İslam Felsefesi
Konusunu ve kaynağını İslâm dininin temel ilkelerinden alan felsefe. Genellikle kavramcı nitelik taşıyan İslâm felsefesi, duyu verileri yerine akıl ilkelerine ve mantık kurallarına dayanır; içinde yaşanılan dünya yerine, ölümden sonraki dünya ile ilgilenir. İşlediği konuları Kuran'dan, hadislerden, İslâm dininin ortaya koyduğu düşünce varlıklarından seçer. Gerçek amacı felsefeyle özellikle Platon ve Aristoteles felsefesiyle din ilkelerini uzlaştırmak ve dinsel inançlarla akıl arasındaki bağdaşmazlığı din lehine gidermektir. İslâm felsefesinin konuları, en yüce varlık olan Allah'tan başlayarak sırayla yaratılış, ruh ve insan davranışlarına kadar birdizi içinde yer alır. Varlık, Allah ile başlar. Allah'ın "zatı" (özü) bilinmez, insanın akıl gücü, bilgisi ve kavrama yeteneği onun özüne erişemez. Bunun için felsefenin konusu da Allah'ın "zatı" değil, nitelikleri ya da evrendeki varlıklara yine onun iradesiyle yansımış görüntüleri olabilir. Allah'ın bu nitelikleri üzerinde de yalnızca düşünülebilir, ne olduğu, nasıl ve neden böyle olduğu açıklanamaz. Bilinebilecek olan, Allah'ın hiçbir varlık yokken var olduğu (Kadım); başlangıcı ve sonu (Edebî ve Ezelî), hiçbir eksiği-noksanı olmadığı (Kâmil); her şeyi görüp (Basir), her şeyi işittiği (Semi) ve her şeyi bildiğidir (Alim). Allah doğmamış ve doğurmamıştır, fakat yaratıcıdır (Hâlik), evren ve evrendeki bütün varlıklar (mevcudat) hep onun yaratığıdır (mahlûk). Allah evreni ihtiyacı olduğu için, varlığın belirmesi için yaratmıştır. Evren ve varlıkların var oluşu (yaratılış) konusundaki tezleri bakımından İslâm Felsefesi üç ana görüşte toplanır: Yaratma eylemi, başlangıcında Allah'ın tek buyruğuyla bir defada olup tamamlanmıştır, bir daha yinelenmez. Başka bir görüşe göreyse yaratma eylemi süreklidir. Allah'ın iradesine göre her oluş yeniden yaratılmaktadır. Üçüncü görüşe göre evreni Allah kendisinden sonra yaratmış değildir, evren kendisiyle birlikte vardır ve kendisi gibi "Kadim"dir (eski). Yaratılmış gibi görünmesi, her oluşun Allah'ın koyduğu özel kurallara göre öteki oluşlardan bağımsız olarak ortaya çıkmasıdır. İslâm felsefesinin temel konularından biri de "ruh"tur. Ruh bedende bağımsız olarak vardır; bedenden önce yaratılıp, sonradan yaratılan bedene üflenmiştir. Beden ölür, ruh bedenden ayrılıp ölümsüz yaşamına döner. Ruhun da özü bilinmez, görüntüleri üzerinde durulabilir. İnsan, ruhu ve bedeni ile yaratıcısının değişmez iradesine (iradei külliye) bağlıdır. Yaygın görüşe göre bu büyük iradeye bağlı bir de kendi iradesi (iradei cüziye) bulunduğundan insan, yaptıklarından sorumludur. Başka bir görüşe göre ise insan, kaderi yaratılışında belirlendiği, ne yapsa bu yazgıyı değiştiremeyeceği ve her yaptığı Allah'ın iradesine bağlı olduğu için, yaptıklarından sorumlu değildir. İnsanın ruhu ile ölümsüzlüğe, bedeni ile de ölümlülüğe bağlı olması, onun bu ikisi arasındaki bağıntıyı kavramasını gerektirir. Bunu da akıl ve bilgi yoluyla sağlar. Bilginin kaynağı akıldır. Akıl, insanda bir İlahi bağıştır, Tanrısal bir varlıktır. İnsan aklının üç ayrı başarısı vardır: 1. İnanmak, 2. bilmek, 3. düşünmek. İnsan, taşıdığı bu güçler yüzünden iman eder, iman etmeyi bilen bir varlıktır. İnsan "hür irade"nin taşıyıcısı olduğu için davranışlarından, eylemlerinden dolayı Allah karşısında sorumludur. Bu dünya geçicidir. Ruh geldiği yere dönecektir, onun için sonsuz bir hayat âlemi vardır. Her insanın, dünyadaki davranışlarına göre öbür dünyada bir göreceği vardır. İyi (hayır) davranışta bulunanlar mutluluk (ödül), kötü (şer) davranışta bulunanlar ceza göreceklerdir. İnsan özgür iradesiyle "hayır" ve "şer"den birini seçmek zorundadır. İslâm felsefesine göre, insan bilgisinin iki kaynağı vardır; akıl ve duyular (deney). Bir kısım filozoflar aklın esasını, özünü, genel ilkelerini yine insan aklında aradılar. Bir kısmı ise aklın bilgi kaynağı olamayacağını, ancak deneyle, duyular yoluyla gelen bilgiler kendi kurallarına göre (aklın kurallarına) düzene koyabileceğini, bilginin gerçek kaynağının deney olduğunu ileri sürdüler. Maddenin dışında bir bilginin olmadığı görüşünü savundular. Üçüncü bir çığıra bağlananlar da maddenin dışında bir gerçeğin bulunmadığını, varlık kavramı altında toplanan her şeyin maddi olduğunu ortaya attılar. Bunlar arasında dinle çatışmayı göze alan düşüncelere bile rastlanır. Moşşailer, maddiyun (dehriyun), işrakiyun felsefe grupları bunlardandır. Bugün İslâm felsefesi denince ilk akla gelenler ise tasavvuf (vahdeti vücut) felsefecileridir. Bunlar aynı zamanda din büyükleridir. Başlangıçta değişik mezhepler hâlinde ortaya çıkan, zamanla birer felsefe akımı niteliğini kazanan Kuran, hadis, fıkıh, kelâm, tefsir gibi din bilimlerine dayanan düşünce akımları, ilk düzenli ürünlerini 9. yüzyıldan sonra vermeye başladı. 10.-13. yüzyılda en olgun çağını yaşayan İslâm felsefesi, 14. yüzyılda İbni Haldun ile doruğuna ulaştı. El-Kindi, Farabi, İbni Sina, Gazzali, İbni Rüşt de en ünlü İslâm felsefecileridir.
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi