Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Aralık 2011       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk Medeni Kanununun temel özellikleri şöyle sıralanabilir: Her şeyden önce, bugünkü görüşmelerde, üzerinde ağırlıklı olarak durulan ayrıntılı bir gerekçe, bu tasarının baş tarafında yer almaktadır. 300 sayfalık bu tasarıda, önce, genel gerekçe, Türk Medeni Kanunu Tasarısının neden yenilenmek durumunda olduğunu açıklamaktadır. Maddelerle ilgili gerekçelerde de, 1 030 maddeyle ilgili ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır.
Genel gerekçede, 1926 yılında zamanın Adalet Bakanı rahmetli Mahmut Esat Bozkurt tarafından hazırlanmış olan esbabı mucibe layihası; yani, gerekçe, bugünün diliyle sadeleştirilerek ve özetlenerek alınmıştır.
Bu özetin verilmiş olması çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, tasarının özetlenmiş olmasını, bazı arkadaşlarımız ise, böyle bir tasarıya bu gerekçenin konulmuş olmasını eleştirmişlerdir. Aslında, 1926 yılında, Türk hukuk devriminin simgesi olarak kabul edilen
Türk Medenî Kanununun gerekçesi, aynı zamanda, hukuk devriminin gerekçesidir. Bu gerekçe, teokratik hukuk düzenine dayalı, yani, din temellerine dayalı bir hukuk sisteminden, laik temellere dayalı bir hukuk sistemine geçişin gerekçesidir. Bu gerekçenin özü, din kurallarının değişmez olduğu, oysa, çağın ihtiyaçlarına göre her zaman yeni kurallara gereksinme duyulacağı, o nedenle, yeni hukuk kurallarının yapılması gerektiğidir. Kısacası, din kurulları değişmez, ama, zamanla hukuk kuralları değişir. Hatta, bugün bazı arkadaşlarımızın bir hukuk abidesi olarak nitelendirdikleri ve şüphesiz Türk hukuk tarihinde özel bir yeri olan Mecelle'de dahi zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği açıkça belirtilmiştir.
İşte, bu gerekçede, din kurallarının değişmezliği karşısında ilerlemek isteyen toplumların, insan aklının ortaya koyduğu ve her zaman, şimdi yaptığımız gibi, ihtiyaçlara göre, gereksinmelere göre değiştirebileceği kurallardan oluşan bir hukuk sistemine geçmenin zorunluluğu ifade edilmiştir. Bu gerekçede kullanılan bazı ifadelerin, İslam Dinine veya genel olarak dinlere, inançlara bir saygısızlık olarak gösterilmesi doğru değildir. Burada, sadece, din kurallarının değişmez özelliği ve o nedenle de, dinin, insanların vicdanlarında yer alması gereken bir yüce değer olduğu belirtilmiştir; ama, toplumlar değişiyor, düşünceler değişiyor, görüşler değişiyor, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor, bunları karşılayacak yeni kurallara ihtiyaç vardır; bu belirtilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun, çok şanlı devirlerden sonra nasıl bağımsızlığımızı yitirebileceğimiz bir noktaya sürüklendiği herkesçe bilinmektedir. Bu çöküşte, yüzyıllarca süren yanlış inançların, hurafelerin, batıl düşüncelerin yerini ve rolünü hiç kimse inkâr edemez. İşte, bu gerekçede sözü edilen batıl inançlar, yanlış inançlar bunlardır. Hiç kimse, bu nitelendirmeleri İslam Diniyle özdeşleştirmemelidir. Dinin yeri yücedir ve insanların vicdanındadır. O bakımdan, bu gerekçenin, sanki inançlara ve dinî duygulara saygısızlık olarak gösterilmesi yerinde değildir; bu gerekçe, bir tarihî belgedir. Türk hukuk devriminin niçin ve hangi koşullar altında yapıldığını ve bugün de bize izlememiz gereken çizgiyi nasıl gösterdiğini belirtmek için, özet olarak, gerekçe, yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısının gerekçesinde de yer almıştır. Burada, 1926'da yazılan gerekçenin özü tam olarak verilmiştir. Özden herhangi bir vazgeçme söz konusu değildir; ama, bugünkü kuşakların rahatlıkla anlayabileceği bir dille ve amacı ifadede yeterli olan ölçüde bu gerekçe tasarıda yer almış bulunmaktadır. Tabiî, bu, sadece, Türk hukuk devriminin 1926'daki başlangıcını göstermek bakımından, çıkış noktasını göstermek bakımından konulmuş olan bir gerekçedir; yoksa, biz, hâlâ, 1926'da değiliz; bugün, biz, hukuk devrimini daha ileri bir çizgiye getirmek zorundayız. İşte, bugün getirilen tasarı da, bunu yapmaktadır.
Bu tasarı, 1926'da, henüz, o zamanki ihtiyaçlara göre, o zamanki anlayışlara göre gerekli görülmeyen veya başka ülkelerde de zaten uygulaması olmayan birtakım yeni ilkeleri hayata geçirmektedir. Bunların başında, kadın-erkek eşitliği gelmektedir; bu, her alanda gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, bu tasarının dili üzerinde de, söz alan arkadaşlarımız özellikle durmuşlardır; hatta, bazı arkadaşlarımız, bu tasarıyla, kuşaklar arasında bir kopukluk ortaya çıkacağını ifade etmişlerdir, bugünkü kuşakların dahi bu tasarıyı anlamakta güçlük çekeceğini söylemişlerdir. Ben, size şunu tavsiye etmek isterim: Bu akşam, Türk Medenî Kanununun yürürlükte olan metni ile Yüce Meclisin görüşmekte olduğu tasarıyı, çocuğunuza veya yakınlarınıza,
gençlere okutturunuz ve onların hangi metni ne ölçüde anladığını bizzat kendiniz görünüz. Bu tasarıda yaşayan dil kullanılmıştır. Bu tasarının Anayasa diliyle yazıldığı gerekçede ifade edilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, Anayasada olmayan sözcüklerin de kullanıldığını söylemişlerdir; doğrudur, Anayasa 177 madde ve 16 geçici maddeden oluşan bir metindir; oysa, Türk Medenî Kanunu Tasarısı 1 030 maddeden oluşuyor. Elbette, bir anayasa metninde geçen bütün sözcükler medenî kanunda bulunamaz veya bir medenî kanunda yer alan bütün terimler anayasada yer almaz. Burada söylenmek istenen, Anayasa dilinin ölçü olarak alındığıdır. O ölçü, yaşayan dildir, o ölçü, halkımızın anlayacağı, herkesin anlayacağı ve gerek yargı kararlarında gerek bilimsel eserlerde kullanılan dildir. Şüphesiz, her alanda olduğu gibi, hukukta da, kendine özgü terimler vardır; bu terimlerin özel anlamları vardır. Bu, Türk Medenî Kanunu Tasarısı bakımından da geçerlidir; ama, şunu ifade etmek isterim ki; bu tasarıda, bugün, yargı kararlarında rastlamayacağınız veya bilimsel eserlerde bulamayacağınız hiçbir terim kullanılmamıştır. Bu tasarı, bütünüyle, Türk hukuk dilinin bugün ulaştığı noktadaki terminolojiyi ve ifadeleri yansıtmaktadır. Tasarı, bu düşünceyle kaleme alınmıştır.
Bu arada, bazı arkadaşlarımız, çeşitli örnekler vermek suretiyle ve biraz da
abartmalı olarak, bazı sözcüklerin, tasarıda, isabetli karşılıklarla ifade edilmediklerini öne sürmüşlerdir. Bunlar arasında, örneğin "özgüleme" sözcüğü üzerinde durulmuştur. Bu sözcük, tahsis anlamında kullanılmıştır. Özellikle, vakıflarda, vakıf amacı için yeterli malların özgülenmesinden söz edilmiştir. Bu, hem yargı kararlarında hem bilimsel eserlerde kullanılan bir sözcüktür.
Bu arada, bir arkadaşımız, Türk Medenî Kanununun 6 ncı maddesindeki "iddia" sözcüğü yerine, yeni tasarıda "olgu" sözcüğünün kullanıldığını ve kime sorduysa, herkesin hayret ettiğini söylemiştir. Aslında, 6 ncı maddede kullanılan sözcük, tam olarak iddia da değil; müddea sözcüğü; yani, iddia edilen şey anlamında bir sözcük kullanılmaktadır.
Burada şunu belirtmekte yarar var: Türk Medenî Kanunu Tasarısı yeniden hazırlanırken, hiçbir aşağılık duygusuna kapılmaksızın, kaynak İsviçre Kanunu dikkate alınmış, çağdaş diğer kanunlar göz önünde bulundurulmuştur.
Bu arada, 1926'da Türk Medenî Kanunu alınırken yapılan çeviri yanlışları üzerinde de durulmuştur. Türk Medenî Kanununun 6 ncı maddesini, kaynak İsviçre Medenî Kanununun 8 inci maddesiyle karşılaştırdığınız zaman, çevirinin eksik olduğunu görürsünüz. İsviçre Medenî Kanununun 8 inci maddesini daha tam olarak karşılayan metin, şimdi, tasarıdaki 6 ncı maddedir. Orada, bir kimsenin, hakkını dayandırmak için iddia ettiği olguların varlığını ispatlaması gerektiği hükme bağlanmaktadır. "Olgu" bilindiği gibi, Türkçe'de "vakıa" karşılığı olarak kullanılmaktadır ve İsviçre Medenî Kanununda yer alan sözcük de, gerek Fransızca metinde gerek Almanca metninde "olgu" sözcüğünün tam karşılığı olan sözcüktür. Gerçekten, Fransızca'da "les faits" ve Almanca'da "tatsache" sözcükleri bu kavram için kullanılmıştır.
Öte yandan, bir arkadaşımız, Türk Medenî Kanunu Tasarısının 25 inci maddesinde, hukuka aykırı saldırıdan söz edilmesini yadırgamıştır. Bu, yeni değil; çünkü, Türk Medenî Kanununa 1988 yılında 3444 sayılı Kanunla eklenen 24/a maddesinde "hukuka aykırı tecavüz" kavramı zaten kullanılmış bulunmaktadır. Şimdi, yenilik "tecavüz" yerine "saldırı" sözcüğünün kullanılmasından ibarettir.
Dil konusunda, bir arkadaşımız da "hüsnüniyet" sözcüğü yerine "dürüst davranma" sözcüğünün kullanılmasını eleştirmiştir. Aslında, bugün, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde "genel hükümler" kenar başlığı yer almaktadır. Metinde ise, hüsnüniyet kaidelerinden söz edilmektedir. Yeni tasarıda, bunun yerine, İsviçre Medenî Kanununun Almanca metnine uygun olarak, dürüst davranıştan söz edilmiştir. Bu "treu und glauben" kavramının karşılığıdır.
3 üncü maddede ise "iyiniyet" sözcüğü aynen korunmuştur. Yürürlükteki Medenî Kanunun 3 maddesinin kenar başlığı "Hüsnüniyet" tir, tasarının 3 üncü maddesinin kenar başlığı da "İyiniyet" tir. Hukukumuzda, şimdiye kadar, her ikisi için "hüsnüniyet" sözcüğünün ya da "iyiniyet" sözcüğünün kullanılması nedeniyle, bunları birbirinden ayırmak için, objektif iyiniyet ve sübjektif iyiniyet ayırımı yapılırdı. İşte, buna yer bırakmamak için, kavramları daha belirgin olarak ifade etmek üzere, gerek yargı kararlarında gerek bilimsel eserlerde "objektif iyiniyet kuralları" yerine, zaten "dürüstlük kuralları" kavramı kullanılmaktadır. "Sübjektif iyiniyet" yerine de sadece "iyiniyet" sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır.
Bu arada, aynı arkadaşımız, kan akrabalığı ile kan hısımlığı ile kayın hısımlık arasındaki terminoloji farkını eleştirirken, bizim dilimizde hiç olmayan bir sözcük de üreterek, yapılan çalışmayı belki yersiz göstermek amacıyla "kayınbaldız" ifadesini kullanmıştır.

Kaynak: Türk Medeni Kanunu'nun özellikleri nelerdir?