“O KADAR ÇOK PİŞMANLIĞIM VAR Kİ!’’ OYLUM TALU MEDYARADAR’IN USTA RÖPORTAJCISI YÜKSEL ŞENGÜL’E KONUŞTU!
Televizyonun son dönemde en çok dikkat çeken güzellerinden birisi oldu Oylum Talu. Yüksel Şengül, Talu ile hayatını, televizyon dünyasını, siyaseti, dahası aşkı bile konuştu...

Devamlı gülümsüyor Oylum Talu ve bir süre sonra onun bu pozitif görüntüsü bana da bulaştı. Son derece açık, net ve dürüst bir televizyoncuyla sohbet etmek bana keyif verdi. Dilerim siz de aynı keyfi alırsınız.
Size en son Aydın Üniversitesi İletişim Ödülleri töreninde rastladım. ‘En İyi Hafta Sonu Programı’ ödülü ‘Oylum Talu ile Burası Hafta Sonu’ programına verildi. Aldığınız bu ödüller, yaşadığınız streslerin, gerilimlerin ve koşturmaların karşılığı mı oluyor?
Her ödül değil, çünkü şimdilerde üç kişi bir araya gelip butik ödüller verebiliyor. Gerçi her ödülün keyfi ayrı ama öğrencilerden alınan ödül çok başka. Öğrencilerin sizi takdir etmesi ve beğenmesi çok keyifli. Ayrıca ödül aldığım öğrencilerin çok güzel bir kategorizasyon yaptığını gördüm. Uğur Dündar, Gülben Ergen, Tolga Çevik ve Yılmaz Özdil gibi mesleklerinin duayenleriyle birlikte ödül almak büyük bir mutluluk oldu. Biz daha işin başındayız.
Mütevazi davranıyorsunuz, ancak mesleğinizdeki ilerleyişiniz ve sağlam duruşunuz, örnek alınacak bir insan olmanızı sağlıyor…
Teşekkür ederim, inşallah öyledir, öyle olmasına çalışıyorum. Nasıl eğitildiysem, nasıl yaşıyorsam, değerlerim çerçevesinde onları yansıtmaya çalışıyorum. Eğer bunlar örnek alınacak statüde görülüyorsa, benim için çok büyük bir mutluluk ve katma değer olur.
Gündemde olmayı sevmiyorsunuz. Oysa gündemde olmak, günümüzde işin kuralı gibi oldu.
Zaten saatlerce süren bir yayın yapıyorum. Bunun üzerine bir de başka programlara çıkıp ne anlatacağım, bana ne soracaklar? Ne yaptığım ve nerede yaşadığım da belli (gülüyor). O yüzden sizin de ne soracağınızı çok merak ediyorum (birlikte gülüyoruz). Gerçekten de gündemde olmayı sevmiyorum. Hiç röportaj vermiyorum, televizyon programlarına çıkmıyorum.

Bu arada benim röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için Medyaradar okurları adına size teşekkür etmek istiyorum…
Röportaj teklifinizi heyecanla kabul ettim. Çünkü bugüne kadar röportaj yaptığınız isimlere bakınca, heyecanlanmamak mümkün değil. Mesela ‘A Haber’in tepesindeki isimler, Cengiz Er ve Erdoğan Aktaş ilk röportajlarını size verdiler. Bu anlamda çok büyük bir mutluluk duydum. Bu benim için bir kazanımdır.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü’nde okurken kısa metraj filmler çektiniz, bazıları da ödüller aldı, öyle mi?
Kısa metrajlı filmler çektim. Bazıları ‘Altın Koza’ya gitti. Çok keyifliydi. Belki bunun altında güzel bir çevre ve başarılı hocaların bulunduğu bir ortamda okumanın büyük bir etkisi vardır. Ama tabi ki okulda işin teorisini öğreniyorsunuz. Ben ne öğrendiysem birebir bu sektöre adım attıktan sonra öğrendim. Teorik bilgim de buna artı bir değer kattı.
Anlattıklarınızı dinlerken “Türk sineması bir kadın yönetmen kazanabilir miydi?” diye düşünmeden yapamıyorum…
Çok güzel olurdu ama zaten Türk sineması bir atak dönemi yaşıyor. Çok sayıda Türk filmi vizyona giriyor ve seyircinin beğenisine sunuluyor. Yine de Buket İlhan gibi kadın yönetmenler mevcut. Sinema çok erkek egemen bir sektör diye düşünüyorum. Keşke kadın yönetmenlere böyle şanslar verilse. Ayrıca bu sadece Türkiye için geçerli değil, Amerika’da da durum böyle. Hollywood işin merkezi olmasına rağmen kadınlar zorluk çekiyor. Sponsor bulmak, ekibe söz geçirmek zor şeyler.
Medyada da biraz böyle değil mi? Eğer kadınsanız biraz daha fazla mücadele etmeniz gerekiyor.
Medyada da öyle, haklısınız. Eğer kadınsanız başta avantaj oluyor ama ondan sonra kendinizi kanıtlayabilmek ve kadınlığınızın haricinde farklı özelliklerinizin de olduğunu gösterebilmek açısından artı bir çaba sarf etmeniz gerekiyor. Elmalar, armutlar, çilekler aynı kefeye konmamalı. Medyamızda ne yazık ki bu çok yapılıyor. Herkes aynı potaya konuyor.
Ama siz farklılığınızı yansıtmayı başarabiliyorsunuz…
İnşallah bunu başarabiliyorumdur. Çünkü bu gerçekten yapmak istediğim bir şey.
Oylum Talu gerçekte arkeolog olmak istemiş ama kendisini medyanın ortasında bulmuş. Bu nasıl oldu ve halen arkeolog olma isteği var mı?
Hala var. İnanın tarih kitaplarını içiyorum ve bazı konularda uzmanlaşmış durumdayım. Mesela Egyptology (Eski Mısır) ve Tudor İngiltere’si konularını çok fazla okuyorum. Yaptığım yolculuklarda da yerinde değerlendiriyorum. Mesela bu yüzden İngiltere ziyaretim bir Tudor ziyaretine döndü. Geçmişte yaşananlar ilgimi çekiyor. Bir yere ziyarete gittiğimde oradaki asırlık taşlara dokunuyor, bu taşlara kimler dokundu, bu yollardan kimler geçti diye düşünüyorum.

Anneniz coğrafya öğretmeni, teyzelerinizden birisi gazeteci, diğeri arkeolog... Oylum Talu, iki teyzesinin izinden yürüyor. Gazeteci teyzeniz Babı Ali’nin ilk kadın gazetecilerinden… Onların sizinle ilgili yorumları nedir?
Aman Allahım! Evet, teyzem Aysel Okan ilk kadın gazetecilerdendir ve ne yapmam gerektiği konusunda bana mentorluk yapar. Bana yol gösteriyor. “Şu konukları senin için seçtim, nasıl buldun?” diyor. Çok güzel bir iletişimimiz var. Arkeolog teyzem İzmir’de yaşıyor, gazeteci teyzemse bizimle çok yakın mesafelerde oturuyor ve çok sık görüşüyoruz. Bab-ı Ali zamanlarını anlatıyor. Gazeteci teyzem aynı zamanda hukukçu, annem de hem coğrafyacı hem de antropologdur. Ailemin kadınları iyi eğitim almışlar.
Oylum Talu’nun çok da güzel sesi var. İyi şarkı söylüyor. Fiziği düzgün, boylu boslu ve aynı zamanda güzel…
Öyle mi? (gülüyor). Piyano ve gitar çalıyorum. Aile kavramına çok önem veriyorum. Zaten onların sizi yönlendirmesi de çok önemli. Mesela babam piyano çalıyordu. Böylece gitar ve piyano çalarken kulağınızı da geliştiriyorsunuz. Ses rengim konusunda bir iddiam yok ama doğru notalara basıyorum diyebilirim.
Şarkıcılık ve oyunculuk konularında kapınızı sık sık çalıyorlar sanırım.
Kapımı çalmaları çok güzel. Beni değerlendirmelerinden ve düşünmelerinden mutlu oluyorum. Düşünsenize, herkesin oyuncu olmaya çalıştığı bir dönemde bana böyle teklifler geliyor. Yapımcılar, halkın da böyle bir talebi olduğunu düşünerek kapımı çalıyor. Koltuklarım kabarıyor, mutlu oluyorum.
Peki, sizi bir dizi ya da filmde izleme şansımız var mı?
Hayır, hiç böyle bir şansınız yok. Çünkü oyunculuğun çerçeveleri var ve ona uyum sağlamanız gerekiyor. Hayatınızı oyunculuğun getirdiği kurallarla yaşamanız gerekiyor ve ben çok fazla göz önünde olmayı isteyen, ünlü olayım da herkes beni tanısın diyen biri değilim. Oyunculuk fazlaca kuralları olan bir alan ve yapımcılar beni istemezler (gülüyor) Çok büyük konuşma taraftarı değilim ama çok çok çok zor. Şimdiye kadar reddettiklerimi düşününce neler var, neler. Çok büyük sinema filmlerinden de teklif geldi.
İsim verebileceğiniz filmler var mı?
Eskiden veriyordum ama sonra fark ettim ki benim reddettiğim bölümlerde başka oyuncular yer aldı. Böyle isim verince de, sanki beğenmediğim işi o isim almış gibi bir algı oluşsun istemiyorum.
Siz tarihi çok sevdiğinizi söylediniz... Belki ‘Muhteşem Yüzyıl’dan teklif gelseydi reddetmezdiniz.
(Gülüyor) Bam telime bastınız. ‘Muhteşem Yüzyıl’ öyle bir dizi ki, bir bölüm de olsa o kıyafetleri giyip o ekibin içinde olmak muhteşem olur muydu diye düşünüyorum. Ama şöyle bir çekincem var; bir şekilde habercilik yapmaya çalışıyoruz ama orada bambaşka bir dünya var. Orada senaryo gereği de olsa seyircilerin bana yakıştıramayacağı kelimeler söylemek zorunda kalabilirim. İzleyiciler rol gereği de olsa böyle şeyler yakıştıramazlar diye düşünüyorum.
Ama orada söyleyeceğiniz sözlerin 1500’lü yıllarda söylenmiş olduğunu düşünürler mutlaka…
(Gülüyoruz) Değil mi ama! Bizim seyircimiz de öyle ki, sizi sokakta gördüğünde o rolle özdeşleştiriyor, bazen de kızabiliyor. Beni ‘Muhteşem Yüzyıl’da gördükleri şekilde Habertürk’te de izleme durumları olabilir (gülüyor). O yüzden tehlikeli bir yol bu. Orası ya da burası gibi bir seçim yapmak daha sağlıklı.
Neyse, biz dönelim Habertürk’e... Habercilik konusunda sizi de pek çok ismi olduğu gibi merhum Ufuk Güldemir yönlendirmiş, öyle mi?
Çok uzun zaman Ufuk Güldemir’le çalıştım. O, bu mesleğin çok önemli isimlerindendi ve gerçek bir okuldu. Ufuk Güldemir sayesinde televizyoncu oldum. Allah gani gani rahmet eylesin, o olmasa bambaşka bir yerde olabilirdim. Beni ekran önüne taşıyan isim de Ufuk Güldemir olmuştur. Çünkü, benim Habertürk’e ilk girişim yönetmen olarak oldu. Televizyon açıldıktan beş ay sonra binada çalışmaya başladım ve Ufuk Güldemir’le tanıştım. Bana “Sen sadece yönetmen olamazsın, ekran önünde olacaksın” dedi. Aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ben de ona “Sadece sunucu olamam, programın sahibi de olmam lazım” dedim. Sadece moderatör olmaktan hoşlanmıyorum, yapımcı olmam gerektiğine de inanıyorum. Bu anlamda Ufuk Güldemir önümü açtı, Allah razı olsun.
Sizde ne görmüş, ne sezmiş, ne bulmuştu? Bunu öğrenebilmiş miydiniz?
Ufuk Güldemir’le çok yakındım. Tabi ki çok fazla çalışanı vardı ama ben Habertürk televizyonu yayına başladıktan beş ay sonra işe girdim. Güldemir vefat edip de kanal Ciner’e devredilene kadar kaldım. Zaten şu anda da eski çalışanlardan sadece ben varım. Habertürk’ün Ufuk Güldemir’li ve Turgay Ciner’li dönemini doya doya yaşayan biriyim. Ufuk Güldemir’le Habertürk’te yüzlerce kişinin çalıştığı dönemlerden üç beş kişinin kaldığı dönemlere kadar hepsini yaşadım. Zor dönemlerdi ve o zamanlar iki sene maaş almadan çalıştığımı biliyorum. Ufuk Güldemir bende ne gördü diye soruyorsanız eğer cevabım şöyle olabilir: Sebat, sabır ve meslek aşkı.
Siz sinema televizyon eğitimi aldınız ve Amerika’ya gittiniz. Oradaki dönemde neler oldu?
Amerika benim için çok önemli, orada bulunmak Türkiye’den tamamen kopmak anlamına geliyor. Tabi ki internet üzerinden ailenizle konuşuyor, bilgi alıyorsunuz. Ben Amerika’da ağabeyimle birlikteydim. Ağabeyim orada kaldı. Mastırını yaptı ve şu anda ‘Dell’ firmasında çalışıyor, Michael Dell’le yakın bir münasebet içerisinde. Amerikalı bir eşi var. Ama benim için aile çok önemli ve anne babadan ayrılabilmek mümkün değil. O yüzden memleketime geri döndüm. Yine de Amerika bana çok şey kattı. İnsanların kendi düşünceleri ve hayatları olduğu, her düşünceye saygı duymak gerektiğini orada öğrendim. Düşüncelerinizle tamamen zıt fikirler olsa da orada dinleniyor ve değer görüyor. Amerika’da kozmopolit yaşamı çok net görüyor, başkalarının düşüncelerine saygı duymayı ve dedikodu yapmamayı öğreniyorsunuz. Çünkü illa ki kapı komşusu hakkında değil, Başbakan hakkında ya da Milliyetçi Hareket Partisi hakkında da dedikodu yapabilirsiniz.
Özellikle gündemde tartışılan kaset olayları varken…
Size yemin ederim kasetlerle ilgili bir tek yorum yapmadım. Çünkü bunların insanların özel hayatları olduğunu düşünüyorum. Siyasetle ne kadar ilişkilendirilebilir, orası soru işareti olsun.
Siz ülkesini ve bu toprakları seven, babasının ve annesin hasreti yüzünden geri dönen bir insansınız.
Gerçekten de öyle ve zaten şu anda da ailemle birlikte yaşıyorum ve çok da mutluyum. Ülkemi çok seviyorum. Ne mutlu ki gençlerin de ülkelerini çok sevdiklerini görüyorum. Bizler bu ülkenin topraklarını kolay kazanmadık. Turgut Özakman’ın kitap serisini okuyan bunun farkına varacaktır. Ülkemi ve bayrağımı seviyorum. Son derece ciddi bir vatanseverim.
Oylum Talu “Bir yaşam programı yapıyorum” diyor. Böyle bir programı yapmanın zorlukları neler?
Yaşamın içinde haber, müzik, sanat, kavga her şey var. Üç saat süren, Cumartesi ve Pazar günleri canlı yayınlanan bir program yapıyoruz. Bu anlamda ağzınızdan çıkacak her kelime risk taşıyor. Bir anda hayatınız bitebilir. Ben bu tip şeyleri kaldırabilen bir insan değilim. Çok çabuk kırılan ve üzülen bir insanım. Hakkımda çok doğru olmayan şeyler yazılıp çizildiğinde üzülüyorum ve kaldıramıyorum. Üstelik ailem de benimle birlikte üzülüyor. Onun için mümkün olduğu kadar hata yapmamaya çalışıyorum. Ama insanlık hali.
Canlı yayına gelen konuklarınızın sorumluluğu da sizin üzerinizde…
Evet, canlı yayına katılan bir konuğum Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a “Hitler” demişti.
Peki ne yaptınız?
Ne yapacağımı şaşırdım. Şimdi beğenirsiniz beğenmezsiniz, takdir edersiniz etmezsiniz o ayrı ama bir canlı yayında ülkenin Başbakanı’na ‘Hitler’ denmemeli. Benim de hiç hoşlanmadığım liderler ve tavırları var ama bu benzetme çok ağır. Bu tanımlamanın karşısında gözlerimin büyümesiyle yetindim. Aslında bunun çok ağır bir itham olduğunu söylemem gerekiyordu, ama o an için beklemediğim bir durumdu. Tam anlamıyla kal geldi.
Ceza geldi mi peki?
Neyse ki gelmedi. Bana hiç kimse bir şey söylemedi. Bu görüntü medya sitelerine girmişti ve herkes gördü. Söyleseler de haklarıydı ama söylemediler.
Kamera önünde çok sıcak ve içten bir gülümsemeniz var. Bu doğal gülümsemenin altında nasıl bir sebep yatıyor?
Çok mutlu bir insanım. Bana en çok gelen soru, ‘Kamera arkasında da önündeki kadar pozitif ve mutlu musunuz?’ oluyor. Evet, gerçekten mutluyum. Çünkü pozitif bir insanım. Ne kadar şanslıyım ki çok mutlu bir hayat sürüyorum. Aile ve iş açısından çok şanslıyım. Onun için gülümsüyorum ve hayata da pozitif bakıyorum.
O zaman nazar değmesin diye tahtaya vuralım mı?
(Gülüyoruz) Tabi ki...
Program sırasında gazeteleri okurken, sıkıntılı ve üzücü haberler moralinizi bozmuyor mu?
Bozuyor. Ben tarafsız gazeteciliğe ve haberciliğe inanmıyorum. Gazeteci ve televizyoncu taraflı olmalı ve bunu da göstermeli. Neden köşe yazarı tarafını gösteriyor da canlı yayın yapan sunucu gösteremiyor. Ben bunu yapıyorum. Eğer canlı yayın sırasında okuduğum habere üzülmüşsem, bunu net bir şekilde söylüyorum ya da mimiklerimle gösteriyorum. Ya da bir siyasetçinin yanlış bulduğum hareketi varsa o zaten halkın büyük bir çoğunluğunun yanlış bulduğu bir hareket oluyor. Bunu da rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Zaman zaman haberlerle ilgili yorumlarınız da oluyor. Mesela, Beren Saat’le ilgili bir yorumunuz olmuştu.
Ben bu tarz yorumlar yapmaktan çekinmiyorum ve çekineceğim bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Ne yazık ki medya camiasında eleştirinin dozu kaçabiliyor. Eleştirinin dozu çok önemli. Bu anlamda şu tarz yanlışlar görüyorum: Mesela AK Parti’nin ne her şeyi doğru ne de her şeyi yanlış. Elbette ki doğruları da yanlışları da var ama medya camiası ya yeriyor ya da alkışlıyor. Bence inandırıcılıklarını kaybediyorlar. O yüzden yandaş kavramı ortaya çıktı zaten. Bu da habercinin inandırıcılığını kaybettiriyor.
Beren Saat’e dönersek... “Gecenin Kanatları” filmindeki rolü kötü olarak yorumlanmıştı. “Hala Bihter havasında, tutup sarsacağım kendine gel diye” yorumunuz vardı galiba... “Bana haksız eleştiri yaptınız” gibi bir dönüş aldınız mı Saat’ten?
Hayır, Beren aramadı. Ama ben her programda Beren’i çok beğendiğimi dile getiriyorum. Beren Saat, Türkiye’de en beğendiğim dizi oyuncularından bir tanesidir.
Demek ki Beren’e “Vur abalıya” yapmıyorsunuz. Yeri geldiği zaman övgü de var.
Tabi ki, hatta bu konuda çok enteresan bir noktaya parmak bastınız. Ben yüzde 90 övgü düzüyorum, buna karşılık yüzde 10 kötü bir şey söyleyince de medya Beren Saat olduğu için hemen yazıyor, ‘Oylum Talu, Beren Saat’e çaktı’. Sonrası eyvah (gülüyor). Oysa ben onu alkışlıyorum ve neden alkışladığımı görmüyorsunuz? Yüzde 90 alkışlıyor, helal olsun diyorum. Neden onu görmüyorsunuz? Bu bana çok enteresan geliyor.