Arama


Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
14 Ocak 2012       Mesaj #10
Avatarı yok
Yasaklı
Bilimin, Felsefenin Konusu Olması

Başlangıçta bütün bilimler, felsefenin alanı içerisinde yer alan farklı düşünce alanları olarak var olmuşlardır. Bu bağlamda filozof, hemen her bilim alanıyla ilgili olan ve her var oluş durumuna kafa yoran insan demektir. Mesela Aristoteles, hemen her konuda kitap yazmış olan ve bu kitapları, yazılmış oldukları bilim alanlarında referans kabul edilen bir filozof olarak bu filozof tipine örnek gösterilebilir.

Bilimsel bilgi geliştikçe, zamanla bilim dalları felsefeden "bağımsızlıklarını" ilan etmişlerdir. Örneğin daha önce "doğa felsefesi" olarak anılan fizik, arkasından kimya, biyoloji ve diğer fen bilimleri tek tek felsefeden ayrılmış ve başlı başına birer disiplin olarak ortaya çıkmışlardır. Bunun ardından da sosyal bilimler, felsefenin etkisinden çıkmaya başlamışlardır. Bu gelişmelerin ardından 19. yüzyılda, felsefe neredeyse etkisiz ve gereksiz duruma gelmiştir.

Bu zamandan sonra filozoflar, bilimlerin sınıflandırılmasıyla uğraşmaya başlamışlardır. Hem felsefeden kopan, hem de birbirlerinden olabildiğine uzaklaşan bilimler, bir bütün olan evreni parçaladıkları gibi, insan kafasında da bütün bir evren kavramı oluşturamıyorlardı. Bu parçalanmışlık sanayi dünyasına, toplum hayatına ve hatta insan şahsiyetine bile yansımıştı. Felsefe, bilimleri sınıflandırarak onlar arasındaki ortak noktaları ve bağları göstermek, bilimleri birbirlerine yaklaştırmak istiyordu. Bütün bilimler varlık alanının değişik var olanları ile ilgileniyordu. Bütün bilimler hedefte, metot ve bilimsel tavırda da birleşiyordu. Sınıflandırma bunu daha da açıkça ortaya koyacaktı.

Bu dönemde iki Alman'ın yaptığı bilim sınıflandırması çok tanınmıştır. Kantçı filozoflardan Wilhelm Windelband, bilimleri yöntem bakımından apriori (rasyonel) ve empirik (deneye dayalı) bilimler diye ayırmıştır. Rasyonel bilimler matematik ve felsefe idi. Deneye dayanan bilimler de ikiye ayrılıyordu: tarih bilimleri ve doğa bilimleri. Bu son ayrım metottan ziyade konu farklılığından kaynaklanıyordu.

Wilhelm Dilthey de bilimleri metot bakımından ikiye ayırmıştır: manevî bilimler ve doğa bilimleri. Manevî bilimler anlama metodunu, doğa bilimleri ise açıklama metodunu kullanıyordu. Dil, edebiyat, sanat felsefe, hukuk ve bütün tarih bilimleri manevî bilimlerden sayılmıştır. Ancak burada mesela psikoloji her iki bilim grubunda yer alırken, mantık ve matematik bilimleri de arada kalmıştır. Bilim sınıflandırmalarıyla bir sonuca ulaşamayan felsefe, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında bilimlerin yöntemlerini eleştiren bilim teorisi ile uğraşmıştır.

Şu da unutulmamalıdır ki tarihin birçok noktasında bilim tarihi ile felsefe tarihi özdeşleşir. Aralarında bir mesafenin açıldığı 19. yüzyıldan sonra da bilimsel verileri toplayarak varlık dünyası hakkında genel bir açıklama yapma çabasına giren felsefe, şimdi bilime yaklaşmaya çalışmaktadır.

Einstein, Max Born, Niels Bohr, Heisenberg, Schrödinger, J. Monad gibi son yüzyılın tanınmış bilim adamları, kendi alanlarında felsefi kitaplar yazmışlardır.

Bacon'ın tümevarım, Galile'nin deney ve matematik yöntemlerini kullanan bilim, 18 ve 19. yüzyıllarda büyük başarılar elde etmiştir. Newtoncu pozitivist bilim görüşü bilimin dışarıdaki nesnel olguyu tam olarak yansıttığını söylemektedir; ancak 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarındaki kuvantonlar alanındaki buluşlar ve Einstein'ın relativite teorisi, pozitivist bilim görüşünü sarsmaya başlamıştır.

Bilim, dış olguların doğru bir tasviri olmayabilirdi. Varlık dünyasına yüklediğimiz kavramlar doğru olmayabilirdi. Üç boyutlu zaman yerine dört boyutlu zaman, düzlem geometrisi yerine eğri geometriler, modern fizikte elektronun dalga olarak mı? tanecik olarak mı? alınacağı şeklinde birçok soru çıktı. Tümevarım yöntemine uymayan ve araştırılması gereken birçok fiziksel olgu vardı.

Değişmez, evrensel bilgiler sistemi olarak savunulan bilime, değişme fikri geldi. Peirce: "Bilim değiştiği için bilimdir." dedi. Bilimcilerin fikri de yanlış olabilirdi. Bacon'ın: "Soruları doğaya sorup geçerli olmadıkları taktirde fikrimizi değiştirmeye hazır olmalıyız." ilkesi gündeme geldi.

Bilim, dünyanın yapısının içinde var olan yasaları mı ortaya koyuyordu?, yoksa insan kendi kafasındaki yasaları mı dünyaya yansıtıyordu? Kişi kendi zihnine uygun (öznel) açıklamalar yaptığı zaman nesnelliğin ters görünüşleri ile, tam nesnelliğe uygun açıklamalar tutarlı giderken buraya uymayan gerçek kümeleriyle karşılaşıyordu.

Kant'ın "doğru hem dış dünyanın hem de insan düşüncesinin ortak ürünüdür" şeklinde klasik görüşü hemen hemen aynen Einstein tarafından da savunuluyordu.Bilimle felsefe, tekrar birbirine yaklaşıyordu.

Ancak, bilimle felsefenin ana farklılıkları da şu noktalardadır:

- Her bilimin konusu bellidir; doğa olayları ve insanların sosyal ilişkilerinden ortaya çıkan olaylar çeşitli bilimlerin konusunu oluşturur. Her bilimin konusu sınırlıdır. Felsefenin konusu ise evrenseldir; her şey felsefeye konu olabilir.

- Bilim ve felsefenin esas farkı metot yönündendir. Bilim olgularla hareket eder ve ulaştığı sonuçları olgularda temellendirir. Felsefe ise eskiden beri olguların yanında mantıksal çözümlemeye, kavramsal düşünme ve bazen de spekülasyona dayanır. Felsefede mantıksal çözümleme o kadar önemlidir ki, B. Russel 1914 yılında mantığı felsefenin özü olarak nitelemiş, R. Carnap ise felsefeyi mantıktan ibaret saymıştır.

Bilim felsefesi, bu konuda görüş bildiren, teoriler ileri süren filozoflara göre değişir. Yeni pozitivistler onu, bilimin dilsel yapısını çözümleme, eleştirme ve aydınlatma olarak tanımlarken; başka düşünürler bilimsel yöntemin değerlendirilmesi veya doğruluğun ne olduğunu araştıran disiplin diye tanımlayabilirler.


Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Ergün - Felsefeye Giriş / Bilim Felsefesi