Arama

İstanbul - Tek Mesaj #6

perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
13 Eylül 2006       Mesaj #6
perlina - avatarı
Ziyaretçi

GÜZEL SANATLAR.


Uzun süre Bizans ve Osmanlı impatorluklarına başkentlik yapan Istanbul' nun sonucu olarak yoğun bir mimari kültüre ve anıtsal zenginliğe sahiptir. Bunun yanı sıra İmparator Constantinus (büyük) tarafından tüm eyaletlerde yapılan yağmalarla, kent pagan sanat yapıtlarıyla donatılmıştı. Revaklı yolları, forumları, Hipodrum'u ve saraylarının çevresini süsleyen bu yapıtların en ünlüleri Praksiteles'ln Venüs'üyle, Pheidias'ın Zeus heykelleriydi. Forum Constantini Çemberlltaş, Hipodrom Dikilitaş, Burmalı sütun, örme sütun, Forum Bovls tunç bir öküz heykelciği, Forum Taurl bir zafer takı, Forum Arcadll Arcadius sütunuyla süslüydü. Ancak kentin geçirdiği deprem, yangın ve vandallıklardan pek az anıt kurtulabilmiştir. En acı olaylardan biri de kuşkusuz kentin 1204'te Haçlılar tarafından yağmalanmasıdır. Venedik'te San Marco alanı ndakl sütunlar ve aynı adla anılan bazilikanın cephesinin G. köşesindeki, kırmızı porfirden Tetrarkhes grubunun da tanıklık ettiği gibi bunlar, yağmaladıkları yapıtları Batı'ya taşımışlardır.
Ad:  istanbul yapıları.jpg
Gösterim: 3359
Boyut:  34.4 KB
Birçok yönden Roma'ya benzeyen kentte Septimius Severus, Constantinus I (Büyük) ve Theodosios II tarafından ardı ardına yaptırılan surlar, İstanbul'un hızla büyüdüğünü gösterir. Theodosios ll'nin emriyle vali Anthemius tarafından yaptırılan yedi km uzunluğundaki son surlar, deniz surlarını birbirine bağlayarak sağlam bir savunma düzeni meydana getiriyordu (bu surlar Blakhernai sarayı'nı da kent sınırları içine almak amacıyla XII.' yy.'da genişletildi). Avarlar, Sasaniler, Araplar, Bulgarlar, Ruslar ve Türkler tarafından birçok kez kuşatılan İstanbul surları (yalnızca latin işgalinde ve Mehmet ll'nin kuşatmasında olmak üzere iki kez aşılabildi) savunma işlevinin yanında, imparatorluğun gücünü ve görkemini de yansıtıyordu. Savunma düzeni açısından Hititler'in başkenti Boğazköy'ü anımsatan duvarlar, büyük kuleler, çifte surlar ve hendeklerle güçlendirilmişti, kapılar çifte kuleler arasında yer alıyordu.

Dinsel yapılar dışındaki mimarlık anıtlarının pek azı günümüze ulaşmıştır. Constantinus I (Büyük) tarafından yaptırılan ve birçok kez genişletilen Büyük Saray'dan (Daphne) bugün hiçbir iz kalmamıştır. Sultanahmet parkından Marmara denizi'ne uzanan alanı kaplayan ve içinde tören salonları, kiliseler, bahçeler, oyun yerleri bulunan bu saray XI. yy.'da terk edilmiş, yönetim kentin K.-B.'sındaki Blakhernai sarayı'na geçmiştir. Marmara kıyısında, Çatladıkapı’daki birkaç kalıntı Bukoleon ya da lustinlanos evi diye bilinen saraya aittir. Blakhernai sarayı'nın yakınında bulunan Konstantinos Porphyrogenetos olarak adlandırılan saray (Tekfur sarayı) XI.-XII. yy.’lara tarlhlendirilir. Yapının ikinci kat yüksekliğine kadar olan duvarları günümüzde de sağlamdır. Kısa bir süre kullanılmakla birlikte, bizans sarayları arasında yer alan yapılardan biri de Manganoi sarayı'dır (yalnızca temelleri ve mahzenleri kaldı). Bu saray XI. yy.'da birkaç yıl kullanıldı. Sayfiye saraylarından günümüze kalıntıları ulaşan tek yapı, Bostancı'daki Bryas sarayı'dır. Çağdaşı arap saraylarına benzeyen bu yapı imparator Theophilos (829-842) dönemindendir.
İstanbul'un gereksinimini karşılayacak su düzeninin yapımı Roma imparatoru Hadrianus zamanında başlamıştı (117 -138). Valens döneminden su kemerleri de (Bozdoğan kemeri ya da Valens kemeri) Bizans ve Osmanlı dönemlerinde onarılarak kullanıldı. BizanslIların başlıca uğraşlarından biri de kente su sağlamaktı. Suyu gündelik işlerde, çeşme ve hamamlarda, ayrıca yangınlara karşı mücadelede kullanıyorlardı. Bununla birlikte kent birkaç kez korkunç yangınlara sahne oldu. Trakya'da Gümüşpınar ve Keçigerme gibi yerlerde görülen kemer parçaları da aslında İstanbul'a su getiren düzenin birer parçasıydı. Çoğu IV. yy.'a ait olan bu yapıların İstanbul’a en yakını Eyüp’teki Mazlum kemeri’dir. Bu kemerlerle kente getirilen sular bir takım açık ve kapalı sarnıçlarda toplanıyordu. Açık hava sarnıçları üçü bugün de görülebilmektedir. Kent dışında, Bakırköy’deki (Hebdomon) 127 x 90 m boyutlarında, 11 m derinliğindeki havuz, dışardan desteklerle güçlendirilmiş duvarları ve yapı tekniğiyle dikkati çeker. Kent içindeki su yapılarıysa genellikle V. yy.’dandır Bunlardan biri Sultan- selim camisi yakınlarındaki, 152 x 152 m boyutlarında, 11 m derinliğindeki havuzdur (bugün Karagümrük stadı). Bir başkasıysa Altımermer yakınlarındaki Hagios Mokios sarnıcı’dır. 244 x 85 m boyutlarında, 15 m derinliğindeki bu sarnıcın su haznesi de 170 x 147 m ölçülerinde, 12 m derinliğindeydi. Kapalı sarnıçlar VII. yy.'da önem kazandı. Çoğu yıkılmış ya da toprakla dolmuş olan bu sarnıçların içinde pek çok sütun bulunuyordu. Buna karşılık Philoksenos sarnıcı (Binbirdirek), aynı adlı kilisenin yanındaki Myrelaion sarnıcı, özellikle çok güzel işlenmiş sütun başlıklarıyla ilgi çeken ve içinde günümüzde de su bulunan Yerebatan sarayı gezilebilen örneklerdir, justinianos tarafından yaptırılan Yerebatan sarayı 140 x 70 m boyutlarındadır, içinde 336 sütun vardır. Binbirdirek sarnıcındaysa 224 sütun bulunur.

Bizans dönemi dinsel yapıları daha az yıpranmıştır. Günümüzde de sürdürülen onarım çalışmalarında yapıların özgün mozaik ve freskleri ortaya çıkarılmaktadır. Bunların en iyi korunmuş ve önemli örnekleri Ayasofya (Hagia Sophia) ve Ayairini'dir (Hagia Eirene). Hıristiyan dinsel yapılarının en görkemlilerinden olan Ayasofya, kubbeli bir bazilika planındadır. Ayairini absida bölümündeki ikonakırıcılık döneminden mozaik süslemeleriyle dikkati çeker. Kentin B.’sında yer alan yunan haçı planlı, küçük boyutlu Khora manastır kilisesi (Kariye camisi), Komnenoslar ve Palaiologoslar dönemlerinde onarılmış ve kimi eklemelerle genişletilmiştir; mozaiklerinde, Palaiologoslar dönemine özgü, hellenistik özellikte manzaralar üzerine İsa ve Meryem'le ilgili öyküsel üslupta konular işlenmiştir. Bu önemli yapıların yanı sıra İstanbul’da çok sayıda manastır, kilise ve capella bulunuyordu. Ancak bunların büyük bir bölümü kentin Osmanlılar’ca alınışından önce ortadan kalkmıştı. Günümüzde gelebilen örnekler arasında Hagios ioannes Prodromos bazilikası (imrahor ilyasbey camisi), Studios manastırı'nın bir bölümüydü (454-453). 530’a ta- rihlendirilen Sergios ve Bakkhos kilisesi (Küçükayasofya camisi) merkezi planlıdır. Vlll.-X. yy.’lar arasında yaptırıldığı sanılan Kyriotissa manastır kilisesi ya da Akataleptos manastır kilisesi (Kalenderhane camisi) kapalı yunan haçı planındadır. Hagia Theodosia (Gül camisi) ve Hagia Thekla (Atikmustafapaşa camisi) haç planlı örneklerdir. Bu planın daha gelişmiş bir biçimde uygulandığı yapılar arasında X. yy.’dan Myrelaion manastır kilisesi (Bodrum camisi) ve aynı yy.’dan Lips manastır kilisesi'nin K. kanadı (Fenariisa camisi), XI. yy. sonlarına tarihlendirilen Pantepoptes manastır kilisesi (Eskiimaret camisi), XII. yy.’dan Pantokrator manastır kilisesi (Zeyrek camisi) belirtilebilir. Bizans dinsel mimarlığının son dönemlerinde "dehlizli tip” diye tanımlanan bir plan türü ortaya çıkmıştır. Burada kubbeyle örtülen ana mekân üç yönden, orta kubbeden daha alçak bir dehlizle çevrilmekteydi. Lips manastırının G. kilisesi, Pammakaristos manastır kilisesi (Fethiye camisi) mezar ca- pellası, Hagios Theodoros kilisesi (Vefa Kilise camisi) bu gruba girer, ince mimarileriyle dikkati çeken bu yapılar XIII. yy. sonlarıyla XIV. yy. başlarına tarihlendirilir. Hagios Andreas kilisesi'yse (Kocamustafapaşa camisi), bu gruptan olmakla birlikte, camiye çevrilirken yeni bir duvar içine alındığından, dış süslemesi özelliklerini yitirmiştir.

Bizans döneminden sözü edilmesi gereken bir başka önemli yapı, 524-527 arasında Anicia Juliana adlı zengin bir prensesin Bozdoğan kemeri yakınlarında yaptırdığı Hagios Polyeuktos bazilikasıdır. Bu bazilika süslemelerinin zenginliğiyle, birkaç yıl sonra Ayasofya’nın inşası sırasında lustinianos'u etkilemiş ve daha zengin bezemeler kullanmaya yöneltmiştir.


• Türk dönemi.


İstanbul Bizans döneminde hıristiyan dünyasının kültürel ve dinsel merkezi olarak önemini korurken, osmanlı döneminde de İslam dünyasının merkezi, türk-islam kültür ve sanatının odak noktası oldu. Oysa OsmanlIlar Bizans'tan büyük ölçüde yıkılmış, bakımsız ve nüfusu azalmış bir kent teslim almışlardı. Mehmet II, öncelikle Anadolu’dan ve Rumeli'den getirilen göçmenlerle nüfusu artırdı, ardından bayındırlık çalışmalarını başlattı. Türk -İslam yaşamının gerektirdiği cami, mescit, çeşitli vakıflar, hamam, çarşı, bedesten, han ve kervansarayların yapımına girişildi, su düzeni ve surlar elden geçirildi. Bu arada Akdeniz çevresindeki toplumların durumu incelendi, bu ülkelerin sanatçıları İstanbul’a çağrıldı, Mehmet II batılı krallar gibi portrelerini yaptırdı. Sanat ve bilime önem veren sultanın kurdurduğu Fatih küliyesi dinbilim, hukuk, tıp alanlarında eğitim veren bir üniversite konumundaydı. Ayrıca bu külliye türk mimarlığında Anadolu’da görülmeyen büyük boyutlu yapılar topluluğunun öncüsüdür. OsmanlI sanatı İstanbul’da oluşmuş, etkileri imparatorluğun her yanına yayılmıştır XVI. yy.'dan sonra da hassa mimarları, imparatorluğun her bir yanına İstanbul’da belirlenen kuralları aktarmış, buralarda baş- kenttekine benzer yapılar gerçekleştirilmiştir Ekrem Hakkı Ayverdi Mehmet II döneminde İstanbul'da 184 kadar cami ve mescit, 24 medrese, 32 hamam, 12 bedesten ve han, saraylar ve evler yaptırıldığını bildirir. Ancak bunların birçoğu zamanla ortadan kalkmıştır.

• Camiler.


İstanbul’un alınmasından sonra yaptırılan ilk camiler, daha önce İznik Bursa ve Edirne’de gerçekleştirilen ters T (yan mekânlı, zaviyeli) camiler planındadır. Mahmutpaşa (1462) ve Muratpaşa (1471) külliyelerinin camileri bu türün örnekleridir. Bayezit ll'nin sadrazamlarından Davut Paşa'nın yaptırdığı Davutpaşa külliyesi'nin camisinde de aynı plan uygulanmıştır (1485). Çemberlitaş'taki Atikalipaşa külliyesi'nin camisi (1486/1497) ters T planlı Bursa üslubundan klasik üsluba geçişi belirleyen önemli bir yapıdır. Edirnekapı yolu üzerindeki Atikalipaşa camisi'nin tarihi ise bilinmemektedir. XVIII. yy.’da yapının son cemaat yeri bir depremle yıkılmıştır. Bu plan son olarak Okmeydanı-Kasımpaşa arasındaki Piyalepaşa camisi’nde uygulanmıştır (1573).
Osmanlı sultanları kendi adlarına değişik işlevleri olan yapılardan oluşan selatin külliyeleri inşa ettirmişlerdir. Bunların İstanbul'daki ilk önemli örneği Fatih külliyesi’dir (1463-1470).
Sinanettin Yusuf bin Abdullah'ın (Sinanı Atik) eseri olan bu anıtsal külliyenin ağırlık merkezini cami oluşturur, öteki yapılar bakışık bir düzen içinde onun çevresinde yer alır. Camide, dönemin en önemli gelişmesi olarak yarım kubbeler başarıyla uygulanmıştır. Bayezit külliyesi İstanbul’un ikinci büyük yapılar topluluğudur (1501-1506). Yakup Şah bin Sultan Şah'ın Bayezit II için yaptığı bu külliyede, caminin ana kubbesi, iki yarım ve yanlarda dörder küçük kubbeyle desteklenmiş, böylece Fatih camisi’nden daha gelişmiş bir örtü düzeni elde edilmiştir Avlu yönündeki köşelere yerleştirilen tabha- ne odalarıyla Bursa camilerinde görülen ters T planı görünümü kazanmıştır. Fatih külliyesi’nin tersine, öteki yapıların yerleştirilmesinde belirli bir düzen gözetilmemiştir. Sultanselim külliyesi’nin (1522-1526/1527) camisinde, ana mekân Edirne'deki Üçşerefeli cami'ninkinden daha büyük bir kubbeyle örtülmesine karşılık, kubbe tüm ağırlığıyla duvarlara oturduğundan anıtsal etki zayıflamıştır. Abartılı ölçüde yüksek olan minareleri tabhanelerin avluyla birleştiği açılara yerleştirilmiştir. Süleyman l'in (Kanuni), Mimar Sinan'a yaptırdığı Şehzade külliyesi (1544-1548), sanatçının gelişimini yansıtan üç büyük anıttan biridir. Sinan'ın üslubunu yansıtan camide, Bayezit camisi’yle Üsküdar Mihrimah- sultan camisi'nin planları geliştirilmiş, ana kubbe yanlarda dört yarım kubbe, köşelerde birer küçük kubbeyle desteklenerek merkezi bir yapı elde edilmiştir. Kentin en görkemli ve önemli anıtı olan Süleymaniye külliyesi'yse (1550-1557), yapılarının çokluğu, bunların alana yerleştirilmelerindeki ustalığı, özenli işçiliği ve mimarisiyle dikkati çeker. Tüm yapılara olgunluk, yalınlık ve uyum egemendir. Caminin ana mekânında merkezi kubbe, K. ve G.'den yarım kubbelerle desteklenmiş, D. ve Basına, üçer kubbeli, farklı boyutlarda bölümler eklenerek, aydınlık, ferah bir iç görünüm sağlanmıştır.

Ahmet I tarafından Sedefkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılan Sultanahmet külliyesi (1609-1617), XVII. yy. OsmanlI mimarlığına damgasını vurmuş bir başyapıttır. Klasik üslupta olmakla birlikte, getirdiği yeniliklerle türk mimarisinde önemli bir yeri vardır. Özellikle caminin,Sultanahmet camisi yanında yer aldığı Ayasofya'dan daha görkemli olmasına özen gösterilmiştir. Kubbe düzeni ve planıyla, Mimar Sinan’ın Şehzade camisi'ni örnek almakla birlikte, içte dört yivli sütuna oturan ana kubbesi, yanlarda sivri kemerlerin taşıdığı yarım kubbeli mekânlarıyla farklı bir görünüm elde edilmiştir. Ayrıca tüm duvarları kaplayan İznik çinileri nedeniyle özellikle Batı'da Mavi cami diye tanınır. Kentin büyük yapı topluluklarından biri de Eminönü'ndeki Yenivalide külliyesi’dir (1597-1598, 1661-1663). Külliyenin camisi (Yeni cami), dört yarım kubbeyle desteklenen ana kubbesiyle Şehzade ve Sultanahmet camilerinin planını sürdürür. İç süsleme açısından çok zengin olan yapının en ilginç yanı, camiye bitişik ve bir rampa ile çıkılan kasrı hümayunudur. Dönemin klasik sivil mimarlığını günümüze yansıtan tek örnek olan kasır, hünkâr mahfili ile de bağlantılıdır.
Ad:  İSTANBULL.jpg
Gösterim: 3121
Boyut:  147.4 KB
Klasik türk mimarlığının kentteki son büyük örneği Üsküdar'daki Yenivalide camisidir (1708-1710). Batılı biçimlerin denenmeye başlandığı bir dönemde yapılan Nuruosmaniye camisi’nde (1748-1755/1756) ana kubbe dört kemere oturur, kasrı hümayun ve hünkâr mahfiline hafif bir rampa ile çıkılır. Kent içinde yer alan öteki başlıca büyük camiler arasında Abdülhamit l’in Beylerbeyi ’nde yaptırdığı Beylerbeyi camisi (1778), Selim III döneminden Selimiye kışlası yanındaki Selimiye camisi (1801-1805), gene bu dönemden Haliç civarında Halıcıoğlu camisi (1793), Mahmut II döneminden Nusretiye camisi (1822-1826), Bezmialem Valide Sultan tarafından yaptırılan Dolmabahçe camisi (1853), Ortaköy camisi (1854), seçmeci bir üslubun ürünü olan Aksaray Valjçle camisi (1871), Abdülhamit H’nin Yıldız sarayı yakınında yaptırdığı Yıldız (Hamidiye) camisi (1886) belirtilebilir. Bu camilerin ilginç yanlarından biri, padişahın hünkâr mahfiline geçmeden önce dinlendiği ya da küçük resmi görüş Rumelihisan ve Boğaziçi melerde bulunduğu, caminin bitişiğindeki kasrı hümayunun, özellikle Beylerbeyi camisi ile birlikte yapının içinde bir öğe olarak ele alınmasıdır. Bu yapıların dışında, osmanlı devlet önde gelenlerinin İstanbul'un çeşitli kesimlerinde yaptırdıkları, küçük bir son cemaat yeriyle, tek kubbeli, dörtgen bir mekândan oluşan camiler vardır. Bayezit II dönemi devlet adamlarından Firuz Ağa’nın Sultanahmet'te yaptırdığı Firuzağa camisi (1491) bu türdendir Bir başka örnek 1504/1505'te Hu- ma Hatun’un eşi Bali Paşa için yaptırdığı Balipaşa camisi’dir (1894 depreminde çok zarar görmüş, 1938'de onarılmıştır). Vatan caddesi üzerindeki Terkim mescidi (1505/1506), Eyüp'teki Cezerikasımpaşa camisi de (1515) bu planda yapılardır. Mimar Sinan'ın devlet önde gelenleri adına yaptığı küçük boyutlu ilk örnek, Haseki külliyesi’dir (1538-1539). Hadım İbrahim Paşa'nın, kendi adına Mimar Sinan'a yaptırdığı (1551) Silivrikapı’daki cami, çinileriyle dikkati çeker.

Sadrazam Kara Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a ısmarlanan Topkapı'daki Ahmetpaşa camisi’nde (1555), altı sütuna oturan büyük kubbe, dört yarım kubbeyle desteklenmiştir. Yapının kalem işi tavan süslemeleri ve son cemaat yerinde kullanılan çinileri dönemin üslubunu yansıtan önemli örneklerdir. Gene Mimar Sinan’ın eseri olan Edirnekapı’daki Mihrimah camisi’nin (1562 -1565) minaresi ve medresesi 1719 ve 1894 depremlerinden sonra yenilendi. Sadrazam Rüstem Paşa'nın Tahtakale semtinde yaptırdığı Rüstem paşa* camisi (1561) Sinan’ın en önemli vezir yapıla- rındandır. Cami dönemin çini sanatını sergileyen bir müze görünümündedir. Yakınına gene Rüstem Paşa tarafından bir han (Çukurhan) ve medrese ekletilmiştir. Sinan tarafından gerçekleştirilen bir başka vezir camisi, Kadırga’daki Sokullu camisi’dir (1571/1572). Avlusunu 16 hücreli ve dershaneli bir medresenin çevrelediği bu yapı da çini bezemeleriyle dikkati çeker. Sinan’ın öteki vezir camileri arasında Okemydanı'ndaki Piyalepaşa camisi (1573), Galata’daki Azapkapı (Sokullu) camisi (1577), Tophane’deki Kılıçalipaşa külliyesi’nin camisi (1580), Fındıklıdaki Mollaçelebi camisi (1561), Beşiktaş'taki Sinan- paşa camisi (1553-1555), Üsküdar’daki Şemsi paşa külliyesi'nin camisi (1580) belirtilebilir. Sinan'dan sonra da vezir camilerinin yapımı sürdü. Mimar Davut Ağa' nın eseri olan Fatih’teki Mehmetağa camisi (1585) zengin süslemeli bir örnektir. 1584 tarihli Cedit camisi'nin mimarının da Davut Ağa olduğu sanılmaktadır. Fatih ile Edirnekapı arasındaki Mesihmehmet paşa camisi (1586), avluda şadırvanın bulunması gereken yerde yer alan açık türbesiyle dikkati çeker.
1593/1594’te Cerrah Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Cerrahpaşa külliyesi'nin camisi de 1894 depreminde oldukça zarar görmüş, son cemaat yerinin kubbeleri çökmüştür Caminin yanında Cerrah Paşa'nın türbesinden başka, bir çeşme, Gevher Nesibe Sultan adına yaptırılan bir medrese ve son yıllarda yıkılmış bulunan bir hamam vardır. XVII. yy.’la birlikte İstanbul'da vezir camilerinin yapımı azalır. Bu tarihten sonra daha çok büyük medrese ve sübyan mektebi ile birleşik olarak planlanmış, küçük boyutlu, minaresiz yapılar ortaya çıkmıştır. Mimar Sinan tartından gerçekleştirilen, Yenibah- çe'deki Yavuzselim medresesi ve camisi bu türün ilk örneklerindendir. Köprülü- mehmetpaşa (XVII. yy. ikinci yarısı), Çorlulu alipaşa (1707-1708), Merzifonlukara mustafapaşa (1681-1690), Amcazadehü seyinpaşa (1700) künyelerinin camileri de medrese-cami biçimindedir. Şehzadebaşı'ndaki Damat ibrahimpaşa külliyesi (1720), bu grup içinde yer alır. Seyithasanpaşa medresesi (1745) ise fevkani oluşuyla bu grup içinde farklı bir örnektir. XVIII. yy.'la birlikte Avrupa etkileri taşıyan camiler yapılır (ismailefendi camisi [1724], Hekimoğlualipaşa camisi [1732-1734], Zeynepsultan camisi [1769]).

Mehmet II döneminden başlayarak İstanbul'un çeşitli kesimlerinde yaptırılan, ancak yangın ve depremler sonucu yok olan ahşap çatılı, kiremit örtülü, ya da tek kubbeli küçük mekânlardan oluşan mescitler de ayrı bir grup meydana getirir. Bunlar arasında Unkapanı’nda Yavuzersinan, Uzunçarşı' da Yavaşçaşahin, Fatih'te Yarhisari, Tahtakale’de Timurtaşağa, Süleymaniye'de Samanveren, Eğrikapı-Balat arasında Yatağan (günümüze bozulmadan ulaşmıştır), XVI. yy.'dan, Haliç sırtlarında Hacı- hasan, Şehzadebaşı’nda Burmalı, Eyüp’ te Semizalipaşa ve Silahimehmetbey, Şehremini'de Odabaşı, Balat'ta Ferruh- kethüda, Yedikule'de Hacıevhat, Davutpa- şa’da Ramazanefendi, Topkapı dışında Takkeciibrahimağa, daha sonraki yüzyıllardan Karagümrük'te Dervişali, Altımer- mer yakınlarında Tulumcuhüsam, Laleli' de Yakupağa, Beyazıt'ta Kaliçecihasan mescitleri bulunmaktadır.

• Medreseler.


OsmanlI imparatorluğu'nun ve İslam dünyasının en önemli kültür ve eğitim merkezi olan İstanbul’da külliyeler içinde ve bağımsız olarak pek çok medrese kurulmuştur, ilk ve büyük külliye medreseleri Fatih camisi’nin iki yanına bakışık düzende yerleştirilmiş Semaniye ve Tetimme medreseleridir. Külliye medreselerinin ikinci büyük örneği Bayezit külliyesi içinde yer alır. Bu yapı bir avlu çevresine yerleştirilmiş 19 mekândan oluşur. Şehzade külliyesi'nin medresesi Haliç yönüne yerleştirilmiştir. Süleymaniye külliyesi'nin dört medresesi caminin çevresine belirli bir düzen içinde konumlandırılmıştır. Bunlar dönemin en yetkin eğitim ve kültür kurumlarıydı. Evvel ve Sani medreseleri kubbeli revaklar ardındaki odalardan ve bir dershaneden meydana gelen klasik planda yapılardır. Benzer plandaki Rabi ve Salis medreselerindeyse dershaneler bağımsız mekânlar biçiminde düzenlenmiştir. Sultanahmet külliyesi'nin medresesi orta avlu çevresinde yer alan kubbeli odalardan oluşan klasik bir örnektir. Nuruosmaniye külliyesi'nde medrese büyük tutulmuştur. Tahir Ağa'nın gerçekleştirdiği, Eminönü-Sirkeci arasındaki Abdülhamit I külliyesi’nin medresesi avlulu, iki katlı bağımsız bir yapıdır (1774-1780). XIX. yy.'dan sonra yapılan camilerde medrese yer almaz. Daha küçük boyutlu kimi külliyelerde medreseler caminin bir parçası ya da ona ek olarak yapılmış bir mekân biçimindedir (Ahmetpaşa camisi, Sinanpaşa camisi, Mihrimah camisi, Sokullu camisi, Zalmahmutpaşa camisi, Şemsipaşa camisi, Muratpaşa camisi, Davutpaşa camisi, Atikalipaşa camisi, Kocamustafapaşa camisi, Hafızpaşa camisi ve Hacıbeşirağa camisi medreseleri). Tümüyle bağımsız medreselerin bir bölümüne sübyan mektebi, sebil, küçük bir mescit, kitaplık ve türbe gibi yapılar eklenmiştir. Divanyolu'ndaki Kocasinanpaşa (1595), Bozdoğan kemeri yanındaki Gazanferağa (1599), Veznecilerdeki Kuyucumuratpaşa(1606), gene Divanyolu’ndaki Merzifonlu karamustafapaşa (1682-1690), Çorlulualipaşa (1708) bu gruba örnek gösterilebilir. Bu grubun en yetkin örneği olarak Amcazedehüseyinpaşa külliyesi’nin medresesi verilebilir (1700). Tek yapı olan medreseler arasında Cağaloğlu'ndaki Rüstempaşa (1550) ve XVIII. yy.'dan Abdülhalim (Ankaravi) medreseleri belirtilebilir.

İstanbul’da pek çok örneği bulunan bir başka eğitim kurumu sübyan mektepleridir (Bayezit külliyesi, Süleymaniye külliyesi, Sultanahmet külliyesi, Amcazadehüseyinpaşa külliyesi vb.). Bağımsız sübyan mekteplerinin bazılarına bir çeşme, sebil ya da bir türbe eklenmiştir (Kumkapı’ da Kâtipsinan, Horhorda Suphipaşa konağı karşısında Elhac Süleyman Efendi adına yapılmış çeşmenin üstündeki mektep [1729], Fındıklıda Osman lll’ün kadını Zevki Kadın adına yaptırılan çeşmenin üstündeki mektep [1755/1756], Vefada Recai Mehmet Efendi'nin sebili üstündeki mektep [1767/1768], Ayasofya avlusundaki mektep [1740], Şebsefakadın camisi’nin avlu duvarı üzerindeki mektep vb.).

• Türbeler.


İstanbul’daki türk dönemi mimarlığının en ilginç gruplarından birini türbeler ve mezar yapıları oluşturur. Bunların bir bölümü fetihten önceki arap kuşatmaları sırasında ölenlere aittir. Bunların en önemlisi, VII. yy.'da, şehit olan ve mezarı Mehmet ll’nin hocası Akşemsettin tarafından bulunan Eyyub el-Ensari'ninkidir (Haliç bin Zeyd). Yapı osmanlı döneminde padişahların tahta çıkarken kılıç kuşandıkları bir mekân olarak da kullanılmıştır. Bunun yanı sıra özellikle Mahmut II döneminde yaptırılmış, birçoğu empire üslupta yatır türbeleri vardır (Eğrikapı'da Abdullah el -Hudri, Ayvansaray'da Ebu Şeybet el -Hudri, Ayasofya yakınında Abdurrahman el-Şami, Ayvansaray’da Hamdullah el -Ensari ve Ahmet el-Ensari, Eminönü’nde Babacafer, Eyüp’te Zalmahmutpaşa camisi yakınlarında Ebudderda türbeleri). İstanbul'un türkleşmesi ve İslamlaşmasında etkili olmuş sufi ve erenler için yapılan örnekler arasında da Ebulvefa, Sümbüle- fendi, Merkezefendi,Yahyaefendi, Karacaahmet, Aziz mahmut hüdai, Emirbuhari gibi türbeler belirtilebilir. Bu yapı türünde en önemli grubu selatin türbeleri oluşturur. Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri türbe mimarisi selatin türbelerinde en yetkin konumuna ulaşmıştır. Mehmet II (Fatih), Bayezit II, Selim I (Yavuz), Süleyman I (Kanuni) kendi adlarına kurulan kûlliyelerin türbelerinde gömülmüşler, yanlarına ayrı türbelerde olmak üzere yakınları da konmuştur. Ancak daha sonra türbenin banisinin yanına yapılan ek mezarlarla türbe yapısı özgün görünümünü yitirmiştir. İstanbul'da Mehmet ll'den sonra yaptırılan türbelerin çoğu Bursa’daki Yeşil türbe' yi örnek almış, sekizgen planlı, kubbeli yapılardır. Ancak Mimar Sinan'ın yapıtı olan türbelerde değişik şemalarla karşılaşılmaktadır. Süleymaniye camisi haznesindeki Kanuni türbesi (1566) Sinan’ın en ilginç denemelerindendir. Osmanlı türbe mimarlığında benzersiz bir örnek olan bu yapıda sekizgen gövde yirmi sekiz sütunlu bir revakla çevrilidir. İçte de köşelerde yer alan sekiz bağımsız sütun bulunur. Yanında Hürrem Sultan'ın türbesi vardır. Ayasofya haziresindeki Selim II, Murat III ve Mehmet III türbeleri de bu türün seçkin örnekleridir. Fatih külliyesi içindeki Mehmet II ve Gülbaharhatun türbeleri depremden zarar gördükten sonra 1766’da yeniden yapıldılar. Sultanahmet külliyesi içindeki türbede Ahmet l'den başka Osman II, Murat IV ve Köşem Mahpeyker Sultan yatmaktadır. Kare planlı, kubbeli, önü revaklı yapının duvarları dıştan mermer, içten XVII. yy. çinileriyle kaplıdır. Sultanahmet türbesi ile aynı yüzyıldan bir başka önemli türbe Valide Turhan Sultan adına yaptırtan Yenivalide külliyesi içindeki türbesidir. Kesme taştan kare planlı, kubbeli yapının abanoz ağacından kapısı fildişi ve sedef kakmalıdır. Önünde ortası kubbe, yanları tonoz örtülü revakı vardır Mehmet IV, Mustafa II, Ahmet III, Mahmut I ve Osman lll’ün sandukaları da buradadır. Yanında Murat V’in türbesi bulunur. XVIII. yy.'ın barok üsluplu Nuruosmaniye ve Laleli camileri yanındaki türbeler ise Mustafa III ve Selim III için yaptırılmıştır. Abdülhamit I külliyesi'nin köşesindeki mermer türbe (1789), köşeleri hafifçe pahlanarak yuvarlatılmış kare biçimindedir. İki köşeye küçük, barok üslupta çeşmeler yerleştirilmiştir. Önündeki çok geniş revakın sekiz sütunu ve başlıkları da abartmaya kaçmayan barok süslemelidir. Barok üsluptaki bir başka ilginç örnek Fatih külliyesi haziresindeki Nakşidil validesultan türbesi’dir (1817). Daire planlı, iki katlı, mermer yapının hafif dilimli kubbesinin çevresinde payandalar ve kulecikler yer alır. Oval pencerelerin üzerindeki askıçelenkler, empire üslubun belirtileridir. Divan- yolu'ndaki Mahmut II türbesi (1840) artık tümüyle empire üsluptadır. Türbede ayrıca Abdülaziz ve Abdülhamit ll’nin sandukaları bulunmaktadır. Mimar Kemalettin' in yapıtı olan

Eyüp'teki Mehmet V türbesi yeniklasik üsluptadır. Sultan selim camisi' nin haziresindeki Abdülmecit türbesi ise (1865) süslemesiz, yalın bir yapıdır. İstanbul’da devlet önde gelenleri için yapılmış önemli türbeler de vardır. Bunların ilk ve önemli örneklerinden biri Mahmutpaşa türbesi'dir (1473). Aynı yüzyıldan Davutpaşa ve Rum mehmetpaşa türbeleri de belirtilmesi gereken örneklerdir. Beşiktaş'taki Barbaroshayrettinpaşa türbesi (1541), Mimar Sinan'ın ilk eserlerindendir. Bu yüzyılın öteki önemli türbeleri arasında Ayazpaşa, Mustafapaşa, Mimarsinan, Zalmahmutpaşa, Hüsrevpaşa, Kılıçalipaşa, Per- tevpaşa, Sinanpaşa, Gazanferağa türbeleri belirtilebilir. XVIII. yy.'da sözü edilebilecek vezir türbesi bulunmamasına karşılık, XIX. yy.’da bu grup türbeler yeniden ortaya çıkmıştır (Bayezit külliyesi haziresindeki Reşitpaşa, Cağaloğlu'nda Mahrnut nedimpaşa, Fatih'te Ahmetcevatpaşa, Hürriyeti edebiye tepesinde Mimar Kemalettin'in yaptığı Mahmutşevketpaşa türbeleri).

• Saraylar.


Mehmet ll'nin İstanbul'da yaptırdığı ilk saray, Beyazıt'taki Eski saray (Sarayı atik) hiçbir iz bırakmaksızın yok olmuştur. Daha sonra Sarayburnu’nda Topkapı sarayı (Sarayı cedit, Yeni saray) yaptırıldı. Edirne sarayı'nın bir benzeri olan Topkapı sarayı, yüzyıllar boyunca süren eklemelerle günümüzdeki görünümünü almıştır. 700 000 m2 lik bir alanı kaplayan bu saray pek çok kasır, köşk, devlet daireleri, koğuşlar, cami, kitaplık ve büyük bir mutfaktan oluşur. Saltanatın son dönemlerinde özel izin ile yabancıların ziyaretine açılan Topkapı sarayı, 3 nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü.

Osmanlı imparatorluğu'nun son dönemlerinde geçici olarak kullanılmak üzere özellikle Boğaziçi'nde çok sayıda saray yapıldı. Bunların ilk örneklerinden biri olan ve Üsküdar ile Haydarpaşa arasında yer alan Kavak sarayı, Selimiye kışlası’nın yapımı sırasında ortadan kalkmıştır. Anadolu yakasının Marmara denizi kıyısındaki Fenerbahçe ve Beykoz’daki Tokat bahçesi kasırları da zaman içinde yok olmuştur. Ahmet III döneminde Fındıklı’ da Emnabad, Defterdarburnu’nda Neşatabad, Beşiktaş ile Ortaköy arasında Gülşenabad, Bebek'te Hümayunabad, Anadolu yakasında Çubuklu'da Feyzabad, Kanlıca’da Mihrabad, Çengelköy ile Beylerbeyi arasında Ferahabad, istavrozda Şevkabad, Üsküdar burnunda Şerefabad kasırları yapıldı.

Aldülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde, eski türk konak ve köşklerinin daha büyük birer örneği olan bu saraylar yıktırıldı ve yerlerini avrupa saraylarına özenen, osmanlı üslubuna yabancı yapılar aldı. Mahmut II döneminde yaptırılan ahşap Beşiktaş sahilsarayı Abdülmecit tarafından yıktırılarak yerine bugünkü Dolmabahçe sarayı yaptırıldı (1848 -1856). Boğaziçi'nin Anadolu yakasındaki Beylerbeyi sarayı ise yazlık saraydır ve Abdülaziz döneminde buradaki ahşap sarayın yerine kurdurulmuştur (1865). Gene Abdülaziz tarafından yaptırılan Çırağan sarayı (1863-1871), 1910 yangınından sonra uzun süre bakımsız kaldı (1988’de otele dönüştürülmesi çalışmaları sürüyordu). Özellikle Abdülhamit II tarafından ilgi gören ve kullanılan Yıldız sarayı, Selim lll'ün annesi tarafından yaptırılan köşkün çevresine eklenen Şale, Malta, Çadır köşkleriyle, silahhane ve porselen atölyesinden oluşur. Haliç kıyısındaki Aynalıkavak kasrı, burada yer alan ve Mehmet II döneminden başlayarak gelişen Tersane sarayı'nın yerine kurulmuş, Ahmet III döneminde Venediklilerim armağanı olan aynalarla donanmıştır.
Padişahların kısa süreli konaklamalar ve avlar için yaptırdıkları kasırlar arasında Anadolu yakasındaki Göksu kasrı, Tophane’deki Tophane kasrı, Beşiktaş'taki Ihlamur kasrı belirtilebilir. Abdülaziz'in yaptırdığı Kalender kasrı'nın ise yalnızca kalıntıları vardır. Kâğıthane kesiminde de saray, köşk ve kasırlar yer alıyordu. Ahmet lll'ün sadrazamı Damat İbrahim Paşa'nın yaptırdığı Sadabad kasrı’nın en önemli özelliği, Kâğıthane deresinden getirilen yapay kanallarla kurulan su düzeniydi. Çağlayan kasrı ise transız sarayları örnek alınarak kurulmuştu.

• Hisarlar.


Anadoluhisarı, Bayezit I (Yıldırım) döneminde Bizans’ın deniz ulaşımını denetlemek amacıyla yapılmıştı (XIV. yy. sonları). Mehmet II de karşı kıyısına Rumelihisarı kurdurdu. Kuşatma sırasında Bizans’a Karadeniz'den gelebilecek yardımları kesen bu iki kale, fetihle birlikte önemlerini yitirdiler, ancak o dönemde Karadeniz’de limanları ve kaleleri bulunan Cenova’nın gemilerinin denetlenmesini sağladılar. Bir ara K.’den gelebilecek tehlikelere karşı, daha sonra da XIX. yy. sonuna değin hapishane olarak kullanıldılar. Mehmet II kenti aldıktan sonra Altın kapı’nın bulunduğu yerde Yedikule hisarı'nı yaptırdı (1457-1458). Dönemi için oldukça yabancı bir planı olan hisar yıldız biçimindeydi. Osmanlı hâzinesi bir süre burada korunmuş ve hapishane olarak kullanılmıştı. XIX. yy. sonlarına değin kulelerinin üstünün ahşap çatıyla örtülü olduğu bilinen Yedikule surlarının ortasında günümüze yalnızca minaresinin kalıntıları ulaşan bir mescit ve çeşme vardı. Hisarın bugün altı kulesi ayaktadır.

Çeşmeler


Sebiller, çeşmeler su yapıları Mehmet II döneminde İstanbul’un su düzeni onarım görmüş olmakla birlikte, bu konuda temel bayındırlık hizmetleri Süleyman I (Kanuni) döneminde gerçekleştirildi, daha sonraki padişahlar zamanında da geliştirildi. Kente Halkalı (büyük kûlliyelerin su gereksinimi bu şebekeyle karşılandığından Cevami-i şerife suları da denir), Kâğıthane ve Alibey dereleri çevresindeki Kırkçeşme ve Bahçeköy (Taksim) su şebekeleriyle getirilen sular maksemlerde (savak, taksim) toplanıyordu. Bu merkezlerden biri Eğrikapı, ötekisi Taksim meydanı'ndaki Galata-Beyoğlu maksemleriydi. Dönemin en önemli su yapılarından biri Mimar Sinan'ın yapıtı olan Mağlova kemeri'dir. Ayrıca kentin su gereksinimini karşılamak üzere pek çok bent yaptırıldı.

İstanbul'da osmanlı mimarlığının önemli yapılarından biri olan çeşmelerin de birçok örneği vardır. Kentin Rumeli yakasında dört yüzden fazla yazıtlı çeşme bulunmakta, bu sayı Galata, Beyoğlu, Haliç’in yukarı kesimi, Boğaziçi, Üskadar ve Kadıköy’dekilerle yedi yüz doksan dörde yükselmekteydi. Bunların bir bölümü bir yapının duvarına bitişik cephe çeşmeleridir. Bu türün en eski tarihli örneği Davutpaşa çeşmesi’dir (1485). Beyazıt’ta Çadırcılardaki Ahidurmuşbaba çeşmesi’nin de XV. yy.'ın ilk çeyreğinde yapıldığı sanılmaktadır. Fatih’te Şahruh (1559/1560), Âşıkpaşazade (1564/1565), Altımermer’ de Fatmasultan (1573/1574), Hasekide Kethüdaaliağa (1635/1636), Süleymaniye' de Karamustafapaşa (1677/1678), Ayvansaray’da Şatırhasanağa (1692/1693), Fatih'te Feyzullahefendi (1700/1701), Kabataş’ta Selim lll'ün onarttığı Kazaskeresat efendi, Edirnekapı'da Semizalipaşa (1565/1566), Kâğıthane'de Mirahornuhuğa (1589/1590) ve Şehzadebaşı’nda ibrahimpaşa (1603/1604) çeşmeleri klasik üslupta yalın yapılardır.

Lale devri’nde çeşmeler daha.ince bir görünüm kazanır (Kâğıthane'de Ahmet III çeşmesi, Yenivalide külliyesi’nde, hazire duvarına bitişik Haticesultan çeşmesi). Lale devri sonlarında barok etkili çeşmeler görülmeye başladı (Eyüp'te Mustafaağa, Sirkecide Zeynep- sultan çeşmeleri). Fatih’te Vezirahmetpa- şa (1741/1742), Vilayet karşısında Hacıbe- şirağa (1756/1757) ve Nuruosmaniye camisi’nin (1756/1757) çeşmeleri ise daha iddialı yapılardır.Meydan çeşmelerinin en anıtsal ve önemli örnekleri Topkapı sarayı'nın önündeki alanda ve Üskadar’da yaptırılan Ahmet III çeşmeleridir. Lale devri’nin estetik anlayışını başarıyla yansıtan bu yapıların ardından Mahmut I döneminden Tophane çeşmesi (1732), Azapkapı’daki Salihasultan çeşmesi (1732/1733), Küçüksu'daki Mihrişahvalidesultan çeşmesi (1806/1807), son dönem meydan çeşmelerinin en anıtsal örneği olan Beşiktaş -Maçka arasındaki Bezmiâlemvalidesultan çeşmesi (1839/1840), Halıcıoğlu'ndaki Hûsrevpaşa çeşmesi (1843), Kâğıthane' deki (1892/1893) ve Yıldız-Balmumcu arasındaki (1888/1889) Abdülhamit II çeşmeleri belirtilebilir. Sultanahmet meydanındaki Alman çeşmesi ise (1901), türk sanatına yabancı, özgün bir anıttır. İstanbul dışındaki kentlerde pek az rastlanan sebiller arasında da Dolmabahçe’deki Ha- cıeminağa sebili (1644), Kabataş’ta Setüs- tu'ndeki Kocayusufpaşa sebili (1787), Eyüp'teki Validemihrişah sebili (1796) ve Fatih’teki Nakşidilvalidesultan sebili (1809) sayılabilir.

• Hamamlar.


İstanbul’da hemen hemen her külliye için bir hamam yapılmıştı. Bunlar çoğunlukla çifte hamam planındaydı. Mahmutpaşa külliyesi'nin 1466 tarihli hamamı, büyük kubbeli soyunma bölümü ve her biri farklı süslemeli çeşitli küçük kubbelerin çevrelediği sekizgen planlı sıcaklık bölümüyle dikati çeker. Bayezit II' nin eşi Gülbahar Hatun'un Trabzon’daki imaretinin vakfiyesi olan Bayezit hamamı XVI. yy. başlarından kalma anıtsal bir yapıdır. Mimar Sinan’ın gerçekleştirdiği iki önemli örnekse Çemberlitaş hamamı’yla Haseki (Ayasofya) hamamıdır. Kaynaklara göre Sinan İstanbul’da kent içinde, Üskadar, Galata ve Boğaziçi'nde 23 hamam yapmıştır. Bunlardan Zeyrekteki Çinili hamam renkli mermer süslemeli şadırvanı, duvarlarının üst bölümünü kaplayan çinileriyle ünlüdür. Kentin son büyük boyutlu hamamı, Yerebatan sarayı yakınındaki Cağaloğlu hamamıdır (1740).

• Bedestenler


Büyük çarşılar, arastalar işlek bir ticaret merkezi olan İstanbul’da, türk dönemi ticaret yaşamının ana yapılarını, yangın tehlikesine karşı taştan yapılmış bedestenler oluşturur. Bunların ilk örneği Mehmet II döneminden iç bedestendir (Bedesteni atik). Yapı tuğla kemerlere oturan on beş kubbeyle örtülüdür. D.’suna daha sonra Sandal bedesteni eklenmiştir. Bu yapı kubbe sayısı açısından türk mimarisinin en büyük bedesteni sayılır (on iki ayağa oturan yirmi kubbeyle örtülüdür). Bu bedestenlerin çevresinde yer alan ahşap dükkânların arasında kalan yollar tonozlarla örtülerek bugünkü Kapalıçarşı oluşturulmuştur. Bu arada çevredeki pek çok han da Kapalıçarşı'ya katılmıştır (Sarnıçlı, Alipaşa, Paçavracı, Camili, Çuhacı, Baltacı, Yağcı, Sorguçlu, imameli, Kebeci, Zincirli vd.). Genellikle büyük külliyelerin çevrelerinde bulunan arastaların İstanbul’daki en ünlü örnekleri arasında Süleymaniye camisi’nin yanındaki ile Sultanahmet camisi'nin arkasındaki arastalar belirtilebilir. Sultanahmet camisi’nin arastası günümüzde onarılarak Sipahiler çarşısı adını almıştır. Yenivalide külliyesi’nin arastası ise Mısırçarşısı’dır.

• Hanlar, kervansaraylar.


Mehmet II döneminden başlayarak İstanbul’da pek çok kent içi han yaptırılmıştır. Genellikle Eminönü-Unkapanı, Beyazıt-Sultan- hamam ve Beyazıt-Aksaray arasında bulunan bu yapıların en büyüğü Büyükvalide hanı’dır. Bunun yanı sıra Mimar Sinan' ın yapıtı olan Rüstempaşa hanı, Zindan hanı, Leblebici hanı, Alipaşa hanı, Çukur- çeşme hanı, Çuhacı hanı, Simkeşhane sözü edilebilecek başlıca örneklerdir. Büyük külliyeler içinde yer alan kervansaraylar arasında da Bayezit külliyesi’ne (ahırı günümüzde Beyazıt devlet kütüphanesi' dir) ve Süleymaniye külliyesi’ne bağlı yapılar belirtilebilir.

• Kitaplıklar.


OsmanlI mimarlığında bağımsız ya da bir külliyenin parçası olarak kitaplıkların yapılması XVII. yy.’da başladı. Vakıf niteliği taşıyan bu kitaplıklar arasında bilinen en eski örnek Köprülü kitaplığıdır(1661).Amcazadehüseyinpaşa külliyesi içinde de bir kitaplık bulunmaktadır. Bir cami içinde yer alan kitaplıklara verilebilecek en ilginç örnek, Süleymaniye camisi’nin yanındaki, barok üslupta dökme tunç parmaklıkla ayrılmış olanıdır (1751/1752). XVIII. yy.’da kitaplık mimarlığında bezemenin yoğunlaştığı görülür (Fatih’.e Feyzullahefendi, Vefa’da Şehitalipaşa [1715], Hekimoğlualipaşa külliyesi camisi’nin dış avlu kapısı üzerindeki kitaplıklar). Mahmut I döneminde Ayasofya'ran destek payandaları arasına yaptırılan kitaplık (Ayasofya Mahmut I kitaplığı) ve Vefadaki Atıfefendi kütüphanesi bu türün dikkate değer örnekleridir. Reisülküttap Mustafa Efendi'nin Sultanhamam’da yaptırdığı kitaplıksa (1741/1742) günümüzde ticarethaneye dönüştürülmüştür. Büyük külliye kitaplıklarının son örnekleriyse Nuruosmaniye ve Hamidiye kitaplıklarıdır.

• Anıtlar.


İstanbul'daki osmanlı dönemi anıtlarından biri Topkapı sarayı’nın Babı hümayun kapısından sağa inen yolun üzerindeki Lahana anıtıdır (1790). Lahanacı ocağından yetişen Selim III tarafından dikilen anıt, tepesinde lahana kabart ması bulunan dört köşe mermer sütundan oluşur. Cepheleri kabartma çiçek bezemelidir. Yanındaki Bamya anıtı ise Bam- yacılar ocağından yetişen Mahmut II tarafından yaptırılmıştır (1811). Kabataş iskelesinin yapımı üzerine Abdülmecit tarafından diktirilen Hadika (1851), dört köşeli bir sütun biçimindedir. 1969'da onarılan anıtın cephelerinde iskelenin yararları anlatılmakta, Ahmet Ziver Paşa’nın padişahı öven dizeleri ve yapım yazıtı yer almaktadır. Hürriyeti edebiye tepesindeki Abidei hürriyet, mimar Muzaffer Bey tarafından 31 mart şehitlerinin anısına dikildi (1909). Fatih parkı içindeki Tayyare şehitleri anıtı, türk havacılık tarihinin ilk şehitleri olan Fethi, Sadık ve Nuri beyler için yapıldı (1916). Mimar Vedat Bey’in (Tek) yapıtı olan anıt işlemeli mermer kaide üzerinde havacıların yarım kalan yolculuklarını simgeleyen kırık bir sütundan oluşur. Sarayburnu’nda, Heinrich Krippel'in yapıtı olan Atatürk anıtı, Cumhuriyet'ten sonra yaptırılan ilk Atatürk heykelidir (1926). Taksim'deki Cumhuriyet anıtı'ysa İtalyan heykelci Canonica’nın ürünüdür. Beşiktaş meydanı'nda, Deniz müzesi karşısındaki Barbaros anıtı Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu'nun ortak yapıtıdır (1944). Dört basamakla çıkılan tunç anıtta Barbaros Hayrettin Paşa ve leventleri betimlenmiştir. İstanbul Üniversitesi bahçesindeki Atatürk gençlik anıtıysa Yavuz Görey'in bir çalışmasıdır (1955). Anıtta Atatürk üniversite gençliği arasında gösterilmektedir. Bunların yanı sıra Bakırköy’de Kenan Yontuç'un, Eyüp ve Büyükada’da Zühtü Müridoğlu'nun Atatürk heykelleri belirtilebilir. Cumhuriyetin kuruluşunun ellinci yılında İstanbul Belediyesi'nce kentin çeşitli kesimlerine yaptırılan heykellerin önemli bir bölümünün yeri sonradan değiştirilmiştir.

• Müzeler.


Kentte dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan kuruluşlar bulunmaktadır (İstanbul Arkeoloji müzeleri, Top- kapı sarayı müzesi, Türk ve İslam eserleri müzesi).

• ARKEOLOJİ.


İstanbul’un yerleşme alanları içindeki kesimlerde, sürekli yapılaşmadan doğan bozulma yüzünden tarihöncesi dönemleri aydınlatacak araştırma ve kazı yapılamadı. Ancak yerleşme dışı bölgelerde gerçekleştirilen çalışmalarda önemli sonuçlar alındı. Küçükçekmece gölünün K. ucundaki Yarımburgaz mağarası’nda yapılan çalışmalarda (1927 Prof. R. Ho- vasse, 1964-1965 Prof. Ş. A. Kansu, Prof. K. Kökten, N. Dolunay, 1986 ve sonrası M. Ûzdoğan, Alpaslan Koyunlu), İstanbul’un yanı sıra bölgenin tarihöncesi dönemine ışık tutan ve Yontmataş dönemine değin inen buluntular elde edildi. Ayrıca Bostancı deresi sekisi ile içerenköy arasındaki kaya sığınaklarında, Uzunçayır ve Kurbağalıdere sekilerinde, İstanbul boğazı’nın Anadolu kıyısındaki Küçüksu, Mahmutşevketpaşa deresi vadilerinde de araştırmalar yapıldı. Fikirtepe'de (1952 -1954 K. Bittel, H. Çambel) Yontmataş döneminden aletler bulundu. Pendik'te (1961 Ş. A. Kansu, 1963 İstanbul Üniversitesi prehistorya kürsüsü) bu dönemden bir açık hava yerleşmesi saptandı. İstanbul Üniversitesi prehistorya kürsüsü ile İstanbul Arkeoloji müzeleri’nin ortak çalışmalarında Büyükgöksu ve Küçükgöksu derelerinin yukarı kesimlerinde, Ümraniye' nin K.'indeki sığ vadilerde çakmak taşından aletler ele geçti. Ümraniye ile Dudullu arasındaki bölgede on üç buluntu yeri belirlendi. 1980'den başlayarak Doç. M. Ûzdoğan yönetiminde yapılan yüzey araştırmalarındaysa Büyükçekmece gölünün K.’inde, Eskice sırtı ile Kolağası arasında, Terkos gölüyle Kilyos arasındaki bölgede (Ağaçlı, Gümüşdere, Yassıören) Levallois, Moustier, Aurignac endüstrileri türünde yongalar, uçlar, kazıyıcılar, dilgiler vb. aletler ele geçti. Bakırtaş dönemi buluntularıysa Yarımburgaz mağarası, Fikirtepe, Pendik, Tuzla (1958 N. Fıratlı, 1965 Ş. A. Kansu), Silivri yakınındaki Kanallıköprü höyüğü'nde (1959-1962 Ş.A. Kansu) yoğunlaşmaktadır.

Kentin tarihsel çağlarına ilişkin araştırma ve kazılarsa yerleşim bölgeleri içinde yer almıştır. Bunlar daha çok kentin ilk kurulduğu kesimdedir ve yeni yapıların temel kazıları sırasında ortaya çıkan buluntular sonucu başlatılmıştır. Divanyolu -Firuzağa camisi ve Adalet sarayı arasındaki alanda (bugün açık hava müzesi görünümündedir), İstanbul Arkeoloji müzeleri ile Alman arkeoloji enstitüsü’nün birlikte düzenledikleri kazılarda (1963-1964) bizans döneminden bir sarayın, duvarları absidalı büyük salonu ortaya çıkarıldı. Lausos sarayı'na ait olduğu sanılan salon Geç bizans döneminde sarnıca dönüştürülmüş, Osmanlılar zamanında da su deposu olarak kullanılmıştı.
Ayrıca bu kesimde ünlü Meşe caddesi’nin mermer döşemeleri ve yanlarında yer alan dükkânların kalıntıları bulundu. Çemberlitaş'taki Darüşşafaka işhanı’nın temel kazısında (1963), birçok yapı kalıntısı, mezar taşları, heykeller, lahitler, sikkeler, seramikler ele geçti. Saraçhane'deki yeraltı geçidinin yapımı sırasında da VI. yy.’dan Hagios Pol- yeuktos kilisesi’nin kalıntıları ortaya çıkarıldı. Burada İstanbul Arkeoloji müzeleri ile D. Oaks'ın yaptığı kazılar 1968'de son buldu, üç sahınlı, kare planlı kilisenin planı belirlendi. Belediye sarayı’nın yapımında, bizanslı köylülerin betimlendiği bir mozaik bulundu. Beyazıt, Cağaloğlu, Mahmutpaşa kesimlerinde de birçok bizans sarnıcı ortaya çıkarıldı (1965-1966). Şişhane' de (1968) ve Vezneciler yakınında (1975) bulunan sarnıçlar da bu dönemde su yapılarına verilen önemi vurgulamaktadır.

İstanbul Arkeoloji müzeleri’ne ek bina yapılması çalışmaları sırasında, Topkapı sarayı’nın birinci avlusundaki temel kazılarında kentin kuruluş evresine ilişkin önemli buluntular elde edildi ve bu kesimin akropolis olduğu belirlendi (1968). Şehzade- başı’ndaki Kalenderhane camisi'nde (Akataleptos manastırı kilisesi) yapılan araştırma ve restorasyon çalışmalarında (1966-1972), burasının latin işgali sırasında Fransisken rahipleri tarafından kullanılan Francesco d’Assisi kilisesi olduğunu ortaya koyan yazıtlı bir duvar resmi ortaya çıkarıldı. 1979-1983 arasında DSİ'nin Topkapı sarayı, Surusultani içinde ve deniz surları boyunca sürdürdüğü boru isale hattı çalışmaları sırasında İstanbul Arkeoloji müzeleri uzmanlarının katkılarıyla aziz Georgios kilisesi’nin avlu duvarının B. ’ya uzantısı olduğu anlaşılan 22 m uzunluğundaki nişli cephe duvarı ve gerisindeki mimarlık kalıntıları, ayrıca Gülhane hastanesi’nin K.'inde figürlü (sasani ve bizanslı) bir mermer kabartma (IV.-V. yy.’lar) bulundu. Aynı yıl Çatladıkapı’nın D.’sundaki Bukoleon sarayı’nın K.'inde de temel kazısı sırasında büyük bir taban mozaiki ele geçti (X-XI. yy.’lar). Perşembepazarı’nda, Galata bedesteni'nin karşısındaki bir inşaat alanında XVIII. yy.’da yapıldığı sanılan ve bir tarikat sahnesinin canlandırıldığı büyük bir duvar resmi bulundu ve İstanbul Arkeoloji müzeleri'ne götürüldü. 1984 yılı temel kazıları sırasında da Beyazıt'ta Sekbanbaşı mevkisinde ortaya çıkarılan kalıntıların ünlü Meşe caddesi boyunca sıralanan önemli yapılardan birine ait olduğu sanılmaktadır. Aynı yıl Kocamustafapaşa'da, Ramazanefendi camisi yakınındaki kanalizasyon çalışmalarında 1722 adet altın bizans sikkesinden oluşan bir define bulundu. Konstantinopolis darphanesinde basılan sikkeler Orta bizans döneminde, 1042-1081 arasında yönetimde bulunan altı imparator ve bir imparatoriçeye aittir (Konstantinos IX - Ni- kephoros III arası). Sikkeler İstanbul Arkeoloji müzeleri nümismatik bölümü'ndedir.

• EDEBİYAT.

Ad:  istanbul edebiyat.jpg
Gösterim: 2991
Boyut:  25.8 KB

İstanbul için bilinen en eski metinlerden biri Osman Gazi’ye mal edilen şu dörtlüktür:
"Osman Ertuğrul oğlusun / Oğuz kayıhan neslisin / Hakkın bir kemter kulusun / İstanbul'u aç gülzâr yap". "İstanbul" adı, fetihten sonra, ilk kez Fatih Sultan Mehmet tarafından bir gazelde kullanıldı: "Bağlamaz Firdevs'e gönlünü Kalata'yı gören / Kâfir olur ey müsel- manlar o tersâyı gören".

XV. yy.'da İstanbul'dan söz eden en ilginç yapıt, Tacizade Cafer Çelebi’nin Hevesname adlı mesnevisidir. İstanbul'da geçen bir aşk hikâyesini anlatırken Cafer Çelebi, Galata'nın yüksek yapılarını "pür ziver ü zer”, dükkânlarını "bütler ile zeyn olmuş" sözcükleriyle niteler ve camilerden, türbelerden söz eder XVI. yy.'da Zâti, Baki, Nihani, Yahya Efendi gibi şairler İstanbul'u sözkonusu eden beyitlerin bulunduğu gazeller, kasideler ve mesneviler yazmışlardır. Taşlıcalı Yahya'nın Şah u Geda mesnevisinde ilginç İstanbul betimlemeleri vardır: "Kurşun örtülü kubbeler yer yer / Yelken açmış gemilere benzer".

Yazar olarak İstanbul'u ilk kez geniş biçimde Latifi (XVI. yy.) Evsaf-ı İstanbul adlı yapıtında betimler ve ondan "içinde enva- ı hırfet ve yetmiş iki millet temekkül ve tavattun eden" olarak söz eder. Lâtifi’ ye göre bu şehir, insanı baştan çıkaracak, dinden uzaklaştıracak kadar güzel ve çekicidir. XVII. yy. şairleri içinde İstanbul'u öven en güzel gazel, Nef’i tarafından yazılmıştır Tacizade Cafer Çelebi'nin, doğal güzelliğinden uzun uzadıya söz ettiği Kâğıthane'de eğlence fasılları o tarihlerde de varolmak ki, Nef'i ünlü gazelinde: "Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıthane dünya bundadır / Cennete dönmüş güzellerle temaşâ bundadır" der.

İstanbul üzerine gazeller de yazmış olan Nabi, Hayriye'sinde kenti, bütün yetenekli insanların bir araya geldiği, ilim ve fen alanında en üst düzeye çıkmış bir yer olarak niteler. Eski edebiyatta İstanbul’u en geniş biçimde, canlı ve kıvrak bir üslupla anlatan, kuşkusuz, Evliya Çelebi’dir. On ciltlik ünlü Seyahatname'sinin birinci cildi, onun deyişi ile "maskat-ı re’si olan İslamboT’a ayrılmıştır. İstanbul'u, tarihi, coğrafi güzellikleri, nüfus yapısı, semtleri, esnaf ve zanaat sahipleri ile ayrıntılı biçimde dile getiren Çelebi, bunlarda da abartma huyundan vazgeçmez. İstanbul' dan söz eden XVIII. yy. şairleri içinde Nedim'in özel bir yeri vardır. Kasidelerinde, gazel, şarkı, mesnevi ve tarihlerinde Ahmet III döneminin istanbulu’nu bütün özellikleri ile bulmak mümkündür. Nedim'e göre İstanbul'un tek taşı bile tüm acem mülkünden daha değerlidir: "Bu şehr-i Sitanbul ki bi misi ü bahadır / Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır".

Yaşam görüş ve biçimleri bakımından dünya işleriyle pek ilgilenmeyen Şeyh Galip ve Esrar Dede (XVIII. yy.) gibi mutasavvıflar bile İstanbul'un çekiciliğinden kendilerini kurtaramamışlardır: "Boğaziçinde bu şeb mey vererek muğbeçeler / Etti sağar gibi lebriz bizi tâ be-gelû" (Esrar Dede). Tanzimat’la birlikte Batı'ya yönelişin hız kazandığı dönemlerde yaşam biçiminde olduğu gibi, edebiyatta da yeni öğeler yeni motifler ortaya çıkmaya başladı. Şinasi, Tasvir-i efkâr'dakı makaleleri ile İstanbul'un bazı sorunlarını dile getirdi; Şair evlenmesi ile kenar mahalle insanlarının portrelerini çizdi. Namık Kemal, yine Tasvir'de “Ramazan mektupları” başlığı altında İstanbul röportajları yayımladı ve romanlarında İstanbul tasvirleri yaptı. Ahmet Mithat Efendi'nin ilgisini, daha çok Beyoğ- lu’nun eğlence yerleri, gazino ve batakhaneleri çeker. Ona göre Beyoğlu, Türk- ler'in ahlakını bozan bir bölgedir.

Abdülhak Hamit, Recaizade Ekrem, Sami Paşazade Sezai gibi Tanzimat dönemi şair ve yazarlarında İstanbul ve İstanbul motifleri oldukça geniş bir yer tutar. Türk romanında gerçekçiliğin öncülerinden olan Nabizade Nazım, Zehra adlı yapıtında, İstanbul semtlerini ve özellikle tulumbacı takımını başarı ile anlatır. Mizancı Murat Bey’in Turfanda mı Turfa mı adlı yapıtı (1891), Tanzimat dönemi istanbulu'nun bir tür eleştirisidir. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanlarında ise drka sokakları, konak ve yalıları, alafrangalığa özenen ya da batıl inançları olan insanları, varup iskeleleri, atlı tramvayları, kahve ve gazinoları ile tüm bir İstanbul yaşar. Ahmet Rasim'in gazetelerde yayımladığı fıkra ve anılarında da, günlük yaşamı içinde İstanbul önemli bir yer tutar. Halit Ziya’nın romanlarında İstanbul, kahramanlan ile iç içe geçmiş ve onları belirleyen bir öğe olarak yer alır. Mehmet Rauf’un Eylül romanı (1900), Boğaziçi'nde geçen içli bir aşkın hikâyesidir. Tevfik Fikret zaman zaman iyimser, zaman zaman kötümser bir yaklaşımla İstanbul’u şiirlerine konu etmiş Servet i fünun şairlerinin başında gelir. Karamsarlığının tipik bir örneğini oluşturan “Sis” şiirinde İstanbul onun için "... bin kocadan artakalan bir dul bakire”dir.

1908 meşrutiyeti’nden sonra, şiirlerinde İstanbul'u en çok sözkonusu eden şairlerin başında Mehmet Akif gelir. Semt semt, sokak sokak, cami cami gezip dolaştığı şehre din ve ahlak açısından eleştirel bir gözle bakar. Yahya Kemal’de ise İstanbul bütün bir vatan, bütün bir tarih ve bütün bir türklüktür: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer / Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul / Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görülür dünyada / Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan / Yaşamaktır derim en hoş ve uzun rüyada / Sende çok yıl yaşayan sende ölen sende yatan".

Yahya Kemal'in, şiirleri dışında İstanbul’un tarihi, güzellikleri ve belli başlı semtleriyle ilgili görüş ve bilgileri içeren yazıları ile konferansları, Aziz İstanbul adı altında İstanbul Fetih cemiyeti Yahya Kemal enstitüsü tarafından yayımlanmıştır (1964). Halide Edip (Adıvar), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Reşat Nuri (Güntekin) gibi romancıların yapıtlarında da İstanbul ve İstanbul yaşamına ilişkin geniş bölümler vardır. Abdülhak Şinasi Hisar, roman, anı ve denemelerinde İstanbul’un, özellikle Çamlıca, Boğaz ve Büyükada üçlüsü içinde İstanbul'da kesitler verir. Ahmet Hamdi Tanpınar Beş şehir (1946) adlı kitabında İstanbul'un doğal güzelliklerini, tarihini ve yaşamından ilginç görüntüleri bir araya getirir. Mithat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul’u (1938), Sermet Muhtar Alus’un Kıvırcık Paşa'sı (1933), Osman Cemal Kaygılı’nın Çingeneleri de (1939) İstanbul ve İstanbul yaşamını konu alan yapıtlar arasındadır. Toplumun üst katlarından uzak, ama İstanbul’u İstanbul yapan insanları ile Sait Faik Abasıyanık, hikâyelerinde İstanbul temasına yeni bir çeşni getirmiş türk yazarlarından biridir.

Orhan Kemal, Haldun Taner, Orhan Han- çerlioğlu, Oktay Akbal gibi yazarların yapıtlarında da İstanbul ve İstanbul yaşamına ilişkin gözlemler çoktur. Şiirlerinde İstanbul görüntülerine sık sık yer veren Ziya Osman Saba, hikâyelerinde de (Değişen İstanbul, 1959) kentin sokaklarını, insanlarını ve onların yaşantılarını ayrıntıları ile canlandırır. “İstanbul türküsü", "Kapalı çarşı", "İstanbul’u dinliyorum” ve "Galata köprüsü” gibi şiirleriyle Orhan Veli (Kanık) de İstanbul yaşamından kesitleri başarı ile yansıtan şairlerden biridir. Behçet Necatigil, ilhan Berk, Attilâ ilhan gibi şairlerde de İstanbul’a değişik bakış açıları bulmak mümkündür. İstanbul için yazılmış şiirler için sözü edilmesi gereken yapıtlardan biri de Fazıl Hüsnü Dağlarca’ nın İstanbul fethi destanı'dır (1953).

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 16:32