FİŞİNİ SEN Mİ ÇEKTİN RÜYALARIMIN
Yazar:ÇAĞLAR YERLİKAYA
Saat:01.59…
Sokaktasın ve evine doğru yürüyorsun. Elinde ne zamandır aradığın ama hala bulamadığın bir aşkın boşluğu var. Mağazaların önünde geçerken, gözün vitrindeki mankenlere takılıyor. Hepsinin bakışlarını bana benzetiyorsun. Hepsi çıplak. Sanki hepsi bir eliyle, diğer elinin arasına adresini tutuşturuyor. Sanki camları kırsan, hemen koşup sarılacaklar sana. Sonbahar-Kış sezonunda hayat ne kadar yalnız değil mi?
Rüzgâr kirpiklerine değdiğinde sis yüzünden kaybolmuş bir uçak gibi geçiyorum içinden. “Acaba nerede şimdi “ diye sorarken buluyorum kendini. Sokakta olduğumu olduğumu bilseydi bu saatte, benim için bir kez daha düşermiydi” diye… Şehir uyku ilacı içip yatmış yine, sana cevap vermesi imkânsız.
Ve evine doğru iyice yaklaşıyorsun. Üzerine ne zamandır ördüğün ama sana hep küçük gelen bir çocuğun anısı var. Yağmur yağdığında beni bir kez daha hatırlıyorsun. “Acaba kiminle şimdi” diye soruyorsun. Boşlukta olduğumu bilseydi bu saatte benim için bir kez daha gelir miydi” diye…
Suların üzerinde yüzüyor sokaklar. Şimşekler çakıyor, en yakındaki lunaparkın üzerine yıldırım düşmüş bile. Balerinin etekleri alev alıyor. Tanrı bu gece senin için bir korku filmi sipariş etmiş. “Sakın arkana dönme “ diye bağıran sarışın kız çocuklarına değil, çarpışan arabaların içinden birbirini sevmeye çalışan çocuklara rastlayacaksın. Hepsi atlıkarıncadan kovulmuş. Hepsinin ayağının altındaki uçan halıyı kaydırmışlar.
Yağmur hızlanıyor koşturmaya başlıyorsun. Kaldırıma siyah bir araba yanaşıyor. Arabanın arka camı açıldıkça çıkan sigara dumanı, yüzüne çarpıyor. Camdan uzanan el, seni içeriye davet ediyor, seans… Yağmurda sana uzanan elden, adımı buğulanan camlara yazmasını isteyecek kadar çok mu sevmiştin beni ?
Mavi bir muhabbet kuşuna susmasını öğretmeye çalıştım, o da bana uçmaya öğretmeye çalıştı… ikimizde yeteneksiz çıktık, ikimizde birbirimizi aldığımız yere geri bıraktık.
Farkındayım izlediğimiz hiçbir film mutlu bitmiyor artık, seyrettiğimiz bütün gösterilerin ikinci yarısına geçmeden bir baletin bacağı kırılıyor. Dans bitiyor, müzik susuyor.
Dışarı çıkarsan bana biraz Beyoğlu alır mısın? Bende hiç kalmamış. Eğer bulamazsan, karşına çıkan ilk çocukla seviş, hemen söyler sana yerini, yataktan kalkabilsem, biraz ayrılıkta alacağım, hangi aşka gitsem gösterir yerini. Sen bilmezsin Eski Beyoğlu’nu. Bende hiç bilmezdim, eğer tramvay sarhoş olup anlatmasaydı her şeyi. O kaldırımlarda vurmasaydık birbirimizi, belki hiç özlemezdim o günleri.
Ceplerimde otobüs biletleri, tren rayları, dalga sesleri var. Kaç uçak kalktı üzerimden, kaç tren kaçtı, kaç otobüs alev aldı. Sevgilim, korkma! Bedenim, elimde kalan son jetonla bedenimi arıyor yine…
Şimdi hangi sokağın altında baksan sadece kedileri, kedilerin tırmaladıkları sözcükleri ve gözleri çizilmiş geceleri buluyorsun…
İstiklal Caddesi’nde Umay bağırıyor: “Söyle ona, evine giden bir gemi yapsın sana.” Kar yağmaya başlıyor…
Beni hatırlıyor musun? Hani o gece ikimiz de saatlerce içmiş, saatlerce ağlamış ve saatlerce… Hani o gece dünyadaki en güzel gülümseyen çocuk bendim, hani o gece kalbimi alıp sana taşınmıştım.
Biraz sokaktık, biraz bahçe… Son kullanma tarihi geçmiş vişne suları gibi döküldük sokağa… Hepimiz çoktan geç kalmıştık randevumuza. Kimi öpsek üzerimizde lekemiz kalacaktı. Hepimiz dağılsak da başkalarının hayatlarına… Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bir aşkın altında buluşacağımıza söz verdik.
Aşk ölümün en hileli oyunudur, suç onda kalmaz hiçbir zaman. Ellerin silaha dönüşür, aşk müzikli bir cinayete. Dizelerin kalbinin sokağa atmış… Duyuyor musun? Kaldırımda kırık bir radyo, şaraptan şarkılar çalıyor.
Çocukken oynadığın oyuncaklar kadar çok kırılmış yatağında bıraktığın vücut, tamir edilmez artık… Kışın başladığını anımsatıyor, saçlarında yaktığın bir avuç kibrit. Kendinden kaçmaya başlarken, dönüşün düşsüzlüğüne tanık oluyorsun…
Biliyorum, bu gün yazın en sıcak günü olması, senin en çok üşüyeceğin gün olmasına engel olmayacak… Coğrafya dersine hiç dinlemediğin, başlangıç meridyeninin sevdiğin adamın sol avucunun içinden geçtiğini iddia etiğin için pişmanlık duymayı bırak artık…
Biliyorum, bu gün nüfus sayımında en kalabalık şehirlerden biri seçilen İstanbul’da olman, senin dünyadaki en yalnız çocuk olduğun gerçeğini değiştirmeyecek…
Biten bir ilişkiden kaçıp buraya taşındığım ilk günlerde görmüştüm seni. Koskoca bir hayat içinde karşılaştığımız o ilk anı, o anın üzerindeki mevsimin rengini dün gibi hatırlıyorum. Birbirimize bakarken sıra arkadaşına kopya diye dudaklarına veren çocuklar gibi heyecanlı ve ürkektik. Beklide daha önce aşka yakalanıp aldığımız cezalardan olsa gerek, aylar boyunca sadece bakıştık. Başkalarının fotoğraflarına, başkalarının anılarına konuk olmaya devam ettik.
Sonra bir gece, saat tam üçü çeyrek geçerken karşılaştık seninle.
Yanıma gelip ‘Tanışalım artık’ dediğim anı… Biliyorsun işte…
Hatırladığım son şey; durmadan başa saran bir mektuptan seni dinlerken uyuyakaldım…
Uyandığımda anlatacağım hiçbir şey yok artık. Ne sana, ne suya, nede karşı komşuya…
Hatırladığım son şey; birisin rüyalarımın fişini çektiği…
ÇAĞLAR YERLİKAYA
16 Temmuz 1983 tarihinde Hamburg’da doğdu. 1985-2007 yılları arasında İzmir’de yaşadı. Üniversitede ekonomi eğitimi gördü. Şiirleri, birçok edebiyat dergisinde ve fanzinde yer aldı. 2007 yılında, ilk kitabı ‘Sevişen Kadınlar Matinesi’ yayınlandı. Sabah gazetesi ve Kaos dergisinde röportajlar yapmaya ve yazmaya devam etmektedir. Ayrıca kendi adıyla yazdığı blog sayfasında, hayatın ve sanatın kalbindeki izdüşümlerini okuyucularla paylaşmaktadır. Senaryo ve şarkı sözü alanında da çalışmaları bulunan Çağlar Yerlikaya 2007 yılından beri, aşık olduğu İstanbul’un aşkla ve yalnızlıkla çarpan kalbi Beyoğlu’nda yaşamaktadır.