soyut sanat
ABSTRE SANAT olarak da bilinir, görsel çevreye ait nesne betimlemelerinin hiçbir rol oynamadığı resim, heykel ya da grafik sanat ürünleri.
Tüm sanatlar büyük ölçüde soyut olarak nitelendirilebilecek öğelerden (biçim, renk, çizgi, ton ve doku öğeleri) oluşur. 20. yüzyıl öncesinde, bu soyut öğeler doğanın ve insan uygarlığının tanımlanması, betimlenmesi ve taklit edilmesinde kullanılıyor ve sergileme amacı anlatımcı işleve göre öncelik taşıyordu.
Tarihsel açıdan, soyut sanat 19. yüzyılın bir ürünüdür. Yalnızca kısa öykülerin resimlenmesi amacıyla çok sayıda ayrıntılı betimsel sanat yapıtlarının üretildiği bu dönemde, bir yandan da, işledikleri konunun ve yaptıkları resmin görsel gerçeklerini yakından inceleyerek, devralınan doğalcılık geleneklerini sorgulayan ressamlar ortaya çıktı. Sanatta, klasikçiliğin taklit ve yüceleştirmeye ağırlık veren anlayışını yadsıyan düşünceler ortaya koyan romantizm, yaratıcılığın temel öğeleri arasında düş gücü ve bilinçaltının rolünü vurgulamıştı. Giderek ressamlar, bu yaklaşımların oluşturduğu ortamın getirdiği yeni özgürlük ve sorumluluklara sahip çıktılar. 1890’da, “Unutulmamalıdır ki resim, bir savaş atı, bir çıplak ya da bir tür anekdot olmadan önce, yalnızca renklerin belirli bir düzenlemeyle birleştirildiği düz bir yüzeydir”, diyen Maurice Deniş, o dönemin simgeci ve ard izlenimcilerinin duygularını özetlemiş oluyordu.
20. yüzyılın ilk 20 yılında, fovizm, dışavurumculuk, kübizm ve gelecekçilik hareketlerinin de içinde bulunduğu temel sanat akımlarının tümü, bir biçimde, resim ile doğal görünüm arasındaki ayrılığı vurguladı.
Ama, tanınamazlık derecesinde bile olsa, dış görünüşlerden yola çıkılarak yapılan soyutlamalarla, görsel çevreden kaynaklanmayan biçimlerden sanat yapıtı üretmek arasında büyük bir ayrım vardır. I. Dünya Savaşı’ndan önceki dört-beş yıl içinde, Robert Delaunay, Wassily Kandinsky, Kazimir Maleviç ve Vladimir Tatlin gibi sanatçılar tam anlamıyla soyut sanata yöneldiler. (Genel olarak Kandinsky, 1910- ll'de yaptığı resimlerle salt soyut resmin yaratıcısı olarak kabul edilir.) Ama ilerici sanatçıların büyük bölümü bile, ne ölçüde olursa olsun, betimlemeden vazgeçilmesini hoşnutsuzlukla karşılıyordu. I. Dünya Savaşı sırasında, Hollanda’da De Stijl ve Zürich'te dada gruplarının (bak. dadacılık) ortaya çıkması soyut sanat dağarını daha da genişletti.
I. ve II. Dünya savaşları arasında soyut sanatta bir gelişme olmadı. Bir yandan totaliter rejimlerin baskısıyla karşılaştı; öte yandan gerçeküstücülük ve toplumsal konulara yönelen eleştirel gerçekçilik gibi, betimlemeye yeniden ağırlık veren sanat akımlarının gölgesinde kaldı. Ama II. Dünya Savaşı sonrasında, soyut dışavurumculuk) adını alan coşkulu bir Amerikan soyut resim akımı ortaya çıktı ve dünya çapında etkili oldu. 1950’lerden başlayarak, soyut sanat Avrupa ve ABD’de resim ve heykel sanatları içinde benimsenerek yaygın biçimde uygulanmaya başladı.