Çok insan anlayamaz bizim musıkımizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden
Açar bir altın anahtarla ruh ufuklarını
Hemen yayılmaya başlar sada ve ruh akını
Ve seslenir büyük Itri,semayı örten ruh.
Peşinden dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh.
Yahya Kemal böyle sözlerle başlamış üstad Mustafa Efendiyi anlatırken bizlere. Devamını yazmadığımız dizelerde.
Klasık Türk Müziği de denilen Osmanlı müziğinin kurallarının netleştiği,olgunluk döneminde yetişmiş olan önemli bir bestekardır.Onyedinci yüzyılda gelişen saray musiki hayatının,onsekinci yüzyılında da hızla sürdüğünü tarihçilerimizden öğreniyoruz. Bu önemli isimler,Kadıasker İbrahim efendi Hafız Post lakabıyla bilinen Tanburi Mehmed efendi, Küçük müezzin Mehmet Çelebi ve Buhuri-zade Musfafa Itrı efendi gelmektedir.
Mustafa Efendi (ITRİ) Doğum yılını kesin olarak bilmemekle beraber 1640 olarak kayıtlarda Yer almıştır. Itri takma ismidir.Beş hükümdar devrini görmüştür. Dördüncü Mehmet, Üçüncü Ahmed’e kadar arada gecen padişahların devrini idrak etmiştir. Musikide ki üstadının Hafız Post olduğunu biliyoruz.
Itri ‘nın en büyük özelliklerinden birisi de ondan önceki musıki anlayışı İran kökenli iken. Bu tesiri silerek Türk musikısi uslubu ile müziğe ayrı bir önem katmıştır.Halkın ve dönemin Padişahının iltifatı kazanarak Sarayda Musiki hocalı yapmıştır.
Üstadın eserlerinden günümüze gelen eser sayısı elli civarında olmasına rağmen ikibine yakın Eserinin olduğunu Suphi Ezgi Bey “Atrab- ül asar da belirtmiştir.
Bütün Müslümanların dillerinden düşürmediği, düğünlerde derneklerde, camilerde, ramazan aylarında Segah Tekbirleri, Maye Cuma salası,ve çok az okunan ve çok kimsenin duymadığı bir Sala var ki Dilkeşhaveran makamındaki sala da üstada aittir.Günümüzde okunan Cuma Salalarını müezzinler tek kalıp halinde Hüseyni makamında okurlar.Camilerdeki müezzinlik usulünün tanzimi, Teravih namazı arasında makam değiştirerek farklı namaz kılma şeklide, üstad tarafından geliştirilmiştir.
Mevlevihanelerde ayinden önce solo ve saz eşliksiz üçyüz yıldan beri icra edilen Rast Makamındaki “Naat “ ona aittir. Bu muhteşem ve uzun eserin güftesi Farsça olup, Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye aittir. Bu nedenle Nat-ı Mevlana adını almıştır.
Ya Habiballah Resuli Halıki yekta tuyi
Ber güzini Zülcelali pakü bihemta tüyi
Nazenini Hazreti Hak sadru bedri kainat
Nuri çeşmi Enbiya çeşmi çerağı ma tüyi
Diye devam eden mubarek kelamlar gönül dünyamızı aydınlatmaya çoşturmaya hak ve hakikata
Ulaştırmaya devam edecektir.
Yahya Kemal Üstadımızın şiiri ile devam edelim;
Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.
Büyük Üstad 1712 yılında hakka yürümüştür. Bizler bu büyüklerimizi, Türk musikisine büyük hizmetler vermiş bestekarlarımızı hatırlamak, onları yad etmek eserlerini araştırmak, okumak ve dinlemek sureti ile hem gönül dünyamızı aydınlatmak hem de musikiye kattıkları zenginliklerden istifade ederek gönül tellerimizi titreten doyumsuz musiki eserlerini diğer müzik dallarına verdiğimiz özen kadar, bu eskimeyen müziğimizi, genç neslimiz ile buluşturarak onlarıda bu zevkten mahrum kalmamalarına katkı sağlamalıyız.
Yazılarımızda zaman zaman büyük üstadlara da yer vererek onları hatırlamak ve hatırlatmak görevimiz olduğunu düşünüyorum.