Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Eylül 2006       Mesaj #1566
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YÜZDEKİ GİZ... * Kötü bir alışkanlıktır bu bendeki. Cumartesi, pazar günlerinin tatil olduğunu ve insanların benim uyandığım saatlerde, hala sıcacık yataklarında mışıl mışıl uyuduklarını bir türlü anlatamadım bilinçaltıma.

Kalktım; haziran ayında bu soğuk! İçimin titremesi geçmeden, sarı hırkamı giydim üzerime. Her sabahki el çabukluğu ve aşinalığı ile odamın mavi perdelerini ve penceresini açtım. Gün ışığı ve hava girsin evime. Karanlıkları ve havasızlığı hiç sevmem. Pırıl pırıl bir hava var dışarıda. Uyku sersemliği de yaşamam ben hiç. Gözümü açtım mı, zinde bir şekilde ayaktayım.

”Bulmacasını çözmeye bayıldığım gazetem ile bir patatesli börek ve açma alıp, Anıtpark’a gitmeli, bu sabah. Kahvaltıyı orada yapmalı. Demlikle gelen mis kokulu çayla birlikte” diye düşünerek, tuvalete gittim. Hiç bakmam oradaki büyük aynaya. Güzel de göstermiyor zaten. Banyoya doğru yol aldım. Ellerimi, yüzümü yıkadıktan sonra; mavi tarağımla kısacık ve düz saçlarımı taradım. Yüzümü kurularken fark ettim, hay Allah ne dağınık kadınım! Dün gece kaşlarımı almak için oturma odasına götürdüğüm minik banyo aynamı yine orada bırakmışım.

Buz mavisi kot pantolonumun üzerine siyah t-shortümü giyeyim. Takısız olmaz elbet. Ben tatil günlerinde bile süslü bir kadınım. Gümüş yüzüklerim, küpelerim ve bilekliğim... sağ ayak bileğimdeki hal halımı zaten hiç çıkarmam. Çantamı alıp ayakkabılarımı da giydim mi, hazırım. Aman cep telefonunu ve sigara paketini unutma kızım... Evet, çıkma zamanı.

Önce kapımızın kilidini açalım, ayakkabılarımızı giyerken asansörü çağıralım ki vakit kaybetmeyelim. Hiç sevmem boşa geçen zamanı. Şimdi de dışarıdan kilitle bakalım çok sevdiğin evinin kapısını. Asansör de geldi, bas zemin kata. Mezar gibi daracık bir asansör. Çok severim ya maviyi, asansörümüzün içi bile mavi. Yoo asansörü mavi diye kiralamadım bu evi. Ben okulda ya da çarşıdayken sevgili yalnızlığım, evde tek başına sıkılmasın diye böyle aydınlık, ferah ve güzel manzaralı bir evde yaşıyorum. Yani yalnızlığım ve ben, birlikte yaşıyoruz.

Apartmanın giriş merdivenlerini, bir ceylan gibi sekerek indim. Güzel bir gün olacak. Tatil, güneş, parkta kahvaltı, çabucak okunmak zorunda olmayan bir gazete, özlenen arkadaşlar... Suzan’a mı uğrasam? Belgin’i mi arasam? Tülin’le de buluşabiliriz. Ya da en iyisi tüm kızları bende toplayayım. Parkta mesaj çekerim hepsine. Zaten uyuyorlardır bu saatte.

İyi çalışıyor belediye çöpçüleri. Yerler tertemiz. Yalnız şu, evet şu, birazdan önünden geçeceğim; savsaklıyor sanki işini. Kaç saniyedir, bir sigara paketini alamadı hala süpürgeyle. Yavaş yapılan işleri de hiç sevmem. Ben mi aceleciyim acaba, yoksa bu çöpçü mü çok mıymıntı?

!!! ??? ...

Sanki kendisi için düşündüklerimi anlamış da benden nefret eder gibi baktı yüzüme! Yok yok nefret eder gibi değil, tiksinir gibi baktı. Korktu benden... Çöpçü bey inanın kötü bir şey geçirmedim içimden. Yalnızca eliniz yavaş bir hayli, diye düşünmüştüm. Ama bunun için bir insana bu şekilde bakılmaz. Hem siz benim ne düşündüğümü nereden bileceksiniz ki? Müneccim misiniz? Olsanız, niye çöpçülük yapasınız?

Elindeki süpürge ve faraşı fırlatmasıyla, panik içinde, karşı kaldırımdaki çöpçünün yanında bitmesi bir oldu. Avaz avaz bağırıyor:

“- Gördün müüüüü? Benim gördüğümü sen de gördün mü???”

Allah allah ne gördü ki? Sağıma soluma bakınıyorum. Ama sokakta çöpçülerden ve benden başka insan yok. Bir de şu evin köşesinde sabah temizliğini yapan kara kedi var. Taşıt bile geçmiyor. Yani olağanüstü bir durum yok.

Çok güzel, dingin bir hava var ve gökyüzü masmavi. Yaşama sevinciyle doluyorum böyle günlerde. Hayat ne güzel... Sağlıklıyım, gencim, güzelim, tüm sevdiklerim hayatta, geniş bir çevrem, iyi bir işim var. Gelecekten beklentilerim ve bir de sevdiğim bir insan var, beni sevdiğini bildiğim. Daha ne isteyeyim?

Erkenden işinin başına geçen, dükkanını açan, sabah temizliğini yapan esnafı çok takdir ediyorum. Bu şehirde sonradan başladı esnaf, dükkanını erken açmaya. Oysa sabah berekettir. Benim pastane açık elbette. Birazdan patatesli börek ve açmanın temiz bir kağıda sarılı biçimde, içinde olduğu beyaz poşetimi sallaya sallaya parka doğru hızlı adımlarla ilerleyeceğim. Hem çok açım hem de hızlı yürümek sağlıklıdır. Spor olur. Ne zamandır spor salonuna da gitmiyorum.

Pastaneden içeri girip, her zamanki gibi sıcak bir “günaydın” ın ardından başlıyorum isteklerimi söylemeye:

“- Bir açma ile bir tane patatesli börek sarar mısınız lütfen?”

Hay aksi! Keşke evden çıkmadan önce aynaya baksaydım. Bir şey mi var acaba yüzümde? Dün gece dişlerimi fırçalamadan önce silmiştim makyajımı. Akmış bir makyajdan eser olamaz yüzümde. Pastane sahibinin gözlerini yuvalarından fırlatacak denli tuhaf ne olabilir peki? Yok yok kesin bir şey var, durduk yerde neden yüzüme böyle baksın? Üstelik aramızda kocaman bir vitrinli tezgah varken neden geri geri adım atıyor? Adam bayılacak galiba! Beti benzi attı. Tansiyonu mu düştü? Bembeyaz oldu, çenesi titriyor. Yanılıyorum, titreyen yalnızca çenesi değil; elleri, tüm vücuduyla titriyor.

“- İyi misiniz? Size yard...” dememe kalmadı bile! Şimdi de ben gözlerime inanamıyorum! Adam, bana baka baka, titreye titreye, geri geri pastaneden çıkıp, arkasını dönüp hızla koşmaya başladı. Ama olmaz ki ben bir müşteriyim. Nerede kaldı iyi esnaflık? Neyse, sıklıkla aldığım için fiyatları biliyorum. Açma 300.000 TL, börek 350.000 TL. Self servis pastane oldu burası. Önce beyaz kağıda sarayım, sonra poşete koyarım. 650.000 TL yı da kasanın yanına koyayım. Oldu bu iş.becerikli olacaksın kızım. Her işini halledebileceksin tuhaf çöpçüler ve tuhaf esnafa rağmen.

Bekle beni park, geliyorum. Güzel bir gün olacak. Caddenin diğer tarafına geçeyim, orası gölge. Darılma bana güneş ama gözlüksüz bakamam ben böyle havalarda. Pek pırıl pırıl aydınlıksın, gözümü aldın. Hem gazetemi alacağım büfe de orada.

Bak sen şu miniğe, çekmiş ayağına eşofmanlarını, terliklerini sürüyerek, nasıl da pastaneye doğru ilerliyor. Sen de mi benim gibi lüks kahvaltı yapacaksın ufaklık?

!!! ??? ...

Yüzüme bir an bakan küçük çocuk, taş gibi donakaldı. Korkudan iri iri açılmış gözlerini kırpıştırmıyor bile! Meslekten gelen bir alışkanlıktır. Çocukların gözlerindeki duyguları tanırım. Şeytan görmüş gibi bakıyor. Laf benimki de! Şeytanı kim görmüş ki, görünce nasıl bakılacağı bilinsin. Çocuğum ben bir öğretmenim. Annen kadar çok severim seni. Neden bana öyle bakıyorsun? Benden sana bir zarar gelmez, gelemez. Ben karıncayı dahi incitemem. Hele çocukları, asla!

Bir yumruk tıkandı boğazıma! Nefes alabilsem, korkudan neredeyse altına yapacak olan bu mini mini yavruya, neden korktuğunu soracağım. Soracağım da birincisi, içimi kaplayan karmakarışık duygularla daraldım. Nefes almakta zorlanıyorum. Bir harf bile çıkamayacak ağzımdan şu an için. İkincisi, biz caddenin ortasında böyle karşılıklı dikildikçe miniğin rengi daha da solmaya başladı. O benden kaçamıyor, kilitlendi. Bu durumda ben ondan uzaklaşayım. Uzaktan izlerim, bakalım ne yapacak?

Lacivert eşofmanının popo kısmı koyulaşmış ve ıslanmış! Demek... İnanılası değil! Gazeteyi boş ver. Parkı da, kızlara mesaj yollamayı da. Bir şey var bende. Yüzümde hem de! On dakika içinde; önce avaz avaz bağıran çöpçü, benim içeri girişimle dükkanını bile terk eden esnaf ve şimdi de yüzüme baktığı anda korkudan altına işeyen küçücük bir çocuk...! Bir şey var bende. Yüzümde hem de!

Birden bire gökyüzü gözüme, on dakika önceki kadar mavi ve güzel görünmemeye başladı. Neler oluyor? Neden insanları korkutup, kaçırıyorum? Bunu gerçekten ben mi yapıyorum? Nasıl başarıyorum? Korkmak da değil bu, tiksiniyorlar sanki yüzümden. İyi ama ne var yüzümde? Elimi yüzüme götürsem, ellesem? Hissedebilir miyim acaba? İçime çöreklenen bu ürperti de ne? Alt tarafı, her gün aynada baktığın yüzüne dokunacaksın. Kendi yüzüne, bedeninden bir parçaya...yanaklarına, burnuna, alnına, çenene, gözlerine. Badem gözlerine. Yok! Ellerim gitmiyor yüzüme. Dokunamayacağım!

Eve döneyim, en iyisi. Eve kadar sabredemeyeceğim. Mutlaka bulmalıyım, insanları bu denli ürküten ne var yüzümde? Ne olabilir ki? Franz KAFKA’nın Gregor SAMSA’sı gibi mi oldum acaba? Okuldayken en sevdiğim kitaplardan biriydi. Nereden geldi şimdi aklıma? Saçmalama kızım! O yalnızca bir kitap. Hayal ürünü. Kafkaesk bir şey. Gerçek olamaz. Gülüyorum kendi kendime. Çok mu fazla yük sırtlandım acaba şu günlerde, yorgun omuzlarıma? Hafızam oyun mu oynuyor yoksa bana? Tüm bunlar gerçek değil de, birazdan uyanacağım bir kabusta mıyım şimdi? Ayağım tökezledi. Çok dikkatliyimdir oysa, yollarda yürürken. Canım yandı. Bu denli gerçek olabilir mi bir kabus? Böylesi canı yanabilir mi insanın rüyada? Kendimi ya da diğerlerini denemek için, birini bulup da saati mi sorsam? Ya o da benden kaçarsa? Kaçmayı bırak, yüzüme o gözlerle, o ifadeyle bakarsa? Yüzümden tiksinir, korkarsa? Yoo gücüm yok dördüncü bir vakaya! Acilen bir şeyler yapmalı ama ne? Sokaklar, caddeler kalabalıklaşmaya başladı. İnsanlar...! Kaçmalı mıyım acaba? Ama neden? Yüzümü gizlemeli miyim? İyi ama bu da neden? Ne olduğunu bile bilmediğim yüzümü, neden gizleyeyim? Hem kimden?

Bir vitrin, camekan, ayna bulmalı; yüzüme bakmalıyım. Öğrenmeliyim; yüzümde ne var? Ah işte şurada şu konfeksiyon mağazasının vitrininde ayna vardı. Nasıl da düşünemedim daha önce. Önünden gelip geçerken, hep kendime bakarım ya. Güzelliğime, badem gözlerime, gözlerimin altına yakışan ve sevgilimin; gözlerim kadar çok sevdiği burnuma. İnce dudaklarıma... Git şimdi de bak bakalım, ne varmış yüzünde?

Evet yaklaşıyorum vitrine ve aynaya. Ayna! Daha önce hiçbir ayna beni korkutmamıştı. Bu neden korkutuyor? Burun ameliyatı olduğumda bile, alçılı halim ve alçının baskısıyla morlaşmış gözlerimle; cesaretle bakabilmiştim aynaya. Peki ya şimdi?

Arkamdan gelen iki kişi var. Ayak seslerini duyabildiğime göre oldukça yakınımdalar. Yüzümü dönüversem mi onlara? Ne tepki verirler? Onlar da iğrenir mi? Korkar mı? Kaçar mı? Seslerini de duyabiliyorum artık:

“- Abi Türkiye alır bu maçı.”
“- Alacağız oğlum, başka yolu yok. Aslanlar gibi oynuyor milli takım. Bu maçta kaç çekeriz sence?”

Vitrinin önündeyim. Gözlerim kapalı, öylece duruverdim, aynadaki yüzümü görmeden önce. Delikanlılar beni geçip gittiler. Vitrine döndüğüm ve arkamdan geldikleri için, yüzümü göremediler. Aç artık gözlerini, bak şu aynaya da bitsin bu işkence, diyor içimdeki ses. Boyun eğiyorum, usulca. Gözlerimi açıyorum.

!!! ??? ...


Ayna karşımda...
AMA!!! BU MÜMKÜN DEĞİL! HAYIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIR! OLAMAAAAAAZ! İMKANSIIIIIIIZ!!!




"Y Ü Z Ü M , Y O K ! ! !"



Çok uzaklardan, boğuk sesler işitiyorum; gittikçe de uzaklaşan:

“- Kadın bayıldı...”