İYTE'den 2011 Van Depremi Raporu
23 Ekim 2011 Pazar günü 13:41'de merkez üssü Van ile Erciş arasında büyüklüğü Mw 7.2 (KOERI) olan bir deprem meydana gelmiş ve başta Erciş ilçesi olmak üzere çevre ilçeler ve Van şehir merkezinde hasar vermiştir. Hasar gören yerleşim birimlerinde 604 kişi hayatını kaybetmiş (AFAD), 2000 üzerinde kişi de yaralanmıştır. Yazar depremden üç gün sonra lojistik konusunda ODTÜ ekibinden destek alarak sahaya intikal etmiştir. Bu kısa bildiride ağırlıklı olarak yapısal gözlemler olmak üzere genel olarak deprem bölgesinde edinilen izlenimler aktarılacaktır.
Sahada bulunulan beş gün içinde yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak Erciş olmak üzere Erciş ve Van ile sınırlıdır. Van'da yıkım ve hasar (23 Ekim1 depremi için) yapısal anlamda görece az olup toplam yapı stoku ile karşılaştırıldığında sınırlı miktarda toptan göçme (6 yapı), az sayıda ağır hasar (onlar mertebelerinde) ve muhtelif sayıda (yüzler mertebelerinde) orta hasarlı yapı mevcuttur. Erçiş'de ise çok katlı yapıların kabaca dörtte biri göçmüş veya ağır hasar görmüş, dörtte biri orta hasar görmüş geri kalan kısmı ise hafif hasarlı veya hasarsızdır.
Genel olarak bakıldığında bölgede hakim olan yapı cinsi çok katlı yapılar için betonarme çerçeve, tek veya iki katlı yapılar için yığma duvarlı sistemlerdir. Betonarme yapılar tipik olarak delikli tuğla dolgu duvarlı çerçeveler olup muhtelif miktarda perde duvara sahip olanları da mevcuttur. Bölgede gözlemlenen nüfus artış hızına paralel olarak (Şekil 1) son on yılda bölgede görece yüksek katlı (5-9 kat) yapılaşmanın hız kazandığı söylenebilir. Yığma yapılarda yapı malzemesi olarak taş, harman tuğla, delikli tuğla ve briket kullanıldığı gözlenmiştir. Şehir ve ilçe merkezinde eski yığma yapılar taş veya harman tuğla olup yeni yığma yapılar tipik olarak briket veya delikli tuğla duvarlara sahiptir.
Erciş ve Van'da hasar ağırlıklı olarak çok katlı yapılarda odaklanmıştır. Bu durum ne yazık ki İzmit ve Düzce depremlerinde yapılan gözlemlerin (EERI 2000, Dönmez ve Pujol, 2005) Van bölgesinde tekrarıdır. Üzücü olan bölgede 2000 sonrası inşa edilen yapılarında benzer yetersizlikler sebebiyle göçmelere maruz kalmasıdır. Yapılardaki yetersizlikler aşağıdaki şekilde gruplanabilir.
Malzeme kökenli yetersizlikler: Yapıların büyük bir kısmında beton dayanımının yetersiz olduğu gözlenmiştir. Bu durum son üç-dört yıldır inşa edilen yapılarda düzelmeye başlıyor görünmekle beraber mevcut yapı stoğunun durumunun incelenmesi bir zarurettir. Yapılarda kullanılan donatının 2005'lere kadar yaygın olarak düz donatı olduğu, bu tarihlerden itibaren nervürlü donatı kullanılmaya başlandığı gözlenmiştir.
İmalat kaynaklı yetersizlikler: Beton ve donatı işçiliğinin bir çok yapıda çok kalitesiz olduğu gözlenmiştir. Bu sebeple betonda ayrışma, soğuk derzler, donatının yüzeyde kalması, sık donatı yerleştirme sebebiyle beton işlememesi, donatı bindirme boylarının yetersizliği ve elverişsiz bölgede bindirme yapılması, etriye aralıklarının çok açık olması, kuşatma bölgelerinde yeterli enine donatının sağlanmaması yaygın olarak gözlenmiştir, Şekil 2.
Tasarım kaynaklı yetersizlikler: Dükkan ve konut karışık kullanım sebebiyle özellikle ana caddelerdeki yapıların alt katları dükkan olarak tasarlanıp bu sebeple oluşturulan yüksek giriş katları ve çekme katlar yapılarda yumuşak kata sebep olmuştur, Şekil 3. Oluşan hasarlar yapıların taşıyıcı sistemlerinin böylesi bir düzensizlik sonucu oluşan talepleri karşılamaktan uzak şekilde tasarlandığını göstermektedir. Yanlış perde duvar kullanımı sonucu yaratılan burulma düzensizlikleri sebebiyle göçen binalarda gözlenmiştir, Şekil 4 ve 5. Yine çok sayıda yapıda açık ya da bölme hasar duvarına bağlı olarak gelişen kısa kolon oluşumu gözlenmiştir, Şekil 6. Asmolen kullanımı bölgede çok popüler olup sığ kirişler sebebiyle rigitliği azalan yapılar maruz kaldıkları görece büyük ötelenme altında çeşitli derecelerde sorunlar yaşamıştır. Bu derece kitabı hataların tekrar tekrar yinelenmesini anlamak mümkün değildir.
Taşıyıcı olmayan sistemlerin yetersizlikleri: Bölgede ağırlıklı şekilde bölme duvar malzemesi olarak delikli tuğla kullanıldığı gözlenmiştir. Ülkemizdeki tipik imalat detayları dolgu duvarların görece küçük ötelemeler altında hasar görmesine sebebiyet vermektedir, Şekil 7. Van depreminde de aynı durum gözlenmiş olup yapısal hasar dahi olmayan çok sayıda yapıda ağır seviyelere ulaşabilen dolgu duvar hasarları gözlenmiştir. Sabitlenmemiş mobilya ve sadece harç ile tutturulmuş ağır duvar kaplamaları ve gereğince sabitlenmemiş tavan kaplamaları depremde devrilmiş veya yerlerinden sökülmüştür, Şekil 8. Su depolarının yerinden oynayarak su baskınlarına sebep verdiği, ayrıca üniversite ve hastane binalarında laboratuvar malzemelerinin yerlere saçıldığı gözlenmiştir. Hasar ve devrilmelerin oluştuğu andaki hayati riskler haricinde yapısal olmayan hasarlar sebebiyle çok büyük sayıda yapı geçici olarak kullanılmaz hale gelmiş ve büyük mali kayıplar oluşmuştur.
Acı gerçek oluşan hasarların hiç birisinin sürpriz taşımayıp yıllardır tekrarlanan ve tekrarlamaya devam ettiğimiz hataların sonucu oluştuğudur. Söz konusu ihmal ve hatalar ülkemizde çok yaygın olduğundan ne yazık ki bütün şehirlerimiz böylesi bir afet durumunda aynı akibeti paylaşacaktır. Diğer üzücü bir konu Van bölgesindeki yeni yapılarında (2000 sonrası) söz konusu hata ve ihmallerden bağışık olmadığının ortaya çıkmasıdır. Diğer şehirlerimizdeki yeni yapıların tekniğine uygun yapıldığı kabul edilse dahi geride kalan ve çok büyük bir kısmının yetersiz olduğu çeşitli çalışmalarla gösterilen mevcut yapı stoku için bugün hareket edilmezse ne zaman harekete geçileceği cevaplanması gereken bir sorudur.
Fayların uzunluğunun, yerlerinin, deprem oluşma sıklığının bilinmesi veya sadece saniyeler önce uyarı verebilen erken uyarı sistemleri kurulması depreme karşı korunmada hiç bir fayda sağlamaz. Gündemi bu konular ile meşgul tutmak büyük vebaldir. Sonuçta asıl zararı verecek olan yapılaşmadaki sorunlardır. Zararı sınırlı tutma yolunda en önemli eylem deprem altında yapıları dayanıklı hale getirmektir. Mevcut yapı stoku düşünüldüğünde oldukça uzun ve masraflı bir süreç söz konusudur. Fakat zaman hiç durmadan akıp gittiğinden önemli olan akılcı yöntemler ve planlama ile bir ucundan başlayıp yol almaktır. 1999 İzmit depreminden bugüne 12 yıl geçmiştir. Toplumumuz kurumsal veya bireysel bazde böylesine uzun vadeli planlama ve uygulamarı gerçekleştiremezse sonuçta ne olacağını görebilmek için fazla bir bilgiye ihtiyaç yoktur.
Yrd. Doç. Dr. Cemalettin Dönmez