Tüm yaşamınız, yaşama tutunmak için tek nedeniniz olabiliyor bazen. Öyle ki, kendinizi unutuyorsunuz. İsteklerinizi, hedeflerinizi, umutlarınızı olduğu gibi bir kenara fırlatıp, kendinizi adıyorsunuz. O'na... O'na ve o'na olan aşkınıza.. O'na dair ne varsa, o'ndan gelen ne varsa gözünüz kapalı razı oluyorsunuz. Diyorsunuz ya işte o zaman; " yeter ki ondan gelsin..." diye. Sizin ondan bir şey bekliyor olmanız önemli olmuyor. Çünkü gelsin istediğiniz, beklediğiniz ışığın tamamı o'nda. Tebessümünde yakalıyorsunuz bazen... Bazen bakışında, kokusunda, yahut saçlarında. Yaşadığınızı hissediyorsunuz tam anlamıyla. Varım!.. diyebiliyorsunuz o zaman. İliklerinize kadar hissediyorsunuz o deli heyecanı, tutkuyu... Hayat mükemmel oluyor o zaman. Suratınıza yapışmış aptal bir gülümsemeyle dolaşır oluyorsunuz hep. Herkese, tanıyan tanımayan herkese o'nu anlatıyorsunuz. O'nun ismini söylerken bile devam ediyor o aptal sırıtış...
Ardından her şey değişiyor işte. Çoğu zaman nefret ettiğiniz şehir size cennet gibi geliyor. Çünkü o da aynı şehir de yaşıyor, aynı şehirin havasını soluyor. Sokaklarını daha yeni keşfediyorsunuz sanki o'nunla. Önceden gözünüze çarpmayan, farkedemediğiniz ne varsa o'nunlayken farkeder oluyorsunuz ve hayran kalıyorsunuz. Her zaman yediğiniz ekmeğin tadı o'nunla paylaşırken hiç olmadığı kadar artıveriyor. Her şey şekil ve renk değiştiriyor sanki. Her şey çok güzel, olağanüstü, büyüleyici... Sesini duyduğunuz an başka sesler siliniyor kulaklarınızdan. sadece o ses, o'na ait ses yer ediyor kulaklarınıza.......
Sonra, ister uzun ister kısa, o an geliyor.. Hani hiç aklınıza getirmek istemediğiniz, düşünmekten bile korktuğunuz o an... Hiç bitmeyecek sandığınız aşkınızın ömrü tükeniyor. O zaman size kalanlarla yetinmeyi öğrenip, bir de bunlarla yaşamaya alışmak zorunda kalıyorsunuz. Her gün ayrı ayrı aklınıza geliyor her şey. En olmadık zamanda, en iyi anınızda çakılıyor beyninize bir şey. Sonsuz bir uçurumdan düşüyorsunuz sanki, fakat o uçurum hiç bitmiyor. Ağır ağır düşüyorsunuz sanki, fakat hiç bitmiyor...
Her biri, bir diğerini kıskandıracak kadar biçimli bir güzellikte olan parmakları vardı. Önceleyin...
Avuç içlerini koklamak, öpmek vardı, arada bir.
Tutup bir de, kendi elini yaslayıp o'nunkine, ortaya çıkacak tüm farklılıkları keşfetmek vardı. Doya doya..
Bazen canın çekip, bazen o'na inat, ille de ellerini tutmak istemek, ellerini tutsun istemek vardı.
önceleyin...
Bazen seni tutabilen tek şeydir, alıkoyar her şeyden.