Arama


bloom22 - avatarı
bloom22
Kayıtlı Üye
10 Ocak 2012       Mesaj #6
bloom22 - avatarı
Kayıtlı Üye

AVRUPA SÖMÜRGECİLİĞİNİN BAŞLANGICI (1498 - y. 1760).


Doğu’ya karadan ulaşmayı sağlayan ticaret yollarının 15. yüzyılda giderek kapanması, Avrupa’nın denizci devletlerini yeni ticaret yolları aramaya yöneltti. Vasco da Gama’nın 1498’de Kalikut’a (bugün Kojikod) çıkmasıyla, uzun bir aradan sonra Avrupa ile Hindistan arasında ilk bağlantı kuruldu. Baharat ticaretini ele geçiren Portekizliler, Hint Okyanusundaki üstünlüklerini korumak için başka yerlerin yanı sıra Hindistan’ın batı kıyısındaki Goa’ yı alarak burada bir koloni oluşturdular (1510). Müstahkem ticaret merkezleriyle desteklenen bir donanmaya dayanan Portekiz egemenliğinin sürdüğü 16. yüzyılda Hıristiyanlaştırılan Goa, canlı ve gelişkin bir kent durumuna geldi. Ama Portekizlilerin dinsel bağnazlığı ve acımasız tutumları, Hindistan’da güçlü bir dayanak bulmalarını önledi. Portekiz’in İspanya tahtına bağlanmasından (1580) sonra İspanyol donanmasının uğradığı yenilgiler, baharat yolunun öteki ülkelere de açılmasına olanak verdi.

Çok geçmeden baharat ticareti üzerinde tekel kuran Felemenkliler, Hindistan kıyılarına daha çok ticari amaçlarla uğradılar. Doğu Hint Adalarında Felemenklilerin direnişiyle karşılaşan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, Babürlü hanedanından aldığı izinle Surat (1618) ve Bengal’deki Hugli’de (1641) ticaret merkezleri kurdu. 1611’de Masulipatam’da kurulan ticaret merkezi, sonradan Babürlü egemenliğine giren Madras’a taşındı (1640). 1661’de Portekiz’den İngiltere’ye geçen Bombay limanı da 1668’de kumpanyaya bırakıldı. Pamuklu eşya, indigo, ipek, şeker, güherçile ve afyona dayanan ve güven içinde yürütülen İngiliz ticareti kazançlı olmakla birlikte, ödemelerin gümüşle yapılması önemli bir sorun oluşturuyordu. Zamanla Hindistan’dan alınan afyon Çin’le yürütülen çay ticaretinin temeli durumuna geldi. Bu dönemde yeni pazarlara girmek için silaha başvurulması (1686-90), Babürlülerin sert tepkisi yüzünden hiçbir sonuç vermedi. Bunun üzerine İngilizler Bombay’ın yanı sıra Madras’ı tahkim ederek ve yeni ticaret merkezi Kalküta’ da Fort William’ı (William Kalesi) inşa ederek üç bağımsız üs oluşturma yoluna gittiler.

Bu arada Pondiçeri’ye yerleşme izni alan Fransızların 1720’den sonra ticaret alanlarını geliştirmeleri, İngilizler için bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Çok geçmeden Avrupa’daki İngiliz-Fransız çatışması Hindistan’a da sıçradı. Fransızlar 1746’da ele geçirdikleri Madras’ı iki yıl sonra geri verdilerse de, Dekkan’daki yerel çekişmelere karışarak Haydarâbad nizamı üzerinde güçlü bir konum edindiler. Bu durum İngilizlerin de yerel müttefikler kazanmasına zemin hazırladı. 1751’de bu ilişkilerden kaynaklanan çatışmadan güçlenerek çıkan İngilizler, Yedi Yıl Savaşı sırasında Fransız kuvvetlerini yenilgiye uğratarak 1761’de Pondiçeri’yi aldılar. Böylece Hindistan’daki Fransız tehdidi ortadan kalkmış oldu.

Fransızlarla Güney Hindistan’da yürütülen savaş sırasında Bengal nevab'mm ele geçirdiği Kalküta’nın geri alınmasını (1757) izleyen gelişmeler, İngilizlerin Hindistan politikasında önemli bir dönüm noktası oldu. İngiliz komutan Robert Clive, kumpanyanın ticari ayrıcalıklarını geliştirmek amacıyla Mürşidâbad’ı işgal ederek İngiliz yanlısı Mir Cafer’i nevab'lığa getirdi. Güdümlü bir yönetimin oluşturulması, kumpanya görevlilerinin bireysel ticaret ve nevab'dan arazi geliri bağışını da içeren armağanlar alma yoluyla büyük servet edinmesine yol açtı.

İNGİLİZ ETKİSİNİN YAYILMASI (1760-1856).

Ad:  10.JPG
Gösterim: 1799
Boyut:  76.8 KB

Karışıklık dönemi (1760-72). Bengal’de gelişen yağmacılık giderek kumpanyanın denetiminden çıktı. Bu arada mali durumu sarsılan kumpanya, başa geçirdiği yeni nevab'ı zorlayarak gelirlerini artırmaya yöneldi. Bunun üzerine İngiliz yönetimine başkaldıran nevab, konumunu güçlendirdikten sonra vergi ayrıcalıklarını kaldırma talebinde bulundu. Ama giriştiği çarpışmalarda yenilgiye uğrayınca, Ayodhya’ya sığınmak zorunda kaldı (1763). Ertesi yıl Hint-Türk hükümdarı II. Şah Alem'le birlikte Bengal’e geri döndü. Bunu izleyen Baksar Çarpışması (Ekim 1764) İngilizlerin kesin üstünlüğüyle sonuçlandı. Ama derinleşen ekonomik sarsıntı ve otorite boşluğu, kumpanyayı bir çıkmazla karşı karşıya getirdi.

Kumpanyanın vali olarak geniş yetkilerle Bengal’e gönderdiği (1765) Clive, İngiliz etki alanını Bengal’le sınırlı tutarak II. Şah Alem’i ve Ayodhya’yı Marathalara karşı bir tampon güç olarak kullanma yoluna gitti. Bengal ve Bihar’da vergi toplama yetkisinin kumpanyaya, mali işlerin de kumpanyanın atayacağı bir nevab yardımcısına bırakılmasını sağladı. Ama kumpanya görevlilerini disiplin altında tutmaya yönelik önlemlerden etkili bir sonuç alamadı. 1767’de Kalküta’dan ayrılmasından sonra yolsuzluklar yeniden arttı.

Kumpanyanın denetim altına alınması.


1772’de Bengal valiliğine atanan Warren Hastings, öncelikle kumpanya görevlilerinin yürüttüğü bireysel ticarete sınırlamalar getirdi. Ardından vergi toplama işini bir kurula bağlı İngiliz görevlilerin eline verdi. Yargıçlar aracılığıyla denetlenen bu uygulama, gelirleri artırmakla birlikte yolsuzluklara bir çözüm getiremedi. Bu arada 1773’te İngiliz hükümetinin parlamentodan geçirdiği bir yasayla Bengal valisine Hindistan’daki bütün İngiliz yerleşmelerini denetleme yetkisi verildi. Ayrıca dört kişilik bir danışma kurulu atandı ve bir yüksek mahkeme oluşturuldu. Danışma kuruluyla ortaya çıkan yetki çatışması ve yüksek mahkemenin Hintlileri de yargılaması, Hastings döneminde yönetimin işleyişini büyük ölçüde bozdu.

Bu sorunlara çözüm getirmek için 1784’te çıkarılan Hindistan Yasası’yla ikili bir denetim sistemi oluşturuldu. Yasa uyarınca ticaret ve yönetimle ilgili işler kumpanyanın yönetim kuruluna bırakılırken, atamalarda söz sahibi olan denetim kurulu aracılığıyla hükümete siyasal müdahalelerde bulunma olanağı sağlandı. Ayrıca genel valiye danışma kurulunun kararlarını veto etme yetkisi tanındı ve kumpanya beratının yenilendiği her 20 yılda bir parlamentonun bir soruşturma yapması koşulu getirildi.

Hindistan Yasası


İngiliz hükümetine koruyuculuk yükümlülüğü altına girmeden kumpanyanın politikalarını yönlendirme olanağını sağladı. Karşılıklı ödünler temelinde kurulan denge sonraki yıllarda sürekli İngiliz hükümetinin lehine olarak değişti. 1813’te kumpanyanın Hindistan’la ticaret üzerindeki tekeli kaldırıldı. Bunu izleyen önlemler kumpanyayı İngiliz hükümeti adına görçv yapan bir kuruluşa dönüştürdü.

Yerel (devletlerle ilişkiler. İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası 1765’te birbirinden bağımsız üç ayrı güç odağına (Kalküta, Mad- ras, Bombay) dayanıyordu. Bu sırada Kuzey Hindistan’da Hint-Türk İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla ortaya çıkan çeşitli küçük devletler varlıklarını sürdürmeye çalışıyordu. Dekkan’da ise Haydarâbad nizamı yayılmacı Marathalar ile başında Haydar Ali Han’ın bulunduğu Mysore’un tehdidi altında bulunuyordu. Büyük ölçüde kumpanyaya bağlı olan Mysore nevab'ından dolayı Madras’ın Güney Hindistan’daki gelişmelerle yakın bir ilişkisi vardı.

Marathaların 1771’de Delhi’yi ele geçirerek Kuzey Hindistan’da nüfuzunu artırması, Bengal valisi Hastings’i Ayodhya ile daha sıkı ilişkiler kurmaya yöneltti. İngilizlerden destek alan Ayodhya, Ganj ve Yamuna arasındaki bölgeyi denetim altına aldı. Bu sırada Madras ve Bombay’ın stratejik noktaları ele geçirmeye çalışması, İngilizleri Dekkan’da güçlü bir ittifakla çatışma içine soktu (1780). Bu ittifakı parçalayarak ağır bir yenilgiyi önleyen Hastings, Marathalar ve Mysore’la yaptığı anlaşmalarla kumpanyanın gücünü korumasını sağladı. Sonraki genel valiler İngiliz hükümetinin politikası doğrultusunda yayılmacı bir tutumdan kaçındılar. Bu dönemde İngilizler yalnızca Mysore’daki savaşa karıştılar.

1790’lardan sonra Hindistan’a yönelik Fransız tehdidinin yeniden ortaya çıkması ve kumpanyanın ticari çıkarları açısından Hindistan’ın bütününde denetimi sağlama gereksinimi, İngiliz politikasında köklü bir değişikliğe yol açtı. Lord Welleşley’nin genel valilik dönemi (1798-1805) İngiliz egemenliğinin yükselişinde belirleyici bir dönüm noktası oldu. Haydarâbad nizamını İngiliz korumasını kabul etmeye zorlayan Wellesley, 1799’da Mysore’a savaş açarak topraklarının yarısını kumpanyaya ve Haydarâbad’a bağladı. Kalan topraklarda ise kukla bir Hindu hükümdarını başa geçirdi. Bunu Tancor, Surat ve Mysore’un İngiliz denetimi altına girmesi izledi. 1801’de Ayodhya’nın yansı ilhak edildi. Bu devletlerde oluşturulan İngiliz koruma sistemi, belirli bir gelir ya da toprak karşılığında İngiliz garnizonlarının kurulmasına dayanıyordu.

Marathalar arasındaki çekişmeler Wellesley’ye yeni bir yayılma olanağı sağladı. 1802’de Maratha pişva’sının İngiliz egemenliğini kabul etmesiyle Maratha Konfederasyonu dağıldı. Öteki Maratha devletlerine de ağır darbeler indirildi. Ama Holkar’ın İngilizlere önemli kayıplar verdiren direnişi, yayılma yönündeki eğilimin geçici olarak gerilemesine neden oldu.
Fransız-Rus ittifakı (1807) nedeniyle dikkatlerini kuzeye yönelten İngilizler, Sih önderi Rancit Singh ile Amritsar Antlaşmasını imzalayarak güvenli bir sınır çizdiler. 1816’daki Katmandu Antlaşması’yla da İngiliz-Nepal ilişkileri düzenlendi. Ardından Pindariler olarak bilinen yağmacı çetelerin temizlenmesine girişildi. Bu harekât aynı zamanda Maratha devletleriyle Racputlara İngiliz korumasını kabul ettirmek için elverişli bir zemin hazırladı. Böylece İngiliz Hindistan İmparatorluğu’nu oluşturma süreci 1818’de büyük ölçüde tamamlanmış oldu.

Bu imparatorluk, doğrudan yönetim külfetine girmeden geniş bir ülkenin ekonomik potansiyelinden alabildiğince yararlanma amacıyla oluşturulmuştu. Sistem, Hindistan’ın hemen hemen yarısını, güçten düşmüş ve birleşme olanağı bulunmayan irili ufaklı Hint hükümdarlarının yönetimine bırakma esasına dayanıyordu. Bu toplu boyun eğişin temelinde ise, geçmişten beri birbiriyle çatışma içinde olan yerel güçlerin bir dış gücün üstünlüğünü rakiplerden birinin egemenliğine girmeye yeğ tutması yatıyordu.

İngiliz yönetim sistemi.


İngilizlerin egemenlik altına aldıkları bölgelerde başlangıçta uyguladıkları geçici düzenlemeler, 19. yüzyılın ilk yarısında geliştirilen kurumlarla sistemli bir nitelik kazanmaya başladı. Bu süreçte hareket noktası daha önce Bengal’de geliştirilen sistem oldu.

Bengal’deki yönetim yapısını yeniden düzenlemekle görevlendirilen Cormvallis, öncelikle kumpanya görevlilerinin bireysel ticaretle uğraşmasını yasaklayarak kumpanyanın işlerini maliye, yargı ve ticaret biçiminde üç bölüme ayırdı. Bu arada dolgun bir ücret çizelgesi oluşturarak yolsuzluk eğiliminin önünü aldı. Ardından önemli kamu görevlerine yalnızca İngilizlerin getirilmesi ilkesini koydu. Yeni bir yasa sistemi getirerek çeşitli düzeylerde mahkemeler oluşturdu. Yerel yönetimi vergi toplayıcılarına bırakarak kolluk görevini bunlara bağlı yeni polis kuvvetlerine verdi. Gelirlerin önemli bir bölümünü oluşturan arazi vergisini toplama işini geniş haklar tanınan zamindaY\mn eline bıraktı. Böylece İngiliz yönetiminin dayanağını oluşturan bir toprak sahibi zümrenin doğmasını sağladı.

Başlangıçta öteki bölgelerde de temel alınması tasarlanan Bengal sistemine yerel özelliklere göre önemli değişiklikler getirildi. Madras’ta küçük memurlar aracılığıyla doğrudan çiftçilerden vergi toplamaya dayanan bir sistem geliştirildi. Hindistan’ın batı kesiminde Maratha soylularının arazilerini ve ayrıcalıklarını büyük ölçüde korumalarına izin verildi; köy reisleri aracılığıyla alman vergilerin toplanmasında yerel yöneticiler kullanıldı. Kuzey Hindistan’da ise ortak mülkiyete ve ekime dayanan özerk köy yapılarını koruma yoluna gidildi.

Böylece temelde geleneksel yapıya dokunulmamasına karşın, toprak mülkiyeti kavramının yaygınlaşması büyük bir sınıfsal değişim yarattı. İngiliz mallarının Hindistan’a girmesi geleneksel el sanatlarını yıktı. İngilizlerin getirdiği hukuk sistemi toplumsal gereksinimleri karşılamaktan uzak kaldı. Bir süre sonra değişime kapalı ve hantal yönetim mekanizmasında ortaya çıkan tıkanmalar, yönetim sorumluluğunu üstlenme doğrultusunda bir yaklaşımı öne çıkardı. Bu süreçle birlikte Hintliler kamu görevlerine alınırken, Batı yaşam biçiminin etkileri de yayılmaya başladı.

İngiliz egemenliğinin tamamlanması.


1818 sonrasında İngiliz denetimini genişletme yönünde bazı yeni adımlar atıldı. Sıkkım ve Assam İngiliz koruması altına alındı. Assam’daki yayılma Birmanya (bugün Myanmar) ile bir dizi savaşa ve yeni ilhaklara yol açtı. Öte yandan Rus nüfuzunu önlemek amacıyla Afganistan’ın içişlerine karışılmasıyla Sind ve Pencap’ta denetimi sağlama sorunu gündeme geldi. Sind’de kazanılan ticari ve askeri ayrıcalıkları bölgenin ilhakı (1843) izledi. Böylece Sind Bombay’a bağlandı. Keşmir (1819) ve Peşaver’i (1834) topraklarına katmış olan Sih Krallığı, kanlı bir savaştan sonra 1846’da bir tampon devlete dönüştürüldü. Bu arada Keşmir ve bazı verimli topraklar Sihlerden alınarak Cemmu’ya verildi. İki yıl sonra patlak veren bir ayaklanmanın bastırılmasından sonra Sih toprakları ilhak edildi. Sih önderlerinin bütün ayrıcalıklarına son verilirken, çok sayıda Sih İngiliz ordusuna alındı. Pencap’ ta tarımı geliştirmeye yönelik yatırımlara karşın, yerel topluluklar arasında bir birlik kurulamadı. Bu arada Hindistan’ın öteki kesimlerinde özerk devletlerin varlığına son verildi. Geride doğal vâris bırakmayan hükümdarlara ait toprakların İngiliz yönetimine geçmesini öngören bir karara uygun olarak Satara (1848), Cihansi (1853) ve Nagpur (1853) ilhak edildi. Ayodhya, başta bulunan nevab'm kötü yönetim gösterdiği gerekçesiyle 1856’da İngiliz yönetimine bağlandı.

İngilizlerin Hindistan’daki örtülü egemenliği, önceki istilalara oranla çok daha kapsamlı değişiklikler getirdi. Modern silahlarla donanmış güçlü bir ordunun varlığı geleneksel hükümdarların gücünü temelden sarstı. Toprak sahipleri ve aracı tüccarlar dışında toplumun geniş bir kesimi yoksulluğa itildi. Çok geçmeden İngiltere’ye hammadde sağlayan ve İngiliz mallarına pazar oluşturan bir sömürge ekonomisi kuruldu. İngilizce resmî dil olurken, Batı kültürü de Hindistan toplumunda belirli bir yer edinmeye başladı.

Ad:  11.JPG
Gösterim: 1130
Boyut:  82.2 KB

Hint Ayaklanması (1857-59).


İngilizlerin duruma bütünüyle egemen göründüğü bir dönemde Bengal ordusunda patlak veren bir isyanın (10 Mayıs 1857) kısa sürede genel bir başkaldırıya dönüşmesi, İngiliz Hindistam’m her bakımdan yeni bir dönemecin eşiğine getirdi. Çok sayıda Brahman ve Racputun bulunduğu Bengal ordusundaki isyanın görünürdeki nedeni, Hintli askerlerin gemilere kast kurallarına aykırı olarak bindirilmek istenmesi ve tüfeğe doldurmak için ısırılıp koparılması gereken mermi uçların domuz ve inek yağıyla sıvanmış olmasıydı. Bu uygulamalara karşı çıktıkları gerekçesiyle zincire vurulan arkadaşlarını kurtararak İngiliz subayları öldüren Mecrut’taki Hintli askerler, İngiliz askerlerinin bulunmadığı Delhi’ye yöneldi. Buradaki garnizonun da katılmasıyla kenti ele geçiren isyancılar, yalnızca sembolik bir konumu olan Babürlü hükümdarı II. Bahadır Şah’ı önderleri olarak ilan ettiler. Böylece isyan hareketi İngiliz egemenliğini yıkmayı hedef alan bir ayaklanma niteliğini kazandı.

İsyanın Hindistan’ın önemli bir bölümünü ayağa kaldırmasının temelinde İngiliz yönetiminin yarattığı derin hoşnutsuzluklar yatıyordu. Öte yandan 1840 sonrasında Ayodhya ve öteki bazı devletlere karşı izlenen ilhakçı politika, vergi sisteminin çok sayıda küçük toprak sahibini yıkıma sürüklemesi, geleneksel kurum ve değerlerin kaldırılmak istenmesi, Batı eğitim sisteminin getirilmesi gibi etkenler de ayaklanmanın geniş destek görmesine elverişli bir ortam hazırladı. Hareketin tutarlı bir program ve önderlikten yoksun olmasına ve daha çok geçmişe dönük bir bakış açısının ağır basmasına karşın, Hint Ayaklanması genellikle bağımsızlık yönünde ilk ciddi atılım olarak kabul edilir.

İsyancıların Delhi’den sonraki başlıca hedefleri Kanpur ve Lucknow oldu. Kanpur’un kısa sürede düşmesine karşın, Luck- now garnizonu kuşatmaya karşı direnmeyi başardı. Başlangıçta savunma konumunda kalan İngiliz kuvvetleri, Pencap’tan getirilen Sih askerlerin desteğiyle sonbaharda ayaklanmayı geriletmeye başladı. İsyancılar arasında baş gösteren bölünmeler Delhi’nin geri alınmasını sağladı. Lucknow’daki kuşatmaya son verme girişimleri sonuçsuz kaldıysa da, İngilizlere destek kuvvetlerin gelmesi için gerekli zamanı kazandırdı. Lucknow’un kurtarılmasının ardından girişilen seferle Ayodhya ve Rohilkhand denetim altına alındı. 1858’in ikinci yarısında başlayan ayaklanmayı sindirme harekâtı, Haziran 1859’da son ayaklanma önderlerinin de ele geçirilmesiyle noktalandı.

Ayaklanma sonrasında İngilizler arasında yükselen öç alma dalgası, çoğu yerde toplu kıyımlara yol açtı. Delhi halkının tümü kentten sürüldü; binlercesi hiç yargılanmadan öldürüldü. Yeniden düzenlenen orduda Hintli askerlerin İngiliz askerlere oranı yarıdan beşte bire indirildi. Hint topçu birlikleri dağıtıldı ve ordunun profesyonellik düzeyi yükseltildi.

İNGİLİZ İMPARATORLUK YÖNETİMİ (1858- 1920).


Sömürgeciliğin yükselişi. İngiliz kuvvetlerinin ayaklanmayı denetim altına almasından kısa bir süre sonra İngiliz Parlamentosunun kabul ettiği Hindistan Yönetimi Yasası’yla (2 Ağustos 1858) İngiliz Hindistanı tahta bağlandı. İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyasının elinde kalmış olan son yetkiler de Hindistan’dan sorumlu devlet bakanına verildi. Bakana özellikle mali konularda yardımcı olmak üzere, yedi üyesi eski kumpanya yöneticileri arasından seçilen, sekiz üyesi ise taht tarafından atanan bir Hindistan konseyi oluşturuldu. 19. yüzyılın ikinci yansında bakanlık görevine İngiltere’nin en etkili siyaset adamlarının getirilmesine karşın, Hindistan’ın yönetimi fiilen Kalküta ve Simla’daki genel valiler ile Hindistan Devlet Memurluğu İdaresi’ne (ICS) bağlı 1.500 kadar yerel görevlinin elinde kaldı. 1906-10 arasında bakanlık yapan John Morley’nin yetkilerini bütünüyle kullandığı dönemde bile, bürokrasinin hantal işleyişi direncini sürdürdü.

Yeni düzenlemeyle birlikte ayaklanma öncesindeki ilhakçı politikadan vazgeçilerek İngiliz yönetimiyle işbirliğine yatkın olan yerel hükümdarları ayakta tutma politikası benimsendi. Kraliçe Victoria’ya 1876’da Hindistan imparatoriçesi unvanının verilmesi de bu doğrultuda atılmış bir adımdı. İngilizlerin yeni bir ayaklanmadan duyduğu korku ve gelecekteki bir başkaldırı hareketine karşı “doğal bir dalgakıran” görevi görecek Hint devletlerini destekleme yönündeki kararlılığı, küçük birimler biçiminde ülkenin her yanma yayılmış 560’ı aşkın mihracenin varlığını sürdürmesi sonucunu doğurdu. Buna bağlı olarak geliştirilen dinsel inançlara karışmama politikası, uygulamada, geleneksel yapıyı kıracak toplumsal reformlardan kaçınma eğilimine dönüştü. 19. yüzyılın ikinci yarısında yalnızca evlilik yaşının düzenlenmesiyle ilgili ürkek adımlar atıldı. Kadınlar üzerinde kısıtlamaların kaldırılması ve dinsel bağnazlığın yıkılması yönündeki çabalar, daha çok Hintli reformcu aydınların mücadelesine dayandı.

Bu dönemde ilan edilen kamu hizmetine girmede fırsat eşitliği ilkesi yalnızca sözde kaldı. Ayaklanmanın en önemli sonuçlarından biri de İngiliz yöneticiler ile yerli halk arasında ortaya çıkan derin uçurumdu. Genellikle ırkçı bir küstahlık ve kabalıkla hareket eden İngilizler, kendilerini efendi olarak görüyor ve yerli halka olabildiğince “bulaşmama”ya çalışıyorlardı. AvrupalIların oturduğu konut alanları kentlerin dışına kurulan garnizonların hemen yanı başında bulunuyordu. Süveyş Kanalı’nın tamamlanmasından (1869) ve ulaşımın kolaylaşmasından sonra görevlilerin aileleriyle birlikte kalmaya başlamaları, kapalı yaşam biçimini daha da pekiştirdi. Böylece Hindistan toplumuyla bağlar her bakımdan zayıfladı. Daha önce Hint yaşam biçimine ve kültürüne gösterilen sempati ve anlayış yerini kayıtsızlık, kuşku ve korkuya bıraktı. Kâğıt üzerinde, İngiliz yurttaşı olarak Hintlilere de açık olan kamu hizmetine giriş sınavları Londra’ da yapılıyor ve başta yaş sınırlaması (17-22) olmak üzere çeşitli kısıtlamaları içeriyordu. Bu yüzden 1869’a gelindiğinde bütün engelleri aşarak memur olmayı başarmış yalnızca bir Hintli vardı.

1909’a değin son derece merkezî ve despotik bir yapıya dayanan Hindistan yönetimi, aynı zamanda dünyanın en kalabalık bürokratik mekanizmasını oluşturuyordu. 1861’de çıkarılan Hint Meclisleri Yasası’yla, daha önce genel valiye danışmanlık yapan kurul, Yürütme Konseyi adı altında makam sistemine dayalı küçük bir kabineye dönüştürüldü. Konseyin beş doğal üyesi içişleri, gelirler, askeri işler, maliye ve yargı işlerinden sorumlu kişilerden oluşuyordu. Başkomutanın da toplantılarına katıldığı bu meclise, 1874’te bayındırlık işlerinden (1904’ten sonra ticaret ve sanayi) sorumlu yeni bir üye eklendi. Dış ilişkileri doğrudan kendisi yürüten genel valinin gerekli gördüğünde meclisin kararlarını geçersiz sayma yetkisi vardı. Söz konusu yasa, yasamayla ilgili işlerde sayıları 6-12 arasında değişen danışman üyelerin de konsey toplantılarına katılmasına izin veriyordu. En az yarısı siviller arasından olmak üzere genel valice atanan danışman üyelerin, Yüksek Yasama Konseyi olarak bilinen bu organdan geçen yasaları veto etme yetkisi vardı. Meclis oturumları sınırlı sayıda dinleyiciye açıktı. Sivil danışmanların bir bölümü Hintli soylular ve toprak sahipleri arasından seçildiğinden, bu mekanizma kamuoyunun nabzını ölçmeye ve toplumdaki muhalefet belirtilerini önceden belirlemeye yönelik bir işlev de görüyordu. 1892’de çıkarılan bir yasayla danışman üyelerin sayısı 10’u sivil olmak üzere 16’ya çıkarıldı ve bu üyelere yönetime sorular yöneltme ve bütçeyi eleştirme yetkisi tanındı. Ama bu değişiklik temsili kurumlar doğrultusunda gelişen taleplerin oldukça gerisindeydi.

İngiliz tahtının en çok gelir getiren makamlarından biri olan Hindistan genel valiliği, kumpanyanın hizmetinde yetişmiş Sir John Lawrence (1864-69) dışında, 19. yüzyılın sonuna değin genellikle Hindistan deneyiminden yoksun olan ve küçük soylu çevrelerden gelen kişilere verildi. Lord Canning’in (1856-62) yerini alan Elgin 8. kontu James Bruce (1862-63) kalıcı hiçbir iş yapmadan 20 ay sonra Hindistan’da öldü. Daha önce Pencap’taki sorunları çözmesiyle etkili bir yönetici olarak ün yapmış olan Lord John Lavvrence, 1864’te yeniden genel vali olarak Kalküta’ya döndü. Pencap ve Ayodhya Toprak Kiracılığı Yasaları’yla (1868) köylülerin haklarını güvence altına alarak istikrarı sağlamasına ve Kuzey Hindistan’da tarımsal üretimi canlandırmasına karşın, görev döneminde Orissa ve Racputana’da büyük kıtlıklar oldu. İngiliz yönetimine karşı hoşnutsuzlukların şiddet hareketlerine yol açtığı bir dönemde göreve gelen Lord Mayo (1869-72) Bengal’deki Vahabi ayaklanmalarla Pencap’taki Kuka Sih akmlarıyla uğraştı ve Andaman Adalarında Afganlı bir tutsak tarafından öldürüldü.

Yerini alan Lord Northbrook (1872-76) tepkileri yumuşatarak olayları yatıştırmayı başardı. Lord Lytonn (1876-80) izlediği yayılmacı politikayla II. İngiliz-Afgan Savaşı’na (1878-80) yol açtı. İçeride de Lancashire pamuğunun Hindistan’a serbestçe girişini sağladı ve bu politikaya karşı çıkan yerel basını baskıyla susturmaya yöneldi. Liberal eğilimli Lord Rippon (1880-84) bu baskıcı önlemleri kaldırdı ve yerel yönetim düzeyinde temsili kurumların oluşturulması yönünde ilk resmî adımları attı. Ayrıca Hintli yargıçların İngilizlerle ilgili davalara da bakabilmesini öngören bir yasa tasarısı hazırlatarak resmî ırkçı politikaya önemli bir darbe vurdu. Beyaz topluluğun Bengal’de ayaklanma noktasına varan tepkileri yüzünden yasa büyük ölçüde budanmış olarak çıktıysa da, bir avuç insanın güçlü bir yönetimi kararından dönmeye zorlaması genç Hintlilere siyasal mücadele taktikleri açısından bir örnek oluşturdu.

19. yüzyılın ikinci yarısı ekonomik açıdan önemli gelişmelere yol açtı: Pazara dönük tarımsal üretim arttı, ticari ilişkiler genişledi, sanayi yönünde ilk ailımlar atıldı. Bu dönemde ülke ciddi kıtlıklara da sahne oldu. Hint Ayaklanmasının İngiliz yönetimine maliyeti yaklaşık 40 milyon sterlini bulmuştu; bu miktar hemen hemen ülkeden sağlanan bir yıllık gelire eşitti. İngiliz yönetimi sonraki dört yılda gelir kaynaklarını acımasızca zorlayarak bu kaybını gene Hindistan halkından çıkardı.
Bu dönemde İngiliz Hindistam’mn en önemli gelir kaynağı, oran olarak gelirlerin yarısını karşılayan arazi vergisiydi. Bu para ancak ordu için yapılan harcamalara yetiyordu. İkinci önemli gelir kaynağı Çin’e yasadışı yollardan sokulan afyon, üçüncüsü ise tuz vergisiydi. Bunların dışında ayaklanma giderlerini karşılama gerekçesiyle beş yıllık özel bir gelir vergisi kondu. Kentlerde düzenli gelir vergisi uygulamasına 1886’da geçildi. Ingiliz yönetimi genelde serbest ticaret ilkesine bağlı kalmakla birlikte 1860’ta yüzde 10 oranında bir gümrük vergisi getirdi. Bu oran 1864’te yüzde 7’ye, 1875’te de yüzde 5’e indirildi. 1879’da pamuktan alman ithalat vergisi kaldırıldı. Ama, gümüşün dünya piyasalarında hızla değer kaybetmesi üzerine, 1894’te Lancashire’dan gelen pamuklu mallan da kapsayacak biçimde yeniden kondu. Bu sırada 80’den fazla imalathanenin bulunduğu Bombay’ın dokuma sanayisi son derece gelişmişti.

Hintli sanayici Camsetci N. Tata’nın tam kapasiteyle çalışan Nagpur’daki dev imalathanesi geniş Hindistan pazarı için doğrudan Lancashire’la rekabet ediyordu. Çok geçmeden İngiliz pamuklu dokuma üreticileri Kalküta’ya baskı uygulayarak eşitliği sağlamak üzere Hindistan’da imal edilen bütün kumaşlara yüzde 5 satış vergisi konmasını sağladılar. Bu tutum Hintli kapitalistlerin milliyetçi harekete mali destek vermesinde önemli bir etken oldu.

İngiliz yönetiminin Hindistan ekonomisine yaptığı en önemli katkı, 1858’de başlatılan yaygın demiryolu yapımıydı. I. Dünya Savaşı’nın başlarında toplam uzunluğu 45 bin km’yi bulan demiryolları, kırsal kesimleri Bombay, Madras ve Kalküta limanlarına bağlayarak Hindistan’dan İngiltere’ye hammadde akışını büyük boyutlara ulaştırdı. Öte yandan yerel tüketime dönük gıda üretiminden ticari tarımsal üretime geçişi hızlandırmada da önemli bir rol oynadı. Bu dönemde köylülerin tahıl ekiminden vazgeçerek topraklarını ticari ürünlere açmaları için yoğun bir çaba gösterildi. Özellikle İngiltere’nin hammadde talebinin yüksek bir düzeye çıktığı Amerikan İç Savaşı sırasında tarımsal ürünlere yapılan ödemelerle kırsal kesime büyük miktarda gümüş girdi. İç Savaş sonrasında ABD’den Lancashire’a gelen pamuğun istikrar kazanmasıyla Hindistan pazarı çöktü. Milyonlarca Hintli köylü birdenbire kendisini dünya ekonomisinin cenderesinde buldu.

Bunalım yıllarında ticari ürünlerin elde kalmasıyla büyük bir gıda sıkıntısı başladı. Hindistan 1865’ten 1900’e değin tarihinin en uzun ve en ağır kıtlıklarını yaşadı. İlk sayımın yapıldığı 1872’de 200 milyon olan Hindistan nüfusunun 1920’de 300 milyona ulaşmasına karşın, 1895-1905 arasında nüfusta birkaç milyona varan bir düşüş oldu. Bu arada Ingiltere’den gemilerle gelen ve demiryollarıyla kasabalara ve oradan da köylere ulaşan ucuz mamul mallar, yerel el zanaatlarının çöküşünü daha da ileriye götürdü. İşsiz kalan zanaatçılar geçinmek için toprağa döndü. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Hindistan nüfusunun yaklaşık yüzde 90’ı doğrudan tarıma bağımlı duruma gelmişti; böylece ekime elverişli topraklar üzerindeki nüfus baskısı daha da arttı. Demiryolları aynı zamanda askeri birliklerin ülkenin her yanma kolayca ulaşmasını sağladı.

Bihar ve Orissa’daki zengin kömür yatakları da bu dönemde işletilmeye başladı. 1868’de 500 bin ton olan kömür üretimi 1900’de 6 milyon tona, 1920’de de 20 milyon tona fırladı. Elde edilen kömürün demir ergitmede kullanılması 1875’te başladı. İngiliz yönetiminden destek görmeden kurulan ve 1911 ’de üretime geçen Tata Demir ve Çelik Şirketi, Bihar’da yerli çelik sanayisinin temellerini attı. İskoçya’ya Rusya’dan gelen ham kenevirin Kırım Savaşı’yla (1853- 56) kesilmesi, Kalküta’dan Dundee’ye yoğun ham jüt ihracatını başlattı. Bu atılım Bengal’de jüt dokuma sanayisinin gelişmesine de zemin hazırladı. 1862’de yalnızca iki olan jüt imalathanesi sayısı 1882’de 20'ye, çalışan işçi sayısı da 20 bine çıktı. 1908’e gelindiğinde Ingiliz Hindistanfndaki jüt üretimi Dundee’deki düzeyi aşmış bulunuyordu.

Dönemin bir başka ekonomik gelişmesi çay, indigo (çivit) ve kahve plantasyonlarıyla sağlandı. Çay ekimi 1850’lerde önce Kuzey Hindistan’daki Assam Tepelerinde, 20 yıl kadar sonra da Güney Hindistan’daki Nilgiri Tepelerinde başladı. 1871’de yaklaşık 300 plantasyondan 3 bin tondan fazla çay elde ediliyordu. 1900’e gelindiğinde Hindistan’ın çay rekoltesi İngiltere’ye yaklaşık 70 bin tonluk ihracata elverecek bir düzeye ulaşarak Çin çayının İngiliz pazarlarındaki egemenliğine son verdi. Bu arada Çinlilerin çay yerine afyon ekmeye başlaması, Hindistan’ın bu alandaki pazarının kapanmasıyla sonuçlandı. Bengal ve Bihar’da gelişen indigo sanayisi, sentetik boyaların ortaya çıktığı 19. yüzyıl sonlarına değin Avrupa pazarlarına ihracatı sürdürdü. Güney Hindistan’daki kahve plantasyonları ise 1860-79 arasındaki gelişme döneminin ardından yıkıma yol açan bir bitki hastalığıyla gerileme içine girdi.
Ad:  12.JPG
Gösterim: 943
Boyut:  24.5 KB

19. yüzyılın son 10 ve 20. yüzyılın ilk 10 yılında kıtlık ve veba salgınıyla büyük ölçüde sarsılan Hindistan ekonomisi, ancak I. Dünya Savaşı’nda canlanarak sanayide yeni atılımlar gerçekleştirebildi.

Dış politika.


İngiliz Hindistam’mn tahta bağlanmasından sonra kuzeybatıdaki Patanların akınları ve Rusya’nın Orta Asya’daki yayılması, Hindistan’ın sınırlarını Hindukuş Dağlarının ötesine ve Afganistan’a kadar genişletme yönündeki emperyalist eğilimleri daha da güçlendirdi. Bununla birlikte iç sorunlarla uğraşan dönemin genel valileri, sınırdaki kabileleri zaman zaman sindirme ve 1868’de Afgan tahtına geçen Şir Ali Han’ la dostça ilişkiler kurma politikasıyla yetindiler. İngiliz hükümetinin müdahalecilik yönündeki tutumuyla uyum içinde olan Lytton ise, kendi elçilerini reddeden Şir Ali’nin bir Rus heyetiyle görüşmesini gerekçe göstererek II. İngiliz-Afgan Savaşı’nı (1878-80) başlattı. Kâbil’in işgal edilmesinden sonra imzalanan antlaşma uyarınca Afganistan dış ilişkilerde İngiliz himayesini kabul etti. Ama çok geçmeden işgale karşı sert bir direniş başladı. Lytton’dan sonra genel valiliğe getirilen Ripon, bir çıkmaza giren Afgan serüvenine son vererek İngiliz birliklerini geri çekti.

Rusya ile yürütülen görüşmeler sonunda 1887’de Afganistan’ın sınırları yeniden belirlendi. Ardından yeni genel vali Lord Landsdowne’un (1888-94) girişimiyle Durand hattı çizilerek bazı kabile toprakları Hindistan’a bağlandı. Onun yerini alan Elgin 9. kontu (1894-99) sık sık ayaklanan bu kabilelere karşı cezalandırma seferleri düzenlemekle uğraştı. Lord Curzon (1899- 1905) denetim altına almak istediği bu sorunlu bölgeyi Kuzeybatı Sınır Eyaleti olarak düzenledi (1901).

1907’de Rusya ile varılan anlaşmayla Afganistan, İngiliz nüfuz bölgesi içine alındı. Afgan emiri bu anlaşmayı tanımamakla birlikte çatışmaya girmekten kaçındı. Yeni emir Emanullah Han’ın 1919’da İngilizlere açtığı savaş yalnızca birkaç ay sürdü. 1921’de imzalanan antlaşmayla Afganistan’ iri bağımsızlığı tanındı.

İngiliz yönetiminin bu dönemde yayılma politikası izlediği bir başka bölge de kuzeydoğu sınırlarıydı. II. İngiliz-Birmanya Sava- şı’ndan (1852) sonra Yukarı Birmanya’ya çekilmiş olan Ava Kralhğı’nm Fransa ile ilişkilerini geliştirmesi üzerine, Lord Duffe- rin (1884-88) III. İngiliz-Birmanya Savaşı’na (1885) girişti. Bir hafta süren bu savaş sonunda, yüzölçümü bakımından İngiltere’ den daha büyük olan Birmanya, İngiliz Hindistam’na bağlandı (1 Ocak 1886). Çok geçmeden İngiliz işgal ordusuna karşı başlayan gerilla direnişi, 1890’da denetim altına alındıysa da bazı bölgelerde varlığını sürdürdü. Başlangıçta bir eyalet olarak düzenlenen Birmanya, 1897’den sonra bir genel vali yardımcısının yönetimine bırakıldı.

Hint milliyetçiliği ve İngilizlerin tepkisi.


Hint milliyetçiliği bir yandan İngiliz yönetiminin Hindistan toplumunda yarattığı yeni dinamiklerin, bir yandan da sömürgeci düzene duyulan tepkilerin ürünü olarak ortaya çıktı. Ama Hindistan’ın karmaşık toplumsal yapısının da etkisiyle bazı noktalarda birbirinden ayrılan değişik akımlar temelinde gelişti.

Başta 1857’de kurulan Bombay, Bengal ve Madras üniversiteleri olmak üzere Ingiliz eğitim kurumlanndan yetişen genç Hintlile: rin çoğu kamu hizmetine girerek ya da avukatlık, gazetecilik ve öğretmenlik gibi mesleklere yönelerek Batı’nın yaşam ve düşünce biçimini benimsediler. Başlangıçta İngilizlerin kurduğu mekanizma içinde bir yer edinerek ülke yönetiminde söz sahibi olmayı uman bu aydın çevreler, zamanla sömürgeci politikalara karşı ulusal talepler doğrultusunda gelişen muhalefetin odağı durumuna geldiler. Kalküta’da The Benga- lee gazetesini çıkaran S. Banercea’nın 1885’te Bengal’de topladığı Hindistan Ulusal Konferansı, ilk örgütlü kıpırdanmalardan biriydi. Bu arada Bombay’da da başını M. G. Ranade ve G. K. Gokhale gibi önderlerin çektiği reformcu hareketler biçimlenmeye başladı. Bir başka önder olan B. G. Tilak Hinduizmi ve Marathaların istilalara direnişini temel esin kaynağı olarak alan daha militan bir hareketin temellerini attı. Öte yandan Ripon gibi ılımlı genel valilerin desteğinde gelişen ve İngilizlerle işbirliği yaparak geleneksel yapıyı dönüştürmeyi amaçlayan reformcu eğilimler de Hint milliyetçiliğinin bir kanadı olarak belirdi. Aydın çevrelere ve bir ölçüde de orta sınıfa dayanan milliyetçi hareket çok geçmeden bir siyasal güç olarak sahneye çıktı.

Bu gelişmenin somut ifadesi olan Hindistan Ulusal Kongresi (INC; Kongre Partisi) 28 Aralık 1885’te Bombay’da toplandı. Yaklaşık beşte dördü Hindu olan delegeler içinde en kalabalık meslek grubunu oluşturan avukatları gazeteciler, işadamları, toprak sahipleri ve öğretim üyeleri izliyordu. Kongrenin son gününde kabul edilen kararlar arasında İngiliz Avam Kamarası’nın Hindistan’ın yönetiminde en yetkili organ olması, gerici Hindistan Konseyi’nin dağıtılması, Yüksek Yasama Konseyi ve yerel yönetim meclislerinde temsil sisteminin genişletilmesi, kamu hizmetine girişte gerçek fırsat eşitliğinin sağlanması, memurluk sınavlarının hem İngiltere, hem Hindistan’da aynı anda yapılması gibi talepler yer alıyordu. Ekonomik taleplerle ilgili kararlarda Hindistan üzerindeki mali yüklerin azaltılması isteniyor ve ülkedeki yoksulluğun yoğun hammadde ve kaynak sömürüsünün bir sonucu olduğu dile getiriliyordu. Öteki kararlar askeri harcamalarda indirim yapılmasını, Birmanya’daki savaşa son verilmesini, yönetimde tasarruf yapılmasını ve İngiliz mallarına yeniden ithalat vergisi konmasını içeriyordu. İngiliz sömürge yönetiminin küçük bir azınlık hareketi olarak pek ciddiye almadığı Kongre Partisi, her yıl delege sayısını daha da artırarak toplantılarını düzenli bir biçimde sürdürdü.

Lord Curzon’un sömürgeci yönetimi pekiştirmek için izlediği keyfi ve baskıcı politikalar, Kongre Partisi’nin bir aydın hareketi kimliğinden sıyrılarak geniş bir kitle temeli kazanmasında önemli rol oynadı. Kolluk kuvvetlerinden üniversitelere kadar etkili bir yönetim kurmaya çalışan Curzon, denetimin giderek güçleştiği Bengal ilini bölme yoluna gitti (1905). Plan uyarınca Müslümanların çoğunlukta olduğu Doğu Bengal ve Assam tek bir eyalet olarak birleştirilirken, Bihar ve Orissa’yı da içine alan Batı Bengal eyaletinde Bengalli Hindular azınlık durumuna düşürüldü. Bengal’de milliyetçi hareketi sindirmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirilen bu plan, Kongre Partisi’ nin sert tepkisiyle karşılaştı. Parti önderlerinin plana karşı koyma çağrısı özellikle Bengalli Hindular arasında coşkulu bir destek buldu.

Milyonlarca Hintlinin milliyetçi harekete katılması, Bengal’de yaygın bir dalgalanma başlattı. Dilekçelerin, basın yoluyla yürütülen mücadelenin ve protesto gösterilerinin bir sonuç vermemesi üzerine kitle eylemleri İngiliz mallarını boykot ve svadeşi (yerli malı kullanma) hareketine dönüştü. Bengal sınırlarının dışına taşarak Puna, Bombay ve Madras’a da sıçrayan bu hareket, zamanla Kongre Partisi’nin en önemli ekonomik mücadele aracı durumuna geldi. Böylece Bengal’in bölünmesi, dolaylı olarak, kumaştan kibrite, cam ürünlerinden demir-çeliğe kadar yerli sanayilerin doğuşunu da hızlandırdı. Öte yandan bölünmeyle birlikte gelişen yerli dillerde eğitim hareketi, Bombay ve Bengal’in yanı sıra Benares’ te de bağımsız yükseköğrenim kurulularının oluşturulmasını sağladı. Milliyetçi hareketin daha radikal bir çizgiye yönelmesiyle, Kongre Partisi’nin 1906’daki toplantısında svarac (bağımsızlık) talebi gündeme geldi. Bu talep çok geçmeden ülke çapında yankı uyandırdı.

Kongre Partisi’nin Kalküta’da svarac çağrışım yaptığı sırada, Tüm Hindistan İslam Birliği de (Müslüman Birliği) Doğu Bengal’in yeni başkenti Dakka’da (Hintçe Dhaka) ilk toplantısını yapıyordu. Hindistan’daki Müslümanlar sömürgeci yönetime karşı ulusal taleplere sarılmada Hindu çoğunluğun gerisinde kalmakla birlikte, bir süreden beri bağımsız bir topluluk olarak çıkarlarını korumaya çalışmaktaydı. Eski kumpanya görevlisi Sir Seyyid Ahmed Han’ın 1875’te kurduğu İngiliz- IslamDpğu Yüksekokulu (bugün Aligarh Müslüman Üniversitesi), İngiliz eğitimi görmüş çok sayıda Müslüman aydm yetiştirmişti. Seyyid Ahmed Han ayrıca, Hint Ayaklanmasının sorumluluğunu daha çok Müslümanlara yükleyen resmî İngiliz görüşünü değiştirmek için büyük çaba göstermişti. Bu nedenle Müslüman çevrelerde İngiliz yönetimiyle işbirliği yapma eğilimi ağır basıyordu. III. Ağa Han’ın başkanlık ettiği Müslüman temsilciler 1906’da yeni genel vali Lord Minto’ ya (1906-10) başvurarak, Müslümanların ayrı bir topluluk olarak ele alınmasını istediler. Minto da yapılacak düzenlemelerde bu durumun göz önüne alınacağı konusunda güvence verdi. Bu görüşmenin ardından toplanan Müslüman Birliği, Hindistan’daki Müslümanların siyasal hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmeyi temel hedef olarak belirledi. Ayrıca İngiliz yönetimine bağlılığını dile getirerek Bengal’in Bölünmesi’ni onayladığını ve boykot hareketine karşı olduğunu açıkladı.

1906’da İngiltere’de Liberal Parti’nin başa geçmesi, İngiliz Hindistanı açısından yeni bir reform dönemi açtı. Lord Minto’nun engelleyici çabalarına karşın, Hindistan’dan sorumlu devlet bakanı John Morley yönetim mekanizmasında bazı önemli değişiklikler gerçekleştirdi. Öncelikle Hindistan Konseyi’ne Müslüman ve Hindu iki üye seçildi. Bir süre sonra da S. P. Sinha ilk Hintli üye olarak Yürütme Konseyi’ne girdi. Bu uygulama bir teamül olarak sürekli bir nitelik kazandı. Minto ve Morley İkilisinin en önemli reform girişimi 1909’da çıkarılan Hint Meclisleri Yasası oldu. Yasayla, yerel yasama meclislerinde Hintli üyelerin seçimle belirlenmesi ilkesi getirildi. Öy verme hakkının mülkiyet ve eğitim düzeyine göre sınırlandırıldığı 1910 seçimleri sonunda Hindistan’ın çeşitli bölgelerindeki yasama meclislerine 135 Hintli temsilci girdi. Bu arada Müslümanlar için ayrı seçim bölgeleri oluşturuldu.

Hint Meclisleri Yasası’yla Yüksek Yasama Konseyi’ndeki danışman üyelerin sayısı da 16’dan 60’a çıkarıldı. Minto’nun kısıtlayıcı yönetmelikler hazırlayarak ve veto yetkisini kullanarak reformları sulandırma çabasına karşın, yeni düzenleme bir tür parlamenter yönetim sisteminin yolunu açtı. Seçimle gelen üyelere meclis görüşmelerine katılma ve yasa tasarıları sunma yetkisinin verilmesinden yararlanan Gokhale, 1910’da Yüksek Yasama Konseyi’ne parasız ve zorunlu ilköğretimle ilgili bir tasarı getirdi. Tasarının sürekli geri çevrilmesine karşın, bu girişim meclisleri ulusal talepler için bir platform olarak kullanma yolunda bir örnek oluşturdu. Yönetim sorumluluğunu paylaşarak “içeriden” etkili olma anlayışı, Kongre Partisi içinde daha yasanın çıkarılmasından önce Gokhale ve yandaşlarınca gündeme getirilmişti. Bu bakımdan liberal eğilimli İngilizlerle ılımlı Hint milliyetçileri arasındaki işbirliği, aynı zamanda Kongre Partisi içindeki bölünmenin bir sonucuydu.

Kongre Partisi’nin 1907’deki toplantıda iki kanada ayrılması başkanlık konusundaki anlaşmazlığın yanı sıra derin taktik ayrılıklardan kaynaklanmıştı. Tilak yanlısı devrimci kanat boykot hareketinin İngiliz yönetimini de içine alacak biçimde genişletilmesini savunurken, Gokhale yanlısı uzlaşmacı kanat bu çizgiyi “aşırılık”la suçluyordu. Devrimci kanat özellikle gençlerin desteğini kazandı ve İngiliz yönetiminin baskısı karşısında yeraltına geçerek şiddete dayalı mücadele çizgisini temel aldı. Özellikle Bengal’de etkili olan şiddet hareketleri 1908-10 arasında doruk noktasına ulaştı. Genel vali olarak Minto’nun yerini alan Lord Hardinge (1910- 16), Bengal’deki, olaylara yol açan düzenlemeye son verdi. Hindistan’ı ziyaret eden Kral V. George’un onuruna Delhi’de yapılan şenlikte (Aralık 1911) açıkladığı kararla Bengal yeniden birleştirildi ve Bihar ile Orissa ayn bir eyalete dönüştürüldü. Müslümanların tepkisini yumuşatmak amacıyla başkentin Kalküta’dan Delhi’ye taşınması, bu kez de Müslümanlar arasında militan bir hareketin gelişmesini önleyemedi.

I. Dünya Savaşı ve sonrası.


İngiltere’nin savaşa girmedi Hindistan’da köklü. değişikliklere yol açtı. Lord Hardinge’in, İngiltere’ nin yanında yer alması için yaptığı çağrı, yerel hükümdarlardan Tilak ve Gandhi gibi Kongre Partisi önderlerine kadar geniş bir kesimden destek gördü. Buna karşılık halife sıfatını taşıyan Osmanlı padişahına bağlılık duyan Müslümanlar kararsız bir tutum takındılar. Milliyetçi çevrelerin coşkulu desteği, aynı zamanda savaş sonrasında İngiltere’den siyasal ödünler alma hedefine de yönelikti.
Ağustos 1914’te Hindistan’dan çıkan birlikler doğrudan Fransa cephesindeki Belçika hattına gönderildi. Hint Kolordusu 1914- 15 kışındaki harekâtlarda ağır kayıplar verdi. Hintli askerler Doğu Afrika ve Mısır cephelerinde de çarpıştı. 1914 sonlarına gelindiğinde denizaşırı garnizonlara ve cephe hatlarına sevk edilen Hindistan’daki İngiliz ordusu askerlerinin sayısı 300 bine ulaşmıştı. 1915’te daha çok Hintli askerlerin kullanıldığı Mezopotamya seferinin kötü yönetilmesi yüzünden uğranan büyük kayıp, siyasal bir skandala yol açtı. Bunun üzerine Hindistan’dan sorumlu devlet bakanlığına getirilen Edwin Montagu ve yeni genel vali Lord Chelmsford (1916-21), Hindistan’ın imparatorlukla bağlarını güçlendirecek ve kademeli olarak sorumlu bir yönetime geçişi sağlayacak yeni bir düzenleme üzerinde çalışmaya başladı.

Savaşın hemen öncesinde İngiliz uyruğu olarak Kanada’ya yerleşmek isteyen bir Sih topluluğunun büyük sıkıntılar yaşadıktan sonra geri çevrilmesiyle Pencap’ta ortaya çıkan hoşnutsuzluklar, savaşla birlikte şiddet eylemlerine dönüştü. Bu arada Müslümanlar arasında yaygınlaşan savaş karşıtı kampanya, Bengal’de İngiliz hedeflerine yönelik saldırılan daha da artırdı. Bu arada Afganistan’a yönelik yoğun bir göç hareketi başladı.

Aralık 1916’da Lucknow’daki toplantıda iki kanadı arasında birliği sağlayan Kongre Partisi, aynı zamanda asgari ulusal talepler temelinde Tüm Hindistan İslam Birliği’yle de ittifak kurmayı başardı. Lucknow Paktı olarak bilinen bu uzlaşma, Kongre
Partisi’nin Müslümanlara daha önce verilmiş olan ayrı seçim bölgesi ayrıcalığını tanımasıyla sağlandı. Bu arada paktın gerçekleşmesinde önemli rol oynayan Muhammed Ali Cinnah da Müslümanlar arasında güçlü bir konum kazandı. Ama yönetsel özerklik programı konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıklar, savaşın Osmanlılar aleyhine gelişmesinin Müslümanlar arasında yarattığı kaygılar ve Montagu’nun Hindistan’daki gezisi sırasında iki tarafı ayrı ayrı pazarlığa oturmaya yöneltmesi, iki parti arasındaki yakınlaşma havasının 1917’de dağılmasına neden oldu. Montagu İngiltere’ye dönüşünde bir rapor sunarak dış ilişkiler, maliye ve güvenlik konularının Ingiliz hükümetinin elinde kalmasına, öteki işlerin temsili organlara bırakılmasına dayanan ikili bir yönetim önerdi (1918).

Aynı yıl sona eren savaş Hindistan’a oldukça pahalıya mal olmuştu. Savaş boyunca cepheye sürülen bir milyon askerin 100 binden fazlası öldü ya da sakat olarak döndü. Savaş sırasında yüklü askeri harcamalar yapıldı, ayrıca büyük miktarlarda tarım ürünü ve hammadde İngiltere’ye aktı. Hindistan’ın sanayi potansiyelini geliştirmek için özellikle savaş sanayisi ve demir- çelik alanında yoğun yatırımlar yapıldı. Savaş dönemindeki enflasyonu izleyen çöküntünün ardından patlak veren öldürücü grip salgını, savaşın getirdiği yıkımdan daha büyük can ve mal kaybına yol açtı.

Savaş sonrasındaki siyasal gelişmeler de Hindistan halkının büyük beklentilerine ağır bir darbe vurdu. Savaş sırasında boşalan kamu görevlerini dolduran Hintliler çok geçmeden yerlerinden oldular. Savaş boyunca eşit muamele gören Hintli askerler, cepheden döner dönmez kendilerini eski “yerli” konumunda büldular. Bu ortamda savaş dönemindeki olağanüstü önlemleri sürdürmeyi amaçlayan Rowlatt Yasaları’nın (1919) çıkarılması, Hintlileri ayağa kaldırdı. Ülke siyasetinde büyük bir ağırlık kazanan Gandhi, halkı bu yasalara uymayarak pasif direnişe geçmeye çağırdı. Ülke çapında yankı uyandıran bu çağrı, özellikle Pencap’ ta kararlı bir kitle hareketini başlattı. Nisan 1919’da Pencap’ın Amritsar kentinde bir protesto gösterisi için toplanan halka ateş açılması sonucunda 379 kişi öldü, 1.200 kişi de yaralandı. Amritsar Katliamı olarak bilinen bu olay, geniş kitleleri harekete geçirmenin yanı sıra ılımlı milliyetçileri de Ingiliz yönetiminden uzaklaştırdı.

İngiliz Parlamentosu yükselen milliyetçi dalgayı kırmak için hemen Hindistan Yönetimi Yasası’m (Aralık 1919) çıkardı. Yasayla Yürütme Konseyi’ndeki Hintli üyelerin sayısı üçe çıkarılırken, Yüksek Yasama Konseyi, iki meclisli bir organa dönüştürüldü. Buna göre 140 üyeli Yasama Meclisi’nin 100 üyesi seçimle belirlenecek, kalan 40 üyenin de ancak 25’i resmî görevli olacaktı. İkinci meclis olan Devlet Konseyi’nin 60 üyesinden 40’ı daha dar bir seçmen kitlesince seçilecekti. Oy vermede mülkiyet ve eğitim düzeyi sınırlaması bütünüyle kaldırıl- mamakla birlikte, seçmen tabanı geçmişe göre daha da genişletiliyordu. Yerel yürütme meclislerinde eğitim, sağlık, bayındırlık işleri ve tarım gibi konular seçimle gelecek temsilcilere bırakılırken, arazi vergisi, adliye, kolluk kuvvetleri ve sulama gibi konularla ilgili dairelerin başında genel valinin atayacağı görevlilerin kalması öngörülüyordu. Üye sayısı artırılan yerel yasama meclislerinin en az yüzde 70’i seçilmiş temsilcilerden oluşacaktı.

Kongre Partisi 1920 başlarında bu yasa çerçevesinde İngiliz yönetimiyle işbirliği yapmayı reddetti. Aynı yılın ağustos ayında Gandhi ülke çapında satyagraha (şiddete başvurmaksızın direnme) hareketini başlattı. Bu hareket İngiliz mallarının, okullarının, mahkemelerinin, unvan ve makamlarının, seçimlerin ve gerekirse vergilerin boykot edilmesini kapsıyordu. Hindistan halkının desteğini çekmesiyle İngiliz yönetim mekanizmasının duracağını ve svarac hedefinin gerçekleşeceğini savunan Gandhi, Müslümanları da harekete katmak için büyük çaba gösterdi. Ama birlik sağlanamadı ve Muhammed Ali Cinnah Kongre Partisi’yle bağlaunı kopardı.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 12 Ağustos 2016 21:25