Arama

İslam Nedir? - Tek Mesaj #3

Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
29 Temmuz 2012       Mesaj #3
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
İslam

Muhammet Peygamber'in getirdiği din. Sözcüğün anlamı boyun eğme, teslim olmadır. Bu dini benimseyen kişi, Allah'a içtenlikle bağlanıp teslim olmuş demektir. İslâm dininin kurucusu Muhammet'e ilk vahiy 610 yıllarında geldi. Allah'ın, kendisini insanlara doğru yolu göstermekle görevlendirdiğine gönülden inanan Muhammet, çoktanrılı Mekkelileri, tektanrılı İslâm dinine çağırmaya ve kendisine zaman zaman gelen vahiyleri bildirmeye başladı. Ona inanıp ilk Müslüman olan da eşi Hatice oldu. İkinci Müslüman'ın ise arkadaşı Ebubekir olduğu sanılıyor. Müslümanlık, başlangıçta dinsel-ahlâksal bir kuruluş niteliğindeydi. Yeni doğan kız çocuklarını gömmemeyi, Allah'a inanmayı ve tapınmayı, iyilik yapmayı, kötülükten kaçınmayı öğütlüyordu. Yaptırım olarak da ölümden sonra gidilecek cennet ile cehennemi ortaya koyuyordu. Çoktanrılı Mekkelilerin, İslâmdan önce de ulu saydıkları Allah (Al-Lata) adlı bir tanrıları vardı. Mekkeliler, yabancısı olmadıkları Yahudi ve Hristiyan dinleriyle ortak yönleri olan ve bu dinlere saygı gösteren yeni dine karşı, önceleri önemli bir tepki göstermediler. İslâm dini yavaş yavaş yayıldı, Medine'de birçok kişi Müslüman oldu. Gücü artan peygamber, Arapların öbür tanrılarını yadsımaya, toplumsal yapıda düzenlemeler yapma girişiminde bulunmaya kalkışınca, işleri yolunda olan kimseler, durumlarının bozulacağı kaygısıyla direnişe geçtiler. Çoğunluğu güçsüz ve önemsiz kişilerden oluşan Müslümanlara saldırılar başladı. Baskılar korkulu bir nitelik alınca Müslümanlar göç etmek zorunda kaldılar. 622 yılında Muhammet de Medine'ye göçtü. Bu göç, sonraları hicrî tarihin başlangıcı sayıldı. Medine'de kısa süre içinde güçlenen Muhammet, Mekkelilere karşı savaşmaya başladı. Mekke'de inen Kuran ayetlerinde dinde zorlama olmadığı söylenirken, Medine'de inen ayetlerde fetihlere, kutsal savaşlara yer verilir. Peygamber'in amacı, Arapları İslâm dini içinde toplayıp bir birlik oluşturmaktı. Göçebe Arapları da bu birliğe katmaya çalışıyordu. Bu din çevresinde kısa sürede büyük ve güçlü bir devlet oluştu. Yeni İslâm Devleti Mekke'ye ve Arap Yarımadası'nın büyük bir kesimine egemen oldu. Peygamber Muhammet yaşamının son yıllarında Roma ve İran egemenlikleri altında bulunan Arapları da kurtarmak için bu ülkelere karşı savaş açma girişiminde bulundu. Ancak bir sonuç alamadan öldü (632). Muhammet'in yerine İslâm Devleti'nin başına seçilen emirlere "halife" dendi. İlk dört halife (hulafa-i raşidin) onun izinde yürüdüler ve başlattığı işleri sonuçlandırdılar. Müslümanlık, daha doğduğu yüzyıl içinde Hint ve Atlas Okyanuslarına, Anadolu sınırlarına, Hazar kıyılarına değin yayıldı. Günümüzde ise yeryüzünün hemen bütün yörelerine yayılmış bulunan Müslümanlar'ın sayısı 600 milyonu aşar. En yoğun bulundukları ülkeler, Orta Doğu ile Kuzey Afrika, Endonezya ve Pakistan'dır. Türkçe konuşan halkların tümüne yakın bir çoğunluğu Müslüman'dır. İlk üç halife (Ebubekir, Ömer, Osman) çağında Müslümanlık çevresinde gerçekleşen Arap birliği, dördüncü Halife Ali çağında, Peygamber'in ölümü üzerinden yirmi beş yıl geçmeden sarsıldı, iç savaşlar başladı. Ali ile Muaviye arasında yapılan Sıffin Savaşı'ndan sonra Müslümanlar üç kola ayrıldılar. Ali yanlıları (Şiîler), Muaviye yanlıları (Sünnîler) ve ikisine de karşı olan Haricîler. Bu kolların her biri, sonraları birer mezhep ya da tarikat niteliği aldı. Günümüzde İslâmın dört ana mezhebi vardır. Bu dört mezhep de kendi içlerinde birtakım dallara ayrılırlar. Tektanrılı olan İslâm dininin temeli Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, kadere, iyiliğin ve kötülüğün Allah'tan geldiğine hiçbir kuşku duymadan inanmaktır. Kadere ve iyilikle kötülüğün Allah'tan geldiğine inanmak, İslâm din bilginleri için önemli bir sorun olmuştur. Kader, insanın nitelik ve eylemlerinin önceden Allah tarafından saptanmış olmasıdır. Kuran'ın birçok yerinde, "Allah, dilediğine doğru yolu, dilediğine kötü yolu gösterir", "Allah, dilediğini yüceltir, onurlandırır, dilediğini alçaltır" anlamlı ayetler vardır. Buna göre asıl irade Tanrı iradesidir. Buna "iradei külliye" denir. İnsan iradesi ise "iradei cüziye"dir. Bu irade Tanrı'nın yazdığı kaderi değiştirmeye yetmez. Oysa yine Kuran'da, Tanrı buyruklarını yerine getirenlerin cennete, Tanrı buyruklarına uymayanların cehenneme gidecekleri, birçok kez yinelenerek anlatılır. Bu çelişki karşısında, kaderi benimseyip insanı iradeden yoksun sayan Cebrîlik, kaderi yadsıyıp insanı saltık iradeli bir varlık sayan Kaderilik, çelişkiyi birtakım yorumlarla ortaran kaldırmaya çalışarak Sünnî mezhepleri destekleyen Eşarilik ile Maturidilik gibi inanç sistemleri doğmuştur. İslâm dini, insanın kişisel ve toplumsal bütün eylem ve davranışları, her türlü toplum sorunlarıyla ilgilenir, onlara yön vermek ister. İslâm bu noktada öteki dinlerden ayrılır. Musevîlik ve Hristiyanlık geniş ölçüde "uhrevi" (ahirete ilişkin), İslâm ise daha çok "dünyevî" bir dindir. Dolayısıyla bir din olduğu kadar, bir töre ve toplum düzeni, bir hukuk ve devlet sistemidir. Bu yönüyle zaman zaman ve yer yer, toplumsal ve siyasal eylemlerde bir araç olarak kullanılmış. İslâm yasa ve kurallarının temel kaynakları olan Kuran'ı ve hadisleri, siyasal amaçlarına göre yorumlayan, gerektiğinde kendi amaçlarını destekler nitelikte hadisler uyduran mezhepler ortaya çıkmıştır. Genellikle Arabistan'ın doğal koşullarına uygun yapıda olan, eski Arap kültür ve törelerinden birçok ögeler de içeren İslâm dini, doğa koşulları değişik ülkelere; uygarlıkları, inançları, töreleri çok ayrı uluslar ve budunlar arasına yayılınca, yeni yorumları gerektiren birçok sorunla karşılaşmıştır. Üstelik bu ulusların ve budunların felsefesi, töreleri, gelenek ve görenekleri İslâm dinini yer yer etkilemiş, böylece din, bölgelere göre biçimler alan mezheplere bölünmüştür. Birçok tarikatlara bölünen tasavvuf da aynı etkenlerle doğup gelişmiştir.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi