Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Aralık 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ŞEYTAN ve HANCI


Bir zamanlar şeytan bir handa konaklamaya başladı. Eğitimleri epeyce ihmal edilmiş insanlarla doluydu han, kimse onu tanımadı. Haşarılığı aklına koymuştu bir kere, bir süre herkesi yıldırdı. Ama sonunda hancı resti çekip, şeytanı karşısına aldı.
Elinde uzunca bir halat vardı.
"Şimdi dayağı hak ettin," dedi hancı.
"Bana sinirlenmeye hiç hakkınız yok ," dedi şeytan. "Ben buyum ve yanlış davranmak benim tabiatım”
"Gerçekten mi?" diye sordu hancı.
"Sizi temin ederim, gerçek bu," dedi şeytan.
"Gerçekten kendini alıkoyamıyor musun kötülükten?" diye sordu hancı.
"Bir an bile," dedi şeytan; "benim gibi birini dövmek yararsız bir zalimlikten öteye gitmez inanın."
"Hakikaten öyle galiba," dedi hancı.
Bir ilmek attı elindeki halata, boynundan geçirip şeytanı astı.
Ve geriye çekilip mırıldandı, "Böylesi daha iyi!"

İNSAN VE YILAN


Bir yılan görmüş, insanlardan bir insan:
— Dur, hain, demiş; geberteyim de seni,
Kurtulsun şerrinden dünya.
Bu sözler üzerine kötü hayvan,
- Kötü hayvan dediğim, yılan:
İnsan da olabilirdi pekâlâ.
-Evet, bu sözler üzerine yılan
Neye uğradığını bilemeden
Bir çuval içinde bulmuş kendini,
Anlamış idam kararı giydiğini
İdamlık suçu olsun olmasın.
Haklı olduğunu belirtmek için
İnsanoğlu bir nutuk çekmiş yılana:
— Sen, demiş, nankörlüğün ta kendisisin.
Kötülere iyilik etmek budalalıktır.
Geber ki öfken ve zehirli dişlerin
Kimsenin canına kıyamaz olsun.
Yılan savunmak istemiş kendini
Dilinin döndüğü kadar:
— Öldürmek gerekseydi, demiş;
Dünyadaki bütün nankörleri,
Kimler sağ kalırdı acaba?
Kendi ağzınla kendini suçluyorsun;
Doğruysa bütün söylediklerin
Çevir gözlerini kendine bak biraz da:
Canım elinde:
Asarsın da kesersin de,
Adalet dediğin nedir?
Senin çıkarın, keyfin, esintin değil mi?
Bu yasana dayanıp öldür beni;
Ama ölürken bırak da hiç olmazsa
Ben de şunu söyleleyim sana:
İnsandır, insan, yılan değil
Nankörlüğün ta kendisi, bunu böylece bil.
— Bu laflar saçma olmasına saçma,
Haklı olmak yalnız bana özgüdür, ama
Başkalarına da soralım istersen.
— Soralım, demiş yılan.
Bir inek varmış orada, çağırmışlar;
Anlatmışlar durumu, inek şaşakalmış:
— Bunun için mi çağırdınız beni, demiş;
Yılan haklı elbet, sorulacak şey mi bu?
Yıllardır beslerim şu insanoğlunu
Her gün türlü iyilikler görür benden;
Her şeyim onun, yalnız onun içindir:
Sütümü, çocuklarımı yer içer satar,
Sayemde kesesi dolu döner pazardan.
Yaşlandıkça bozulan sağlığını
Hekimler değil, benim düzelten.
Benim bütün emeklerim, çektiklerim
Yalnız ona kâr ve keyif sağlar.
Hizmetinde ihtiyarladım, tükendim,
Ne ot verir, ne otlakta rahat bırakır
Bağlar unutur beni bir köşede.
Bir yılan olsaydı efendim,
Bundan daha nankör olabilir miydi?
Daha fazla söyletmeyin beni.
— Bunun lafına bakılır mı? demiş insan;
Bilmiyor ne dediğini, bunamış.
Şu öküze soralım.
— Soralım, demiş yılan.
Ağır adımlarla yaklaşmış öküz
Sorunu geviştirdikten sonra kafasında
Anlatmış bütün yıl gördüğü işlerin
Ne kadar ağır olduğunu;
Her yıl yeniden ekip üretmek için
Toprağın insanlara bol bol
Hayvanlara cimrice verdiği nimetleri,
Nasıl çiftten çifte koşulduğunu;
Bunlara karşılık ne sopalar yediğini;
Yaşlanınca da nasıl kurban edildiğini
İnsan günahlarının kanlarıyla yıkanmasını
Öküzlerin şeref sayması gerektiğini
İnsanoğlu bu sözleri de beğenmemiş:
— Susturalım, demiş
Bu asık suratlı nutukçuyu.
Büyük büyük laflar!
Biz yargıç ol dedik.
Savcı olup suçlamaya kalkıyor beni.
Reddediyorum onu da.
Ağaç yargıç olsun.
Ağaç hepsinden dertliymiş meğer.
Sıcağa, yağmura, rüzgârlara karşı
O değil miymiş koruyan insanları?
Bağları, bahçeleri bizim için donatır,
Ne gölgeler, ne meyveler sunarmış bize.
Bunlara karşılık hödüğün biri gelir
Vurur baltayı yıkarmış ağacı yere.
O ağaç ki bütün yıl nasıl cömertçe
İlkbaharda çiçek, sonbaharda meyve,
Yazın gölge, kışın ocak şenliğidir!
Devirecek yerde budasalar olmaz mı?
Dallarını yeniden büyütebilir.
Haksız çıkmak insanın işine gelir mi?
Zorla da olsa kazanması gerek davayı:
— Benimkisi enayilik, demiş;
Ne diye dinlerim sanki bunları!
Kapmış torbayı çalmış duvardan duvara,
İçindeki yılanın canı çıkasıya
Böyledir işte büyükler:
Akıl, mantık güçlerine gider.
Kafalarına koymuşlardır bir kez
Hayvan, yılan, her şey, herkes
Onların keyfi için yaratılmıştır
Buna karşı ağzını açan
Sersemdir, aklını kaçırmıştır.
Orası öyle; ama ne yapmalı:
Ya uzaktan konuşmalı, ya susmalı.
Fabl örneklerinden bir diğeri ise çoban ve sürüsüdür.

ÇOBAN VE SÜRÜSÜ


Nedir çektiğim, demiş çoban;
Bu sersem koyun milletinden?
Kurt geldi mi hepsi kuzu,
İstediğin kadar say, boşuna,
Sürü eksiliyor boyuna.
Dün saydım, bin koyundular,
Bir tek kurdun hakkından gelemediler.
Bir mor koyunum vardı,
Hep peşimde gezerdi;
Bir parçacık ekmekle,
Cehenneme gitsem gelirdi.
Kaval çaldım mı hele,
Karşı dağdan gelir, beni bulurdu.
Canım, mor koyunum nerede şimdi?
Zavallıyı kurt geldi yedi,
Koca sürü ne yaptı kurda? Hiç!
Bu ağıttan sonra çoban,
Sürüye bir nutuk çekmiş;
Büyüğüne, küçüğüne, topuna birden
Güzel öğütler vermiş:
— Birlik olur, sıkı durursanız, demiş.
Kurt giremez aranıza!
Koyun milleti yeminler etmiş çobana:
— Kurdu yanaştırırsak, demişler.
Yuf olsun bize.
Kahrolsun sırtımızdan geçinen,
Mor koyunu çiy çiy yiyen!
Ölmek var, kurda koyun yok!
Çoban inanmış, aferin demiş sürüye.
Ama daha o gece,
Uzaktan bir kurt görününce,
Darmadağın olmuş koca sürü.
Üstelik de gördükleri
Kurdun gölgesiymiş sadece.
Kötü askere istediğin kadar nutuk çek,
Yemin ettir ölürüz de dönmeyiz diye,
İlk ateşte hepsi kaçar yel yepelek,
Ağzınla kuş tutsan nafile

ÇAYLAKLA BÜLBÜL


Bir çaylak varmış,
Hırsızlığı dillere destan;
Köyün üstünden geçtiği zaman
Çocuklar bağırırlarmış
Eşkıya geliyor diye.
Günün birinde bir bülbül
Düşmüş bu çaylağın pençesine.
Baharın müjdecisi kuş
Çaylaktan aman dileyecek olmuş:
— Seni doyurmaz ki, demiş, benim etim:
Bütün servetim sesimdir benim.
Beni yemektense türkümü dinlesenize:
Bırakın da Tereus’un başına gelenleri
Anlatayım size!
— Kimmiş o Tereus? diye sormuş çaylak;
Eti budu seninkinden daha mı toparlak?
— Hayır, demiş bülbül; tam tersine,
Bir deri bir kemik kaldı aşkı yüzünden.
Bir türküsünü söyleyeyim de dinleyin:
Kim dinlese doyamıyor dinlemeye.
— Ya öyle mi? demiş çaylak;
Benim derdim sadece karnımı doyurmak.
Senin müziğin benim neme gerek?
— Ama beni krallar dinliyor, demiş bülbül.
— Derdini krallara anlat demiş çaylak;
Karnım zil çalarken benim
Umurumda mı senin türkülerin!
Fabl örnekleri 2 bu fabl örnedği tam olarak fabl anlatımına yeterlidir.

MUM


Anlar tanrı ülkesinden gelmiş derler.
İlk arılar gökten inince
Hymetos Dağı’na yerleşmişler.
Orada seher yelleri gizlice
Görülmedik hazineler biriktirmişler.
Göğün kızları arılar, toplayıp bunları
Kendi saraylarına getirmişler,
Küçük küçük odalara gizlemişler.
Tanrılar duymuş,
Odalarda ne var, ne yok aldırmışlar,
Ki tanrıların yediği ambrosia buymuş işte;
Odalar boşalınca
Arıların sarayında…
Ama durun, böyle anlatmayalım;
Kendi dilimizle konuşalım:
Arılar bal doldurmuş peteğe,
Bal gidince petek boşalmış,
Petekse mumdanmış.
İşte o zaman
Bu mumdan
Bir sürü mum yapmışlar
Kimi küçük, kimi kocaman.
İşte bu koca mumlardan biri
Sert olmaya imrenmiş tuğla gibi:
Madem, demiş kendi kendine,
Çamur taş kesiliyor ateşe girince
Yıllar yılı da yaşıyor, keyfince,
Ben de girer, onun gibi olurum.
Ve tıpkı Empedokles gibi, mum,
Kendi çılgın düşüncesiyle
Atmış kendini ateşe.
Mum düşünmesine düşünmüş, filozofça;
Ama yanlış düşünmüş, kötü filozofça.
Her şey, her durumda başka başkadır:
Seni eriten başkasını katılaştırır.
Mum sertleşirim diye fırına girmiş;
Girince de eriyivermiş…
Ya Empedokles ne yapmış?
Volkanın içine girince
Volkanı anlarım sanmış.
Mum da deli, Empedokles de deli,
İkisini de dinlememeli.
Son düzenleyen Safi; 30 Temmuz 2016 02:31