Arama


bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2012       Mesaj #202
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Kitap Tanıtımı

TEŞKİLAT

Kitap, Mehmetçik'in aziz ruhuna İthaf edilmiştir...

1 Eylül 2007 22.10 Vapuru, Üsküdar
Saat 22.00

"İsmin nedir hanım kızım?"
"Eyzün'dür Baba. Anam, dünyaya gözlerimi açtığım vakit kapamış gözlerini. Eylül'de, hüzünle gelirim diyesi Babam; ismimi Eyzün koymuş."
"Eyvallah kızım!"
"Eylül'de, hüzünlü günümüzde geldin Eyzün. Hoş geldin!"
"Eyvallah Baba!"
Hüsnü Baba, kızın "Eyvallah" sözünden sonra kaşlarını çattı. Sinirlendiği zaman yaptığı gibi sağ elinin baş parmağını diğer dört parmağı ile sıkarak çıtlattı. Eyzün, kusurunu anlayınca boynunu büktü ve sustu.
"Edep dediğin, edebî olmalı ki, güzel ola kızım..."
"Bugün, hemi kadına, hemi erkeğe; edebin kendincesi gerek! Şimdi sorarsın, 'Edebin kendincesi nedir, edebîsi yok mudur?' diye."
"Var tabii... Olmaz mı? Lakin, günün kadını edebin erkekçesini takınmış; günün erkeği edebin kadıncasını giyinmiş. Kadın da edepli, erkek de edepli olmuş amma edepte edep kalmamış..."
"Eyvall..."
"Eyvallah sözü; dilin değil, kalbin zikridir kızım... Kalp dediğinin anlamı Arap lisanında saklı; Kalb etmek; değiştirmek, dönüştürmek demektir. Eyvallah, her gördüğü garipliğe 'Allah Allah' diye şaşırmayı bırakmış kişinin, Allah'ın takdirine boyun büküp teslimiyetini ifade etmek için söylediği kelamdır. Devir, gönlün amelini dilin üslendiği delikanlı devri ya; hoş sözü boş söze çevirenlerin cirit atması da bu yüzden!"
Baba'nın sözleri dilinden tane tane dökülürken; Eyzün, kelimelere ustaca giydirilen mesajları anlayabiliyordu. Konuşmak istiyor, kudret bulamıyordu. Susmak istiyor, Baba'nın gözlerine bakan gözlerini susturamıyordu.
Hüsnü Baba, bakışlarını Eyzün'ün arkadaşına çevirdiğinde, "Öğrenci misiniz hanım kızım?" diye sordu. Baba'nın sorusunu, "Evet efendim" diye cevaplayan genç kız, şaşkınlığını henüz üzerinden atamamış halde, bir Sırrî'nin âmâ gözlerine, bir Baba'nın yüzüne bakıyordu.
"Kitabınız tarih, dersiniz nedir kızım?"
Baba, bu kez kızların elindeki kitaplara baktı. Genç kız, titremekle kekeleme arasında "Avrupa Tarihi" dedi.
"Bizde, Avrupa'nın tarihi fetihle başladı, fetihle bitecekti, değil mi kızım?"
"Anlamadım efendim!"
"Bizans'la Roma'yı söylüyorum kızım..."
"Öyle ya, biz tarihin gerçekleriyle büyümüşüz; siz, gerçekleştirilmiş tarihle... İstersen fazla kurcalamayalım."
Yok hayır, ben çok meraklıyımdır tarihe. Ne demek istediniz?"Demem o ki kızım, siz tarihi hikâye diye okuyorsunuz. İngiliz, his story demiş ya; tam o işte: hikâye!
Hüsnü Baba, derin bir nefes aldıktan sonra hiç konuşmayacakmış gibi başını boynuna doğru eğdi. Birkaç dakika tefekkür edip, yüzünü Topkapı Sarayı'nın olduğu tarafa çevirdi.
"Sırri!"
"Buyur Baba!"
"Gözlerim perdeli, İstanbul'u göremem diye üzülürsün ya evlat! Sana İstanbul'dan hikâye anlatayım, perdesiz gözlerin görmediğine vakıf ol!"
"Eyvallah Baba!"
"Rahmetli dedemden duymuşluğum var: Mehmet, henüz küçük bir çocukken Bursa'da arkadaşlarıyla oyun oynarmış. Çocuklardan birinin adı Hasan, diğerininki Sadık. 'Ben, büyüyünce İstanbul'u alacağım' diyesi Mehmet, arkadaşlarına fetih için söz vermiş. Evvel bu işe inanmayan Hasan'la Sadık, sonraki günlerde, padişah evladı Mehmet'in önünde, 'Sen sefere çıkarsan, biz de orduna katılırız' diye kavilleşmişler."
"Eyvallah Hasan, eyvallah Sadık!"
"Gün gelmiş, Mehmet tahta çıkmış Sırrı! 'Sözüm söz, işim fetih' diyerek, sefer için ferman yazdırmış. Bir gün, yeniçeri destur isteyip, 'Hasan diye biri geldi efendim, Ulubat'tan arka¬daşınız olduğunu söyler' demiş. Sultan Mehmet, çocukluk ar¬kadaşını hemen içeri aldırmış. Hasan huzurda hazır, 'Sadık gelmedi mi sultanımız?' diye sual edermiş: 'Memlekette aradım, benden üç gün evvel yola çıktığını söylediler.'"
"Eyvallah Sadık!"
"Sultan Mehmet, 'Henüz gelmedi' diye cevap vermiş... 'Bugünlerde gelir, sana haber ederim.' Ulubatlı Hasan huzurdan ayrılmış, orduya katılmış. Dünya gözüyle en güzeli görmüş ya, büyük bir aşkla ölümün en güzeline yürümüş."
"Rahmetullahi 'aleyh!"
"Sultan Mehmet, vefat etmeden önce son seferine hazırlanırken, Roma'dan bir mektup almış Sırrı! Mektupta Hıristiyan bir kardinal, 'Efendim, ömrümün son zamanını kendi vatanımda geçirmek dilerim. Beni, İstanbul'da bir kiliseye almanız mümkün mü?' diye ricada bulunmuş. Sultan Fatih çok sinirlenmiş, kardinale emir göndermiş: Göreviniz tamam olmadan asla!"
"Eyvallah sultanım!"
"Mektubu yazan Sadık'tır, Sırrî! Sultan Mehmet, İstanbul'u fethederken Sadık'ı Hıristiyan kimliğine büründürmüş, kiliseye yerleştirmiş. Sadık yükselmiş, yükselmiş, kardinalliğe kadar ilerlemiş. Derler ki, Fatih zehirlenmeseydi de, son seferinde Roma'yı fethetseydi; Sadık'ı Hıristiyan dünyaya papa yapacaktı!"
"Sadık, o günden sonra kilisede bir zincir oluşturmuş Sırrî. Ajanlar yetiştirmiş, papaz diye kiliselere yerleştirmiş. Sultan Abdülhamit'e kadar bu silsile devam etmiş. Sultan Abdülhamit, Sadık'ın mirasını devam ettiren kişiye, kimsenin bilmediği özel bir sandık, sandığın içinde özel bir sancak göndermiş!"
"Eyvallah sultanım!"
Eyzün, arkadaşının gözlerine bakarken, aynı soruyu onun da sormak istediğini anladı. Mahcup bir ses tonuyla "Af edersiniz efendim" dedi... "Anlattıklarınız gerçek mi?"
Hüsnü Baba, olumlu veya olumsuz herhangi bir tepki vermeden Saray'ı izlemeye devam ediyordu.
Eyzün, ayağa kalktı. Yüzünü aydınlatan çocuksu neşe, ayrılma vaktinin gelmesiyle birlikte kayboluverdi. Yüreğini içten içe kemiren sıkıntı, gözlerindeki heyecanı da alıp götürmüş, hüzünlü bir çehre Eyzün'ü esir alıvermişti. Az sonra, ruhunda sıcak rüzgârlar estiren bu mekandan ayrılacak ve kendisine huzur veren şu insanlarla belki de bir daha konuşamayacaktı.
İçindeki Eyzün'le kavgaya tutuşan çok olmuş muydu? Genç kız, henüz anlam veremediği farklı bir hissin kalbini sızlattığını düşünüyor, kabul etmekle direnmek arasında gidip geliyordu. Yüreği, vapurun dalgalar üzerindeki seyrine benziyordu. Gidiyor, geliyordu... Rıhtıma yaklaştığında ise, yine kendi içinden bir güç, onu bütün kuvvetiyle rıhtımdan uzaklaştırıyor du.
Genç kız, Hüsnü Baba'nın elini öpüp birkaç adım geri çekildi.
"Hayırlı geceler Eyzün kızım."
Genç kız, mahzun bir ifadeyle "Hayırlı geceler efendim" dedikten sonra yavaş adımlarla ve fakat sırtını Baba'ya dönmeden yürümeye başladı. "
Eyzün'ün gözyaşından bir damla, el öpmek için eğildiği sı¬rada Baba'nın eline düşüvermişti.Yaşlı adamın her hitabında farklı bir endişeye kapılan genç kız, anlam veremediği o korkuyu yeniden yaşadı. Ürkek bakışlarla "Efendim" dedi...
"Bülbülün güle tavrını ilk anlayan bahçıvandır kızım! Eylül'ün ortasında, uçtuğun yer Boğaziçi, konduğun Göksu olur¬sa; gözün mehtapla, gönlün gül kokusuyla tazelenir."Mehtap gecesi, Göksu'ya gelmesini işaret eden Hüsnü Baba'nın daveti, Eyzün'ün yüzünde güller açmasına yetmişti. Genç kız, içindeki coşkun neşeyle vapurdan ayrıldı.
"Sırrı!"
"Buyur Baba!"
"Ne görürsün evlat!"
"Bir gözümde ateş, bir gözümde kefen var Baba!"
"Yanacak mı, yakacak mı evlat?"
"Yanarsa kefeni yırtıp atar, yakarsa kefene sarar Baba!"
"Vaktinden uzun yanan ateş, ateşi tutan eli yakar Sırrî. Dua edelim, ateşin ömrü uzun olsun!"
"İnşallah Baba!"
……………………………………….
14 Eylül 2007 Boğaziçi, İstanbul
Sesin güzel, gezdiğin mehtapsa...
Hüsnü Baba'nın mehtap vaktini işaret eden davetini büyük bir neşeyle karşılayan Eyzün, o gece yatağına yatmış, fakat geç saatlere kadar uyuyamamıştı. Genç kız, ayın on dördünde, mehtap vakti, endişeyle karışık korkuyla Beykoz sahilinden Göksu'ya yol aldı.
Üç yıldır İstanbul'da yaşamasına rağmen Göksu'ya hiç gitmemişti. Hüsnü Baba'nın iğneli sözlerinden korunmak için; Beykoz, Kanlıca ve Göksu hakkında bulabildiği kitapları satın almış ve iki hafta içinde okumuştu. Mehtap üzerine yazılmış şiirler ile bugüne hatırası kalmış şairlerin hayatlarını da gözden geçirmişti.
Eyzün, mehtap vaktine az bir zaman kala Göksu'ya ulaştı. İçindeki coşkuyu dizginleyemiyor, yavaş ve ürkek adımlarla sahile yaklaşıyordu. Ne olursa olsun, Hüsnü Baba'ya mahcup olmak istemiyordu. "Sakin ol, sakin ol, rahatla" diye mırıldanırken; "Eyzün Hanım!" sözüyle irkildi. Genç kızın yüzü kızardı, elleri ve bacakları titremeye başladı. "Eyzün Hanım, buyurun, aşağıdayız."
Eyzün, sesin geldiği yöne doğru baktı. Hüsnü Baba, Sırrî bir kayığın önünde duruyorlardı. Yanlarında; kendisi¬nin tanımadığı, üstlerindeki kıyafetleri ancak tarih kitaplarında gördüğü garip giyimli beş altı kişi daha vardı. Yine yavaş adımlarla kayığa doğru yaklaştı.
"Hoş geldin Eyzün kızım. Nasılsın?"
"Hoş bulduk efendim..."
Eyzün'ün yüzü kıpkırmızı idi. Elleri titremeye devam ediyordu. "Davetimiz mehtap gecesine idi, sen her geceyi mehtap bilmişsin kızım!"
Eyzün biraz daha utandı, boynunu büktü. Kalbinin sesini ihtiyar adamın duymasından endişe etti.
"Geç yeşermişliğini gördük, âmenna... Tez kızarmayasın diye on gün nadasa bıraktık, lakin sen güneşin peşinde koşmuşsun!"
Hüsnü Baha'nın tatlı üslubuyla söylediği sözler, Eyzün'ün gönlüne saplanıyordu. Genç kız her şeye rağmen yaptığından pişmanlık duymuyordu. "Bu ânı hesap ederek gittim" diye düşündü, "her şeyi göze aldım" diye geçirdi zihninden.
Baba, mesajını verdikten sonra yine Eyzün'ün gönlünü almak istedi.
"Gönlün yanık, gözün bulanık olunca; sesin de buğulu çıkar ya kızım; bugün mehtap nağmeleri senin dudağından dökülsün."
Eyzün, Baba'nın ne demek istediğini anlamadı. İhtiyar adam, kafasıyla "gidelim" işareti verdikten sonra önce Eyzün'ün tanımadığı altı kişi, arkalarından Hüsnü Baba, sonra da Sırrî ve Eyzün kayığa bindiler.
Hüsnü Baba, kürek çeken altı adamı; "süvariler" diye tanıttıktan sonra sırasıyla isimlerini söyledi:
"Cebrail, Mikail, İsrafil, İsa, Musa ve bu da Mehdi'dir kızım."
"Memnun oldum efendim."
Yaşları yirmi beş ile kırk arasında değişen adamlar memnu¬niyetlerini tebessümle ifade ettiler. Genç kız, adamların disiplinine ve küreklerin âhengine hayran kaldı. Kürekler aynı anda sudan çıkıyor, yek vücutmuşcasına birlikte havada takla atıyor ve yine aynı vezin üzere suya dalıyorlardı. Kayık, Göksu'dan denize doğru açıldıktan sonra Anadolu Hisarı'na, ora¬dan da Kanlıca sahillerine doğru aktı.
Hüsnü Baba, eliyle Göksu Deresi yatağını gösterirken, "Eftelya nedir, bilir misin kızım?" dedi.
"Hayır efendim."
"Bugünün insanı bilmez kızım. Eskiden, mehtap vakti geldiğinde, mehtaba has nevaleler hazırlar, ailemizle birlikte bu derede toplanırdık. Sazendeler sazın teline vurup, gezi reisi, "aheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın" dediğinde kürekler suyla buluşur, yol alırdık. Dere yatağı o kadar kalabalık olurdu ki, kürek çekerken bir kayığın küreği diğer kayığın küreğine vururdu. Evvelen Hisar'a, saniyen şimdi aktığımız Kanlıca'ya akar ve sonrasında da Eftelya'yı dinlemek üzere Alamana'nın etrafında toplanırdık.
Alamana dediğimiz, küçük bir sahne. İki tekne Boğaz'ın orta yerinde yan yana getirilir, uzun kalaslar bu iki teknenin üstüne konulmak suretiyle küçük bir sahne oluşturulurdu. İki teknenin birleşmesiyle oluşan bu sahnede saz heyeti saza vurur, Eftelya lakaplı güzel sesli bir bayan mehtap şarkıları okurdu..."
"Ne güzelmiş...'
Eyzün'ün tebessüm ederek verdiği tepkiden sonra, kayığa bineli Boğaz'ı izleyen Hüsnü Baba, bakışlarını genç kızın yüzüne çevirdi:
"Ne, güzelmiş?"
"Şey efendim, yani Eftelya güzelmiş. Keşke bugün de olsa..."
"Evet, Eftelya güzeldi kızım. Lâkin Eftelya bir kişinin ismi değildi. O gün kimin sesi güzel idiyse ona verilen isimdi. Sesin güzel, gezin mehtap olursa; Eftelya sensin kızım..."
Eyzün şaşırmıştı, bir anda bakışlarını Hüsnü Baba'ya çevirdi. Sırrî, Baba'nın sözü biter bitmez yan tarafındaki sazı eline alıp çalmaya başladı. Genç kız susmakta ısrar ediyordu. Sustu, sustu... sonra teslim oldu. Güzel sesiyle, bildiği nağmeleri Boğaz'a serpiştirmeye başladı.
Dün gece mehtaba dalıp hep seni andım Öyle bir an geldi ki, mehtap seni sandım Sevgili, rüyana mı aldın beni bir dem, Öyle bir an geldi ki, mehtap seni sandım...
"Aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın" şarkısına Hüsnü Baba ile birlikte başlayıp
ey gül, sükûta varmayı emriyle bülbüle, gülşen'de mest-ü zevk olan ahbâb uyanmasın
mısraına geldiğinde ilk kez kafasını çevirdi ve kayığın önünden geçmekte olan vapuru izlemeye daldı...
Şarkılar, şiirler ve nağmeler eşliğindeki mehtap gezisinde, Ay'ın Boğaz'a selamı kâh Bebek'ten, kâh îstinye'den alındı. Mehtap sefasının ardından Beykoz'a kürek çeken grup, iki ayrı vasıta ile Beykoz'dan Üsküdar'a hareket etti.

Affetmek, en büyük intikam...
Yaptığı yorumlarla kitabın senaryosuna ve kurgusuna katkıda bulunan İhsan Sönmez'e,
kitabın içeriğini titizlikle inceleyen, yanlış veya eksik bulduğu noktalan düzeltmem konusunda yardımını esirgemeyen Neval Akbıyık'a,kitabın yayınlanması ve dağıtımı aşamasında emeği geçen Timaş Yayınları'nın değerli çalışanlarına samimi gayretleri için teşekkür ediyorum.(Hüsnü Baba'nın Paşalimanın'nda okuttuğu ve Feyzullah Yiğit'in şiiri olduğunu kaydettiğimiz mısralar, İhsan Sönmez'e aittir.)Metin üzerindeki titiz çalışması için T. Erdoğdu'ya, bilgi kaynaklarına ulaşmam için fedakârlıktan kaçınmayan M. F. Sevindi'ye,senaryoyu okuyup eleştirilerini paylaşan S. Uğuz ve M. Ağır'a ayrı ayrı teşekkür ediyorum.Eyzün isminin tespiti ve karakterinin oluşmasında fikirleriyle senaryoya katkıda bulunan Sayın Nuriye Yılmaz'a teşekkür ediyorum.Son cümlede, kitabın ilk sayfasından başlayıp son sayfasına kadar, yazılanları okumak için sabır gösteren kıymetli okuyucudan helâllik talep ederim...Faydalı olamadığım her bir okurdan özür diliyor; o meşhur sözü, bir kez daha hatırlatıyorum: Affetmek, en büyük. İntikam!
Saygılarımla Selman Kayabaşı


TEŞKİLAT
Yazar SELMAN KAYABAŞI
Zonguldak'ın Devrek ilçesinde dünyaya gelen Selman Kayabaşı ilk ve ortaöğrenimini Karabük'te tamamladıktan sonra 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünden mezun oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren ulusal basın kuruluşlarında gazetecilik yapan Kayabaşı, Türkiye'de çok ses getiren yayıncılık projelerine imza attı. 2005 yılında ilk kitabı Kafkas Ruleti'ni kaleme alarak yazarlık serüvenine ilk adımı attı. iki sene sonra yayınlanan Teşkilat adlı romanı haftalarca çok satanlar listesinde yer aldı. Kitabın tezi siyasetçiler ve tarihçiler arasında tartışmalara yol açtı. Kurtlar Vadisi ve Aynadaki Düşman gibi dizilere ilham kaynağı oldu. İstanbul'da kitap ve senaryo çalışmalarına devam eden yazar, bir taraftan da siyaset ve tarih kitaplarına danışmanlık yapmaktadır.
Yayınlanmış eserleri:
Kafkas Ruleti,Türkiye'nin Gözyaşları,Teşkilat,Muhafız.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen bekirr; 2 Mayıs 2012 14:45 Sebep: yazım hataları