MARCUS AURELİUS KENDİME DÜŞÜNCELER
Roma İmparatorlarının en büyüklerinden biri olan Marcus Aurelius aynı zamanda önemli bir filozoftu. Hiç kuşkusuz tarih boyunca gelmiş geçmiş en büyük hükümdar filozoflardan biriydi.
Kendime Düşünceler kimileri tarafından Eskiçağ'ın en önemli felsefi metinlerinden biri ve Epiktetos ile Epikuros gibi filozofların etkilerini taşımasına rağmen özgün bir eser olarak kabul edilir.
Kendime Düşünceler'de imparator sadece kendi siyasi görüşlerini değil, zamanlar ötesinde bir evrenselliğe sahip her zaman aynı berraklıkla okunabilecek bir felsefenin hayata bakışını da yansıtmaktadır.
Kendime Düşünceler dünyanın bütün sorumluluğunu omuzlarına almış bir adamın hatıratı, kendi kendine yaptığı telkinlerin bir toplaması gibidir. Ve ünlü imparatorun öğütleri aslında evrensel bir ders olarak da okunabilir.
"Bir insan bile bile gerçeği görememezlik edemez."
"Kendi amaçlarınla ilgilen, diğer insanlarla değil. Yaşadıklarını evrenin doğası öyle istediği için yaşıyorsun."
"Kendi içini kaz. Çünkü iyilik içinde, sen kazdıkça o fışkıracak." "insanları sevmeyen birine, onun insanlara davrandığı gibi davranma."
HELLENİK FELSEFESİ
Felsefe, felsefenin doğuşu için, yüksek bir refah düzeyiyle merak olmak üzere, iki koşul arayan Aristoteles’in yorumuna uygun olarak, çeşitli yolların kesiştiği bir kavşakta bulunan ve özellikle ticaret yoluyla zenginleşmiş olan Milet kentinde başlamıştır. Kişinin merak duyması, kendisine sunulanla yetinmeyip, şeylerin niçin oldukları gibi olduklarını anlamaya çalışması gerektiğini söyleyen ikinci koşul da Miletli filozoflarda varolmuştur. Miletliler Doğu düşüncesinden etkilenmiş olsalar da, Yunan mitolojisinin sunduğu açıklamayla yetinmemiş, varlıkların niçin oldukları gibi olmaları gerektiğini anlamaya ve açıklamaya çalışmışlardır.
Bundan dolayıdır ki, felsefe, felsefi düşünüş öncesindeki insanın yaptığı gibi, görmek ya da inanmakla ilgili bir konu değildir. Felsefe merak etmekle, düşünmekle, kısacası akıl ile ilgili bir konu, gözle görülen varlıkların meydana getirdiği çokluğun gerisinde gizli olan birliği, görünüşün arkasındaki gerçekliği aramakla ilgili bir faaliyet olarak ortaya çıkıp gelişmiştir. Daha önceki düşüncenin dini düşünceyle ve pratik ihtiyaçlarla karıştığı yerde, Hellenik felsefe daha çok dini ya da mitolojik düşünceden kopuşun sonucunda, yalnızca insan aklına dayanan bağımsız bir düşünce faaliyeti olarak başlamıştır.
Hellenik felsefe, üç döneme ayrılabilir: 1- Doğa Felsefesi. Bu dönemde yer alan filozoflar, felsefenin üç temel konusu olan varlık, bilgi ve değerden birincisini, yani varlık konusunu ele almışlar, varlıktaki değişmeyi, varlığın nedenlerini, doğadaki çokluğun kendisinden türediği birliği, yani arkhe konusunu araştırmışlardır. Doğa felsefesi dört okul ya da problem çerçevesi içinde ele alınabilir: a) Thales, Anaximandros ve Anaximenes’ten oluşan maddeci, birci Milet Okulu. b) Matematiksel çalışmalarıyla seçkinleşen ve felsefede, formu, yapı ve işlevi ön plana çıkartan Phytagorasçı Okul. c) Daha çok birlikten çokluğa geçiş ve dolayısıyla, değişme problemi üzerinde durmuş olan Herakleitos ve Parmenides. d) Dünyadaki apaçık değişme olgusunu Parmenidesin varlıkla ilgili görüşleriyle uzlaştırmaya çalışmış ve bu çerçeve içinde, varlığın temeline birden çok arkhe yerleştirmiş olan çokçu filozoflar: Empedokles, Anaksagoras ve Atomcular.
2- İnsan Üzerine Felsefe. Yunan felsefesinde, M. Ö. V. yüzyılın ortalarıyla birlikte, doğa felsefesinin yerini, pratik felsefe olarak da tanımlanan, insan üzerine felsefe almıştır. Bu dönemde filozoflar, düşüncelerini insanın kendisiyle yaşamına yöneltmişlerdir. Bundan dolayı, bu tür bir felsefe, insanın kendisiyle, doğası, değerleri ve yetileriyle, onun doğadaki yeriyle ilgili olan, insanın başka insanlarla olan ilişkilerini konu alan bir felsefedir. İnsan üzerine olan bu felsefenin temelinde yer alan motif, doğa felsefesinde olduğu gibi, saf merak olmayıp, insan yaşamının ve insanın eylemlerinin nasıl iyileştirilip, geliştirilebileceğini bulma şeklinde ortaya çıkan pratik bir motiftir.
Hellenik felsefedeki bu değişimin toplumsal, siyasi ve felsefi nedenleri vardır, Buna göre, bu çağda felsefenin merkezi olan Atina’nın toplumsal yapısı bozulmuş, kent, göz kamaştırıcı bir refah döneminin ardından, M. Ö. 431 yılında, otuz yıl sonraki yıkılışını hazırlayan, uzun ve zorlu bir savaşa girmiştir. Savaş yenilgisinin ardından, Atina, bir de veba salgının tüm dehşetini yaşamıştır. Bundan dolayı, Atina artık yüksek bir refah düzeyi olan bir kent olmaktan çıkarak, insan yaşamıyla ilgili problemlerin kendilerini çok daha derinden hissettirdiği bir kent olup çıkmıştır.
Öte yandan, Yunan felsefesinde, felsefenin merkezi olan Atina aynı zamanda, yurttaşların yöneticilerini seçmekle kalmayıp, kendilerinin de siyasal yaşama etkin bir biçimde katılabilecekleri küçük bir demokrasiydi. İşte bu durum, siyasal yaşamın gerisinde yatan ilkeler ve kişinin siyasal yaşamda başarılı olmasını sağlayacak sanatlar hakkında daha çok şey öğrenme arzusunu güçlendirmiştir. Yine, doğa felsefesinin, ortalama insanın bakış açısından iflas etmiş olduğunu söylemek gerekir. Başka bir deyişle, ortalama aydının bakış açısından, doğa filozoflarının aynı konuda karşıt görüşlere ulaşmalarından dolayı, doğa felsefesi hepten anlamsız ve gereksiz hale gelmiştir. Bu tür bir felsefenin iki temsilcisi vardır: Sofistler ve Sokrates.
3- Sistematik Dönem. Hellenik felsefenin son dönemi, eleştirici bir felsefeden oluşan sistematik dönemdir. Yunan felsefi düşüncesinin ulaştığı bu düzeyde, Platon ve Aristoteles, insanın bilgiye ulaşırken kullandığı güç ve yetilerin güvenilirlik ve yeterliliklerini sorgulamaya başlamıştır. Bilgimiz, gerçekte neye dayanmaktadır? Bilgilerimiz duyularımıza mı. yoksa aklımıza mı dayanmaktadır? Duyularımızın bizi gerçeklikle ilişkiye sokabileceğinden emin olabilir miyiz? Zihinsel faaliyet ve işlemlerimiz güvenilir mi?
Bu dönemin iki büyük filozofu olan Platon ve Aristoteles, felsefelerinde, kendilerine dış dünya hakkında düşünme ve spekülasyonda bulunma izni vermezden önce, yetilerimiz, zihinsel faaliyetlerimiz ve işlemlerimizi çözümlemek ve sınamadan geçirmek gerektiği inancıyla, işe bu soruları sorarak başlamışlardır. Yine, aynı dönemde, Yunan felsefesinin ilk iki döneminde, doğa ve insan konularında elde edilen bilgiden de yararlanan Platon ve Aristoteles, tarihin tanıdığı ilk ve en büyük felsefe sistemlerini kurmuşlardır. Bu dönem, nihayet, bilimsel araştırmayla felsefe faaliyetinin, eğitim ve Öğretimin kurumsal bir nitelik kazandığı dönem olmuştur. Bu çağda, eğitim ve araştırma faaliyeti için, Platon Akademiyi, Aristoteles de Liseyi kurmuş ve faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.