Arama

Türk Demokrasi Tarihi - Tek Mesaj #3

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
11 Mayıs 2012       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Türk Demokrasi Tarihi (Devam)

C. Atatürk’ten Sonraki Gelişmeler


1. İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasındaki Gelişmeler

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938’de hayattan ayrılmasından bir gün sonra, Türkiye Cumhuriyetinin ikinci Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü seçilmiştir. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemi, Türk siyasî hayatında köklü değişikliklere sahne olmuştur. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı adaylığı milletvekillerinin özgür iradeleri ile belirlenmiş ve oybirliği ile seçilmiştir. 26 Aralıkta Parti Genel Başkanını seçmek için toplanan Olağanüstü Kurultay da Genel Başkan seçilmesinin yanı sıra İnönü’ye Millî Şef 89 unvanı verilmiştir. Buna göre parti tüzüğünün 3. maddesinde yapılan değişiklikle Atatürk Ebedi Şef, İnönü ise Millî Şef ve Değişmez Genel Başkan olarak ilân edilmiştir. 90
Bu durum tek parti döneminin ve İsmet Paşanın karateristik sıfatı olan Milli Şef sözcüğü ile tarihsel bir kimlik kazanmıştır. İnönü’nün tek merkezli yönetimi bir yandan Millî Şef unvanıyla kurumlaştırılırken, öte yandan da parti-devlet özdeşliğini azaltmaya yönelik birtakım atılımlarda bulunulmuştur. Örneğin 29 Mayıs 1939’da toplanan CHP 5.Parti kurultayında Genel Sekreterin İçişleri Bakanı olması uygulaması kaldırılarak parti içerisinde “Müstakil Grup” adı altında örgütlenen 21 kişilik bir muhalefet grubu oluşturulmuştur.91 Aynı kurultayda köy öğretmen ve eğitmenleriyle, köylerde tarım ve sağlık görevlisi olarak çalışacakları yetiştirmek amacıyla Köy Enstitülerinin kurulması kararı da alınmıştır. Mecliste 17 Nisan 1940’da kabul edilen Köy Enstitüsü Kanunu, CHP içinde sesiz bir muhalefetle karşılanmış ve önemli sayıda milletvekili oylamaya katılmamıştır. Kanunun oylandığı ilk günden başlayarak giderek ivmesi artan bir eleştiriyle yöneticileri ve eğitim programları solculukla suçlanan bu enstitüler, çok partili sisteme geçildikten sonra de muhalefetin yoğun eleştirilerine sahne olmuş ve aşama aşama kaldırılmıştır. Kurultaydan bir ay sonra valilerin aynı zamanda CHP İl Başkanı olmaları uygulamasına son veren bir kanun kabul edilmiştir.92

Millî Şef döneminin büyük bir bölümü 1939-1945 arasında gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı içinde geçmiştir. Türkiye savaşa girmemiş ancak savaşın yükünü önemli ölçüde üstlenmek zorunda kalmıştır. Örneğin bu dönemde Millî Korunma Kanunu, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gibi uygulamalar halkın genelinde ekonomik ve sosyal sıkıntılara ve mevcut iktidara karşı muhalefetin oluşmasına neden olmuştur. Bu da beraberinde bazı değişimleri getirmiştir. Örneğin Savaşın sonuna doğru basının üzerindeki baskı hafiflemeye ve ekonomik sıkıntılar gazetelerde işlenmeye başlamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi içinde Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Hikmet Bayur gibi isimlerin uygulanan ekonomik politikalara yönelik eleştirileri ve olumsuz oy kullanmaları giderek yaygınlaşmıştır. Hükümet ve parti yönetiminde yapılan değişikliklerle tek parti sisteminin aynı katılıkta uygulanmasını isteyenlerin yerine daha ılımlı olanlar getirilmiştir.93

Türkiye 1946 yılına kadar tek parti ile yönetilmiştir. Ancak bu rejim, totaliter ve dogmatik ideolojilere dayanan Faşist ve Komünist tek parti sistemlerinden temelde farklıdır. Türkiye’de bir tek parti olgusu mevcut olmuş, fakat tek parti sürekli ve arzulanır bir model olarak meşrulaştırılmamış; aksine, zorunluluklar sebebiyle başvurulan ve zamanı geldiğinde yerini çoğulcu demokrasiye bırakacak olan geçici bir rejim olarak görülmüştür. Çok partili siyasal demokrasi, bu alanda yapılan denemelerinde gösterdiği gibi, erişilmesi gerekli bir ideal olarak korunmuştur.94

Nihayet İkinci Dünya Savaşı, Batılı demokrasilerin üstünlüğü ve zaferiyle sonuçlanmış, totaliter devletler bu savaşta yenilmişlerdir. Bu gerçek demokrasinin gücünü kanıtlayan bir olgu olarak tek parti yönetimlerinin gözden düşmesine ve bir çok ülkede demokratik yönetime geçiş için bir itici güç olmuştur. Gerek bu gelinen yeni ortam, gerekse Sovyetler Birliği’nin Boğazlarla ilgili olarak Türkiye’ye nota vermesi, Türkiye’yi ABD’nin önderliğindeki Batı bloğuna yaklaştırmış, bu gelişme ise burada geçerli olan demokratik rejimin alınmasını da beraberinde getirmiştir.95 Nitekim o günlerde Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Mecliste görüşülmeye başlamıştır. Burada ki tartışmalar sonucunda CHP içinde ortaya çıkan muhalefet tarafından 7 Haziran 1945’te Tükiye’de demokratik yöntemlerin daha geniş şekilde uygulamaya geçilmesi isteğini içeren “Dörtlü Takrir”96 adıyla bilinen önerge verilmiştir. Önergenin CHP gurubunda 12 Haziran 1945 günü ret edilmesi97 üzerine gelişen olaylar sonucunda söz konusu kişiler CHP’den uzaklaştırılmış ve ayrılmışlardır. Daha sonra Türk demokrasi tarihinde bir yenilik ve uygulama olarak 7 Ocak 1946’da Demokrat Partinin kurulmasıyla98 yeni bir sürece girilmiştir.99 Demokrat Parti iktidara yönelik eleştirilerini ve kendi görüşlerini Meclis içinde ve dışındaki faaliyetleriyle kamuoyuna duyurmaya özen göstermiştir. Yurt çapında giriştiği geniş örgütlenme çabası dışında, mitingler ve basın aracılığıyla halkla iletişim kurmak yoluna gitmiştir. Bu yüz yüze temas, halkın şimdiye dek karşılaşmadığı bir yöntem olarak, onun desteğini kazanmada oldukça etkili olmuştur.100 Halka tercih imkânı verecek yeni bir partinin kurulmuş olması 27 yıllık iktidarın arkasından Cumhuriyet Halk Partisine kendisini yeniden değerlendirme gereğini hissettirmiştir. Partilerin demokrasinin vazgeçilmez kurumların başında gelişinin önemi, halkın istek ve beklentilerinin yönetimi ve uygulamalarını etkilemesi, hatta yönlendirmesi esası böylelikle ortaya çıkmıştır.101 Nitekim 10 Mayıs 1946 tarihinde olağanüstü kongrede ve 3-14 Kasım 1947’de gerçekleştirilen 7.Büyük Kongrede bir çok önemli büyük değişikliklere gidilmiştir.102 Örneğin Cumhuriyet Halk Partisinde İnönü’ye verilen “Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan” unvanı kaldırılmıştır. Parti Başkanın parti kongresinde seçilmesi esası kabul edilmiş, bölge ve sınıf esasına göre parti kurmayı yasaklayan tüzük maddesi iptal edilmiştir.103 Bunların dışında tek dereceli seçim sistemi, Üniversitelere idarî özerklik verilmesi kabul edilmiş, Basın Yasası nispeten daha liberal hale getirilmiştir. Bu ortamda 21 Temmuz 1946’de ilk çok partili seçimler yapılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin üstünlüğüne karşın Demokrat Parti 65, Bağımsızlar 7 üyelik kazanmışlardır. Seçimler sonrasında iktidar-muhalefet arasında ilişkiler karşılıklı suçlamalar nedeniyle iyice gerginleşmiştir. Bu ortamda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü gerginliği gidermek için 12 Temmuz 1947’de bir beyanname yayınlamıştır.104 Bu gelişmeler Cumhuriyet Halk Partisinin kendisini yenileme çabalarına hız katmıştır. Nitekim 3-14 Kasım 1947 tarihinde yapılan 7.Kongrede CHP ideolojisini oluşturan altı ilkeyi yeniden yorumlama ihtiyacı hissetmiştir. Delegeler parti üst yönetimini halktan habersiz ve kopuk olduğunu ileri sürerek eleştirmişlerdir. Ayrıca parti meclisi üyelerinin bütün partililer tarafından seçilmesi, Genel Sekreterin Parti Meclisi tarafından belirlenmesi, milletvekili adaylarının yarıdan fazlasının mahallî parti teşkilâtları tarafından belirlenmesi ilkesinin kabulü,105 demokratikleşme yolunda atılan adımlar olmuştur. Siyal yapıda ise bazı kanunların demokratik nitelik taşımayan hükümleri kaldırılmıştır. Gizli oy, açık tasnif, yargı denetimi gibi ilkeleri içeren Yeni Seçim Yasası’nın kabulünden sonra 14 Mayıs 1950’de çok partili sisteme geçişin en önemli dönemeci olan milletvekili genel seçimleri yapılmıştır. Türk ulusu verdiği oylar ile iktidarı değiştirmiştir.

1950 döneminde Demokrat Partinin üstün bir çoğunluk elde etmesiyle Türkiye’de Demokratik sistem tam bir işlerlik kazanmıştır. İktidar seçimler sonucunda ve barışçıl bir yöntemle değişmiştir. Buna karşın demokratik rekabetin nasıl yürütüleceğine, muhalefet-iktidar ilişkilerinin nasıl düzenleneceğine, muhalefete karşı iktidarın nasıl davranacağına ilişkin ortak anlayışlar ve davranış kuralları henüz gelişmediğinden Demokrat Parti Dönemi, halkın demokratik rekabet sisteminin işlemesini tanıdığı, deneyimler edindiği bir dönem olmuştur.106
1950-1960 arasında Türkiye’nin siyasî hayatına damgasını vuran Demokrat Parti dönemi, uygulanan değişik politikalarla birkaç evrede geçmiştir. Önce 1954’e kadar süren bir liberalleşme dönemi yaşamıştır. Bu dönemin temel bir özelliği, 1950’ye kadar biriktirilen bütün rezervler kullanılarak ve başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinden kalkınma yardımı alınarak ülkenin bir ekonomik refah dönemi geçirmesi sağlanmıştır.107 Ancak bu dönem çok uzun sürmemiştir. Ayrıca oldukça plânsız kullanılan kaynaklar tükenince ekonomik darboğazlar başlamıştır. Doğal olarak siyasal ve toplumsal yaşamı da etkileyen bu dönem yeni düzenlemeleri gerektirmiştir. Nitekim 1950’de özgürlükçü bir siyasal ve toplumsal düzenin savunucusu ve uygulayıcısı olarak işe başlayan Demokrat Parti, sert muhalefetinde etkisiyle 1954’den itibaren katı ve kısıtlayıcı bir tutum içine girmiştir. Buna karşılık muhalefet partileri birleşme kararı almışlardır. Bu girişimi engelleyen ve seçimleri bir yıl öne alan Demokrat Parti yönetimi, 27 Ekim 1957 genel seçimlerinde ilk defa olarak muhalefetin toplam oyunu aşamamıştır.108

Demokrat Partinin bu üçüncü ve son iktidar dönemi, muhalefet ile ilişkilerdeki gerginliğin kopma noktasına geldiği ve sokaklara kadar taştığı bir dönem olmuştur. Muhalefetin gücünü kırmak için bütün tedbirlere başvuran Demokrat Parti iktidarı bir yandanda ekonomik krize çare olarak gördüğü Batı yardımını artırmak umuduyla ABD ile yakınlaşmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler karşısında muhalefet, iktidardan partizanlığın kaldırılması, ikinci meclisin kurulması, seçim güvenliği, üniversitelerin özerkliği, basın özgürlüğü, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler Kurulu gibi düzenlemelerin yapılması talebinde bulunmuştur.

Muhalefetin bu taleplerine karşılık Demokrat Parti iktidarının yanıtı ise, partiyi ülke çapında güçlendirmek üzere Vatan Cephesi’ni kurmak olmuştur. Ayrıca TBMM’de bir Tahkikat Komisyonu kurularak partilerin bütün siyasal etkinlikleri toplantı ve örgütlenme çalışmaları yasaklanmıştır. İktidar partisinin bu tür siyasî uygulamaları halk arasında da giderek büyüyen tepkilere yol açmış ve 1960’lara gelindiğinde hoşnutsuzluk doruk noktasına ulaşmıştır.109


2. Demokrasinin Zora Girdiği Dönemler ve Sonrasındaki Gelişmeler

1950 yılında başlayan Demokrat Parti İktidarı döneminde Türkiye, demokrasi hayatında önceki sorunlardan kurtulamamıştır. Dış politika meselelerinde ve aşırı cereyanlara karşı mücadele ve işbirliği dışında iktidar-muhalefet ilişkilerini demokratik ilkeler çerçevesinde sürdürememiştir. Çünkü oyların çoğunu elde etmenin, istediği her şeyi yapma özgürlüğü olduğu şeklindeki yanlış demokrasi anlayışı, ekonomik ve siyasî dengelerin bozulduğu sıralarda daha da ön plâna çıkmış ve ülke bir kavga ortamına doğru hızla yol almıştır. İktidarın, Vatan Cephesi ve Tahkikat Komisyonu ile oluşturmak istediği kontrole, farklı sebeplerle de olsa gidişattan rahatsız bütün kesimlerin desteğini alarak karşı koymaya çalışan muhalefet arasındaki bu çekişme Silâhlı Kuvvetlerin rejimi korumak amacıyla 27 Mayıs 1960 hareketiyle110 sonuçlanmıştır. Bu hareketin yapıldığı gün Ankara Radyosu’ndan yayınlanan bildirinin baş kısmı şöyledir:
“Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk silâhlı kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır. Bu harekete silâhlı kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır”.111

Görüldüğü üzere Türk siyasî tarihinde demokrasi bir kez daha darboğaza girmiş, bunalıma çare bulmak, uzaklaşılan Atatürk ilkelerine yaklaşılmak ve yeni bir düzen kurmak amacıyla partiler üstü bir hareket olarak 27 Mayıs yapılmak zorunda kalınmıştır.
Daha müdahalenin ilk gününde yönetimi üstlenen Milli Birlik Komitesi’nce İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’ın başkanlığındaki bir bilim kuruluna 30 Mayıs 1960’da yeni bir Anayasa hazırlama görevi verilmiştir. Yeni Anayasa’nın yapılıp seçimlere gidilinceye kadar geçerli olmak üzere, hukuk profesörlerinin hazırladığı bir geçici Anayasa 12 Haziran 1960’ta yürürlüğe konulmuştur. Daha sonra bir teknokratlar hükümeti oluşturulmuştur. Hükümet Milli Birlik Komitesi’ne karşı sorumlu olmuştur.

Demokrasi ve hukuk devleti esaslarını gerçekleştirip teminat altına alacak olan yeni bir anayasa112 hazırlamak üzere oluşturulan Kurucu Meclis 6 Ocak 1961’de toplanarak çalışmalarına başlamıştır.113 Böylece yasama yetkisi Milli Birlik Komitesi’nden Kurucu Meclis’e geçmiştir. Kurucu Meclis, Milli Birlik Komitesi ile Temsilciler Meclisi’nden oluşmuştur. Temsilciler Meclisinin yetkisi, Anayasa ve Seçim Yasalarının hazırlanması açısından geniş tutulmuştur. Temsilciler Meclisi, genel oya dayanan seçimle kurulmuş bir Meclis olmakla birlikte, o günkü koşullar içinde temsil niteliği geniş tutulan bir meclis olmuştur. Bu Mecliste iller, Siyasal Partiler, Barolar, Basın, Eski Muharipler Birliği, Esnaf Kuruluşları, Gençlik Kuruluşları, İşçi Sendikaları, Sanayi ve Ticaret Odaları, Öğretmen Kuruluşları, Üniversite ve Yargı Organları gibi çeşitli kuruluşların temsilcileri ile Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi’nce seçilen üyeler Temsilciler Meclisinde yer almışlardır.114
Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanıp, Kurucu Meclis tarafından onaylanan yeni Anayasa 9 Temmuz 1961 tarihinde % 63 oranında bir halk oyu ile kabul edilmiştir.115

1961 Anayasası, 27 Mayıs harekatından önce ülkede karşılaşılan rejim sorunlarına cevap verme, yeni anayasalardan da yararlanılarak, demokratik bir Anayasa yapma amacıyla hazırlanmıştır. Her anayasa gibi, 1961 Anayasası da yapıldığı dönemde ülkeye egemen olan güçlerin uzlaşmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Çok Partili döneme geçtikten sonra, özellikle 1950-1960 arası karşılaşılan tüm sorunlar basite indirgenerek bir anayasa sorunu olarak görülmüş ve her sorunun çözümü anayasa’da aranmıştır.116

Bu anayasanın başlangıcında amaçlar anlatılırken temel hedeflerden birinin “insan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını... geliştirmeyi mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak...” olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri anlatılırken “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak belirtilmiştir.

Ayrıca Anayasa, kuvvetler arasındaki dengeyi yeniden düzenleyerek ve hükümetin aşırı güçlü olmasını önleyici hükümler de getirmiştir. Anayasa’ya göre evvelce tek meclisli olan parlamento, senatonun kurulmasıyla iki meclisli olmuştur. Basın özgürlüğü en geniş şekliyle kabul edilmiş, seçim sitemi değiştirilerek Nispi Temsil esası benimsenmiştir.

Bunların dışında yargı bağımsızlığı da güvence altına alınarak, yargıçların bütün özlük işlerine bakmakla yetkili bir Yüksek Hakimler Kurulu kurulmuştur. İdarenin bütün eylem ve işlemleri de Danıştayın denetimine tabi kılınmıştır. Bunlar demokratik hukuk devletinin yaptırımlarıdır.

1961 Anayasası demokratik hak ve özgürlükler açısından da ileri hükümler getirmiştir. Hak ve özgürlükler sadece anayasada gösterilen belli nedenlerle sınırlandırılabilecek, sınırlama anayasanın özüne ve sözüne uygun olacak, kanun ile yapılacak ve hiçbir şekilde hak ve özgürlüğün özüne dokunulmayacaktır.117

Görüldüğü gibi yeni Anayasa kalkınmayı, sosyal adaleti ve demokrasiyi birlikte gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Zaten anayasanın hazırlanmaya başlamasından bir süre sonra siyasî faaliyet ve kuruluşlara izin verilmiştir. Bunu müteakiben kurulan siyasî partilere 11 Şubat 1961’de Adalet Partisi de katılmıştır.118 Halkoylamasından önce ülkedeki siyasal faaliyetler serbest bırakılmıştı. Kısa zamanda bir çok siyasî parti kurulmuştur. Arkasından milletvekili ve senato seçimleri 15 Ekim 1961’de yapılmış ve 17 aylık bir geçiş döneminden sonra Türkiye’de yeniden çok partili demokratik yönetime dönülmüştür.

Seçimlerde en çok oyu 173 milletvekili çıkaran CHP ile 158 milletvekili çıkaran Adalet Partisi kazanmıştır.119 Bu sonuçlar doğrultusunda CHP-AP koalisyon hükümeti kurulmuştur. Ancak eski Demokrat Partililerin bağışlanması ve iki parti arasındaki temel toplumsal-ekonomik konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle hükümet bozulmuştur.120 Daha sonra CHP Mecliste diğer iki küçük parti olan Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Bağımsızlar ile birlikte yeni bir koalisyon hükümeti kurmuştur. Ancak ilerleyen dönemde ortakların arasındaki görüş ayrılıkları hükümetin dağılmasına yol açmıştır. Daha sonra İnönü’nün başkanlığında bir azınlık hükümeti kurulmuştur. Bu hükümet 1 yıldan fazla olarak ülkeyi yönetmiş ancak bütçenin Mecliste kabul edilmemesi üzerine 13 Şubat 1965’te istifa etmiştir.121 Bağımsız milletvekili Suat Hayri Ürgüplü’nün başkanlığında kurulan hükümet ülkeyi aynı yılın Ekim ayında yapılan seçimlere kadar yönetmiştir. Yapılan seçimlerde Adalet Partisi 240 milletvekili kazanarak tek başına iktidar olmuştur. CHP ise 134 milletvekili kazanmıştır. Seçim sonuçları Türk demokrasi yaşamına bir başka yenilik sunarak ilk defa bir sosyalist parti (Türkiye İşçi Partisi) 15 milletvekili ile TBMM’de temsil edilmiştir.122 Bu sonuçlar doğrultusunda AP Genel Başkanı Süleyman Demirel hükümeti tek başına kurmuş ve istikrarlı bir dönem başlamıştır.

1965-1969 yılları arasında ülkenin siyasal yapısında, ekonomik-sosyal yapıdaki değişimlere uygun olarak çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Örneğin 1966 yılında gerçekleşen CHP Kurultayında Genel Sekreterliğe seçilen Bülent Ecevit’le birlikte CHP’de ilk defa “Ortanın Solu” kavramı kullanılmaya başlamıştır. Bu gelişme üzerine Turhan Feyzioğlu’nun önderliğinde 48 milletvekili ve senatör CHP’den istifa ederek 12 Mayıs 1967’de Güven Partisini kurmuşlardır.123

12 Ekim 1969’da yapılan seçimlerde AP’si 256 milletvekili kazanarak tekrardan tek başına iktidar olmuştur. Ancak AP’nin bu yeni iktadar dönemi, bütün Avrupa’da 1968 olaylarının patlak verdiği ve Türkiye’de de benzer olayların yaşandığı bir zamanda başlamıştır. Zaman zaman büyük çatışmalara varan şiddet olaylarına karşı hükümetin etkin tedbir alamaması ülkeyi bir siyasî-sosyal ve ekonomik kaosa sürüklemiştir. Bu gelişmelerin üzerine 12 Mart 1971 günü Türk Silâhlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanı ve üç Kuvvet Komutanı tarafından imzalanan bir “Muhtıra” Cumhurbaşkanı, Senato ve Meclis Başkanına verilmiştir. Muhtıranın Radyodan duyurulmasından hemen sonra Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi Hükümeti görevi bırakmıştır.124 Arkasından CHP milletvekili Nihat Erim’in başkanlığında tarafsız bir hükümetin kurulmasıyla sekiz ay süren bir koalisyon dönemi yaşanmıştır.125 Bu dönemde tüm dünyada kendisini hissettiren ekonomik bunalımın Türkiye’ye de yansıması özellikle dar gelirli kesimde ciddi huzursuzluğa yol açmıştır. İlk Erim hükümeti başarısız olmasına rağmen İkinci Erim hükümeti kurulmuş ancak bu hükümet 4 ay devam edebilmiştir. Bu aşamada Erim, yerini Milli Savunma Bakanı Ferit Melen’e bırakarak görevden ayrılmıştır. 22 Mayıs 1972’den Nisan 1973’e kadar görevde kalan Melen hükümeti döneminde Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçilmiş ve 12 Mart rejimi sona ermiştir. Melen’den sonra kurulan Nam Talu hükümeti ise geçici bir hükümet olarak seçimlere kadar devam etmiştir.
Yine bu dönemde Hükümetin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla anayasanın 44. maddesi değiştirilmiştir. Radyo, Televizyon ve Üniversite özerkliğine bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Siyasî şiddet olaylarına karışanları yargılamak üzere Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuştur. Bazı siyasî partiler kapatılmıştır.126
1973 yılı seçimleri sonucunda CHP 185 milletvekili kazanarak lider parti konumuna gelmiştir. Ecevit 25 Ocak 1974’de Millî Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti kurarak görevine başlamıştır. Ancak yeni hükümet çok geçmeden iç ve dış konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle sarsılmaya başlamıştır. İç anlaşmazlık konularından en önemlisini 12 Mart muhtırasından sonra siyasî sebeplerle tutuklananlara yönelik “Genel Af Meselesi” oluşturmuştur. Dış meselenin başında ise Kıbrıs sorunu gelmektedir. Kıbrıs’a yönelik olarak CHP, baskı altında tutulan Türklerin özgürlüklerine kavuşmasını ve Güney sınırlarımızın güvenliğinin sağlanmasına dönük sınırlı bir eylemi savunurken MSP, adanın tamamının alınmasını istemiştir. İşte bu gibi anlaşmazlıklar CHP-MSP koalisyonunun sonunu hazırlamıştır. Bu gelişme sonrasında 200 günü aşkın sürede yeni hükümetin kurulamaması nedeniyle bir iktidar boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu geçiş dönemi süresince Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından atanan Kontenjan Senatörü Sadi Irmak Başbakanlık görevini sürdürmüştür. Nihayet 12 Nisan 1975 tarihinde Demirel başkanlığında AP, MSP, CGP, MHP ve Bağımsızlardan oluşan Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştur. 5 Haziran 1977 seçimlerine kadar süren MC Hükümeti süresince bir yandan Kıbrıs dolayısıyla ortaya çıkan dış politika problemleri ile uğraşılırken, diger yandan gittikçe artan terör ve anarşi önlenmeye çalışılmıştır. 1977 seçimleri sonrasında 213 milletvekili çıkarmasına rağmen yine tek başına iktidar olabilecek gücü kazanamayan CHP Azınlık Hükümeti kurmayı denemiş ancak başarılı olamamıştır. Bunun üzerine yeniden gündeme ikinci Milliyetçi Cephe hükümeti gelmiş ve Ocak 1978’e kadar ülkeyi idare etmiştir. Ancak iç ve dışta güvenliğin sağlanamaması, ulusal birliğin kurulamaması ve anayasal sınırların zorlanması gibi nedenlerle verilen gensoru sonucunda iktidar düşürülmüştür. Daha sonra CGP ve DP’nin desteği ile üçüncü Ecevit Hükümeti kurulmuştur. Ancak bu hükümetinde gittikçe artan terör ve anarşiye çare bulamayacağı anlaşılınca 14 Ekim 1979’da yapılan ara seçimlerde ağır bir yenilgiye uğraması sonucunda Ecevit Hükümeti çekilmek zorunda kalmıştır. Arkasından yeni bir Demirel hükümeti kurulmuş ve ekonomik alanda 24 Ocak kararları olarak bilinen bir dizi önlem alınmasına karşın, Cumhurbaşkanı’nın seçilmesinde ve terörün önlenmesinde herhangi bir aşama kaydedilememiştir. Partilerin bir türlü ortak bir zeminde buluşamaması ve karışıklıkların artması üzerine Türk Silâhlı Kuvvetleri bir kez daha zora giren demokrasiyi kurtarmak için 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime müdahale etmiştir.127
“Bayrak Harekatı” adı verilen bu müdahale ile Türk Silâhlı Kuvvetleri yönetime el koyarak Milli Güvenlik Konseyi Rejimini başlatmışlardır. Konsey üyeleri müdahalenin altıncı gününde “Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik cumhuriyet ilkelerine dayalı yeni bir Anayasa düzeni vaadini de içeren bir metin ile 18 Eylül 1980’de TBMM binasında and içmişlerdir.128
Bu harekatın gerekçeleri incelendiğinde bunlar özlü yönleriyle: “Ülkeyi karanlığa ve acze itenlere dur demek, Atatürk ilkelerine ve demokrasiye işlerlik kazandırmak, ulusal birlik ve beraberliği sağlamak” gibi önemli konulardır. Bunların ana amacı ise; ulusal varlığı güven içinde bulundurmak, demokratik düzenin işlemesine engel olan nedenleri ortadan kaldırmaktır.129 MGK 1 Kasım 1980 günü ülkeyi yeniden yapılandırma projesi başlatmıştır. Bu projenin en önemli aracı ise, kuşkusuz yeni bir anayasa idi. Bu amaçla ülkeyi yeni düzene taşımak, anayasal ve yasal çatıyı kurmak, TBMM’nin oluşmasına kadar yasama ve yürütmeyi kullanmak üzere Kurucu Meclis oluşturulmuştur.130 Hükümeti kurmakla da eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu görevlendirilmiştir. Ağırlıklı olarak eski askerler, öğretim üyeleri ve bazı teknokratlardan oluşan yeni hükümet, ekonomide AP hükümeti döneminde alınan 24 Ocak kararlarını uygulamaya koyarken, anarşi ve terör olaylarında da hissedilir derecede bir azalma olmuştur. Siyasî alanda oldukça sert önlemler alan yönetim 16 Ekim 1981’de tüm siyasî partileri kapatmış ve mal varlıkları hazineye devredilmiştir.131
Kurucu Meclis tarafından kabul edilen yeni anayasa 7 Kasım 1982’de yapılan halkoylamasında % 90’ın üzerinde oy ile kabul edilmiştir. Aynı halkoylaması ile Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçilmiştir.132
Anayasanın dayandığı temel ilkeler, esas itibariyle anayasanın başlangıç kısmı ile ve Cumhuriyetin niteliklerini belirten 2. maddesinde yer almıştır. Bunlar Atatürk milliyetçiliği, demokratik devlet, lâik devlet, sosyal devlet, hukuk devleti ve İnsan haklarına saygılı devlet ilkeleridir.133
24 Nisan 1983’de Siyasî Partiler Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte Partiler yeniden kurulmaya başlamıştır.134 Nitekim 6 Kasım 1983’te Genel seçimlerin yapılmasıyla birlikte yaklaşık üç yıl sonra MGK yönetimi sona ermiştir. Yapılan seçimlerden 211 milletvekili çıkaran Anavatan Partisi en başarılı olarak çıkmıştır. Turgut Özal’ın kurduğu hükümet 13 Aralık 1983’te göreve başlayarak135 1991’e kadar Türkiye’yi yönetmiştir.

ANAP liberal bir ekonomik politika, serbest piyasa ekonomisi, teşebbüs özgürlüğü, devletçiliğin terk edilmesi, yerel yönetimlere inisiyatif verilmesi, bürokrasinin azaltılması gibi görüşleri modern/muhafazakar bir görüntü ile birlikte savunarak işbaşına gelmiş ve iktidarını sürdürmüştür. Bu görüşlerin yanı sıra ekonomiyi rayına oturtmak, enflasyonu ve işsizliği aşağı çekmek, yüksek kalkınma hızı, bolluk içinde bir piyasa sözleri vermiştir. Ayrıca asayişin sağlandığı bir toplumsal barış ortamı vaadinde bulunmuştur. 1984-1991 arasındaki uygulamalarına bakıldığında serbest piyasa ekonomisi, ihracata yönelik büyüme, devletçiliğin terki 1989’a kadar güçlü, sonra zayıf bir yerel yönetim özerkliği politikaları izlemiştir. Fiyat enflasyonu ve işsizlik konularında ise başarı sağlanamamıştır. Toplumsal muhafazakarlık ve lâiklik ile ilgili politikaları daha çok günün koşullarına göre değişen bir çizgi izlemiş ve sürekli bir çatışma ve tartışma konusu olmuştur.136 Bu dönemde demokrasi daha da gelişmiştir. Eski dönemin bazı yasakları kaldırılmıştır. Daha önce yasaklanan bazı partilerin 1984 yılında yapılan mahallî seçimlere katılmalarına izin verilmiştir. 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan halkoylaması ile bazı eski siyasetçilere 12 Eylül döneminde konulmuş olan siyaset yasağı kaldırılmıştır. Ayrıca yine bu dönemde Radikal Parti, Yeşiller Partisi gibi yeni partilerde kurulmuştur. İnsan hakları alanında yeni adımlar atılmıştır. Fikir özgürlüğünü sınırlandırdığı için yıllardan beri eleştirilen Ceza Kanunu’nun 141,142 ve 163.maddeleri kaldırılmıştır.137
Yine 1980’li yıllar siyasî egemenliğin kimde olduğu ve nasıl kullanılacağı, rejimin parlamenter mi? Başkanlık Sistemi mi?, seçim yasaları, siyasî partilerin nasıl örgütlenecekleri hususunda bir yasa veya farklı modeller olup olamayacağı, kamu idaresinin yapısının merkezci mi? Yerinden yönetim ilkesine göre mi? Olması gerektiği, yargının siyasî sitemdeki rolü ve bağımsızlığı, insan hakları ve özgürlüklerin nasıl uygulamaya konulacağı ve korunacağı konusunda siyasî çevrelerde tartışmalar devam etmiş ve yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır. Ancak bu konular üzerinde hiçbir zaman tam olarak ortak konsensüs sağlanamamıştır.138
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görev süresinin Kasım 1989’da dolması üzerine TBMM tarafından Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak 1991 yılında yapılan genel seçimlerde ANAP geride kalarak Süleyman Demirel’in liderliğindeki Doğru Yol Partisi en başarılı olmuştur. Bunun üzerine Demirel’in başbakanlığında DYP-Sosyal Demokrat Halkçı Parti koalisyonu kurulmuştur. Bu dönemde hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki ilişkiler genelde gergin olmuş ama genede daha önceden Özal’ın başlattığı demokratikleşme ve ekonomide liberalleşme ile ilgili temel politikalar geliştirilmiştir.139
17 Nisan 1993’te Cumhurbaşkanı Özal’ın hayattan ayrılmasından sonra Başbakan Demirel TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Başbakanlığı ise Türk demokrasi tarihinde ilkkez bir bayana, kendisini DYP lideri olarak takip eden Tansu Çiller’e bırakmıştır. Bu gelişme üzerine Erdal İnönü’de SHP Genel Başkanlığı ve Başbakan yardımcılığını dönemin Ankara Belediye Başkanı olan Murat Karayalçın’a bırakmıştır. Yeni koalisyonun adı Çiller-Karayalçın Hükümeti olmuştur. Bu hükümet Karyalçın’ın SHP-CHP’nin birleşmesi sürecinde genel başkanlıktan ayrılmasıyla son bulmuştur. İki partinin birleşme sürecinde ılımlı lider Hikmet Çetin CHP Genel Başkanlığı’na ve dolayısıyla Başbakan yardımcılığına getirilmiştir. Çiller-Çetin Hükümeti 9 Eylül 1995’de yapılan olağan kongrede CHP Genel Başkanlığına Deniz Baykal’ın seçilmesiyle sona ermiştir. Yeni hükümeti kurmakla yeniden Çiller görevlendirilmiştir. Çiller’in kurduğu azınlık hükümetinin TBMM’den güvenoyu alamaması üzerine 24 Aralık 1995’te yapılacak erken genel seçimlere kadar bir seçim hükümeti kurulmuştur.140
Bu seçimlerle birlikte Necmetin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi ilk defe toplam oyların % 21’ni alarak en başarılı olmuştur. 1994 yılında yapılmış olan yerel seçimlerin arkasından Erbakan önemli bir güç kazanmıştır.141 Ancak Erbakan’ın hükümeti kuramaması üzerine ANAP ile DYP arasında Dönüşümlü Başbakanlık esasına dayalı yeni bir hükümet kurulmuştur. Bu hükümetin yürütülememesi üzerine Erbakan’ın başbakanlığında RP-DYP Hükümeti kurulmuştur.142 Ancak bu hükümet bir yıldan az süre görev yaparak 16 Haziran 1997’de son bulmuştur. Bunun temelinde de birkaç neden bulunmaktadır. Örneğin Türkiye’nin bu dönemdeki uluslar arası duruşunda, içerikten çok tavır açısından değişiklikler gerçekleşmeye başlamıştır. Bu açıdan önemli bir gelişme 1997 yılının Şubat ayında Sincan’da yaşanmıştır. RP’li Sincan Belediye Başkanı Filistin Davasını desteklemek amacıyla “Kudüs Gecesi” düzenlemiş ve onur konuğu olarak ta geceye İran Büyükelçisi katılmıştır. Bu durum Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından hoş karşılanmamıştır.143
1999 yılında yapılan genel seçimler Meclisin yapısında önemli bir değişikliğe yol açmıştır. Bu kez Ecevit’in Başkanlığında DSP-MHP-ANAP’tan oluşan üçlü bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Ancak genel durumda herhangi bir köklü değişiklik olmamıştır. Mayıs 2000’de Cumhurbaşkanı Demirel’in görev süresinin dolması üzerine Meclis onun yerine Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’i seçmiştir. Aralarında temelde farklılıklar olmasına karşın Üçlü Koalisyon ülke menfaatları konusunda büyük bir uzlaşma örneği sergileyerek 3 Kasım 2002 tarihinde yapılmış olan erken genel seçimlere kadar ülkeyi yönetmiştir. Bu seçimlerde ise Meclisin yapısında gene çok önemli bir değişiklik olmuştur. İktidardaki partilerin tamamı Meclis dışında kalmıştır. Türk ulusu bu kez tercihini Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi yönünde kullanmıştır. Uzun zamandan beri ilk defa Mecliste sadece iki siyasî partinin çoğunluk sağlayabildiği bir dönem yaşanmaya başlanmıştır. Mecliste üstün bir çoğunluk sağlamış bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına hükümeti kurarak görevine başlamıştır. Bugün bu gelişmenin Türk demokrasisinin gelişimine olumlu katkı sağlaması tüm toplum genelinde umut edilmektedir.


Sonuç

Görüldüğü üzere Türkiye’de demokrasinin gelişim süreci oldukça önemli sorunlar yaşamış, fakat bunları aşarak yoluna devam etmiştir. Bunlar doğal gelişmelerdir. O nedenle Türk ulusunun demokrasi sürecinde sergilediği bu gelişmeler hiçbir zaman küçümsenmemelidir. Zira Türkiye kendi tarihsel bağlamı içinde, kendi gelenekleri ve deneyimleri ışığında ele alınmalıdır. Çünkü bugün dünyada sadece birkaç ülkede demokrasi eskidir ve yerlidir. Bu da büyük bir evrimin sonucunda olmuştur. Çoğu ülkede ise demokrasi yenidir vede dışardan ithal edilmiştir. Bazılarında ise demokratik kuruluşlar, ülkeyi terk eden emperyalistler tarafından miras bırakılmıştır. Bazılarında da galip gelen dış güçler tarafından empoze edilmiştir. Ancak Türk demokrasisi ne miras alınmış ne de empoze edilmiştir. Türk demokrasisi Türk ulusunun özgür seçimini temsil etmiştir. Büyük ölçüde yabancı modeller üzerine kurulduğu doğru olmakla birlikte, bu modellerin seçimi tamamen Türk ulusun kendisine aittir, ve demokratik gelişmenin biçimi ve hızı dış güçlerden çok Türk ulusunun kendisi tarafından benimsenmiştir. Bu yüzdende hep gelişme süreci içinde olmuştur.144
Bugün artık Türkiye’de demokrasi, kurumlarıyla birlikte gelişme göstermiş, siyasal kültürün içeriği demokratik bir siyasal yapıyla daha fazla uyum içine girmiştir. Düşünce özgürlüğünün sınırları genişlemiş, yapılabilecek siyasal tercihler çoğalmıştır. Siyasal katılmayı uyaran gönüllü kuruluşlar yaygınlaşmış, çıkarların birleşmesi ve ifadesi kolaylaşmıştır. İşçi sendikaları, sanayi dünyasının vazgeçilmez öğeleri olarak toplumda yerlerini almışlardır. Barışçıl yöntemlerle demokrasiye geçmeyi başaran örnek bir ülkenin vatandaşları olan Türk ulusu demokratik bir sisteme sahip olmaktan övünç duymaktadır.145 Kuşkusuz bunda Atatürk ve onun devrimlerinin amacına ulaşması, dinamizmini ve canlılığını korumasının da önemli katkıları olmuştur.



******
Kaynakça

89 Milli Şef kavramı ve Türk siyasî hayatındaki yerine ilişkin bkz.Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, s.157-173; Osman Akandere, Milli Şef Dönemi, İz Yayıncılık, İstanbul 1998.s.29-67; Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, 1965s.139;Mahmut Goloğlu, Milli Şef Dönemi, Ankara 1974.
90 Ş. Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.II, Remzi Kitabevi, s.37-39 ; Çetin Yetkin, a.g.e., s.160-161.
91 Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, s.179-181.
92 Thema Larousse, s.238.
93 Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Ankara 1974.s.137.
94 Ergün Özbudun,”Atatürk ve Demokrasi” Atatürkçü Düsünce, AAM Yayını, Ankara 1992.s.239.
95 Tek parti yönetiminin sona ermesine etki eden dış siyasal nedenlerle ilgili olarak bkz. Haluk Ülman, İkinci Cihan Savaşı’nın Başından Turuman Doktririne Kadar Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri 1939-1947, A.Ü. SBF Yayını, Ankara 1961; Eweisband, İkinci Dünya Savaşı’nda İnönü’n Dış Politikası, Çev. M.Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul 1974; Selim Deringil, Denge Oyunu-İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994; Yusuf Sarunay, Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve NATO’ya Girişi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara 1992; Necdet Ekinci, Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1997.
96 İlerde Demokrat Partinin kurucuları olarak anılacak olan İzmir Milletvekili Celal Bayar, Aydın Milletvekili Adnan Mendreres, Kars Milletvekili Fuat Köprülü ve İçel Milletvekili Refik Koraltan tarafından verilmiştir. Buna Dörtlü Takrir denmesinin nedeni dört milletvekili tarafından imzalanak verilmesinden dolayıdır. Dörtlü Takrir’in tam metni için bkzMahmut Goloğlu, Milli Şef Dönemi, s.365-369 ; Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 4.Kitap, s.303-305 ; Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde CHP’nin Mevkii, C.1, İstanbul 1965.s.169-172 ; Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları, Tekin yayınevi, İstanbul 1966.s.73-74.
97 Bununla ilgili olarak bkz. Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s.84;
98 Partinin kuruluşundan önce Bayar parti programını İnönü’ye götürerek onun onayını almıştır. Demokrat Partinin kuruluş CHP yanlısı basın organlarında sevinçle karşılanmış ve istenilen tipte bir parti kurulmuş olmasından duyulan rahatlık dile getirilmiştir. Bu durum muvazaa iddialarına yol açmış tır. Bkz. Ersin Kalaycıoğlu - Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Alfa Basım Yayım, İstanbul 2000. s. 211. Demokrat Parti ile ilgili olarak bkz. Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş (1946-1950), Kaynak Yay., İstanbul 1982; Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı (1889-1960), Remzi Kitabevi, İstanbul 1968; Samet Ağaoğlu, Demokrat Partinin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri -Bir Soru-, Baha Matbası, İstanbul 1969; Cem Eroğlu, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara 1960; Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara 1988; Muzaffer Sencer, Türkiye’de Siyasi Partililerin Sosyal Temelleri, Geçiş yayınları, İstanbul 1971; Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul ty. Ayrıca Demokrat Partinin programı için bkz. Ayın Tarihi, Sayı: 146 (Ocak 1946), s. 8; Taner Timur, a.g.e., s. 29; Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s. 662.
99 Çok partili sisteme geçiş aslında Demokrat Parti den önce 18 Temmuz 1945’te kuruluşuna izin verilen Milli Kalkınma Partisi ile olmuştur. Siyasî hayatta tecrübesi olmayan kişilerce kurulmuş olması ve kurucularının derin fikir ve görüş ayrılıkları içinde bulunmaları, bu partinin beklenilen ve özlenilen muhalefet partisi olmadığı gerçeğini ortaya koyacaktır. Demokrat Partinin kurularak Türk demokrasi hayatında yerini almasıyla bu partinin önemi kaybolmaya başlayacaktır. Ayrıntılar içn bkz. Goloğlu, Milli Şef Dönemi, s.402; Burçak, a.g.e., s.49; Türkiye’de Siyasi Dernekler II, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1950.s.109; Tunaya, a.g.e., s.638-649. vd.
100 Nükhet Turgut, a.g.m., s.444.
101 Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, s.544.
102 Kongre ile ilgili olarak bkz. M.Goloğlu, a.g.e., s.189; Taner Timur, a.g.e., s.61 vd.
103 Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul 1970, s. 125-128.
104 Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu bildiri ile iktidar ile muhaleft arasında diyalog kurmayı, uzlaşma sağlamayı amaçladığını açıklamıştır. Bu bildinin içeriği kısaca; Çok partili sistemde Cumhurbaşakının politika üstü bulunması ve her iki partiye karşı eşit ödevlerle, partizan olmayan bir devlet başkanı olması gerektiğine işaret etmiştir. Bkz. Levis, a.g.e., s.306;Cezmi Eraslan “Türkiye’de Çok Partili Sistemin Kurulmasında Bir Dönüm Noktası: 12 Temmuz 1947 Beyannamesi” Atatürk Yolu, A.Ü. Yayını, Sayı: 22, Kasım 1998.
105 Karpat, a.g.e., s.176; Hikmet Bila, CHP 1919-1999, s.126-131.
106 Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, s.370.
107 Bu dönem ile ilgili olarak bkz. Cem Eroğlu, a.g.e.; Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi Çağdaşlık Yolunda Türkiye, 4.Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara 1999 ; Metin Toker, Demokrat Partinin Altın Yılları 1950-1954, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1990; Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara 1992; Metin Toker, Demokrat Parti Yokuş Aşağı 1954-1957, Ankara 1991; ve Demokrasiden Darbeye (1957-1960), Ankara 1992.
108 1954-1957 arasındaki uygulamalar için bkz.Metin Toker, Demokrat Parti Yokuş Aşağı 1954-1957; Cem Eroğlu, a.g.e.,; Şerafettin Turan, a.g.e.
109 Bu gelişmeler ile ilgili olarak bkz. Metin Toker, Demokrasiden Darbeye 1957-1960; Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), Nurol Matbacılık, Ankara 1998; Turan, a.g.e.; Cem Eroğlu, a.g.e.,
110 Feroz Ahmad-Turgay Bedia, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1975), Bilgi Yayınevi, Ankara 1976, s.291.; 27 Mayıs 1960 hareketiyle ilgili olarak bkz. M. Toker, Demokrasiden Darbeye 1957-1960; Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, Çev. M. Ali Sebük - Hakkı Akın, Celtüt Matbacılık, İstanbul 1966; Haydar Tunçkanat, 27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye), İstanbul 1996.
111 Muzaffer Erendil, “Atatürk ve Demokrasi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı:6, s.710; Turan, a.g.e., 5. Kitap, s.13.
112 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s.123.
113 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 5. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara 2002, s. 56.
114 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s.123.
115 Şerafettin Turan, 5. Kitap, s.58.
116 Gözübüyük, a.g.e., s.127.
117 1961 Anayasası ile ilgili olarak bkz.Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul 1982; Şeref Gözübüyük, a.g.e., s.126-131.
118 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950-1995, İmge Kitabevi, Ankara1996.s.113; Turan, a.g.e., 5.Kitap, s.66-69.
119 CHP 36.7, Adalet Partisi % 34.8, Yeni Türkiye Partisi % 13.7 , Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ise % 14 oranında oy kazanmışlardır. Bkz.Turan, a.g.e., 5. Kitap., s.83.
120 Birsen Gökçe, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar, Savaş Yayınevi, Ankara 1996, s.35.
121 Kurulan hükümet ve siyasal gelişmler için bkz. Turan, a.g.e., 5. Kitap, s.89-120; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, s. 576-586.
122 AP % 52.9, CHP ise % 28.7 diğer partiler de % 7’den az oy almışlardır.
123 Birsen Gökçe, a.g.e., s.36.
124 Birsen Gökçe, a.g.e., s.37.
125 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), Hil yayınları, İstanbul 1994, s.335-340.
126 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s.130-13; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, s. 611-617: Turan, a.g.e. 5. Kitap, s. 216-217; Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 193-233.
127 12 Eylül Harekatına gidiş süreciyle ilgil olarak bkz. Feroz Ahmad, a.g.e., s. 422-429; Turan, a.g.e., 5. Kitap, s.285-415; Türkiye Cumhuriyeti Tarinhi II, s.617-626; Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 233-261.
128 Milli Güvenlik Konseyi şu üyelerden oluşmuştur: Genelkurmay Başkanı Org.Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun. Devlet Başkanlığı görev ve yetkilerini de Kenan Evren üstlenmiştir. MGK Genel Sekreterliğini ise Haydar Saltık atanmıştır. Bkz. Sina Akşin ve Diğerleri, Bugünkü Türkiye 1980-1995, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s.26-27.
129 Muzaffer Erendil, a.g.m.; Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1995, s.255.
130 Kurucu Meclis, Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi olarak iki kanattan oluşmuştur. Danışma Meclisi üyelerinin sayısı ise 160 olarak belirlenmiştir. Bunun 120’si her İlin Valisinin önerdiği adaylar arasından MGK tarafından seçilmiştir. 40 üye ise doğrudan doğruya MGK tarafından seçilmiştir. Sina Akşin, a.g.e., s.38.;Şeref Gözübüyük, a.g.e., s.134.
131 Sina Akşin, a.g.e., s.42.
132 Sina Akşin, a.g.e., s.42.
133 Daha geniş bilgi için bkz.Gözübüyük, a.g.e., s.139-163.
134 Sina Akşin, a.g.e., s.51.
135 Sina Akşin, a.g.e., s.58.
136 Ersin Kalaycıoğlu, “1960 Sonrası Türk Politik Hayatına Bir Bakış: Demokrasi Neopatrimonyalizm ve İstikrar” Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s.405-406.
137 Sina Akşin, a.g.e., s.94.
138 Ersin Kalaycıoğlu, a.g.m., s.407.
139 Bernard Lewıs, Demokrasinin Türkiye Serüveni, Çev. Hamdi Aydoğan - Esra Ermert, YKY, İstanbul 2003.s.21.
140 Birsen Gökçe, a.g.e., s.44.
141 Bernard Lewis, a.g.e., s.24.
142 Birsen Gökçen, a.g.e., s.45.
143 Bernard Lewıs, a.g.e., s.26.
144 Değerlendirme için bkz.Bernard Lewis, Demokrasinin Türkiye Serüveni, s. 29.
145 İter Turan, “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu” Türk Siyasal Hayatının Gelişimi, Beta Basım yayım, İstanbul 1986, s. 475.

----------------------
* Atatürk Araştırma Merkezi - htosun@atam.gov.tr
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 52, Cilt: XVIII, Mart 2002

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!