BİLİNMEYEN HİTLER
Yazar: Aytunç ALTINDAL
BÜYÜKANNENİN GÜNAHI
" Bu insanlar benim gerçek kimliğimi hiçbir zaman öğrenmemelidirler. Benim nereden geldiğimi ve aile geçmişimi hiçbir zaman bilmemelidirler. "
Adolf HİTLER, 1930
5 Kasım 1937'de Almanya'nın Führer'i Adolf Hitler gizli bir savaş konseyi topladı. Bu "En üst düzeyde Gizli" toplantıya dışişleri bakanı Baron Konstantin von nurath, Savaş Bakanı General Wernal Von Blonberg, Genel Kurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Frreiherr Wernel Von Fritsh, Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Erich Raeder ve Hava Kuvvetleri Komutanı Hermann Göring katıldılar. Hitler Almanya'nın ve Avrupa'nın geleceği ile ilgili gerçek düşüncelerini işte ilk kez bu gizli toplantı sırasında açıkça dile getirdi.
Gözlerini sessizce kendisini dinleyen Generallerin yüzlerinde gezdirdi. Hitler kendisi ile kolay çalışabilecek bir insan değildi. Her an duygularını önceden tahmin edilemeyecek bir öfke ve/veya coşku ile açığa vurulabilir ve isteklerini bir an önce yerine getirilmesi için çevresine baskı uygulayabilirdi.
Hitler bir süre suskun kaldı; sonra ondan beklenmeyecek kadar alçak fakat keskin kararlılık gösteren bir sesle sözlerini sürdürdü:
Bütün iktisadi ve toplumsal zorluklar, ırksal tehditler ve tehlikeler toprak yetersizliğinin üstesinden gelinmek sureti ile çözümlenebilir. Almanya'nın geleceği işte buna bağlıdır... Bu toprak eksikliğini gidermenin yolu Avusturyanın ve Çekoslavakya'nın Almanya tarafından en kısa zamanda ilhak edilmesinden geçmektedir. Almanya'nın toprak eksikliği sorununu çözümlemesi için güç kullanması tek çıkar yoldur. "
Hitlerin açıklamaları toplantıdaki generallerin üzerinde soğuk duş etkisi yaratmıştı. Bu sözler "Vasiyet" olmaktan çok bir ultimatomu çağrıştırıyordu. Generaller şaşkınlıktan dillerini yutmuş gibi oturuyorlardı. Acaba Führer durup dururken Almanca konuşan ve onun gibi katolik inanca sahip komşu Avusturya'yı ve hiçbir askeri tehdit değeri olmayan Çekoslavakya'yı niçin işgal etmek istiyordu? Üstelik Avusturya onun ana vatanı idi.
Tarihçe Sir Alon Bullock şöyle yazmıştı: "Hitler kendiside Avusturyalı olduğu için Almanlık ruhuna sahip bu iki ulusu birleştirmek arzusundaydı. Eğer 1934'te İtalya'nın faşist diktatörü Mussolini karşı çıkmasaydı, belkide ilhak o zaman gerçekleşecekti. Ne var ki o dönemde Mussolini zayıf ve korumasız Avusturya'nın üstünde hak iddia etti. 1935'te Hitler Avusturya'da Nazi birlikleri oluşturmaya başladı ve Almanya'yı yeniden silahlandırabilmek için zaman kazanmaya başladı. İki yıl içinde Bavyeradan gönderilen Naziler, Avusturya'da gizli birlikler kurdular, bu arada Hitler Alman basınında Avusturya'da ki Nazi faaliyetleri ile ilgili yazı, haber ve fotoğraf yayınlanmasını yasakladı. Avusturya'lı nazilere kendisinden gelecek emre kadar kimliklerini gizlemelerini emretti. "
Bu gizli toplantıdan yaklaşık 3 ay sonra, 4 Şubat 1938'te Hitler o ünlü beklenmedik kararlarından birini yürürlüğe soktu ve aynı gün Genel Kurmay Başkanı ile ona bağlı 14 Generali topluca görevlerinden uzaklaştırdı. Görevlerinden alınan Generaller Hitler'in Avusturya'lı Nazileri kullanarak seçimle iş başına gelmiş Hükümeti darbe yolu ile devrilmesine karşı çıkmışlardı. Bu darbeyi Avrupa'ya hükmeden İngiltere'nin, Fransa'nın ve Rusya'nın olumlu karşılamayacaklarını düşünüyorlardı.
4 Şubat günü Hitler planlarını sadakatla uygulayacak 15 yeni komutanı boşalan koltuklara oturtmuştu bile. Aradan bir ay kadar zaman geçmişti ki, 11 Mart Cuma sabahı saat:05.30'da Avusturya devletinin Şansölyesi Dr.Kurt Schuschnigg yatağının baş ucunda çalan telefonla uyandı. Telefonda Avusturya Polis ve Güvenlik Örgütünün başı Dr.Skubl vardı.
" Almanlar Sarzburg'daki gümrük kapısını tek taraflı olarak kapattılar. İki ülke arasındaki tren seferleri durduruldu. Alman birlikleri sınırlarımızda yığınak yapıyorlar. "
Ertesi gün 12 Mart 1938'te Alman birlikleri ellerindeki Pagan inançları simgesi "Toprağa ve kana tapınmayı" sembolize eden gamalı haçlı bayraklarıyla
Avusturya sınırını geçerek Ülkeyi işgale başladılar. İlginçdirki Hitler, Atalarının ve kendisinin eski vatanının işgaline, yeni vatanının ordularıyla ilkin kendi doğum yeri olan sınır kasabası Braunau am İnn'den geçerek başlamaları komutunu vermişti.
13 Mart günü Avusturya'nın işgali tamamlanmıştı ve hızla kimliklerini açıklayan Avusturya'lı naziler Führerr'lerini çılgınca alkışlayarak buyur etmişlerdi. Hitler
Avusturya'da imparator gibi karşılandı ve Leonding'de ki aile kabristanına giderek Annesinin ve Babasının mezarlarına çelenkler koydu.
Roman-Katolik takvimine göre 13 Mart Bitniyalı kutsal şehitler günüydü ve tüm kiliselerde yas vardı. Bu şehitler kiliselerini ve hristiyanlığı korumak istedikleri için Pagan askerlerce öldürülmüşlerdi.
Avusturya'nın şansöliyesi Dr. Schuschnigg Avrupa siyaset sahnesinde beyefendi, devlet adamı olarak tanınmıştı. Sofuluğa varacak kadar dindar bir katolikti. Polis şefinden gelen telefondan sonra doğruca kiliseye gitmiş ve daima dua ettiği “Our Lady of Perpetual Sucor” adlı Azize’nin heykeli önünde diz çökmüştü
Güzel Azize Şansölyeye büyük bir merhametle bakmış fakat ikisi Nazi dörü asker altı Alman tarafından makamından yaka paça indirilerek daha sonra çok ünlenecek olan daçhau toplama kampına atılmasını engelleyememişti.
Hitlerin Avusturya'yı ilhakından üç hafta kadar önce 1920'lerden beri Almanya'da görev yapan Amerika'lı kadın gazeteci Dorothy Teompson, 18 Şubat 1938'te ilginç bir makale yazmıştı:
Almanya niçin Avusturya'yı işgal etmek istiyor, doğal kaynakları için istiyor? Doğal kaynakları için deseniz, Avusturya'nın hiçbir ham maddesi yok, yoksul ve çok ciddi sorunları olan bir ülke, Avusturya bu hali ile Almanya'nın sırtına yük olur ve gelişmesini engeller, nedir ki, eğer Çekoslavakya işgal edilecekse önemli bir sıçrama noktasıdır. O durumda Çekoslavakya sarılmış olacaktır. Birkaç adım ötede ki Macaristanın zengin tarım alanları ve Romanya'nın petrol yatakları artık Alman ordularına direnemeyeceklerdir. "
Dorothy Teompson'ın, öngörüsü doğruydu. Hitlerin esas hedefi de Macaristan ve Romanya'ydı. Ancak Hitler hiçbir zaman tek taşla tek kuş vurmamıştı. Nitekim bir gün Avusturya ile ilgili olarak ta şeytanca bir gizli planı vardı ve bunu hiç kimse tahmin edememişti.
Ertesi yıl aynı günde, 13 Mart 1939'ta Bittniyalı kutsal şehitler gününde Adorff Hitler'in Pagan orduları ellerindeki gamalı haçlı bayrakları ile yıldırım savaşı (Blitskriek) taktiğini uygulayarak bu kez Çekoslavakya'yı işgal ettiler. 15 Mart'ta Çekler yenilgiyi kabul ettiler.
Hitler çok neşeli bir günündeydi. Sekreterlerini yanına çağırdı: "Hadi bakalım kızlar bana birer öpücük verin, bu benim hayatımdaki en güzel gündür, bugünden sonra tarihe en büyük Alman olarak geçeceğim."
Sekreterleri Hitleri öpücüğe boydu, gariptirki hitler kendisine dokunulmasından hele öpülmekten ve kucaklanmaktan hiç hoşlanmazdı. Kendisi ile görüşmeye gelen devlet başkanları ile bile zorla el sıkışır, sonra en az üç metre mesafe uzakta durarak konuşurdu. Hitlerin bu garip davranışı onun kokulara karşı aşırı bir duyarlılığı olduğu varsayımına bağlanmıştı. Ama o gün anlaşılan kendi "Vasiyetini" kendisi yerine getirdiği için çok mutlu olmuştu.
Bu iki işgal Hitlerin adını bütün dünyaya duyurdu. Gözü kara bir Nazi, Almanya'nın yeni tanrısını o günlerde şu sözlerle tanımlamıştı "Hitler bizim gözümüzde sadece 12 inançsız havarisi olan o bildik tanrıdan (İSA) çok daha yüce bir tanrı idi.
Gerçekten de Hitlerin şöhreti dünyaya yayılmıştı. Fotoğrafları dünya basınında artık birinci sayfalarda yer alıyordu. Oysa hitlerin geçmişte fotoğraf çektirme konusunda da çok yadırganan bir davranışı olmuştu. 1920-1930 yılları arasında Hitler hiçbir gazeteciye fotoğraf çektirmemiş ve görüntüsünün basında yer almasına izin vermemişti. Almanya'da herkes onu konuşuyordu, yazılarını okuyordu, nutuklarını dinliyordu. Ama gazetelerin fotoğraflarını basması yasaktı, Amerika'lı ünlü gazeteci William Shirer'ın ve yazar Ernest HEMİNGWAY'in dediklerine göre o yıllarda Hitlerin bir fotoğrafını elde edebilmek için neredeyse bir servet ödemek gerekiyordu. Avrupa'da adından en çok söz edilen siyasetçinin tek karelik fotoğrafının çekilmesine bile Naziler Führer'in emri ile engel olabilmişlerdi!
Avusturya'nın işgalinde iki ay sonra, Mayıs 1938'te Dünya bu işgali iki alman ülkesinin doğal birleşmesi şeklinde yorumlamış ve unutmuştu. Mayıs ayının ortalarında Avusturya'daki 17.nci Askeri bölge komutanı General Knittersched doğrudan doğruya Hitlerden gelen gizli bir emir aldı, buna göre Döllersheim adlı kırsal ve ormanlık köy alanının askeri manevralar için talim alanı olarak açılması isteniyordu.
İki ay sonra Temmuz 1938'te bu kezde Avusturya tapu kadastro müdürü benzer şekilde doğrudan Hitlerden gelen bir emir aldı, Müdürden en kısa sürede Döllersheim'in ve çevresinin tüm kayıtlarını toplaması isteniyordu. Emire göre Döllersheim tank talim alanı olarak seçilmişti, 1938 yılının başında bir sabah kimsenin bilmediği adı duyulmamış, yoksul Döllersheim köyünün sakinleri yataklarından kaldırıldılar. Köylüler önce köyün meydanında toplandılar. Sonrada yanlarında taşıyabilecekleri eşyaları alıp az ötedeki Çekoslavakya'ya göç etmeleri istendi. Öğleden sonra köye giren Alman tankları köyün okulundan başlayarak kilisesine ve mezarlığına kadar ne kadar yapı varsa tamamını yerle bir ettiler. Mezar taşları bile parçalanmaktan kurtulamamıştı. Yoksul Döllersheim hitlerin emri ile haritadan silinmişti.
Sonra ki yıllarda naziler böyle küçük köylerle yetinmeyip, koskoca kentleri de tankları ile dümdüz ettiler, haritadan sildiler.İkinci dünya savaşı süresince Almanların saldırganlığı o denli vahşice olmuşdu ki hiç kimse yoksul Döllersheim ise yaklaşık 25 yıl sonra tarihçilerin dikkatini çekebildi. Hitlerin acaba küçük Döllersheim köyü niçin yerle bir ettirmiştir? Eldeki belgelere göre yıkılan köyde tank talimi hiç yapılmamıştır. Kaldı ki bu tür askeri manevra ve talimler için Avusturya'nın sayısız boş alanı vardı, yeni alan açmaya hiç gerek yoktu. Üstelik Hitler Döllersheim'dan başka hiçbir Avusturya köyüne dokunmamış, tam tersine onları mali ve teknik destek sağlayarak kalkındırmıştı. Köyde nazilerin geleneksel düşmanları olan komünist, çingene ve yahudide yoktu, kendi halinde tamamı katolik bir köydü Döllersheim.
Öyle ise niçin haritadan silinmişti?
1971'te ünlü Alman tarihçi Wernel Maser, Döllersheim köyü ile ilgili bomba gibi patlayan bir açıklama yaptı. Maser'e göre Döllersheim hitler tarafından hiçbir zaman tank talim alanı olarak seçilmemiş dolayısıylada yerle bir edilmemişti! Maser'in dediğine göre Döllersheim gerçekten 1945'te Almanya içlerine doğru ilerleyen Stalin'in kızıl ordusu tarafından haritadan silinmişti. Döllersheim evleri, okulu, kilisesi ve mezarlığı ile yıktırıp yok eden Hitler değil bizzat Stalin'dir. Hiç kimsenin bilmediği ve önemsemediği bu köy Stalin tarafından yok edilmişti.
Maser'in açıklamaları üzerine, Döllersheim dünyanın ciddi gazeteleri tarafından ele alınmaya başlandı. Avusturya'da ki yoksul bir köy acaba niçin önce Hitler sonrada Stalin gibi iki acımasız diktatör tarafından haritadan silinmek istenmişti? Döllersheim'i esrarengiz yapan neydi? Gizli İstihbarat örgütleri, gazeteciler, araştırmacılar ve akademisyenler iki yıl süre ile görüşlerini bildirdiler. Sonun da Döllersheim'in sırrı çözüldü, küçük Döllersheim köyü Adorf Hitler'in babası Alois Hitler'in doğum kayıtlarının bulunduğu yerdi. Hitlerin babası belgelere bakılırsa bu köydeki kiliseye kayıtlıydı ve Hitler ailesinin geçmişi ile ilgili bir çok belgede burada saklanmaktaydı. Köy yıkılmadan önce bir SS Subayı gelerek tüm belgeleri toplamış ve bunları başkent Berlin'deki gizli bir devlet arşivinin kasasına taşımıştı.
Daha ilginci Hitlerin büyük annesi Maria Anna Schickelgrubel'de Döllersheim mezarlığında gömülüydü. Hitlerin emri ile mezarlık yok edilince büyük annesinin mezarıda sonsuza dek bulunmayacak şekilde ortadan kaldırılmıştı.
Hitlerin en kapsamlı biyografisini yazan G.L.Waite'in yazdığı gibi "Hitler Yok etmek için bu köyü rastlantı sonucu seçmiş değildi. Bilerek seçilmişti Döllersheim. "
Döllersheim'in esrarı çözülmüştü. Ama tarihçilerin kafalarını karıştıran bir çok soru yanıtsız kalmıştı. Bir insan hayatında hiç görmediği büyük annesinin mezarını acaba niçin barbarca yok ettirir? Büyük anne böylesine acımasızca cezalandırılmak için acaba nasıl bir günah işlemişti. Yoksa Hitlerin sonsuza dek bilinmesini istemediği bir sır mı vardı?
İkinci Dünya savaşının üzerinden yaklaşık 55 yıl geçti, tarihçiler hala kesin olarak Hitlerin ailesindeki "Kim Kimdir"'i çözebilmiş değiller. Almanya'nın yakın dönemindeki en ünlü tarih araştırmacısı Claus P.Fischer'in dediği gibi , "Bu konuda gerçeğe belki de hiçbir zaman ulaşılamayacaktır."
Avrupa'nın aile içi evliliklerin ve aile içi cinsel ilişkilerin en yaygın olduğu bu bölgesinde dahi Schickelgruber ailesi karmaşık aile içi ilişkileriyle olduğu kadar akıl hastalıkları ve bedensel bozukluklarıylada ünlenmişlerdir."
Robert Glwaite,
The Psychopathic God, 1977
Hitlerin esrarengiz aile geçmişi ile ilkel korku ve nefretini yansıtan Yahudi düşmanlığı dikkatlice incelenirse, onun ünlü devlet adamı Bissmarkch'ın, Hohenzonlern İmparatorları Kayzerlerin ve devlet başkanı General Hindenburg'un koltuğuna oturabilecek en son şahıs bile olmayacağı açıkça görülür. Ne var ki, Adolf Hitler bu koltuğa oturmuş ve bu koltuğa 12 yıl boyunca Alman halkı onda tanrısal ve ilahi bir güç bulunduğuna inanarak onun emirlerini tartışmadan yerine getirmeyi kabullenmişti. Adolf Hitler kendisini Führerr (Başbuğ) ilan ederek kendinden önce Almanya'nın başına geçmiş tüm devlet adamlarından daha fazla ünlenmiş, hepsinden daha fazla güce ve yetkiye sahip olmuş ve deyim yerinde ise Almanların yeni tanrısı olarak yüceltilmiştir.
Sadece Adolf Hitler değil, ilginçdir ki, belki de aynı "Alın Yazısı" nın bir oyunu olarak babası Alois'te kendi çapında tuhaf ve sır dolu bir yaşantının kahramanı olmuştur. Örneğin, Aloys Schickelgeruber'in nasıl olupta hiçbir yasal zorunluluğu yerine getirmeden 6 Haziran 1876 'da birden bire Döllersheim kilisesindeki doğum kayıt defterindeki adını Alois Hitler'e çevirebildiği hiçbir tarihçinin veya İstihbarat örgütünün çözemediği bir sır olarak günümüze kadar gelmiştir. Aloys bu işlemi yaptırmak için mevzuat gereği mahkeme kararı çıkartmak gibi yasal bir girişimde bulunmamıştı. Daha ilginci ad değişikliğini yapan Döllersheim kilisesinin yaşlı papazı Josef Zahnschirm'in yasalara göre bu değişikliği yapması için imza atması gerekirken atmamıştı. Hayrettir ki bütün bu eksikliklere rağmen ad değişikliği yasal sayılmıştı!
Benzer şekilde sadece İlkokul mezunu olan Aloys'un nasıl olupta 13 yaşında iken köyünden ayrılıp Viyana'ya yerleştiği ve iddialara göre hiç kimseden yardım görmeden hapsburg sarayının yönetimindeki imparator gümrükleri baş müfettişliğine yükselebildiği, Aloys'un hayatındaki halen çözümlenememiş sırlardan biridir.
Konu Hitlerin ailesine gelince tarihçiler ve araştırmacılar çaresiz kalmakta ve gerçek dünyadan koparak bir yalanlar ve yarı-gerçekli yalanlar alemine girerek bulanık sularda avlanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu sular bizzat Adolf Hitler tarafından bulandırılmıştır ve onun verdiği bilgileri gerçek kabul ederek yola çıkanlar çoğunlukla ellerinin bomboş kaldığını gecikerekte olsa görmüşlerdir. Örneğin, Hitlerin babası Alois'in gümrük müfettişi olduğu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde kanıtlanmış bir gerçektir. Oysa, Adolf Hitler 21 Kasım 1921'de yazdığı bir mektupta babasının "Postacı" olduğunu altına imza atarak belirtmişti. Hitler on yıl kadar sonra da bir grup nazi bürokrata babasının yerel "Yargıç" olduğunu söylemişti. 22 Şubat 1933'te ailesinin ve kendisinin öz ve öz "Bavyeralı" olduklarını, 23 Eylül 1938'te de İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain'e ailesinin ve kendisinin Anglo-Sakson kökenli, yani saf kan İngiliz oldukları yalanını söylemişti.
"Benim ne düşündüğümü hiçbir zaman bilemeyeceksiniz" demişti. Hitler silah arkadaşı ve bir dönemin Genel Kurmay Başkanı General Ferans HOLDER'e "Çevresine hava atmak için benim aklımdan geçenleri bildiklerini yüksek sesle söyleyenlere ben hiç kimselere söylemediğim yalanları söylerim."
Hitlerin yalanları "Taktik" yalanlardı.
1930'a kadar basına fotoğraf çektirmekten kaçınan Adolf Hitler'in gerçek soyadının Schickelgruber olduğunu Nazi partisinin (NSDAP) üyeleri dahi bilmiyorlardı. Macar asıllı gazeteci, Hans HABE-sonra Amerikan İstihbarat elemanı olduğu-1932'de Adolf Hitler'in gerçek soyadının Schickelgruber olduğunu keşfedip yazınca Nazilerin boy hedefi haline geliverdi. Naziler öldürmek için Habe'yi aramaya başladılar, o da çareyi Amerika'ya kaçmakla buldu.
Habe'nin keşfi Almanya'da şaşırtıcı izler bıraktı, Hitler aile geçmişinin sorgulanmasından ciddi rahatsızlıklar duyuyordu, ailesi ile ilgili bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar Hitler'i bir hayli yıpratmıştı. 1933 Şansölye seçilince yaptığı ilk iş ailesi ile ve özel hayatı ile ilgili soruşturmaların sürdürülmesini yasaklamak oldu.
Nazilerin Hitlerle ilgili çıkardıkları magazin haberlerinden biri de onun kadınlarla olan ilişkisine dairdi. Naziler Hitlerin özel hayatında kadına yer vermediğini ve papazlar gibi kadınsız yaşadığını yaymışlardı. Oysa hitlerin hayatına girdikleri bilinen belgelenmiş en az 6 kadın olmuştu. Daha ilginci bu 6 kadından 5'i yedi kez intihar girişiminde bulunmuş ve 3'ü hayatına son vermişti!
Adolf Hitlerin babası Aloys Schickelgruber'de (Babasız) doğmuş bir çocuktu. Babasının kim olduğu belli değildi. Annesi ise yazılanlara göre 41 yada 42 yaşında
bir kadındı. Adı Maria Anna Schickelgruber'di, Avrupa'nın bu bölgesinde aile içi evlilik çok yaygında ve yine çok sık olarak babası belli olmayan bebek doğumları yaşanırdı.
O yıllarda Avusturya'nın kırsal alanlarda doğan bebeklerin %40 kadarı evlilik dışı ilişkilerden peydahlanmışlardı.
Hiç kuşkusuz evlilik dışı çocuk doğumları sadece yoksul köylerin gerçekleştirdikleri bir günah değildi. Hapsburgların saraylarında da benzer bebek doğumlarıda sıkça yaşanmıştı.
Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Josef, Avrupa kraliyet ailelerinin en soylu ve güzel kadınlarından birisiyle evli olmasına rağmen tıpki kendi köylüleri gibi zaferler ve yenilgilerle dolu hayatından vakit bulup, demir yolu işletmesinde görevli bir memurunun Anna Nahowski adlı çok genç ve fettan karısı ile ilişki kurmuştu. Ayrıca o günlerin ünlü sanatçılarından Katerina Schratt'lada dostluğu vardı, Franz Josef'in oğlu veliaht prens Rudolf'ta, Prenses Stephanie ile evli olmasına rağmen 16 yaşındaki genç bir baronesi ayartarak kendisine metres tutmuştu.
yaşanmış olan bu yaygın evlilik dışı doğumlar konusu bazı kuşkuların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Halkın %40'ı arasında, hangi erkeğin hangi çocuğun babası olduğu kesin olarak bilinemediği gibi bazı durumlarda da hangi annenin hangi bebeğin gerçek annesi olduğu bilinemiyordu. Evlilik dışı ilişkilerde doğmuş bir çok bebek süt anne (Stievmutter) denilen kadınlara veriliyordu ve bir daha hiç aranıp sorulmuyorlardı. Bu süt anneler kayıtlara gerçek anneleri olarak geçiyorlardı. Bu durumda Maria anna Schickelgruber'in Aloys'un gerçek annesi olduğu kesin olarak öne sürülebilir miydi? Gerçi tersini kanıtlayabilmekte zordu ama yinede bazı ip uçları vardı,
Örneğin bir çok tarihçi aynı kaynaktan beslenen hatayı tekrarlayarak Hitlerin büyük annesi Maria Anna 40 yaşlarında iken doğduğu köyden ayrılarak Gras şehrine gittiğini ve burada hizmetçi olarak çalıştığını ve evin genç oğlu tarafından hamile bırakıldığını yazmışlardı. Üstelik onlara göre Gras'daki bu aile Frankenberger adlı bir yahudi ailesiydi ve Maria Anna'da bu Yahudi ailenin oğlu tarafından gebe bırakılmıştı. Dolayısıyla da Hitlerin babasıda bir yahudiydi.
Eksik araştırmadan kaynaklanan bu bilgi tümüyle geçersizdi. Şöyle ki 1965 sonrası ele geçen belgelere göre Maria Anna, Gras'a ömrü boyunca hiç gitmemişti. Nerde kaldı çalışması (!). Gras Polis kayıtlarında bu isime hiç rastlanmamıştı.
Gras şehrinin kayıtlarının gün ışığına çıkmasının Hitlerin ailesi ile ilgili kuşkuları daha da arttırdı. Maria anna, Gras'a gitmediğine ve bir Yahudi'den de hamile kalmadığına göre nerede ve kimden hamile kalmıştı? Kaldı ki , tüm hayatı yoksulluk ve zaruret içinde son derece yorucu ve yıpratıcı çiftçilik koşulları içinde geçmiş olan 42 yaşında bir kadının ilk kez hamile kalmak için epeyce gecikmiş bir bedensel yapıda olduğu da ortadaydı. Tarih araştırmacılarının bu konuya hiç değinmemiş olmaları da manidardı.
Başka sorularda vardır, Maria Anna Strones'de doğum yapmamış ve/fakat yanında çocuğu ile köyüne dönmüşse bu çocuğun onun çocuğu olduğunu kesin olarak nasıl saptanabilir? 42 yaşındaki hiç evlenmemiş bu köylü kadın kendisine emanet edilmiş bir bebekle köyüne dönmüş olamaz mıydı? Maria Anna'nın toplumda saygın yeri olan başka bir kadının evlilik dışı ilişkisinden doğma bebeğini büyütmekle görevlendirilmiş bir "süt anne" olmadığı nasıl bilinebilir ki.
Adolf Hitlerin karmaşık ruh halini ve nereden geldiğini anlayabilmek için, büyük annesi olduğu varsayılan ve fakat nedense mezarı torunu Adolf Hitler tarafından yerle bir edilerek yeryüzünden kaldırılan Maria Anna Schickelgruber'in yaşamındaki sırları çözmek gerekmektedir. Nedir ki, tarihçiler bu konuya da gereken ilgiyi göstermekten kaçınmışlardır.
Hitlerin ailesinde Yahudi kanı bulunduğuna dair iki yabancı gazetede yayın yapmıştı.
Hitler acaba, niçin büyük annesinin mezarını yok ettirmişti? Doğumundan kırk yıl önce ölmüş yoksul ve zavallı bir kadına duyduğu bu kin ve nefreti kaynağı neydi? Böylesine barbarca bir intikam için ortada akla uygun tek bir gerekçe vardı: Maria Anna Schickelgruber gerçekte babası Alois Hitler'i "Öz annesi " değildi, ona bakmakla ve büyütmekle görevli bir süt anneydi! Ve bu süt anne para karşılığında küçük Aloys'a 5 yaşına kadar bakmış evlendikten sonrada kocasının isteği ile "bir daha hiç görmemek" başka bir ailenin yanına terk edip gitmişti. Aloys'ta 13 yaşına gelince Yahudi aileden gelen ödemelerin sona ermesi ile birlikte bu ailenin yanından ayrılmış ve Viyana'ya göç etmiştir. Anlaşılan Adolf Hitler işte bunun, Maria Anna'nın kendisine emanet edilmiş çocuğu başkasına terk edip gitmesini hiçbir zaman affetmemişti. Kendi öz annesine Marezi bir düşkünlüğü hayranlığı olan Hitler'de beklenebilecek en doğal cezalandırma "Kötü Kadın" ve "Sadakatsız anne" Maria Anna'nın mezarını yeryüzünden sildirmek olurdu-ki o da bunu yapmıştı.
“Öğrenebileceğin kadar öğren, fakat kimliğini hiçbir zaman açıklama.”