Çiğ Taneleri
Sahi nerede hata yapmıştı? “Başından beri biliyordum zaten” dedi. Yine de alıkoyamamıştı kendini… “Belki de mahkumum, kaybetmeye mahkum…” Acısı üzüntü vermiyordu ona, hüzünlüydü… “Hüzün ve üzüntü, birbirinden ne kadar farklı şeyler” Dudakları alaycı gülümseyişle büküldü. Başını kaldırdı. Dalından kopan bir yaprak süzüldü gözlerinin önünden, yavaşça alçaldı, tam yere düşecekken hafif bir esintiyle yalancı bir yükselişe geçti, biraz daha yalpaladı, ısrarla havada kalmaya uğraştı… Bir an sanki olduğu yerde asılı kaldı, sonra aniden düşüşe geçti, sertçe vurdu kendini parkın taş kaplı yoluna. Bir müddet bekledi, yerde sürüklendi, sanki bir şey arıyor gibiydi. Bekliyordu… “Hadi es rüzgar. Geri dön…” ama rüzgar esmedi, sadece okşamakla yetindi sararmış yaprağı, son bir kez dokundu, uzaklaştı… Gökyüzü kapalıydı, ikindi vakti sanki herzamankinden daha karanlıktı, boğucu… Gözleri buğulandı, gökten daha bulutlu. Yağmur çiselemeye başladı, bir damla düştü yanağına engin mavi kubbeden, bir damla da öbür yanağına süzüldü, tuzlu… “Oyun bitmeliydi…” Adam geriye yaslandı, bankın tahta sırtlığı kederle gıcırdadı. Çocuk sesleri geliyordu az ileride oynayan. Adam bakışlarını onlara çevirdi gayri ihtiyari ama gözbebeklerinde sonsuzluk okunuyordu, onlar dışa değil içe bakıyorlardı, olaylara değil hatıralara, artık silik ve sararmış anılara… Beraber yürüdüklerini sanıyordu, oysa biri yürüken öbürü sadece takip ediyordu; aynı yöne gittiklerini sanıyordu oysa yollar bir süreliğine kesişmişti sadece. İstasyona varıp da karşısında gitmeye hazır lokotomitifi görünce yüreğini alışılmaz korkular kaplamıştı ilk kez. “Biliyordum” dedi “Biliyordum nereye gittiğini” Ama anlamak istememişti, hayal dünyasından sıyrılamamıştı bir türlü. Bir vagonun önünde duraksadılar. Beriki derin bir iç çekti “ya da sadece öyle gelmişti” Yine de bir süre kıpırdamadılar, “Söylemeliydim, söyleyeceklerim vardı” Ürkek bakışlarla -eve dönerken yolunu kaybetmiş bir çocuğununki gibi- diğerine bakmış, zihinde kelimeleri sıraya koymaya çabalamıştı, ama bir türlü oturmuyordu yapbozun parçaları, değiştiriyor, deniyor, tekrar deniyordu “Aslında kelimelerde sorun yoktu, sadece cesaret edememiştim, lokomotif daha güzel bir istasyona gidiyordu, asla göremeyeceğim…” Bakıyor, sadece bakıyordu. Ağzını açtı ama sözler –eğer gerçekten söyledi ise de- sessizliğin koyu katmanlarında yitip gitti, yüklü duygular havada dağıldı, aniden söndürülen mumdan yükselen dumanlar misali. Diğeri hiç kıpırdamamıştı, varlığını bile sezmemişti belki de… En sonunda kelimeler ağzından döküldü, buna kendi de şaşırdı ‘İyi yolculuklar’ “Hep farkındaydım. O an toparlamaya uğraştığım sözcükleri her seferinde tekrar dağıtan da buydu zaten. ‘Hoşçakal’ hep hazırdı, en başından beri benimle beraberdi ve özgür kalacağı anı bekliyordu, iyi bir yolculuk dileğine gizlenerek kaçacağı anı…” Beriki kaşlarını kaldırdı, elini gözlerine siper ederek gideceği yöne baktı, o zaman yüzündeki ifadeyi farketmişti ama yetmiyordu anlamak için. “Sanırım, sanırım umut vardı, belki de bu yüzden…” Sonra arkasına, geldiğini yöne dönmüştü, gözler ne söylemişti? Yüz ne söylemişti? Geçmişe bakan bakışlarda ne vardı? Asla görmemişti, görmesine imkan yoktu. Sırtı dönüktü… Kompartmana ilerledi, vagonun kapısını açtı, içeri girdi… Lokomotif tiz bir ıslık çaldı, demir raylarda ilerlemeye başladı, uzaklara, ufkun gerisine gitmek için. Yakasını kaldırmıştı, boynunu içine çekmişti. Ellerini cebine koydu, omuzlarını kaldırdı. Pencerelere göz gezdirdi, dudağını ısırdı, başını yana çevirdi, gerisin gerisi adımlarını sürükledi… Tren yanından yavaşça geçiyordu, o da aksi istikamette yavaşça yürüyordu. Son vagon da süzüldü yanından, adımlarını sıklaştırdı, teneke bir kutu denk geldi ayağına, umursamaz bir tekmeyle savurdu raylara, üzerinde çiğ damlası olan bir gül düşürmüştü çiçekçi kız, üzerinden geçti, ayaklarının altında ezildi, kırıldı. Keskin bir çatırtıyla geçmişinden sıyrıldı, sararmış yaprağın üzerine basmışlardı, parçalanmıştı, ufalanmış… “…hiç olmazsa ölürken sırtımızı sana verelim.” Belli belirsiz bir siluet farketti boşluğa odaklı gözlerinin önünde, yüzü dalgalandı, derinlerde kapılar kapandı, eski görünüşlerine kavuştular yeniden, dışarıdan bakınca canlı, içeriden bakınca yorgun. Küçük bir el uzanıyordu önünde, bir gül tutuyordu, adam elin sahibine baktı, masum bir çocuk yüzü ona gülümsüyordu, adam çiçeği aldı nazikçe, üzerinde çiğ taneleri vardı.. “El sallamalıydım…”