Arama


LiSeLi - avatarı
LiSeLi
Ziyaretçi
10 Ekim 2012       Mesaj #5
LiSeLi - avatarı
Ziyaretçi
Edebiyatın Adı
Osmanlı dönemi Türk edebiyatı denince akla bu son yetmiş yılın sık değişen, canlı, dinamik, günlük hayatı yakından takip eden ve onu dillendiren edebiyat devresinden çok, XIII. yüzyılın sonundan itibaren altı yüzyıla yakın bir zaman büyük ve köklü değişikliklere hemen hiç uğramadan, varlığını sürdürmüş edebiyat akla gelir. Aydın kesim içinde altı asır gibi uzun bir süre devam eden bu edebiyat, varlığını sürdürdüğü zaman içinden kendisini ifade edecek özel bir isimle adlandırılamadı.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı etkisinde, ayrı değer, şekil ve türlerin meydana getirdiği yeni edebiyat devrelerini eskiden gelen edebiyattan ayırmak için yüzyıllar boyu isimlendirilmeden devam eden edebiyata isim arama ihtiyacı doğdu. Ortaya konan yeni edebiyata tarz-ı cedîd, edebiyat-ı cedîde gibi isimler verilirken, bu konuda düşünenlerin önüne tarz-ı kadîm, edebiyat-ı kadîme, şi'r-i kudema, âsâr-ı kudema, gibi isimler edebiyat hayatımıza kendiğilinden geldi. Gerçi Ziya Paşa Anadolu şairleri için şuarâ-yı Rûm, şiirleri için de eş'ar-ı Türkî gibi isimler kullanırsa da bunlar yaygınlaşma yolu bulamaz. XIX. yüzyılın son çeyreği ve XX. yüzyılın başlarında klâsik nedir? tartışmaları içinde "Bizim klâsiklerimiz hangileridir" sorusu da sorulur. Bu soru ile Osmanlı döneminin edebiyat-ı cedîde denilen devresinden önceki yani başlangıcından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar olan devrede verilen eserleri klâsik olarak nitelemek anlayışı öne çıktı ve o devir edebiyatına da klâsik edebiyat dendi. Ancak bu isim de çok yaşamadı. Tarz-ı kadîm, âsâr-ı eslâf, edebiyat-ı kadîme gibi simlendirimlerin bir nevi yeni ifadeye aktarımı olan eski edebiyat terimi ortaya çıktı ve oldukça hızlı bir şekilde yaygınlaştı. Hatta bu isimlendirme bugün üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde sözünü ettiğimiz edebiyat devresini işleyen anabilim dalının da adı oldu. Bu durum eski edebiyat adlandırmasını daha da yaygınlaştırdı.
1920'li yıllarda bu edebiyat için divan edebiyatı terimi gündeme geldi. Bu isimlendirme söz konusu edebiyatın meydana geldiği muhit ve meclislere verilen divan ismine bağlı olarak teklif edildi.Ancak kısa zamanda bu ilişki unutuldu, şairlerin bir araya getirdikleri deftere divan denmesi ile ilişkilendirilerek benimsendi. Böylece bu altı yüzyıllık devreye şairlerin şiirlerini topladıkları deftere izafeten divan edebiyatı dendi.
Divan edebiyatına, sadece aydın zümre arasında oluştuğu, halka açıkladığı, yüksek zümreyi ilgilendirdiği görüşlerine bağlı olarak, biraz da tenkit etme, hatta yerme amacıyla havas edebiyatı, aydın edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı gibi isimler de verilmiştir. Bu konuda o kadar şahsî davranışlara gidilmiştir ki, dönemin dinî yapısı göz önüne alınarak bu edebiyata ümmet çağı edebiyatı diyenler de olmuştur.
Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi 1980'li yıllarda yeniden şekillendirdiği ortaöğretim edebiyat ders programlarında, o zamana kadar kişisel anlayışla Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi 1980'li yıllarda yeniden şekillendirdiği orta öğretim edebiyat dersi programlarında, o zamana kadar kişisel anlayışlara göre değerlendirilen bu edebiyat devresi için Klasik Türk Edebiyatı isimlendirmesini benimsedi. Bu isimlendirmeye bağlı olarak son yirmi yıl içinde Klasik Türk Edebiyatı ismi giderek yaygınlaşmaya başladı.
Türk Edebiyatı Tarihî Gelişmesi
Türkler islâmiyetle VIII. yüzyıldan itibaren Maverâünnehir'de karşılaştılar. Ruh, töre ve tabiatlarına uygun, hayatlarına yabancı olmayan bu dini kolayca benimsediler. islâmiyette, önceki değerlerinin daha gelişmiş şeklini buldular. Güzel sanatların çeşitli dallarında eski kültürleri ile islâm'ı birleştirdiler.
Türklerin, islâm medeniyeti içine girmeden, kendilerine has bir edebiyatları vardı. Türkler, islâmiyet dairesine bu edebiyat zenginliğiyle birlikte geldiler. Arap ve Fars Edebiyatını tanıdılar. Bir hazırlık devresinden sonra girdikleri bu yeni kültür ve medeniyet dairesi içinde eserler vermeye başladılar. Bu eserleri verirken pek çok kelime ve terim yeni girdikleri kültür dairesinin dillerinden aldılar.
Arap ve Fars edebiyatının kurumlaşmış gelenekleri Türk edebiyatı geleneklerinden çok ayrı ve çekiciydi.Türk aydını çok işlenmiş ve olgunlaşmış Fars edebiyatı karşısında nasıl bir tavır aldı? ilk örnekler tam olarak elimizde değildir. Ancak şiirde eski nazım şekilleri ve önceden işlenilen konular yanında, yeni nazım şekillerini kullandılar ve yeni konulara yöneldiler. Hece ölçüsü yanında aruz vezni ile de şiirler yazdılar. Sagu ve koşuk gibi nazım şekillerinden başka kaside, mesnevî, gazel tarzında şiirler kaleme aldılar.
Türkler bunları yaparken doğrudan doğruya Arap edebiyatını değil, kendilerinden önce islâm medeniyeti içine giren Farsların edebiyatını örnek aldılar. Ortaya konan eserlere, başta Kur'an olmak üzere, hadisler, siyer, eski mitolojiler, tarih, menkıbeler ve sosyal hayat geniş ölçüde girer. Türk edebiyatı da zamanla ortak islâm edebiyatının önemli bir parçası oldu.
XI. ve XII. Yüzyılda Türk toplumu içinde Arapça ve Farsçayı bilen yeni bir aydın zümre doğdu. Bunlar, öğrendikleri Arapça ve Farsçanın yanında, bu dillerde meydana getirilmiş edebiyatın da etkisinde kaldılar. Bu yüzyıllarda Fars şiirine heveslenen Türk asıllı şairler Farsça eserler yazma arzusuna düştüler ve örnekler verdiler. Farsçayı edebiyat dili olarak benimsediler. Türk hanedanlarının saraylarında edebiyat dili Farsça oldu. Samanoğullarının, Gaznelilerin, Büyük Selçukluların zamanında Türk aydınları arasında Farsça edebiyat dili olarak benimsendi. Farsça yazanlar takdir gördü. Türkçe, olgun örnekler verecek teşvikten mahrum kaldı. Bu dönemde ortaya konulan Türkçe eserlerde ilim ve din alanında Arapça, edebiyat alanında da Farsça kelimelerin kullanılması giderek yaygınlaştı. Hece vezninin yerini aruz vezni almaya başladı. Eski Türk nazım şekilleri yanında mesnevî ve gazel gibi yeni nazım şekilleri de kullanıldı.
Bu durum daha çok Farsçanın yoğun olarak kullanıldığı Türk siyasî hakimiyeti altındaki bölgelerde görüldü. Halkı Türk olan bölgelerde ise Türkçe ile eser verme daha XI. yüzyıldan itibaren başladı. Bu yüzyıllarda meydana getirilmiş eserler daha çok öğüt verici nitelikteki şiirlerdir. Bu tür eserlerin başında devlet yönetimi ile ilgili olarak 1070 yılında Yusuf Has Hacib'in yazdığı Kutadgu Bilig görülür. Onu XII. Yüzyılda Edip Ahmet Yüknekî'nin Atabetü'l-Hakâyık'ı takip eder. Kutadgu Bilig ve Atebetü'l-Hakayık aruz vezni ile yazılmaları, Arapça ve Farsça kelimeleri bünyesinde almaları ve muhtelif islâmî unsurları taşımalarına rağmen iran şiirinin tam hakimiyetini taşımazlar. Hatta nazım şekli olarak bile tam benzerlik göstermezler. Atabetü'l-Hakayık baştan sona dörtlüklerle yazılmıştır. Ahmet Yesevî de hikmet tarzında yazdığı şiirlerde bu nazım şeklini kullanmıştır. Bu hikmetlerde islâm inanç ve ahlâkı ile birlikte tasavvuf duygusu da işlenmiştir.Hikmet tarzı gelenek hâlinde Ahmet Yesevî'den sonra da devam etmiştir. Kâşgarlı Mahmud'un Türk boyları arasından derlediği ve Dîvânü Lûgat-it Türk isimli eserine aldığı dil ve şiir örnekleri Türk şiirinin kendi geleneklerini sürdürdüğünü gösterir.
Türkler XI. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu'da Anadolu Selçukluları ile kesintisiz bir hakimiyet kurmuştur. Ancak bu dönemde de Farsça Türk saraylarında hakimiyetini sürdürdü. Sultan ve emirlerin himayesinde Türk şair ve edipler Türkçe yerine Farsça eserler verdiler. Türkçeye geçiş birden olmadı. Küçük küçük bazı denemelerle Türkçe Anadolu edebiyat dünyasında boy vermeye başladı. Bu önce Farsça mısralar arasında Türkçe kelimeler, Farsça şiirler içinde Türkçe mısralar şeklinde görüldü. Ayrıca bir mısraı Farsça diğeri Türkçe olan mülemmalar da Anadolu'da ilk Türkçe şiir örnekleridir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin eserleri böyledir. Baştan sona Türkçe ile yazılmış ilk şiirleri Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled'e aittir.
.............