli paslı yetim
Eyy benim dev memesinde cüceler emziren
acayip memleketim
Son düzenleyen Safi; 17 Nisan 2018 19:33