Arama


rambo3947 - avatarı
rambo3947
Ziyaretçi
18 Ekim 2011       Mesaj #7
rambo3947 - avatarı
Ziyaretçi
Gutenberg'in hareketli harfleri kullanan baskı makinesini 15. yüzyılın ortalarında icat etmesinden yaklaşık 150 yıl sonra ilk gazeteler ortaya çıkmaya başlamıştır. İlk gazete olarak kabul edilen Avisa'nın Strazburg'da1609 yılında yayınlanmasından bir yüzyıl sonra ilk günlük gazete İngiltere'de 1702 yılında The Daily Courant adıyla yayınlanmıştır. Dolayısıyla, tıpkı roman gibi, gazete de 18. yüzyıl ürünüdür. Bu yüzyıl kapitalizmin dünyada başat üretim tarzı haline geldiği yüzyıldır aynı zamanda. Hegel kapitalizm ile gazetecilik arasındaki ilişkiyi şöyle özetliyor: 'Gazete kapitalizmin sabah duasıdır'. İlk gazeteciler haberlerini genellikle yine 18. yüzyılda yeni bir toplumsal mekan olarak ortaya çıkan kahvehanelerdeki sohbetlerden derliyorlardı. Ayrıca gazetelerde edebi bir dil kullanılarak olaylar süsleniyordu. Günlük gazeteler İngiltere'de 'daily', Fransa'da ise 'journal' diye adlandırılıyorlardı. Bugün gazeteciliğin İngilizce ve Fransızca'da 'journalism' diye adlandırılması bundandır. Türkçe'de ise gazete kelimesi, İtalyanca'da bu tür günlük yayınların teknolojik gelişmelere paralel olarak giderek ucuzlamasıyla satın alınırken kullanılan bozuk paralara verilen isimden gelmektedir. Baskıya olanak veriyordu.

Gazetecilik

Başlangıçta gazete matbaaları basit tipografik makinelerdi ve zamanla daha hızlı baskıya olanak veren ve buhar gücünü kullanan rotatifler devreye girdi. Tipografi yöntemi çok uzun süreler devam etti ve hatta bugün bile bazı matbaalarda kullanılıyor. Sonraları geliştirilen ve daha kaliteli baskıya olanak veren tifdruk sistemi ise yerini kısa sürede offset yöntemine bıraktı. Offset yöntemi hem hızlı hem de kaliteli baskıya olanak veriyordu. Öte yandan harflerin teker teker elle dizilmesi (mürettipler tarafından) yöntemi de yerini sonraları satır satır dizgiye olanak veren hızlı linotiplere bıraktı. Bu yöntem eriyen kurşundan satırların kalıbını dökme işlemi nedeniyle sıcak dizgi olarak adlandırılır. Ancak önce elektronik dizgi makinelerinin sonra da bilgisayarların kullanılmasıyla hızlı ve kolay tashih (düzeltme) olanağı veren 'soğuk dizgi' yöntemi yaygınlaştı. Bugün artık dizilmiş gazete dosyaları iletişim ağları üzerinden gönderilerek birbirinden uzakta bir çok matbaada aynı anda basılabiliyor.

Gazetecilikte haber en önemli kavramdır. Haberciliğin gelişmesinde S. Morse'un 1837 yılında icat ettiği telgraf önemli bir rol oynamıştır. Telgraf kısa sürede Osmanlı İmparatorluğu'nda da kullanılmaya başlandı ve 1855 yılında Edirne Şumnu arasında ilk hat devreye girdi. Telgrafın haberlerin hızlı iletimindeki yararı, bu yararı daha verimli hale getirmek amacıyla haber ajanslarının kurulmasına yol açtı. Böylelikle gazetelerle haber ajansları arasındaki sıkı ve vazgeçilmez ilişki de başlamış oldu. Telgrafın gazeteciliğin tarihi açısından önemi bakımında İngiltere'de yayınlanan bir gazetenin adının 'Daily Telegraph' olduğunu hatırlatmakta yarar var. Haber ajansları, kısa sürede bir haber tekeli oluşturacak şekilde gelişti ve ortaya Dört Büyükler diye de adlandırılan AP, UPI, Reuters ve AFP'nin egemenliğinde bir haber piyasası çıkmış oldu. Öte yandan fotoğrafçılıktaki gelişmeler, gazetelerde görsel malzeme kullanımını artırdı. Haberciliğin asli bir unsuru olarak fotoğraf kullanımı yaygınlaştı ve photojournalism diye adlandırılan bir çalışma alanı ortaya çıktı.

Gazetecilik bir yandan halkın kamusal olaylar hakkında bilgilendirilmesi ve kamusal işlere katılması bakımından kamusal bir hizmet olarak görülür ama aynı zamanda da ticari bir faaliyettir. Gazete sahipliği ile gazetenin editoryal düzeni arasında hassas bir denge kurulmalıdır. Gazete sahibi gazetesini kendi şahsi çıkarları için değil kamunun çıkarları için kullanmalıdır. Amerikan anayasası sadece gazetecilik mesleğine koruyucu bir ayrıcalık tanır ve gazeteciliği kısıtlayan yasa yapılamayacağını hükme bağlar. Ancak anayasal bu ayrıcalık bir ticari faaliyet olarak gazetecilik için değil bir kamusal hizmet olarak gazetecilik için geçerlidir. Batıda ve Türkiye'de özellikle 1980'lerden itibaren, globalleşen kapitalizme paralel olarak, ortaya çıkan dev medya gruplarının sahip olduğu gazetelerde, geleneksel gazeteci-gazete sahibi ilişkisi oldukça değişmiş, asıl ticari faaliyet alanı gazetecilik olmayan gazete patronları ve 'genel yayın yönetmeni' gibi adlarla anılan yeni mesleksel kategoriler gündeme gelmiş ve gazeteciliğin hayat damarı olan, ve uzun yıllar devlete karşı korunmaya çalışılan editoryal bağımsızlık ilkesi yeni medya düzeninde iyice sarsılmıştır. Öte yandan karmaşıklaşan toplumsal olayları takip edebilmek için 'uzmanlaşmış gazetecilik' ve 'araştırmacı gazetecilik' gibi yeni meslek kategorileri ortaya çıkmıştır.

Yeni bir iletişim teknolojisi olarak internet, gazeteciliği bir çok bakımlardan etkilemiş ve 1990'lı yıllarda on-line gazetecilik kavramının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bugün mevcut gazetelerin on-line versiyonlarının yanı sıra sadece internette yayınlanan on-line gazeteler de bulunmaktadır. Ancak gazetecilik, tıpkı televizyon gazeteciliği kavramının gösterdiği gibi, haber verme temel işlevi bağlamında bu yeni teknoloji ile de işbirliği içinde varlığını sürdürecektir.

Fotoğraf ve Sinema:

Kronolojik olarak gazeteden sonra gelen fotoğraf ve sinema, birer sanat dalı olmalarının yanı sıra aynı zamanda birer kitle iletişim aracıdırlar. Gazetede fotoğraf, bazen haberin tamamlayıcı ögesi olmanın da ötesinde asli bir unsur haline gelebilmektedir. Fotoğrafın kitlesel özelliği sadece gazete ile sınırlı değildir. Sokak reklamlarında ve kartpostallarda fotoğraf, görsel anlatım gücüyle kitlelere mesaj ulaştırmada etki bir şekilde kullanılmıştır. Sinema ise başlangıcından beri salonların yaygınlaşmasına 've halka inmesine- paralel olarak bir kitle iletişim aracı halinde gelişmiştir.

Fotoğraf, bir yandan görüntünün bir düzeye düşürülmesi için optik ve diğer yandan da bu görüntünün sürekli olarak muhafazası için kimya alanındaki gelişmelerin ürünüdür. Bir düzeye görüntünün düşürülerek elde edilmesi için ilk geliştirilen alet camera obscura diye adlandırılan ve tasarımı (Araplardan aktarılan bilgilere dayanarak gerçekleştiren) Leonardo da Vinci'ye ait delikli bir karanlık kutudur. Delik karşısındaki nesne, karanlık kutunun iç çeperinde ters olarak görüntülenir. Bu aletten ilk kez, perspektif çalışan ressamlar yararlanmışlardır, resmetmek istedikleri nesnenin ters görüntüsünü bu iğne delikli kutu ile elde ediyorlar ve bu görüntüyü resme dönüştürüyorlardı. Sonraları bu deliğin yerine mercek konarak daha net görüntü elde edildi. Işığın foto-kimyasal etkileri konusundaki bilgiler 19. yüzyıl ortasında gerçek anlamda fotoğrafın icadına yol açacak düzeye erişir. Joseph N. Niepce 1826 yılında ilk çektiği fotoğrafta ışığa hassas maddeyi sekiz saat pozlayarak negatif görüntü elde etmişti. Görüntü tespiti konusunda ise Luis J. M. Daguerre'nin 1837'de açıkladığı dagerreyotip diye adlandırılan ve metal levhalarda görüntüyü tespit eden tekniğini beklemek gerekti. Kağıda baskı fotoğraf ise William H. F. Talbot tarafında 1840'da geliştirilen kalotip yöntemi ile gerçekleştirildi. İlk renkli fotoğraf görüntüsü ise Louis D. du Hauron tarafından 1869'da elde edildi. Bugünküne yakın renkli filmler ise 1950 yılında Kodak-Eastmancolor tarafından geliştirildi. İlk dijital fotoğraf makinesi ise 1987'de Kodak tarafından piyasaya sürüldü.

Sinema ise insanın fizyolojik bir zaafından yararlanır. Saniyenin yaklaşık 1/25'inden kısa sürelerdeki görüntüleri insan beyni algılamaz. Bu nedenle bir saniyede 25 değişik görüntü gösterilirse insan bu görüntüleri hareket ediyormuş gibi algılar. Bu insani zaaf üzerine sinema hareketli görüntü tekniği (kinetik [hareket] ' kino - cine) olarak ortaya çıktı. Bu zaaf reklamcılıkta ise 'eşik altı algı' tekniği olarak istismar edici [ve yasal olarak yasaklanmış] bir reklam yöntemine yol açtı. 25 film karesinden bir tanesine reklamını yaptığınız malın görüntüsünü yerleştirdiğinizde, algılanmayan görüntü sonradan bu mala bilinçaltı bir şekilde yönelmeyi sağlayacaktır. Gerek klasik sinema filmi (şeriti) gerekse de elektronik görüntü formatları (video, vcd, dvd vb.) hareketli görüntü artık görsel bir kültürün egemenliğini gündeme getirmiştir. Thomas Edison'un kinetografından (1892) esinlenen Louis Lumiere ilk sinema gösterisini 1895 yılında gerçekleştirdi. Charles Pathe'nin 1900 yılında kurduğu film üretim şirketi zamanla bir sinema tekeli haline geldi. 1902 yılında çekilen 'Aya Seyahat' ilk ticari film olarak kabul ediliyor. Sinemanın sanat olarak kabul edilmesi ise Fransız Louis Delluc'un 1918'den itibaren çektiği filmlerle oldu. 1929'da sinemaya ses izi (sound track) eklendi ve sinema olgunluk dönemine girerek kitleselleşti. Amerikan sineması 1930'lardan itibaren Hollywood'da sinemayı bir sanayi olarak örgütledi ve bugün ortaya çıkan kültürel hegemonyayı olanaklı kılan tekel konumunu elde etti. Günümüzde örneğin Türkiye'de salonlarda gösterilen Hollywood filmlerin oranı yerli filmlerden kat kat fazladır.

Radyo:

Radyonun ilk olarak Macaristan'da 19. yüzyıl sonlarında Budapest Registar adıyla telefonlu (kablolu) radyo olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Kişisel iletişim aracı olarak tasarlanan telefon o zamanlar müzik ve haber yayını için kitle iletişim aracı gibi kullanılmıştı ve bir santrala bağlanan telefon sahipleri ortak yayını dinliyorlardı. Ama gerçek anlamda ilk radyo yayını 1920 yılında ABD'de Pittsburg'da yapıldı. Ancak telsiz iletişimi olarak daha öncelri radyo teknolojisi kullanılmaya başlanmıştı. Örneğin meşhur Titanic gemisi 1912 yılında batarken elektromanyetik dalgalar kullanan bir telsiz ile yardım istemişti. ABD donanmasının telsiz telgraf ve telsiz telefonla (dolayısıyla da radyo ile) ilgisi başlangıçtan itibaren oldukça sıkıdır. RCA ve Marconi şirketleri Amerikan donanmasının talepleriyle güçlendiler. Marconi radyoyu icadına giden yolda Maxwell, Hertz Tesla gibi bilim adamlarının birikimlerinden yararlanmıştır. Radyonun gelişiminde galenli basit detektörlü alıcılar dahil amatör radyocuların da katkıları büyüktür. Ancak radyo gerçek gücüne De Forest tarafından geliştirilen lamba (vakum tübü) ile kavuştu. Seri üretim ile radyo alıcıları giderek ucuzladı ve kitleselleşti. Vericiler de daha güçlü imal edilerek daha geniş kapsama alanlarına kavuştular. 1930'lara gelindiğinde radyo önemli bir toplumsal etki gücü olarak siyasal alanda dikkati çekti ve Nazi deneyimi II. Dünya savaşının radyolar savaşı olarak anılması sonucunu doğurdu.

Türkiye'de il radyo vericileri 1927 yılında Ankara ve İstanbul'da faaliyete geçti. 1938 yılında ise Ankara'da o yılların en güçlü vericilerinden biri (120 KW) devreye girdi. İyonosferin yansıtıcı etkisi üzerinde çalışmalar 1930'lu yıllarda meyvesini verdi ve kısa dalga radyo yayıncılığı uluslararası iletişime önemli bir boyut getirdi. BBC World Service, Amerika'nın Sesi (VOA) Radio Moscow gibi kısa dalga yayıncılar hızla gelişti. Türkiye ise II. Dünya Savaşı sonrasında katıldığı Kore savaşındaki askerlere yönelik 1948'de başlattığı yayınlarını bugün Türkiye'nin Sesi adıyla sürdürüyor. Kısa Dalga yayıncılığa artan talep bu dalgalardaki kıt frekansların tahsisinde tartışmaları gündeme getirdi. Uluslar arası Telkomünikasyon Birliği (ITU) bünyesinde oluşturulan Dünya İdari Radyo Konferansı (WARC) ile bu tahsis işleminde gelişmiş ülkeler lehine bazı ilkeler getirildi. Kısa dalga yyınların sınırları aşma özelliği, ülkeleri istenmeyen yayınlara karşı bazı teknolojik tedbirler almaya itti. Bu yayınları bozma üzere geliştirilen jamming (aynı frekastan gürültü yayınlayarak istenmeyen yayını bozma) uygulaması özellikle soğuk savaş yıllarında yaygınlaştı.

1933 yılında FM tekniğinin 1960'larda da stereo yayın tekniğinin bulunmasıyla radyo müzik endüstrisi ilişkisi başlamış oldu. Müzik kutusu haline gelen istasyonlar yaygınlaştı. 1948 yılında ABD'de Bell Laboratuarlarında icat edilen transistör radyoyu hem ucuzlattı hem de hareketli hale getirdi. Cep ve araba radyoları yaygınlaştı, radyo dinleme alışkanlıkları değişti. Radyo her yerde dinlenilebilir hale geldi.

Ticarileşen radyo yayıncılığının karşısında yerel radyo, mikro radyo, underground radyo gibi alternatifler gündeme geldi. Türkiye'de de radyo hep siyaset gündeminin içinde oldu. Demokrat Parti döneminde 'partizan radyo' nitelemesi gündeme geldi. BBC'nin önderlik ettiği kamu yayıncılığı anlayışı 1964 yılında kurulan TRT için de benimsendi. Özerk bir kamu kuruluşu olarak örgütlenen TRT 1971 ve 1980 müdahaleleri sonucunda 'tarafsız' bir devlet yayın kuruluşuna dönüştürüldü.

Televizyon:

Televizyonun babası olarak tanınan Paul Nipkow 1884 yılında resim tarama makinası yaparak bu taranmış resmin telgraf hatlarından iletilmesini tasarlamıştı. Bugünkü televizyon kamerasının ilk halini ise ionoscope adıyla 1923 yılında Vladimir Zworkin yapmıştı. Westinghouse ve Fansworth'un da katkılarıyla televizyon alıcı ve verici sitemleri 1930'larda geliştirilmiştir.İlk televizyon yayını 1936 da BBC tarfından yapıldı ve 1937 yılında elektromekanik sistemler yerine elektronik taramalı sistemler standart olarak kabul edildi. II. Dünya savaşı öncesinde ABD de yalnızca 6 TV istasyonu yayındaydı. Savaş sırasında TV araştırmaları durdu (radar hızlandı!). 1952 yılında ABD'de ilk kez siyasi parti kongrelerinin televizyondan verilmesiyle yeni bir dönem başlamış oldu. Televizyon olağanüstü önemli bir siyasi güç haline gelmişti. Yine ABD'de başkanlık seçimlerinde televizyonun güçlü bir şekilde kullanılması bugünkü anlamıyla siyasal iletişimin (medyada siyaset) doğuşunu getirdi ve televizyonun kültürel egemenliği yaygınlaştı. 1963 Kennedy öldürülmesi televizyonun haber vermedeki hızını kanıtlamıştı. 1990 yılında ise Körfez savaşı televizyonlardan 'naklen' yayınlandı. Türkiye'de 1958 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından deneme amaçlı başlatılan İstanbul'a yönelik televizyon yayınları düzenli olarak ilk kez 1968 yılında Ankara'da TRT tarafından gerçekleştirildi. 1994 yılında RTÜK kanunu ile birlikte 'özel' televizyon yayıncılığı gündeme geldi.

1948 yılında yayını alamayan küçük yerleşim birimlerine düzgün yayın iletmek üzere geliştirilen CATV (Community Antenna Television) sitemi bugün artık çok kanallı yayın için güçlü bir seçenek olan kablo televizyon halini aldı. Uydu yayıncılığı ise kapsama alanı sorununun kökten çözen bir yaklaşım sağladı. 1957 yılında SSCB'nin ilk insan yapımı uydu olan Sputnik'i uzaya göndermesi soğuk savaşa paralel bir uzay savaşını başlattı. ABD 1962'de Telstar'ı, 1965'de de ilk geostationary uydu olan Early Bird'ü fırlattı. Dünya etrafında hep aynı yerde kalabilen uydu pozisyonu anlamına gelen geostationary uydu pozisyonları, bu fikri ilk ortaya atan A. Clarke'in adına atfen Clarke kuşağı olarak adlandırılıyor ve ve sanal bir kuşak olarak 35.000 km. yüksekte yer alıyor. Bu kuşak üzerindeki uydu pozisyonları da tıpkı frekanslar gibi kıt kaynak kabul ediliyor ve ülkelr arasında tahsis problemlerine yol açıyor. Uyduların en belirgin sonucu CNN gibi global kanalların ortaya çıkması ve medya sektöründe tekelleşme eğilimini hızlandırması olmuştur. Uydularla artık global ve entegre bir iletişim ağı gerçekleşmiştir. Bu ağ üzerinden hem siyasi mesajlar hem de mali bilgiler hızla ve güvenli bir şekilde akmaktadır. Doğrudan uydu yayıncılığ (DBS) ile C-Ku-Ka bantlarından dünyanın her köşesine yayın yapma olanağı ortaya çıkmıştır. Türkiye ise 1994 yılında Türksat 1B'yi 31.2 derece Doğu poziyonunda, 1996 yılında 1C'yi ve 2001 yılında da 2A'yı 42 derece Doğu pozisyonunda (Fransız [Avrupa] uydu konsorsiyumu aracılığıyla) yörüngeye oturtmuştur. Uluslar arası uydu birliği olarak İntelsat 1964 yılında, Avrupa uydu birliği olarak Eutelsat 1977 yılında ve SSCB ve müttefikleri uydu birliği olarak da Intersputnik 1973 yılında kurulmuşlardır.

İnternet ve Yeni Medya:
Geleneksel medyanın dışında, CD, VCD, DVD, Interaktif CD, GSM-WAP-GPRS, Internet gibi tümüyle dijital teknolojiyle üretilen ve içeriği üretenle tüketen arasında yeni bir ilişki tanımlayan medyaya yeni medya diyoruz. Bilgisayar oyunlarından dev veri tabanlarına, sanal mağazalara kadar yeni bir kültürel alan yaratan bu medya türlerinden, tümünün tipik özelliklerini kapsayan interneti ele alacağız.

ENIAC adındaki ilk bilgisayarın askeri amaçlarla 1946 yılında geliştirilmesiyle dijtal çağ başlamış oldu. Bilgisayarların yine askeri amaçlar ile kendi aralarında iletişmelerini sağlamak için 1960'larda geliştirilen iletişim protokolü ARPANET adlı askeri proje ağının doğmasına neden oldu. Bunun ardında standartlaşan TCP/IP protokolü verilerin paketler halinde güvenli ve hızlı olarak ağlar üzerinden iletilmesini sağladı ve Arpanet'e üniversitelerin de katılımıyla internet ortaya çıktı. Ağa bağlı her bilgisayarın numarası (IP number) üzerine dayanan adresleme sistemi, DNS (Domain Name System) ile insanların kolaylıkla kullanabileceği adresleme sistemine dönüştürüldü ve .com, .edu, .net gibi domain adları saptandı. Web en yaygın internet hizmeti olarak hızla gelişirken e-posta, irc (Chat), ftp gibi diğer hizmetler de gündeme geldi. 1990'ların sonuna gelindiğinde 'ağların ağı' tanımlamasına uygun devasa bir ağ iletişim ve bu ağ üzerinde yeni bir kültürel ortam ortaya çıktı. Türkiye ilk kez ODTÜ- TÜBİTAK işbiriği ile 1993 yılında ABD üzerinden internete erişti. Bugün kamusal omurgayı TTNET adıyla Türk Telekom işletiyor. Ayrıca akademik kuruluşların bağlantısı için ULAKNET de ayrı bir omurga kurmuş durumdadır.

Internet bir yandan 'sansürsüz' enformasyon erişimi ile iletişimi demokratikleştirirken bir yandan da var olan eşitsizlikleri sürdürmektedir. Dijital uçurum (digital divide) diye de adlandırılan internet kullanımındaki ülkelerarası ve ülke içi eşitsizlik, ekonomik eşitsizliklerin bir devamı olarak aynen sürmektedir. Ayrıca internet üzerinde yayınlanan içeriğin büyük bölümü mevcut (egemen) medyada dağıtılan içeriğin aynısıdır ve çoğunlukla İngilizce'dir. Bu durum masaüstü sömürgecilik kavamını gündeme getirmiş ve internetin ve eşitlikçi bir alternatif medya olma potansiyeli tartışılmaya başlanmıştır. Öte yandan bu medyaya ilişkin yasal düzenleme tüm ülkelerde girişimleri denetim-özgürlük ikilemine yeni boyutlar katmıştır. Son olarak internetin bir izleme-denetleme aracı olarak da kullanılabilir olması, gözetim toplumu, büyük hapisane ve big brother gibi kavramları yeniden günden taşımaktadır.
Son düzenleyen Safi; 15 Eylül 2016 01:42