Arama


ABERYY - avatarı
ABERYY
Ziyaretçi
12 Ekim 2006       Mesaj #1668
ABERYY - avatarı
Ziyaretçi
İnsan Sevdiğini Görmediğinde.. ..


Kıskançlıklarla, kuşkularla, hesaplaşmalarla süren sancılı bir aşkın orta
yerindeki bir sevişmeden sonra adam seviştikleri odadan çıktığında başlayan
bir hava bombardımanında ev isabet alıyor ve adamın biraz önce geçtiği bölüm
çöküyor.

Daha iki dakika önce koynunuzda olan birinin yok olduğunu görüyorsunuz.
O korkunç anda kadın yaşadığı çaresizlik karşısında, aslında pek de
inanmadığı Tanrı' ya sığınıyor.
Dizlerinin üstüne çöküp yalvarıyor.

"İnandır beni" diyor, "o yaşarsa sana inanacağım. Ona bir fırsat tanı. Bırak
mutluluğuna sahip olsun. Bunu yap, inanacağım sana."

Ve Tanrı'yla bir pazarlığa oturup en çok sevdiğini geri alabilmenin
karşılığında Tanrı'ya en çok sevdiğini vermeyi öneriyor.
Eğer biraz önce o kapıdan çıkan erkek yeniden o kapıdan sağ olarak dönerse,
o erkeği bir daha hiç görmeyeceğine söz veriyor Tanrı'ya.

"İNSANLAR BİRBİRLERİNİ GÖRMEDEN DE SEVEBİLİRLER, değil mi" diyor, "seni
hayatlarında bir kere bile görmeden seviyorlar."

Graham Greene, "Zor Tercih" isimli romanında, erkeğin dönüşünü gören kadının
duygularını yalın bir dille anlatıyor.

"O anda Maurice girdi içeri. Yaşıyordu. İşte şimdi onsuz olmanın ıstırabı
başlıyor diye düşündüm ve yine kapının ardında ölmüş yatıyor olmasını
istedim.'

Kadın, sevdiği erkeğe kavuşmuş ve onu kaybetmişti.
Ve onun yaşadığını gördüğü anda, biraz önceki pazarlığın ağırlığını fark
edip, "keşke ölseydi" diyordu.

Bundan sonra, bir insanı görmeden de sevmenin mümkün olup olmadığını
öğrenecekti.
Romandan yapılan filmde, "Tanrı' yı görmeden seven insanların" birbirlerini
de görmeden sevip sevemeyeceklerini, iki sevgili unutulması zor cümlelerle
tartışıyordu.

- İNSAN SEVDİĞİNİ GÖRMEDİĞİNDE AŞK BİTER Mİ?
- Düşünsene, Tanrı' yı bir kez bile görmedik ama onu seviyoruz.
- Ama benimki o tür bir sevgi değil, Sarah.
- Belki de başka bir tür sevgi yok, Maurice.

Aşk, bir insanı Tanrı' yı sever gibi sevmek mi, onu görmeden ama onu
hissederek onun varlığına bağlı kalmak mı?

Bir dokunuşa, bir bakışa, bir sese, bir işarete muhtaç olmadan, onu
besleyecek bir bedene, bir vaade, bir ümide ihtiyaç duymadan, tek başına da
sürebilecek kadar güçlü bir sevgi mi aşk?
'Sevmeye devam edebilmek için onu görmeliyim' demeyecek kadar büyük bir
iman, büyük bir bağlanma mı?

Bir ruhun bir başka ruha sarılması ve bu sarılışı bir bedene gerek duymadan
da sürdürebilme mi?
'Tanrı'yı sevdiğim kadar severim seni' diyebilmek, böylesine korkunç bir
bağlılığa rıza göstermek mi aşk?

Peygamberler bile Tanrı' ya bir kere yüzünü göstermesi için yalvarırken, hiç
görmeden de ruhunu bir başka ruha adamak mı?

Hayatın içinde, insanların sevmek için görmeye ihtiyaç duyduğuna şahit
oluyoruz; kaybedişler unutuşları da getiriyor; bir bedenin aracılığı olmadan
bir ruha bağlılığımızı da çok sürdüremiyoruz.

'Tanrı' mız' olmuyor sevdiğimiz; imanımızı çabuk kaybetmeye, bütün
inançsızlar gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt görmek istemeye çok
yatkınız.

'Belki de sevmenin başka türü yoktur' diyen birilerinin romanların,
filmlerin arasında dolaşması ve bizim o insanları hayatta da bulacağımıza
dair ümidimiz, bizi aşka doğru çeken.

Böyle bir ümidimiz olduğu için şiirler, romanlar yazıyor, böyle bir ümidimiz
olduğu için şiirler, romanlar okuyoruz.

Neredeyse bütün hayatını kendi inancıyla dövüşerek geçiren Graham Greene'in
'Tanrı' yı görmeden seviyorlar, ben de onu görmeden severim' diyen bir
satırı yazması, bize aşkın çekiciliğini yaşatan.

Bu satırı okumak, bunun gerçek olabileceğine inanmak, bu hayali benimsemek,
bizim sıradan hayatımızı, bizim yaşadığımızdan daha renkli, daha çekici,
daha heyecanlı kılan.

Hiç rastlamasanız da 'bir insanı sevmenin bir Tanrı' yı sevmek gibi bir şey
olduğunu' yazan birinin varlığı, sizi, bunu söyleyebilecek birinin varlığına
da inandırır ve o inançtır ki, bence, sizin hayatınıza mana katan.

Aynen, 'Tanrı' yı görmeden sevmek' gibi siz de bir insanın başka bir insanı
hiç görmeden sevebileceğine, o insana hiç rastlamadan inandığınızda,
romanların size itaat ettiği o kutsal topraklara girmek için, o toprakların
sınırlarında içiniz ürpererek dolaşmaya başlarsınız.
Birisi tarafından öyle sevilmek istersiniz.

Ve birisini öyle sevmek.
Ancak o zaman, gerçek bir mümin gibi, çekilecek olan acıları değil, bir
tanrısı olan bir kainatta yaşamanın mucizesinin fark edersiniz.
Acı dolu, isyan dolu bir mucize.

'Keşke inanmasaydım' dedirtecek, 'keşke onu böyle sevmeseydim' dedirtecek
bir mucize.
Ama bütün acısına, bütün kederine, bütün yalnızlığına rağmen vazgeçilmeyecek
bir mucize.
O mucizeyi görenlerin ondan kolay kolay kopabileceklerini sanmam.

İnsanların bütün nankörlüklerine, alaylarına, hor görmelerine,
inanmamalarına karşın tek başına kendi inancıyla yaşayan, kendi inancının
yüceliğinde diğer insanların zavallılığını, yetersizliğini, aşksızlığını
görüp, onlar için üzülen ve kendi sevgisine sıkı sıkıya tutunan bir ahir
zaman peygamberi gibi, başkalarına bomboş gözüken bir çölde, o çölün boş
olmadığını hissederek yürürsünüz.

Sizin bu yürüyüşünüz, bir gün bir romanda ya da bir yazıda bir satıra
dönüştüğünde, sizinle alay eden nice insanın çorak ve loş hayatına sizin
hayatınızdan bir ümit ve ışık sızar.
Büyük bir ödülün ve büyük bir cezanın sahibisinizdir.

Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek bir güçle ödüllendirilmiş
.....
Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek kadar güçlü olduğunuz için de
cezalandırılmışsı nızdır.
İnsanlar Tanrı' yı görmeden seviyorlar.

Ama Tanrı' ya inananların çoğu, bir insanın bir başka insanı hiç görmeden
sevmeyi sürdürebileceğine inanmıyor.

Ben, Tanrı' yı inanan Graham Greene' e inanıyorum, 'bir insan başka bir
insanı hiç görmeden de sevmeyi' sürdürür.

Benim inancımı paylaşanlar, bir gün öyle sevmeyi ve öyle sevilmeyi
bekleyecekler, bu inanç, onların içinde kapatıldıkları küçük hayatların
sınırlarını yıkıp onları vaat edilmiş hayallere taşıyacak.

Bir gün biri onlara diyecek ki:
- Belki de başka tür bir sevgi yok, Maurice.

.

Ahmet Altan