Arama


yelzzz - avatarı
yelzzz
Ziyaretçi
4 Mayıs 2012       Mesaj #12
yelzzz - avatarı
Ziyaretçi
Bir insan,yiyeceksiz haftalarca yaşayabilir.Ancak,susuz sadece birkaç gün yaşayabilir.Vücut için gerekli olan su miktarı günlük çalışma durumumuza göre değişir.Günde ort.1.5-2.5 lt su almamamız gerekir.Yaşa göre vücut ağırlığının %40-%75′i sudur.Yaşlandıkça vücuttaki su oranı azalır.Bu su dışardan alındığı gibi,vücutta ara ürün olarak oluşur. Canlı organizmanın büyük bir kısmı su moleküllerinden oluşmuştur.Organizmaların yapısındaki su oranı %65-95 arasındadır.Bu oran,su bitkilerinde %98′e kadar yükselmektedir.Tohumlarda ise su oranı %15′den %5′e düşer.Bütün hücreler bir sulu çözeltide bulunur.Her türlü madde değişimin “doku sıvısı“denilen çözeltiyle sağlarlar.
MİNERALLER
  • Sindirilmeden direk olarak kana alınırlar.Enzimlerin yapısına katılırlar.Vitaminlerle birlikte düzenleştirici olarak görev yaparlar.Vücudumuzda Cl ,P, S ve N elementlerinin asit bileşikleriyle Na, K, Ca, Mg, Fe, Mn ve Cu metallerinin baz özelliğindeki bileşiklerine rastlanmaktadır.

    • Mineraller hücrede protein, karbonhidrat, yağ gibi, organik maddelere bağlı olarak bulundukları gibi hücrede tuz halinde de bulunabilirler.
  • Minareller, vitamin-hormon-enzim v.b. moleküllerin yapısına katılır.70kg ağırlığındaki bir insanda ortalama 3 kg mineral tuzları vardır.
  • Organizmanın yapısında az da olsa minerallere ihtiyaç vardır.
  • Sodyum ve klor bütün vücut sıvıları içinde iyon olarak bulunur.Ancak Kan gibi hücre dışı sıvılar içindeki bu iyonların miktarı daha fazladır.Sodyum ve klor dokularda suyu tutarak vücudu su dengesini sağlar.Sodyum ve klor kas ve sinir sistemi işlevleri için gereklidir.Ancak bazı böbrek hastalıklarında, yüksek
  • Tansiyonu olan insanlarda suyun AZ alınması gerekir.Çok küçük çocukların böbrekleri fazla tuzu süzemediğinden fazla miktarda alınan tuzdan zarar görürler.
  • Sodyumla birlikte vücut sıvılarında bulunan ve hücrelerin çalışmasını kontrol eden mineral potasyumdur.Vücutta hücre ara sıvısı ile hücre sıvısı arasında bir sodyum, potasyum oranı vardır.Sodyum gibi potasyumun da büyük bir kısmı, tüketilen besinlerden kolayca emilir.Fazlası böbreklerden atılır.İshal gibi,su kaybının fazla olduğu durumlarda potasyum kaybı da fazla olur.
  • Vücutta en bol bulunan mineral
    kalsiyumdur.Kalsiyumun büyük bir kısmı fosforla birlikte kemiğin ve dişin yapısına katılır.Geri kalan kısmı kasların kasılmasında ,sinirlerde,kanın pıhtılaşmasında ve bazı enzimlerin çalışmasında görev yapar.Vücuda alınan kalsiyumun bir kısmı emilir.Emilmeyen kısmı dışkı ile atılır.D vitamini kalsiyumun emilmesine etki eder.Vücuda fazla kalsiyum alınsa bile D vitamini yetersiz olursa kalsiyum bağırsaklarda emilemez.Küçük çocuklarda kalsiyum ve D vitamini yetersizliğine bağlı olarak‘raşitizm’ denilen hastalık görülür.Yetişkin insanlarda potasyum kaybı ile ‘osteomalazi’ denilen kemik yumuşaması hastalığı ortaya çıkar.Vücutta en bol bulunan minerallarden biri de fosfordur.Fosfor kalsiyumla birlikte kalsiyum fosfat şeklinde kemiklerin ve dişin yapısına katılır.Fosfor ,nükleik asit,yağ,protein ve karbonhidrat gibi moleküllerin yapısına da katılır.Vücudun yapısına katılan minerallerden biri de demirdir.Vücudumuzdaki demirin yarıdan fazlası kana kırmızı rengini veren hemoglobinin içinde bulunur.Demir aynı zamanda kas proteinleri karaciğer,dalak ve kırmızı kemik iliğinde bulunur.Vücuda yeteri kadar demir alınmamamsı yada vücuttan atılan demir miktarının alınandan fazla olması durumunda demir yetersizliği başlar.Demir eksikliğinde,hemoglobin yapılamaz ve ‘kansızlık’(anemi) görülür.Demir bakımından zengin yiyeceklerle beslenmek sureti ile kansızlık önlenir.İyot, tiroid bezi hormonu olan tiroksinin yapısına katılır.Vücuda yeteri kadar iyot alınmazsa tiroid bezi iyi çalışamaz ve tiroksin hormonunu az salgılar.Tiroksinin az salgılanması tiroid bezinin büyümesine neden olur.Basit ‘guatr’ hastalığı denilen bu durum lahanayı çok tüketen insanlarda,bulunan bir madde tiroid bezinde iyot bağlanma tepkimesini engellemektedir.Sülfatlar kaslarda bulunur ve proteinlerin yapısına katılır.Flüor dişlerin yapısına katılır.Flüorün azlığı dişlerin çürümesine,fazlalığı dişlerin sararmasına yol açar.Bakır bazı enzimlerin yapısına katılır.
  • ORGANİK BİLEŞİKLER

    Cansız ortamda bulunmayıp, ancak canlıların vücutlarında üretilirler.(Bazı vitaminler sentetik olarak üretilebilmektedir.)Bütün organik besinlerin temel yapısını karbon atomları (C,H,O,N)oluşturur. Çoğunda karbonun yanında oksijen ve hidrojen de bulunur. Karbonhidrat, yağ ve proteinler enerji elde etmek için kullanılabilir. Hücrelerde bu enerjinin bir kısmı ATP‘nin bağlarına aktarılırken bir kısmı da ısı olarak ortama verilir. Böylece hem vücut ısısı oluşturulur, hem de kimyasal reaksiyonlar için enerji sağlanır. Vücutta; 1 gr karbonhidratın yanması 4,1 kalori, 1 gr yağın yanması 9,3 kalori, 1 gr proteinin yanması 4,1 kalori verir. En çok enerjiyi yağların yanması verirse de, asıl enerji kaynağımız karbonhidratlar olup, bunu yağlar takip eder. Vücudun yapı taşlarını meydana getiren proteinler ise ancak hücre zorunlu olduğunda enerji sağlamak üzere harcanırlar. Çünkü proteinlerin esas görevi hücre, dolayısıyla canlı yapısına katılmak ve enzim olarak görev yapmaktır.
  • Karbonhidratlar
  • Karbonhidratlar karbon hidrojen, oksijenden oluşan hidrokarbon türevleridir. Basit karbonhidratlarda(monosakkaritler) hidrojen ve oksijen suda olduğu gibi aynı oranlarda bulunur: her karbon atomu için bir oksijen ve iki hidrojen atomu vardır. Sonuçta –CH2O grubu karbohidrat moleküllerinde sıklıkla oluşur, şu şekilde gösterilir
  • Çok kısa sürede tükenen bu depodan başka, kaslarda da yedek yakıt ihtiyacını karşılayacak glikojen deposu bulunur. Fazladan alınan karbonhidratlar ise, yağlara dönüşerek, yağ şeklinde depo edilirler. Karbonhidratlar günlük enerji ihtiyacının asgari % 40′nı karşılayacak miktarda alınmalıdır. Bu oran gelişmiş memleketlerde ortalama % 50 iken, az gelişmiş ve gelişmekte olan memleketlerde karbonhidratlar günlük enerjinin % 60-70′ini teşkil etmektedirler.

    Karbonhidrat metabolizmasının ön planda bozulduğu şeker hastalığında (Diabetes mellitus) günlük alınan karbonhidrat miktarı kadar, karbonhidratların cinsi de önem taşımaktadır. Uzmanlar şeker hastalarına patates gibi nişasta ihtiva eden besinler ve barsaktan şeker emilimini azalttığı için bol kepekli (selülozlu) gıdalar almalarını önermektedirler.

    Yani kısaca;

    1.derecede enerji vericidirler.

    C , H , O elementlerinden oluşur.

    Nükleik asitlerin ve ATP’nin,hücre zarının yapısına katılır.

    Fazla karbonhidratlar yağa dönüşür.
  • GLİKOZ
  • Canlılarda en çok kullanılan yakıt maddesi glikozdur.Enerji eldesi için tüm karbonhidratlar glikoza yıkılır.Beyin yalnız glikoz ile çalışır.Monosakkaritler ,disakkarit ve polisakkaritlerin yapı taşı(monomeri)’dırlar.Glikoz serbest olarak bal,üzüm ve incirde bol bulunur.Bütün polisakkaritlerin yapısını oluşturur.Fruktoz,bal ve olgun meyvelerde bol bulunur.Bunun için meyve şekeri denir.Galaktoz,süt ve süt ürünlerinde bulunur.Süt şekeri denir.Bunun için hayvansal bir besin maddesidir.Riboz RNA’nın,ATP’nin ve bazı enzimlerin yapısında bulunur.Deoksiriboz ise DNA’nın yapısında bulunur
  • 2) YAĞLAR (=LİPİTLER)

    C,H,O moleküllerinden meydana gelmiştir.Yağ asidi ve gliserol yapıtaşıdır.Fazla karbonhidrat ve protein yağa dönüştürülerek depo edilir.Lipitler hafif olduklarında kolay depo edilirler.Isı yalıtımı sağlarlar.Dış etkenlere karşı korurlar.Hücre yapısına katılırlar.Enerji vericidirler.(2.derece)Yanınca H2O ve ATP açığa çıkar
  • Bugün uzmanlar, günlük alınan toplam kalorinin % 30′unun yağlardan te’minini tavsiye etmektedirler. Aşırı mikdarda ve özellikle katı yağlarla beslenme ve kandaki yağ mikdarının fazlalığı (hiperlipidemi), batıda en önemli ölüm sebebi olan damar sertliği (arterioskleroz) hastalığının husulünde rol oynayan risk faktörlerinden birisidir. Bu sebeple, günümüzde hem alınan yağ mikdarında bir azaltma yapılırken hem de tercih edilen yağ türü değişmektedir. Katı- doymuş, margarin yağlarının yerine sıvı, doymamış, bitkisel kaynaklı ayçiçek, mısırözü ve zeytinyağı tercih edilmektedir. Yiyeceklerin yağda kızartılması da kalori değerini arttırırken, meydana gelen yanmış yağ asidleri mide-barsak sistemini fazlaca tahriş etmekte ve çeşitli mide barsak sistemi, safra kesesi hastalıklarına yol açabilmektedir
  • PROTEİNLER
  • Proteinler 20 çeşit aminoasitten oluşmuş moleküllerdir.Bu 20 çeşit aminoasitin sebebi R bölümünde değişik moleküllerin bağlanmasıdır.Canlı yapısındaki protein çeşitliliğinin sebebi aminoasitlerin sıralanışı,sayısı ve çeşitidir
  • Vücudumuzun en önemli yapı taşları olup, çok sayıda amino asidin birleşmesinden meydana gelmiş organik moleküllerdir. Metabolizmanın en önemli maddeleri olan enzimler (ferment, maya) ve vücudun iç dengesinin sağlanmasında önemli rolleri olan hormonların büyük kısmı da protein yapısındadır. Et, süt, yumurta gibi hayvani gıdalar en önemli protein kaynaklarımızdır. Ayrıca soya fasülyesi, mercimek, kuru fasülye ve baklagillerde de önemli oranda protein bulunur
  • Yetişkin bir insanın, günde kilosu başına 1 gram proteine ihtiyacı vardır. Fakat büyüme ve gelişmesi çok hızlı olduğundan, ilk aylarını yaşayan bir çocukta bu miktar 3 grama kadar çıkar.
  • VİTAMİNLER
  • Vücuttaki biyolojik olayların normal olmasına, insan ve hayvanın dengeli gelişmesine sebep olan uzvî (organik) maddelerdir. Vitaminler vücûdun yapı taşı ve enerji verici olmamakla birlikte sağlıklı bir hayat için mutlaka besinler vâsıtasıyle dışardan alınmalıdır.
  • Organik ve İnorganik Maddeler

    İNORGANİK BİLEŞİKLER


    C

    anlıların kendi vücutlarında sentezleyemeyip,dışarıdan hazır aldıkları bileşiklerdir.Hem canlı vücutunda hem de cansız ortamda bulunurlar.Küçük moleküllü olup,devamlı ve yeterince bulunması gerekir.Canlılar bu bileşiklere gereksinim duyar.Besin olarak kullanılan inorganik maddeler “mineraller ve su” sindirilemezler.Enerji vermezler.Bunlar düzenleyici maddelerdir.Karbon elementine sahip olmayan tüm moleküller İnorganik Bileşikler olarak adlandırılr.

    1) SU


    Dünya üzerindeki yaşamın tamamı suya bağlıdır.Tüm yaşayan dokuların %70-90′ı sudur.Yaşamı karakterize eden tüm tepkimeler su içeren ortamlarda yer alırlar.Su hayat için gerekli olan en önemli moleküldür.Bir insan,yiyeceksiz haftalarca yaşayabilir.Ancak,susuz sadece birkaç gün yaşayabilir.Vücut için gerekli olan su miktarı günlük çalışma durumumuza göre değişir.Günde ort.1.5-2.5 lt su almamamız gerekir.Yaşa göre vücut ağırlığının %40-%75′i sudur.Yaşlandıkça vücuttaki su oranı azalır.Bu su dışardan alındığı gibi,vücutta ara ürün olarak oluşur. Canlı organizmanın büyük bir kısmı su moleküllerinden oluşmuştur.Organizmaların yapısındaki su oranı %65-95 arasındadır.Bu oran,su bitkilerinde %98′e kadar yükselmektedir.Tohumlarda ise su oranı %15′den %5′e düşer.Bütün hücreler bir sulu çözeltide bulunur.Her türlü madde değişimin “doku sıvısı“denilen çözeltiyle sağlarlar.

    • Su kimyasal tepkimelerde rol alan çok iyi bir çözücüdür.Bu sayede sindirime büyük ölçüde yardımcı olur.Su molekülünün belirgin bir polaritesi ve hidrojen bağı oluşturmak için büyük bir eğiliminin olması nedeniyle su, hem iyonik hem de iyonik olmayan maddelere karşı çok iyi bir çözücüdür.
    • Su pek çok organizmanın vücudunda taşıyıcı ortam olarak görev yapar.Maddelerin vücutta bir bölgeden diğer bölgeye taşınması suyla sağlanır.Ayrıca, su besin maddelerini Kan plazması olarak taşır.
    • Su, metabolizma olaylarını hızlandırır.Enzimler ancak Sulu bir ortamda çalışır.
    • Idrardaki su boşaltıma, terleme olayı ile de dolaşıma yardımcıdır.Terleme olayında vücut ısısının fazlası dışarıya suyla atılır.Böylece vücut ısısı dengelenir.
    • Su, bitkilerde ‘fotosentez’ ana elemanı olarak bu canlılar için de çok büyük önem taşır.
    • Ayrıca su, absorbe ettiği fazla ısı ile Dünya’mızın çevresel ısısını düzenler.Böylece hem çevresel ısı çok yükselmez ve saklandığı için ısı kaybolmaz.

    2) MİNERALLER


    • Sindirilmeden direk olarak kana alınırlar.Enzimlerin yapısına katılırlar.Vitaminlerle birlikte düzenleştirici olarak görev yaparlar.Vücudumuzda Cl ,P, S ve N elementlerinin asit bileşikleriyle Na, K, Ca, Mg, Fe, Mn ve Cu metallerinin baz özelliğindeki bileşiklerine rastlanmaktadır.

      • Mineraller hücrede protein, karbonhidrat, yağ gibi, organik maddelere bağlı olarak bulundukları gibi hücrede tuz halinde de bulunabilirler.
    • Minareller, vitamin-hormon-enzim v.b. moleküllerin yapısına katılır.70kg ağırlığındaki bir insanda ortalama 3 kg mineral tuzları vardır.
    • Organizmanın yapısında az da olsa minerallere ihtiyaç vardır.
    Mineraller kanın kanın osmotik basıncının ayarlanmasında, kas kasılmasında, kanın pıhtılaşmasında, ve sinirlere uyarının iletilmesinde önemli role sahiptir.

    • Minareller bazı enzimlerin yapılarına katılarak katalizör görevi yapar.
    • İdrar, ter ve dışkı ile dışarı atıldığından mineral içeren besinlerin düzenli olarak vücüda alınması gereklidir.Yiyeceklerde bulunan ve mineral olarak adlandırılan bütün maddeler aslında tuzdur.Yeterli mineral içermeyen besin maddeleri ile beslenilirse,tuz atılması devam edeceğinden kas krampı gibi bazı bozukluklar görülür.Sıcak ortamlara maruz kalan insanlar daha fazla terledikleri için dışarıdan yeterince tuz almalıdır.


    Sodyum ve klor bütün vücut sıvıları içinde iyon olarak bulunur.Ancak Kan gibi hücre dışı sıvılar içindeki bu iyonların miktarı daha fazladır.Sodyum ve klor dokularda suyu tutarak vücudu su dengesini sağlar.Sodyum ve klor kas ve sinir sistemi işlevleri için gereklidir.Ancak bazı böbrek hastalıklarında, yüksek
    • Tansiyonu olan insanlarda suyun AZ alınması gerekir.Çok küçük çocukların böbrekleri fazla tuzu süzemediğinden fazla miktarda alınan tuzdan zarar görürler.
    • Sodyumla birlikte vücut sıvılarında bulunan ve hücrelerin çalışmasını kontrol eden mineral potasyumdur.Vücutta hücre ara sıvısı ile hücre sıvısı arasında bir sodyum, potasyum oranı vardır.Sodyum gibi potasyumun da büyük bir kısmı, tüketilen besinlerden kolayca emilir.Fazlası böbreklerden atılır.İshal gibi,su kaybının fazla olduğu durumlarda potasyum kaybı da fazla olur.
    • Vücutta en bol bulunan mineral
      kalsiyumdur.Kalsiyumun büyük bir kısmı fosforla birlikte kemiğin ve dişin yapısına katılır.Geri kalan kısmı kasların kasılmasında ,sinirlerde,kanın pıhtılaşmasında ve bazı enzimlerin çalışmasında görev yapar.Vücuda alınan kalsiyumun bir kısmı emilir.Emilmeyen kısmı dışkı ile atılır.D vitamini kalsiyumun emilmesine etki eder.Vücuda fazla kalsiyum alınsa bile D vitamini yetersiz olursa kalsiyum bağırsaklarda emilemez.Küçük çocuklarda kalsiyum ve D vitamini yetersizliğine bağlı olarak‘raşitizm’ denilen hastalık görülür.Yetişkin insanlarda potasyum kaybı ile ‘osteomalazi’ denilen kemik yumuşaması hastalığı ortaya çıkar.Vücutta en bol bulunan minerallarden biri de fosfordur.Fosfor kalsiyumla birlikte kalsiyum fosfat şeklinde kemiklerin ve dişin yapısına katılır.Fosfor ,nükleik asit,yağ,protein ve karbonhidrat gibi moleküllerin yapısına da katılır.Vücudun yapısına katılan minerallerden biri de demirdir.Vücudumuzdaki demirin yarıdan fazlası kana kırmızı rengini veren hemoglobinin içinde bulunur.Demir aynı zamanda kas proteinleri karaciğer,dalak ve kırmızı kemik iliğinde bulunur.Vücuda yeteri kadar demir alınmamamsı yada vücuttan atılan demir miktarının alınandan fazla olması durumunda demir yetersizliği başlar.Demir eksikliğinde,hemoglobin yapılamaz ve ‘kansızlık’(anemi) görülür.Demir bakımından zengin yiyeceklerle beslenmek sureti ile kansızlık önlenir.İyot, tiroid bezi hormonu olan tiroksinin yapısına katılır.Vücuda yeteri kadar iyot alınmazsa tiroid bezi iyi çalışamaz ve tiroksin hormonunu az salgılar.Tiroksinin az salgılanması tiroid bezinin büyümesine neden olur.Basit ‘guatr’ hastalığı denilen bu durum lahanayı çok tüketen insanlarda,bulunan bir madde tiroid bezinde iyot bağlanma tepkimesini engellemektedir.Sülfatlar kaslarda bulunur ve proteinlerin yapısına katılır.Flüor dişlerin yapısına katılır.Flüorün azlığı dişlerin çürümesine,fazlalığı dişlerin sararmasına yol açar.Bakır bazı enzimlerin yapısına katılır.

    Yani kısaca ;

    • Vücut içindeki birçok enzimin ve hemoglobin gibi moleküllerin yapısını oluştururlar.Bunlar,demir,fosfor gibi elementlerdir.
    • Kemiklerin ve dişlerin normal olarak gelişmesini sağlarlar.Bunlar için gerekli olan madensel maddeler, kalsiyum, fosfor,magnezyumdur.
    • Vücut ve hücre sıvısının osmotik basıncını düzenlerler.Bunlardan hücre içi sıvıda sodyum,klor,hücre dışı sıvıda potasyum,magnezyum,fosfor bulunur.
    • Sinirsel uyarı iletiminde ,kas kasılmasında ,Kanın pıhtılaşmasında rol alırlar.

    3) ASİT – BAZ – TUZLAR


    a.) Asitler


    Su içersinde çözündüğünde H+(hidrojen) iyonu veren bütün bileşikler asit özelliğindedir.


    Asitler turnusol kağıdının rengini
    maviden kırmızıya dönüştürür.

    Asitlerin tatları ekşidir.Ama kuvvetli olanlar tadılamaz.Yapılarında karbon içeren asitlerin çoğu organik asittir.

    Laktik asit (CH3-CHOH-COOH) ; organik asite, hidroklorik asit(HCI) ise inorganik asite örnek verilebilir.

    Ayrıca asitler ayıraç olarak kullanılır.(=Nitrik asit protein ayıracı olarak kullanılır.)


    Protein + derişik nitrik asit(HNO3) >>>> ısı >>> sarı renk oluşur





    b.) Bazlar


    Suda çözündüğü zaman hidroksil iyonu (OH-) veren bileşikler bazik özellik gösterir.

    Bazlar turnusol kağıdının rengini kırmızıdan
    maviye dönüştürür.


    Yapılarında genellikle karbon, azot bulunduran bazlar organik bazlardır.Metilamin (CH3NH2) organik baza; sodyum hidroksit (NaOH), potasyum hidroksit (koh) gibi bazlar ise inorganik bazlara örnek verilebilir.


    Tadları acıdır.

    Ba(OH)2,KOH,Ca(OH)2,NaOH gibi bazlar solunum ve fermantasyon deneylerinde CO2 tutucu özelliklerinden dolayı ayıraç olarak kullanılır.Bunlar aynı zamanda nem tutucu olarak da kullanılır.



    Asit – Baz Dengesi



    Ortamın hidrojen iyon yoğunluğunun negatif (-) logaritması asitliğin, hidroksil iyon yoğunluğunun (-) logaritması ise bazikliğin derecesini verir. H+ iyonu arttıkça ortam asidiktir ve pH 0 ile 7 arasında bir değer gösterir.OH- iyonu arttıkça ortam baziktir ve pH 7 ile 14 arasında bir değer gösterir.H+ iyonu ve OH- iyonları eşit miktarda ise ortam nötrdür ve pH’7 dir.
    112410 1319 Organikveno1

    PH değeri organizma için çok önemlidir.Biyokimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi için pH’ın belirli bir düzeyde tutulması gerekir.pH’daki çok az bir değişiklik bile biyokimyasal tepkimeleri olumsuz etkiler.Bu nedenle pH değerinin sabit kalması gerekir.İnsan kanının pH’ı 7,4′e eşittir.İnsan kanının p H’I 7′ye düşerse ya da 7,8′in üstüne çıkarsa ölüm olayı meydana gelir.Bazı bakteri ve mantarlar asidik ortamlarda yaşayabilir,fakat bazik ortamlarda yaşayamazlar.



    c.) Tuzlar


    Asitlerle bazlar karıştığında asitin H+ iyonu ile bazın OH- iyonu birleşir.Bu birleşim sırasında bir molekül su açığa çıkar ve tuz meydana gelir.



    HCI + NaOH à
    à
    à
    à H20 + NaCL



    Hidroklorik asit + sodyum hidroksit(baz) à
    à
    à
    à su + sodyum klorür (tuz)

    Hücrenin içinde ve hücrelerin arasında çeşitli mineral tuzları vardır.Bunlar içinde en önemlileri sodyum,potasyum,magnezyum ve kalsiyum tuzlarıdır.






    ORGANİK BİLEŞİKLER

    Cansız ortamda bulunmayıp, ancak canlıların vücutlarında üretilirler.(Bazı vitaminler sentetik olarak üretilebilmektedir.)Bütün organik besinlerin temel yapısını karbon atomları (C,H,O,N)oluşturur. Çoğunda karbonun yanında oksijen ve hidrojen de bulunur. Karbonhidrat, yağ ve proteinler enerji elde etmek için kullanılabilir. Hücrelerde bu enerjinin bir kısmı ATP‘nin bağlarına aktarılırken bir kısmı da ısı olarak ortama verilir. Böylece hem vücut ısısı oluşturulur, hem de kimyasal reaksiyonlar için enerji sağlanır. Vücutta; 1 gr karbonhidratın yanması 4,1 kalori, 1 gr yağın yanması 9,3 kalori, 1 gr proteinin yanması 4,1 kalori verir. En çok enerjiyi yağların yanması verirse de, asıl enerji kaynağımız karbonhidratlar olup, bunu yağlar takip eder. Vücudun yapı taşlarını meydana getiren proteinler ise ancak hücre zorunlu olduğunda enerji sağlamak üzere harcanırlar. Çünkü proteinlerin esas görevi hücre, dolayısıyla canlı yapısına katılmak ve enzim olarak görev yapmaktır.


    1. Karbonhidratlar

    Karbonhidratlar karbon hidrojen, oksijenden oluşan hidrokarbon türevleridir. Basit karbonhidratlarda(monosakkaritler) hidrojen ve oksijen suda olduğu gibi aynı oranlarda bulunur: her karbon atomu için bir oksijen ve iki hidrojen atomu vardır. Sonuçta –CH2O grubu karbohidrat moleküllerinde sıklıkla oluşur, şu şekilde gösterilir: |

    H___C___OH


    |

    Nişasta ve selüloz gibi bazı karbohidratlar çok büyük ve karmaşık moleküllerdir. Ama tıpkı çok büyük organik moleküllerin çoğunda olduğu gibi, birçok basit “yapıtaşı” bileşiğin birarada bağlanmasıyla oluşurlar.

    Bütün hücrelerin en önemli enerji kaynaklarıdır.(1.dereceden). Vücutta; 1 gr karbonhidratın yanması 4,1 kalori verir. Depo maddesi olarak (nişasta, glikojen)bulunur, yapıya da katılabilirler.(selüloz)Genel formülleri (CH2O)n
    ile gösterilir. Solunum ürünleri H2O ve CO2
    ‘dir. Karbonhidratlar, bitkilerde hücre çeperinin yapısını oluşturarak, bütün canlı hücrelerde zarın yapısına katılarak, DNA ve RNA ‘da bulunarak yapısal fonksiyon da görürler. Besinlerle aldığımız karbonhidratlar nişasta, sellüloz gibi kompleks veya çay şekeri (sakkaroz), süt şekeri (laktoz), meyve şekeri (früktoz) gibi daha basit şekerlerden meydana gelir.

    Nişasta, bitkilerin depo şekeridir ve bizim en önemli enerji kaynağımızdır. Yine bitkisel kaynaklı kompleks bir karbonhidrat ve yapı maddesi olan sellüloz, insan vücudunda sindirilemediği için besin değeri taşımaz. Ama sindirilmeyen bu karbonhidratlar posa olduğundan barsakların düzenli çalışmasına yardım ederler.

    Kompleks veya tekli, ikili şekerler halinde alınan karbonhidratlar tükürük bezleri ve pankreastan salgılanan enzimlerle tekli yapı taşlarına (glikoz, galaktoz, früktoz) parçalanıp emilirler. Kan dolaşımında bulunan ve hücrelerin en önemli yakıtını meydana getiren şeker ise glikozdur. Kan glikoz seviyesi beyin gibi bazı dokular için hayati önem taşığıdından, az miktarda glikoz, karaciğerde glikojen şeklinde depo edilir. Bu sayede kanda glikoz seviyesi belli sınırlar içerisinde sabit tutulmaya çalışılır. Çok kısa sürede tükenen bu depodan başka, kaslarda da yedek yakıt ihtiyacını karşılayacak glikojen deposu bulunur. Fazladan alınan karbonhidratlar ise, yağlara dönüşerek, yağ şeklinde depo edilirler. Karbonhidratlar günlük enerji ihtiyacının asgari % 40′nı karşılayacak miktarda alınmalıdır. Bu oran gelişmiş memleketlerde ortalama % 50 iken, az gelişmiş ve gelişmekte olan memleketlerde karbonhidratlar günlük enerjinin % 60-70′ini teşkil etmektedirler.

    Karbonhidrat metabolizmasının ön planda bozulduğu şeker hastalığında (Diabetes mellitus) günlük alınan karbonhidrat miktarı kadar, karbonhidratların cinsi de önem taşımaktadır. Uzmanlar şeker hastalarına patates gibi nişasta ihtiva eden besinler ve barsaktan şeker emilimini azalttığı için bol kepekli (selülozlu) gıdalar almalarını önermektedirler.

    Yani kısaca;

    1.derecede enerji vericidirler.

    C , H , O elementlerinden oluşur.

    Nükleik asitlerin ve ATP’nin,hücre zarının yapısına katılır.

    Fazla karbonhidratlar yağa dönüşür.


    Yapısındaki şeker molekülünün sayısına göre 3 çeşit karbonhidrat vardır ; à
    à
    à








    Monosakkaritler

    ( tek şekerler) ( basit şekerler)


    Tüm şekerler düz zincir formunda bir –C=O grubu içerirler.Eğer çift bağlı O,zincirin terminal C atomuna bağlı ise,kombinasyon aldehit grubu olarak isimlendirilir; çifteğer terminal almayan bir C atomuna bağlı ise , kombinasyon keton grubuu olarak isimlendirilir.Çift bağlı O içeren C atomları dışındaki tüm C atomlarına bağlı -OH (hidroksil) grupları polardır.Su,içinde kümeleşme eğilimi gösteren basit non-polar hidrokarbon moleküllerinin aksine ,şekerler su ile hidrojen baağı oluştururlar ve çözünürler.Monosakkaritler daha küçük birimlere ayrılamazlar çünkü zaten en basit durumdadırlar.(CH2O)n genel formülü ile gösterilir.

    Karbon sayısına göre adlandırma
    o gruptaki karbohidrat örneği


    Triozlar ( 3 karbonlular ) Gliseraldehid


    Pentozlar ( 5 karbonlular ) Riboz,Deoksiriboz

    Heksozlar ( 6 karbonlular ) Glikoz,Früktoz,Galaktoz,Mannoz


    112410 1319 Organikveno2112410 1319 Organikveno3112410 1319 Organikveno4Karbon sayısı 3 ile 8 arasında değişir.Biyolojik açıdan önemli monosakkaritler; 5C’lu pentoz ve 6C’lu heksoz şekerleridir.Riboz ve deoksiriboz,5C’luşekerlerdir.Glikoz (üzüm şekeri,kan şekeri),fruktoz (meyve şekeri) , galaktoz (süt şekeri) ise 6C’lu şekerlerdir.Aşağıda glikoz,fruktoz ve galaktoz moleküllerinin açık formülleri görülmektedir.


    Glikoz ( C6H12O6 ) Früktoz ( C6H12 O6 ) Galaktoz ( C6H12O6 )


    Kapalı formülleri aynı organik moleküllerin atomları ve bağları uzayda çok farklı düzende yerleşmiş olabilir. Böylece kapalı formülleri aynı uzaysal formülleri farklı bileşikler oluşur.Karbonhidratlar da bu özelliktedir.

    Monosakkaritler suda çözünürler ve tatlıdırlar.Canlılarda en çok kullanılan yakıt maddesi glikozdur.Enerji eldesi için tüm karbonhidratlar glikoza yıkılır.Beyin yalnız glikoz ile çalışır.Monosakkaritler ,disakkarit ve polisakkaritlerin yapı taşı(monomeri)’dırlar.Glikoz serbest olarak bal,üzüm ve incirde bol bulunur.Bütün polisakkaritlerin yapısını oluşturur.Fruktoz,bal ve olgun meyvelerde bol bulunur.Bunun için meyve şekeri denir.Galaktoz,süt ve süt ürünlerinde bulunur.Süt şekeri denir.Bunun için hayvansal bir besin maddesidir.Riboz RNA’nın,ATP’nin ve bazı enzimlerin yapısında bulunur.Deoksiriboz ise DNA’nın yapısında bulunur.