Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Nisan 2012       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
VERMEYİNCE MABUT NEYLESİN SULTAN MAHMUT

Derler ki, Sultan Mahmut'lardan birine kısmeti bağlı bir adamdan söz etmişler. Sultan adamı bir de kendisi denemek istemiş.

Bir koca tepsi baklava yaptırmış. Üst tabakadan başka tepsinin her tarafına görünmeyecek şekilde altın dizdirmiş. adamını gönderip ona tepsiyi birinin bir adağı diyerek kısmetsiz şahsa vermesini ve şahsı takip etmesini emretmiş.

Adamımız tepsiyi almış. Yolda bir tanıdığına rastlamış. İkisinin de olaydan haberi yok. Adamımız hikayeyi anlatınca, "senin," demiş tanıdığı gerçek bir hayırseverlik duygusuyla, "baklavadan çok paraya ihtiyacın var. al şu iki altını, sat tepsiyi bana." Teklif adamımızın da işine gelmiş ve tepsiyi satmış.

Sultan hikayeyi duyunca "fesüphanallah!" demiş. Adamına adamımızın her gün geçtiği köprünün her gün geçtiği tarafına o gelmeden hemen önce altın dizmesini ve kenara çekilip izlemesini emretmiş.

Adamımız köprüye gelince "ya," demiş, "hep aynı taraftan geçiyorum, bu gün de diğer taraftan geçeyim, bir değişiklik olsun," demiş.

Sultan hikayeyi duyunca, "ya hazreti pir!" demiş. Adamımızı yaka paça beylik arazilerden birine getirmelerini emretmiş. Getirmişler. Adam korkudan tir tir titrerken ona bir kasnak verilmesini emretmiş ve adamımıza, "bu kasnağı atabildiğin kadar uzağa atacaksın. En son durduğu yere kadar olan arazi senin olacak," demiş.

Adamımız kasnağı savurmuş. Kasnak havada bir yay çizip gelmiş ayaklarının dibinde durmuş.

Sultan "ya malik el mülk!" diye haykırmış, "getirin onu!" doğruca haziye gitmiş. Adama bir kürek verilmesini emretmiş. "Küreği daldır, ne gelirse senindir." Adam korku ve heyecandan küreği ters daldırmış ve gele gele bir metelik gelmiş.

Sultan "kısmeti bağlı" olmanın ne demek olduğunu anlamış böylece.

Raviyan-ı ahbar, nakilan-ı esrar zikr idürler kim "vermeyince mabut, neylesin Sultan Mahmut" meselini dahi şol sultan irad buyurmuştur."

#13
18-08-2009, 20:15

violet
Hoşgeldin Meleğim..


TENCERE YUVARLANDI ,KAPAĞINI BULDU ATASÖZÜNÜN HİKAYESİ, ORTAYA ÇIKIŞI

Bir zamanlar Şenn adında çok zeki ve bilgili bir adam yaşamaktaydı.Bu adam bir gün kendisi gibi bilgin ve akıllı bir kız bulup evlenmek için atına atlayıp yola çıktı.Yolda bir adama rasladı.Adam köyüne gidiyordu.Şenn de adama katılıp birlikte yolculuk etmeye başladılar.

Şenn adama sordu:

“Ben mi seni yükleneyim, yoksa sen mi beni yüklenirsin?”

Adam, “Bu nasıl söz?İkimiz de atlıyken birbirimizi nasıl yükleniriz?”diye yanıt verdi.

Biraz ilerleyip köye yaklaştıklarında, Şenn biçilmiş ekinleri görünce tekrar sordu:

“Bu ekinler yenmiş mi yenmemiş mi?” Adam iyice sinirlendi:

“Be cahil adam! Ekini saplarıyla görüyorsun da yenip yenmediğini mi soruyorsun?”

Köye varınca da bir cenazeye rasladılar. Şenn yine sordu:

“Bu tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi?”

Adam öfkeyle yüzünü çevirdi ve”Senin gibi tuhaf ve cahil bir adam görmedim!”diye çıkıştı.

Adamcağız, sorularına bir anlam veremediği bu yol arkadaşını o gün evinde konuk etti.Evde Tabaka adında bir kızı vardı.Kız babasına konuğun kim olduğunu sordu.Adam da onun kendisine sorduğu aptalca soruları sıraladı ve pek tuhaf bir adam olduğunu söyledi.Fakat kız “Baba, o adam tuhaf değil” dedi.”Birinci sorusu,’Ben mi söze başlayayım sen mi?’ demektir.İkincisi, ‘Ekin sahipleri onun parasını yemişler mi acaba?’, üçüncüsü de,’Acaba bu ölü kendi adını yaşatacak evlat bırakmış mıdır?’ demektir.

Bunun üzerine adam, Şenn’in yanına dönüp soruların yanıtını aktardı.Şenn ise, “Bu sözler senin değil.Sahibini açıklar mısın?”deyince, adam kendi kızı olduğunu söyledi.

Şenn , “Ben işte böyle bir kız arıyordum” diyerek onunla evlenmek istedi.

Anne babasının da rızasıyla Tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp ailesine götürdü.Çevre halkı da bu evlilik karşısında, “Vafeka şenn tabaka”, yani “Kap kapağına uygun düştü” dediler.Çünkü “Şenn” su kabı, “Tabaka” ise kapak anlamındadır.Türkçe’mizde ise bu söz, “Tencere yuvarlandı, kapağını buldu” atasözüne dönüşmüştür.


PÜF NOKTASI
Vaktiyle testi ve çanak çömlek imal edilen kasabalardan birinde,uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak ,kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş .Ne yazık ki her defasında ustası ona:
-Sen demiş,daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun ,biraz daha emek vermen gerekiyor .
Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa , artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar .Açare açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testilere,küpler.vazolar,sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya yer yer çatlamaya başlar.Kalfa ,bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez.Nihayet ustasına gider durumu anlatır.Usta:
-Sana demedim mi evladım ;sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin.Bu sanatın bir püf noktası vardır.
Usta bunun üzrine tezgaha bir miktar çamur koyar ve:
-Haydi,der,geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar .Ben de sana püf noktasını göstereyim
Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta,önünde dönen çanağa arada sırada "püf " diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir.Böylece çırak da bu sanatın püf dednilen noktasını öğrenmiş olur.
Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.


SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA


Önce Barış Manço ya rahmetle şu mısraları okuyalım:

Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile
Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile
Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu
Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile
Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı


Evet ! Hesabı ödemeyen Sarı Çizmeli nin hikayesi şöyle:
Sarı çizmenin moda olduyğu bir zamanda,İzmir eşrafındanbirisi,uşağını çağırıp tembih etmiş :
-Bak a efendi Aydın dan Mehmet Ağa isminde birisi, gelecek.Harman zamanında sarı çizme alması için on dört akçe vermiştim.Borcunun vadesi geldi ,bugün defterden borcunu sildim .Şimdi faytona bin doğru istasyona! Uzun boylu,orta yaşlı,efe bıyıklı biridir ,hemen tanırsın.

Uşak istasyona varmış.Tren boşalmaya başlamış bir müddet ,tarife uygun adam aramışsada nafile .Bari çizmesinden tanıyayım diye bu sefer ayakları tarassuda başlamış.Ne varki sarı çizme lerden giyen giyene .Nihayet çaresizlik içinde en benzer kişiye seslenmiş :
-Mehmet Ağa ! Bizim bey seni konakta bekliyor.

Tesadüf bu ya ,sarı çizmeli adamın adı mehmet olup Aydın da kendisine ağa diye çağırırlarmış .Beraberce konağa varmışlar .Bey bakmış ki gelen sarı çizmeli onun borçlusu Mehmet Ağa arasında bir benzerlik yok .Elindeki defterin alacak hanesine birr yandan Mehmet Ağa nın adını yaniden yazarken , diğer yandan uşağı paylamaya başlamış.
Nihayet uşak :
-Bey ,demiş,burası koca bir şehir , sarı çizmeli de çoktu Mehmet Ağa da .Seninkini yaz deftere bir daha !
Bu hikaye halk arasında yayıldıktan sonra,kim olduğu ne olduğu belli olmayan birisnden bahsedilirken "Sarı çizmeliMehmet Ağa " deyimi kullanılmaya başlanmıştır.
TASI TARAĞI TOPLAMAK


Bağdat dilencilerinden, meşhur bir Abbas Oş var imiş. Mevsimine göre ya cerre çıkmak; yahut dilencilik yapmak suretiyle zengin olmuş. Bütün Bağdat'ın tanıdığı bu adamın şöhretinden istifade etmek isteyen bir sefil, Abbas'ı kollamaya başlamış. Nihayet bir ramazan gecesinde hamama girdiğini görüp ardınca içeri dalmış ve kurna başında yanına yaklaşıp şöyle demiş:

— Efendim! Bendeniz dilenciliğe başlamaya karar verdim. Umarım ki bu asil sanatın inceliklerini bu kulunuzdan esirgemezsiniz. Ne guna usul ve kavaidi var ise bilcümle öğrenmek isterim, şu mübarek geceler hürmetine, lütfediniz!..

Abbas, bu girizgâhtan sonra şevke gelip cevap vermiş:

— Peki evlât, öğreteyim. Dilenciliğin başlıca üç kuralı vardır; kulağına küpe olsun. Bir, her nerede olursa olsun isteme-

li. İki, her kimden olursa olsun istemeli. Ve üç, her ne olursa olsun istemeli.

Yeni yetme dilenci hemen o anda Abbas'ın elini öperek demiş ki:

— Ustam, ben fakirim, Allah rızası için bir şey!.. Abbas şaşırmış.

— Burası hamam bre! Burada dilencilik mi olur?

— Her nerede olursa istemeli dedin ya usta!

— İyi ama ben zaten senin kadar fakir bir dilenciyim.

— Öyle ama, ikinci kural, istemek için adam seçmemek gerektiğini bildirmiyor muydu?

— Fe subhanalllah! Bu kurna başında, ben şimdi sana ne verebilirim be adam? Elbisem dışarda. Paralarım evde. İşte ortada bir tasım bir tarağım var.

— Usta, şimdi senden öğrendiğim kuralların üçüncüsü der ki, her ne olursa olsun istemeli. Ben tasa tarağa da razıyım.

Abbas şaşkın, etraftan onları dinleyenler hayrette, adam tası tarağı almış ve hamamdan çıkıp gitmiş. O günden sonra Abbas dilenciliğe tövbe etmiş ve soranlara da;

— Tası tarağı toplattık! Gayri bizden bu işler geçmiş, diye yakınırmış.


DİMYAT'A PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLMAK
Daha iyisini elde etmek uğruna çalışırken elindekilerini de yitirmek.
Dimyat Mısır'da Süveyş Kanalı ağzında bir limandır. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Anadolu'ya getirilirmiş. Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de korsanlar tarafından soyulmuş ve adamcağızın bütün altınlarını almışlar. Binbir zorluk içinde İstanbul'a dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmiş. İstanbul'dan kalkmış memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdaları da bulgur tüccarlarına sattığından kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar.


İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK

Giyim kuşamına özen göstermiş şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık ”iki dirhem bir çekirdek” sözü kullanılır. Bu yakıştırma ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmadır.Belki biliyorsunuz bir okka bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar.Okkanın dört yüzde birine dirhem adı verilir (Şimdiki gram ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi hatalıdır.). Dirhem daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür.Ancak sarraflar dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam 5 santigram karşılığıdır.

Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını toplam iki dirhem bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir nüktedir.






Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken "Hoooopp gümm!" şeklinde nara atarlarmış. Ancak aynı "kurunun yanında yaş da yanar" atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında günahsız yere hapse götürülüyor anlamında "Adamcağız güme gitti, yazık oldu." demiş.




KOZUNU PAYLAŞMAK

Koz ceviz manasına gelir.Eskiden Kastamonu'nun iki köyü arasında ortak olarak kullanılan bir cevizlik vardı.Ceviz toplama mevsimi gelince bir gün belirlenir ve iki köy halkı cevizlikte buluşur cevizleri paylaşırlardı.Ancak her seferinde haksızlık olduğu ileri sürülerek kavga çıkardı.Hatta olay öyle bir seviyeye geldi ki köylerde kavgaya müsait eli sopa tutan delikanlılar koz paylaşma gününden önce günlerce hazırlık yaparlardı. Bir ana oğlunun büyüdüğünü anlatmak için "Benim oğlan, kozunu paylaşacak çağa geldi." derdi.


FOYASI MEYDANA ÇIKMAK

Kuyumcular yaptıkları yüzük küpe gerdanlık gibi ziynet eşyalarının üzerine mücevherin ışığı daha iyi yansıtması ve parlaklığının artması için FOYA adı verilen bir madde sürerler.Zamanla sürülen bu foya dökülür.Bu duruma foyası çıkmış denilir. Halk arasında yalan söyleyen sahtekarlık yapan kişilerin yalanları ortaya çıktığında "foyası meydana çıktı" şeklinde benzetme yapılır.




TAVŞAN DAĞA KÜSMÜŞ, DAĞIN HABERİ BİLE OLMAMIŞ
Doğada özgürce yaşayan, iyi kalpli ve sevimli bir tavşan varmış. Doğanın güzellikleri arasında gezer ve oynarmış. Tavşan bir gün kaldığı yerden ayrılıp doğada gezerken bir dağa âşık olmuş. Dağın çimen yeşili gözleri, gök mavisi saçları, toprak gibi kahverengi teni varmış. Tavşan o günden sonra, orada, sevdiği dağın etrafında yaşamış.
Dağı o kadar çok seviyormuş ki vaktin nasıl geçtiğini bile anlayamıyormuş, sadece onunla olmaktan çok mutluymuş. Bir müddet sonra dağın onu önemsemediğinin farkına varmış, ne yaparsa yapsın bir türlü dağ onu fark etmiyormuş. Tavşan buna o kadar üzülmüş ki sessizce dağı terk etmiş ve eski yaşadığı yere geri dönmüş. Kendini yere açtığı bir deliğe kapatmış. Ara sıra dışarı çıkıp karnını doyurur ve açtığı deliğe geri dönermiş. Orada küçücük kalbinde taşıdığı büyük sevgisi ile yaşamış ve ölmüş.
Onun anısına o günden beri tüm tavşanlar yere açtıkları deliklerde yaşarlarmış

29 DALKAVUĞUNU BULMAK
Eski konakların kadrolu dalkavukları olduğu bilinir. Bunlar, efendilerinin sıkıntılı anlarında onların her dediğini tasdik etmekle birlikte, yeri gelince sözünü dudaktanesirgemeyen; bazen de neşeli hikâyeler ve nüktelerle onları eğlendirip rahatlatarak devletnizamına katkıda bulunan, soytarı tipli insanlardır. Dalkavukluk deyip geçmeyiniz. Bu öyleher babayiğidin harcı da değildir ve her birerleri imtihanla işe alınırlar.İşte hikâye: Vaktiyle yüksek rütbeli zatlardan biri kendisine bir dalkavuk edinmek isteyip tellâl çığırtmış. Belirtilen gün ve saatte kapıda bazı dalkavuklar toplanmışlar. Sırayla imtihan odasına alınmaya başlamışlar. Efendi, ilk geleni şöyle bir süzmüş ve sormuş:— Sen dalkavuk musun?— Evet efendim, ben dalkavuğum.— Amma hiç de dalkavuğa benzemiyorsun.— Nasıl benzemem efendim. Filân paşanın yanında beş sene; falan vezirin kapısında üçsene hizmet ettim.Efendi ona yol vermiş ve diğer adayı içeri almışlar. Ona da sormuş:— Sen dalkavuk musun? Aynı cevaplar ve aynı konuşmalar... Böyle birkaç aday sınandıktan sonra içeriye birisigirmiş. Soru aynı:— Sen dalkavuk musun?— Evet, efendi hazretleri; bendeniz dalkavuğum.— Amma sen öyle pek dalkavuğa benzemiyorsun.— Hakk-ı âliniz var efendim; pek öyle dalkavuğa benzemem.— Fakat sanki biraz da dalkavuğa benziyorsun.— Evet biraz da benzerim efendim. Efendi dışarıya haber salmış:— Ben dalkavuğumu buldum, diğerleri dağılıp gidebilirler. Binlerce esef ki eskiden bir büyüğün bir dalkavuğu olurken şimdi her büyüğün yüzlerce dalkavuğu var. Dahası, eski dalkavuklar bazen öyle hakikatli sözler ederlermiş ki bu sözler meclise bir bomba gibi düşüpherkesi kendine getirirmiş. Yine eseftir ki şimdilerde insanlar, bir dalkavuk tutmak yerineçevrelerindeki herkesten dalkavukluk bekliyorlar. Doğrusu bu manzaraya bakınca insan,"Nerede o eski dalkavuklar!" diye iç geçiriyor.
24



Sayfa 2 | Toplam 2 < 1 2
« Önceki Konu | Sonraki Konu »
Hızlı Cevap
Resim Doğrulama

İki kelimeyi yazın:




Mesaj:

Seçenekler
Cevap içinde mesajdan alıntı yap?

Etiketler
Yok | atasoz hikayeleri, atasozleri hikayeleri kisa, atasozlerinin cikis hikayeleri, atasozlerinin cikis hikayesi, atasozlerinin hikayeleri,
Atasözlerinin hikayeleri nasıldır? Konusuna Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Ege Bölgesi'ne ait tüm türkülerin hikayeleri var mı? Ziyaretçi Soru-Cevap 6 10-02-2012 17:26
Türkülerimizin hikayeleri nelerdir? Ziyaretçi Soru-Cevap 12 05-01-2012 14:51
Türkülerimiz ve Hikayeleri kompetankedi Müzik 32 17-12-2011 11:20
Atasözlerinin çıkış kaynakları nelerdir? Caner121321 Soru-Cevap 9 13-04-2011 13:21
Mit hikayeleri nelerdir? Misafir Soru-Cevap 0 07-10-2009 16:29
Mesaj Kuralları
Yeni konu açabilirsiniz
Konulara cevap yazabilirsiniz
Ek dosyası yükleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
BB kodu Açık
İfadeler Açık
[IMG] kodu Açık
HTML kodu Kapalı
Trackbacks Açık
Pingbacks Açık
Refbacks Kapalı
Site Kuralları

Saat Dilimi: GMT +3 - Saat: 15:55Bize Ulaşın - Contact Us ()


MsXLabs.org - Etiketler - Arşiv - Gizlilik Sözleşmesi
Ana Sayfa | Forumlar | Günlükler | Üyeler | Gruplar | Albümler | Videolar | Sohbet | Dizin | Soru-Cevap | Okula Destek | Forumda Ara
Sayfa 0.23415589 saniyede (65.67% PHP - 34.33% MySQL) 9 sorgu ile oluşturuldu
[Mobil Aygıt Görünümü]


Kaynak: Atasözlerinin hikayeleri nasıldır?