Acı Ama Gerçek
Yazacaklarımdan sonra haklılığımı tespit edeceğinizden eminim.
Bir taksi şoförü ile sohbetten çıktı konu.
Ödemiş’in yakın bir kasabasında yaşanır olanlar. Eşini bir müddet önce kaybetmiş, yetmişine merdiven dayamış bir amca vardır kasabada, birde kırk yaşlarında oğlu. Oğlan böbrek hastası, haftada üç kez diyalize bağlanması için İzmir’e gidip gelmesi gerekirmiş. Bu gidip gelmeleri ticari taksi ile yaparmış.
Bir gün hayata yeniden dönmesi için bir ışık doğar, babasının doku örnekleri uyumludur. Eğer baba, böbreklerinden birini vermeyi göze alırsa genç adam kurtulacaktır. Fakat zordur yaşlı adamı ikna etmek. Yaşamak çok tatlıdır onun için, bir türlü böbreğinin birini oğluna feda edemez.
İzmir’den diyaliz dönüşlerinden birinde böbrek hastası adamın ağzından çıkanlar zehir zemberek olup neticeyi değiştirmeyecek bile olsa! Taksi şoförünün içinin acıdığı yıllar sonra olayı anlatırken gözlerinin dolmasından anlaşılıyordu.
“Yahu şu babamı anlamıyorum, bazen onun benim gerçek babam olup olmadığı konusunda şüpheye düşüyorum, nasıl bir adam bu? Elimden gelse bir kurşun sıkacağım kafasına, bak sana söylüyorum! Bu adam ben öleyim diye bekliyor, öldüğümün arkasından evlenecek, görürsün.” Bir insanın öz babası hakkında böyle düşünmesi çok acı olmalı, gerçek de öyle.
Aradan geçen zaman ve diyalize bağlanmalar adamı iyileştirmeye yetmemiştir. 2000 yılında kırk yaşının içinde hayata gözlerini yummuştu böbrek hastası, en çok babasının canını yaktığını düşünerek.
Asıl hikaye şimdi başlıyor.
Böbrek hastası oğlunun ölümünden kısa bir süre sonra kendisine kendinden oldukça genç bir kadın bulunur ve evlenir yaşlı adam. Ama hayat kendi beklediği gibi değildir, hiç kıyamadığı böbreklerinin faydası olmaksızın iki yıl sonra Hakkın rahmetine kavuşma sırası kendine gelmiştir.
İnanmadım araştırdım. O anılan teyzeyi buldum. Bir iki sohbetten sonra şoför arkadaşın anlattıklarının hepsinin doğruluğu çıktı ortaya. Teyzem düşündüklerimin doğrultusunda haklı çıkıyordu. Yoksuldu, kendi çocukları pek ilgilenmiyordu. Yalnızdı ve hiç bir sosyal güvencesi yoktu, bu evlilik fikrini getiren arkadaşına önce soğuk bakmış, sonra da zaruretini anlamıştı. Yani kendisince bakıcılık adı altında bu evliliği kabul etmişti.
Merakım belli bile olsa soracaktım.
“Teyze! Sen o adamla evlenmezden önce diğer çocukları bakmıyorlar mıydı adama?”
“Hayır oğlum. Ben gidene kadar ölen oğlunun hanımı varmış hep o bakarmış bizim kine.”
“Peki, beyi öldükten sonra bakmamış mı, amcaya?”
“Bakmış, ama kocasının şikayetlerinden olsa gerek, biraz kırgınmış bizim beye!”
“Ya diğer çocukları?”
“Onlarda ezelden, annelerinin ölümünden bu yana çok kızarlarmış babalarına, hatta sebebini bizim beyden bulurlarmış.”
“Neden?”
“Bizim ki eskiden beri karı-kız kısmına biraz düşkünmüş de!”
***
Allah rahmet eylesin demek bile zor geliyor içimden ama gerçek bu.
***
Bu merhumun yerinde bir anne olsaydı aynı şekilde davranır mıydı?
Kesinlikle hayır.
Annelik duygusunun ne demek olduğunu bize hep gösteren anneler asla ve asla böyle davranamazlar. Oğlu (ya da fark etmez kızı) için değil bir böbreğini, her zaman canlarını vermeye hazırdırlar.