ESKİ MODEL HATIRALAR
Eskiden köylere yolcu taşıyan 63 model minibüsler vardı. Kimi kırmızı, sarı ya da beyaz renkli soluk boyalı, eski püskü arabalardı. Onları yarı belden itibaren rengârenk bir kuşak gibi saran damalı oluşları beni en çok cezbeden taraflarıydı. Onları; beni köyüme ulaştıran bir rüzgâr gibi görüyordum.
6–7 yaşlarımdaydım. Okula yeni başladığım yıllardı. Hafta sonları köye gider, Pazartesi sabahı erkenden dönerdik. Hafta sonu dediysem öyle Cuma gününden değil, babam esnaf olduğundan memurlar gibi tatili cumadan başlamazdı. Cumartesi günü o da benim gibi iple çekerdi yolculuk akşamını. Dükkânı kapattığı gibi bir solukta durağa varıp ön camındaki tabelaya “Derecik” yazan minübüste alırdık yerimizi. Eğer yol boyunca inen olmazsa, ben hep ayakta ya da babamın dizine oturarak giderdim.
Ayakta gittiğim zamanlar yol boyunca yanan ışıkları, ya da sabahları dönerken alçalıp yükselen telleri bile göremezdim. Kadınlar genellikle arka koltuklarda otururdu. Araba tutmasına karşı ellerinde naylon torbalar bulunurdu Daha asfalt yoldan köye ayrılan sapağa varmadan arabanın içinde bir hışırtı duymaya başlardım. Naylon torbaların ağzı açılır hazır vaziyette ellerde tutulurdu. Arabamız taşlı toprak yolda ağır aksak ilerleyip birkaç viraj döndüğümüzde arka koltuktakilerin midesi bulanır başı dönerdi. Sonra da naylon poşetlerden arabanın içine bir koku yayılırdı. Torbalar usulca ve sıkıca bağlanıp minibüsün penceresinden fırlatılırdı.
Bazan virajları dönerken bazanda bir rampayı çıkarken araba yavaşlar duracak gibi olur ve birden motordan gelen bir bağırtıyla ağır aksak devam etmeye çalışırdık. Köye çalışan minibüsler yeni olmadığından böyle durumlarda arabamızın bozulduğunu sanıp yolda kalacağız diye ödüm kopardı. Bir keresinde yolda kalmıştık bile
.
Köye giden yolun ikinci rampasında yine duraksayıp hareket etmeye çalışırken minibüsümüzün önünden dumanlar çıkmaya başlamıştı. Şoförümüz yolculardan bir kaçını indirip tekrar hareket etmeye başladı. Rampanın bitimindeki düzlükte muavin, arabanın altına taş koyup bagajdan kaptığı boş bidonu yamaçtaki evden su doldurup getirdi. Şoför arabanın ön kapağını açıp suyu, dar yassı ve köyde arı kovanımızın peteklerine benzettiğim siyah demir kutunun içine boşalttı. Yolcuların meraklı soruları arasında arabaya tekrar doluşup hareket ederken muavin motorun hararet yaptığını söylemişti.
Şöför söylene söylene yolların bozuk olduğundan, yolcuların yolda kalmamak için arabayı tıka basa doldurduğundan kızgın kızgın sitem ederken, benim gözüm elindeki direksiyonu nasıl çevirdiğini pedallara hangi durumda nezaman basacağını gözlüyordu. Arabanın içinde ayakta olduğumdan bunları rahatca gözetleyebiliyordum. Onun için koltukta oturmaktan çok, ayakta ya da babamın dizine yaslanarak gitmek daha gizemli gelirdi bana. Arabanın tavanında boynum iki büklüm, sigara dumanı arasında şoförün her hareketini pür dikkat izlerken, bazen kasketli bazen aksakallı adamların kaçak tütünden sardığı sigarayı kaç fırtta bitirdiğini bile sayardım. Sigara bitince izmariti, önündeki koltuğun yırtık muşambasının arkasındaki küllükte söndürmeye çalışır sonrada kapağını kapatırken aralı küllüğün arasından süzülen sigara dumanı 1–2 viraj alarak yükselir, burnumun dibinden nazlı bir şekilde kavis yaparak şoförün yanındaki camdan esen rüzgarın ahenkine kapılarak arabanın içinden yok olup giderdi.
Sigara dumanı meraklı bakışlarımın arasında beni rahatsız ederek camdan uçup giderken, koltuk altlarına hıncahınç sıkıştırılan örme seleler, gümüş renginde kalaylı bakraçlar ayaklarıma basacak yer bırakmazdı. Böyle durumlarda kendimce sinirlenir kızardım. Bazen de rengârenk desenli yamalı bohçaların içinde ne olduğunu yoklar sonrada ayak uclarımla üzerine basar ezerdim. Böylece koltukta oturmamanın intikamını almış olduğumu sanırdım.
Bir keresinde minibüs viraja süratle girdiğinden, sebze bohçasıyla yanyana duran yoğurt bakracı ve yumurta sepeti devrilip arabanın içine yayılmıştı. Nar gibi kızarmış olan yüzümden terler boncuk boncuk akmıştı. Kendimi suçlu hissetmiştim. Sonraları damalı minübüslerde babamın dizlerine yaslanarak köye giderken, bohçaların arasında ayaklarıma itinayla yer aradığımı hatırlıyorum. Bu olay hala her minibüse binişimde aklıma gelir ve yüzümde tatlı bir tebessüm belirip ayaklarımın kanatlandığını hissederim.
İyi bir insanın yaşamının en iyi bölümü göstermiş olduğu nezaket davranışlarıdır. Duygularımızla olmasa bile davranışlarımızla saygı göstermemiz her zaman mümkündür.