Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2006       Mesaj #1786
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
"Tutkularla bekledim özleneni, ne gelen var ne de giden... Yalvardım, yakardım ölüm gece gibi yıkılmadan üstüme. Bir çocuğum olsun istedim. Öyle bir çocuk ki yılgınlığı bilmesin. Akarken çağıldayan dereler gibi, yere karışıp gitmesin. Yağmur gibi yağsın, rüzgar gibi essin. Öyle bir çocuk istedim... Yarabbi!.. Yüreği insanca, beyni insanca!.."

Yaşım ilerlemişti. Artık evlenmeyi unutuyordum ki, bir gün kısmetim açıldı. İmam nikahı ile evlendim. O an sevincimi göreydiniz. Bundan böyle kimse bana yan gözle bakamayacak, kalık diye hor görmeyecekti. Öyle mutluydum ki anlatmam olanaksız. Bu yaşıma dek, böyle bir duygu bedenimi yalayıp geçmemişti. Kendimi tüy kadar hafif hissediyordum. Bir zamanlar kızdığım, düşman bildiğim insanları bile kucaklayıp öpebilirdim; kollarımın arasında var gücümle bağrıma basabilirdim. Herkesi, her şeyi seviyordum. Yaşamı ise ölesiye... Bu duygularla evlilik olayının ne denli kutsal olduğunu anladım. Sevindim... Sevinç içinde günlerce sonsuz boşlukta bir kuş gibi kanat çırparak uçtum adeta... Mutlu insanların ne denli hoş yaşadıklarını öğrendim. Tüm insanların mutlu olmaları için yalvardım, yakardım, dualar ettim; adak adadım. Acaba ben mutlu muydum?..

Neyime sevgi. Neyime bahar, ötmeyen bir kuşum ben!.. Kirlettik her şeyimizi, aşındırıp eskittik olanca bedenimizi. Bindiğim kör gemi, beni bu can çekişen denizde, kuytu karanlıklara doğru sürüklüyor giderek... Kıyasıya dalgalarla bir savaş, uzamın döl evinde... Kısa zamanda ne mutluluk kaldı, ne de sevgi. Kapımın önünde geçermiş, o zaman açarım kollarımı, çaresiz koşarım, kaşarım da ulaşamam; giderek uzaklaşır benden... Kan, irin dünyasına, her gelene vereniz; alan değiliz her geçende... eğer yaşamak suçsa!.. Alın size olsun ateşim, başınıza çalın, artık neyimiz kaldı solumamızdan gayrı!..

Keşke kalık kalsaydım. Keşke hiç evlenmez olaydım. Kinim nefretim düğümlenen boğazımda, kat kat kördüğüm olaydı... Öyle bir düğüm ki, iki kumanın kavgasını izlesen de , adını ansan da açılamaya!.. Kimsenin açmayı başaramadığı, gizini çözemediği, yüz yıllarca gizli saklı kalabilecek, bir kördüğüm olsun isterim. Ne zaman ki bütün insanlar mutluluğa erişti; işte o zaman kördüğüm de açılaydı. Aman Yarabbi, aklıma gelince çıldıracağım nerdeyse!..
Kısa bir süre kocamla mutlu yaşadık. Eski karısında bir de kızı vardı. Tatlı güzel bir kızdı. Tıpkı masallardaki gibi gülünce yanaklarından güller açar, ağlayınca da yanaklarından inciler dökülürdü... Dediklerimden hiç dışarı çıkmazdı... Benim mutluluğuma davranışlarıyla mutluluk katardı.

Tutkularla özledim bekleneni, ne gelen var ne de giden... Yalvardım, yakardım, ölüm gece gibi yıkılmadan üstüme. Bir çocuğum olsun istedim. Öyle bir çocuk ki yılgınlığı bilmesin. Akarken çağıldayan dereler gibi, yere karışıp gitmesin. Yağmur gibi yağsın, rüzgar gibi essin. Öyle bir çocuk istedim... Yarabbi!.. Yüreği insanca, beyni insanca!.. Umudum, kavgam, her şeyim o olsun istedim... Gel gör ki benim elimde ne var... Bunca çilem yetmedi mi?.. Ben içten içe acıyı azaltayım derken, sen tonlarcasını indirdin yüreğime... Ve bir gün, bin bir çiçekler içinde kırdaki bayırdaki papatyaların da değeri bilinir.
Şehir mi?.. Yutuverir insanı anında. Ne içtenlik kalır ne de dostluk... Duygusuzlaşır kalır insan... Oysa köylük yerdeki yaşantımız ne denli iyiydi. Açken bile huzurluyduk. Köyde birbirimizle hırlaşsak da, hatta küs olsak bile huzurluyduk; çünkü birbirimizin haklarına saygı gösterir, birbirimizi korurduk; ama kent öyle mi batağın batağı!.. Kentte düşmeyi gör, acıyanın edenin olmaz. Elinden tutanın olmadığı gibi, faydalanmaya kalkarlar acımasızca. Hepsi de birbirinden huy kapmışlar sanki. Çıkarlarını her şeyin üzerinde tutarlar. Yüzüne gülüyorlarsa, selamları, sabahları varsa, ardından bir çıkarları söz konusudur. Pençelerine düştün mü kurtul kurtulabilirsen. Engerek yılanı gibi fırsat kollar pek çoğu; ama zehirlerini akıttıktan sonra kimi pişman, kimi de üzgünce ayrılır... Sanki kendilerini zorlamış, askıntı biz olmuşuz, gömlek değiştirircesine maskelerini değiştirirler. İşyerinde, kahvede, sinemada, tiyatroda, hatta kendi evlerinde bile kadınları tefe kor çalarlar. ******yuz, Çarşamba kadınıyız, ahlak bozan şeytanlarız, ******yiz , velhasıl her şey oluruz. Şirin maskeliler ne yanımıza gelmişler, ne de elleri ellerimize değmiş; çünkü ar namus tertemiz, salt suçları komşularının pencerelerini gözetlemek...
Haaa!.. Ne diyordum kurban olduğum!.. Tamam , tamam kocamın yaptıklarını anlatıyorum. Ne oluğunu ben de anlamadım. Dedim ya gözü kapalı bir kuştum. Kocam birden işi azıttı. İşe güce bakmaz oldu. Eskiden inşaatlarda çalışırdı. İyi kötü geçinip gidiyorduk; Ama buna karşın içimdeki kuşku giderek büyüyordu. Neden. Niçin ben de bilmiyordum. Sevgi mi, üzüntü mü ayrımına varmadım, olan olmuştu. İşe güce gitmediği gibi, kendisini içkiye kaptırdı. Birkaç kez arkadaşları eve kadar gelip, işe neye gitmediğini sordular. Söylediğimde düşünüp durdu. Ağzını açıp da iki söz etmedi.O halini görünce korkular sardı bedenimi. Hastadır diye üzüldüm günlerce. Ama o giderek işi azıttı kurban olduğum... Hem de ne azıtma, insanlığını bile unuttu.
Ben mi?.. Yalnız tek başıma, derdimi dökecek, acımı paylaşacak kimsem yoktu yanımda. Tek avuntum üvey kızımdı. Zaman, zaman onunla dertleşir, dertleşir de sonunda da doyunca ağlardık; ama ağlamak kurtuluş değil ki!.. Kötü bir hastalığa yakalanmıştı. Kumar, içki batağına giderek saplanıyordu. Parayı nereden buluyordu, kimlerle birlikteydi bilmiyorduk. Köyden kente gelişimiz birkaç yıl olmuştu. Nereye gideceğimi, kime baş vuracağımı bilmiyordum.
Gün yoktu ki, kurban olduğum, eve zil zurna sarhoş gelmesin. Gelir elbet kurban olduğum evi değil mi?.. Gelme diyemem ki, bir ara iki söz ettim, anamdan emdiğimi burnumdan getirdi. Ne kalıklığım kaldı, ne de galata kadınlığım. Ondan sonra mı tövbelerin tövbesi kurban olduğum. Onca olandan sonra mı, ağzımı açar da bir şey der miyim hiç. Bıraktım yakasını , canı nasıl isterse öyle davransın dedim. Doğru dersin kurban olduğum, kadın olmakla insanlığım alınmadı ya!. Kendime değil de, en çok üvey kızıma yandım.
Yok, yok kurban olduğum, yok!.. Kumar borcuna karşılık beni satmaya başladı. Öyle zamanlar oldu ki, gecede birkaç erkek değiştiriyordum. Bir mal gibi kucaktan kucağa atılıyordum. Bir ara intihara yeltendim. Kendimi bir kamyonun önüne, trenin tekerlekleri altına atmayı düşündüm. Sonundan vazgeçtim, kendimi öldürmekle neyi değiştirecektim. Yok kurban olduğum yok, söylemedim. Birkaç kez söyledim; ama değişen bir şey olmadı ki!.. Derken onunla da kalmadı. Bu kez de para diye sıkıştırmaya başladı. Eksik etek başımla nerede bulacaktım, kimi kimseyi tanımıyordum. Hem tanısaydım da ne değişirdi. Bir gün önce verilen para, bir gün sonra istenmeyecek miydi?.. Dövüldüm, sövüldüm. Etlerim kerpetenlerle sıkıldı.
Çok yalvardım, yakardım kurban olduğum; ama söz dinletemedim ki!.. olan bana olmuştu. Nerde bir erkek görsem, çekip vurmayı düşünüyordum. Yanlarındayken onları bir insan olarak değil de, kan emici birer vampir, insan eti yiyen yamyamlar olarak düşünüyordum. Ölülerden farkım yoktu.Duygusuzlaşmış, acıma hisleri körelmiş bir yaratık olmuştum. İçimde erkeklere karşı bir nefret ve iğrençlik giderek artıyordu. Bir araya köyüme dönmeyi düşündüm; ama hangi yüzle dönecektim kurban olduğum. İhtiyar annem ile babam duyduklarına fazla dayanamamışlardı. Acım büyüktü... Herkesin gözünde lekeli, kötü bir kadındım. Öyle bir durumdaydım ki, nerdeyse sokak ortasında başıma çökeceklerdi. Küçük, küçük çocuklar bile askıntı oluyorlardı. Öyle bir çıkmazın içerisindeydim ki!..
Tanrı düşmanıma vermesin. Günün birinde öyle bir sarsıldım, öyle bir sarsıldım ki kurban olduğum... İki gözüm iki çeşme, yağmurdan, rüzgardan, sevgiden uzak... Çıplak dağlar gibiydim çaresiz!.. Acılarla çözdüm yüreğimin ilmeklerini... Sevgi, mutluluk yerine, kin nefret boy attı içimde renk, renk!..Kimi zaman geceleri dışarıya çıkar, gözlerime akan yıldızlarla hasret gideriyordum. Denizlere akan ırmaklar gibi, bilincim yıldızlara akardı acıyla... Uzaklara, kimsenin olmayacağı uzaklara gitme düşü yüreğimi sızlatırdı burgaç, burgaç... Zaman su gibi akarken, saatler yetmiyordu çaresizliğime... Sabahlar aydınlığı çağırırken, bir tren düdüğünü öttürür, arabalar vızır vızır, kuşlar aydınlığa gözlerini açarken, gecenin bilmeceli hüznü ağararak uzaklaşır başımdan, birden devingenleşir bilincim, kanım damarlarımdan kaçar doludizgin yeni günle... Karanlığın son izlerini yalarken aydınlık, ezilmişliğimle içeriye dönerim... İşte o zaman yüzüme yeniden katran gibi bir hüzün çöker... Gözlerim maviyi ararken, yanaklarım morlaşır. Kızartıyla sokaklarda ayak sesleri çoğalır... Bir erkek tok sesiyle “ kahvaltım” derken ... Bir çocuğun “ simit” diyen hüzünlü sesi, kuşların korosuna karışır... Başımı, çatırdayan ağaçlara çevirdiğimde, örümceğin özenerek yarım kalan ağını tamamlamaya çalıştığını görmek, direnç verir insana. Kanıyor yüreğimin her bir yeri!... Bilimcimle yabansı düşler, hoyratça kahkahalar...

Bu hoyratça yaşamı çekecek kadar sağlam değil çatı; beni şaşırtan bir yanı vardır odaların her zaman... Karanlık boğazıma düğüm çalarken, sevi ağaçlarının tozlanarak büyümeleri, viranelerdeki baykuş ötüşleri, ölüm duyurusu mu desem, hazanları kemirmekte olan kurtçuklar gibi mi ; nedense bedenim giderek çürümeye dönüştü. Bir gün kesilecek bardakların tokuşması; ses çıkartmayacak kahvede tavla oynayanların zarları ve pulları... Ben son nefesimi verirken parmaklar arasındaki bardakların da sonu olacak!.. Gönüllü haberciler horozların ötüşleriyle yok olurken, keçilerini otlatmaya götürecek olan bir deli mavi çoban, beni düşlesin isterim.; ve ben toprağın altında filiz sürerken, kuzular mezar taşlarımın üzerinde sıçrayarak, bir an önce boyunları, soğuk bıçaklara uzanmaya hazırlanacak. Değişen çok şey olacak zamanla. Ben görmüşüm, görmemişim değişen ne ki!.. Köklerime akıtılan kurban kanlarından her bir şeyin haberini alırım. Nem kaldı şu yalan-dolan dünyada bunca hoyratlıktan sonra. Lağımlar patladığı zaman işi başından aşkın olur kasapların... eğer deprem olmuş, bir sürü ev viraneye dönmüşse, birkaç sineğin ağırlığındandır. Derdine derman olsun diye hekime gidersin, ıslık çalarak tapışlar sırtını, dilinin pasına bakar, birkaç gıdıklamayla sivilceler patlatır, aspirin, gripin, tek devan tahtalı köy.

Amaaaan!.. aman kurban olduğum işte o zaman yıkıldım. İşte meymenetsizi o zaman geberttim.Üvey kızımı bu işlerden uzak tutmak için elimden geleni esirgemedim. Etim ne ki budun ne ola kurban olduğum. Adı astarı bir eksik etek değil miyim?.. Kendisini kurtarmayan başkasını nasıl kurtarabilir. Kendisi boyun eğen, başkalarının boyun eğmemesine nasıl engel olabilir...
Bir gece kocam birkaç erkekle çıkıp geldi, gece yarıyı çoktan geçmişti. Çıkıp bir komşuya haber veremezdim. Zaten kimse bizimle konuşmuyordu, dedikodulara da biz aldırmıyorduk. Mahallelinin bizlere iyi gözle bakmadıklarını biliyordum. Üvey kızımı sürekli arka odada saklıyordum. Kem gözlerden ırak olsun istiyordum. Öyle bir zaman oldu ki, biz dışarıdayken,mahallede kimse dışarıda gözükmezlerdi... Başımıza gelen düşmanlarımızın başına gelmesin; ama komşularımızın da suçu çoktu. Bizlere yardımcı olur, kocama kızar, yaptıklarının kötü olduğunu söyleyebilirlerdi. Ya da ne bileyim, bizi mahalleden kovabilirlerdi. Nedense hiç kimse böyle bir şeye gerek duymadı.

Çok ölü gördüm çamurlu sokaklarda; çöplükte ilerleyen, mezarlıkta sevişen, kümeslerde hızlı, hızlı soluklanışlar... ahırda, komlarda buluşmaların bir onuru vardı. Olağan şeyler sayılır belki; ama koca, koca apartmanların rezaletine hiç benzemezler... eğer dilin döner de sorarsan, yemek yediklerini, içki içtiklerini anlatırlar... Çakırkeyif olduklarında soyun sözcüğü dudakları arasında eksik olmaz. Yeni paraların çoğaldığı günümüzde... Neyim var benim... Kim var bilmiyorum. Neyi, kimi, kiminle paylaşabilirim... Olmayan bir şeyin paylaşıldığı görülmüş mü?.. Benim günüm hep karanlık, gecem ile gündüzüm birbirine karışık...

Kocam oturduğu yerden ağır ağır kalkarak arka odaya yönelince, yüreğim fizana durdu. Adam öz kızının kolundan tutup getirdi. Kızı köteler gibi odanın ortasına sav urdu. Hiçbir şey olmamışçasına aşağı yukarı gezindi, adamlara kimi zaman bakarak sırıttı. Sonra da bir kuş gibi titreyen kızına kaşlarını çatarak:
“ Artık zamanı geldi. Bir işe yaramalısın. Bunca zamadır siz benim günümü gördünüz; şimdi de gün görme sırası bende,” dedi.
Hoş ne gününü görmüşsek.
O sıra üzerime kaynar sular akıtıldı sanki. Yüreğimin yağı eridi kalmadı anında. Figanım göklere çıktı. Ah kurban olduğum ah!.. Serçeler gibi titreyen sabim, yetimim, üvey kızım, yüreğimin parçası, beti benzi kirece durdu... Bana ve oturanlara yalvararak bakıyordu. İşte o zaman kurban olduğum; işte o zaman yüreğim hem enginleşti, hemi de katılaşıp taşlaştı. Kocam olacak musibet hiçbir şey olmamış gibi, sanki bir hayvan satıyormuşçasına:
“ Kadını beğenmezseniz işte size taze bir ferik,” demez mi!..Öldüm, öldüm dirildim kurban olduğum. Yerimden sıçrayarak üvey kızımın üzerine kapandım.
Kollarımla sıkıca sarmaladım onu, kem gözlerden uzak tutmaya çalıştım... Yalvardım , yakardım bakışlarımla oturanlara; çünkü boğazımı tıkayan düğüm konuşmamı engelliyordu.

Aynanın körlüğüyle kapatacaksın gözlerini... Ne kendini ne de başkasını göreceksin... İsli gaz lambasının turuncu ışığında şavkıyan birkaç leke belirmiş, ağları kara, kara... Öyle ya, karanlığa alıştı mı bir insan, onu ışığa çekmek, aydınlığı göstermek oldukça zor... Ya öleceksin, ya da her kirli işe boyun eğeceksin!.. Olmadı mı ikisine de boş vereceksin... Bilmem başka nasıl dayanır insan olan. Eriyen bir güvercin, bu durumda güneş ışığıyla girmek istemez odanıza. Ancak mezarın üzerindeki dikenli ot alev olur bedenine. Bir gün yeniden dirilmeyi bekler sabırsızlıkla.

Dokunmayın sabime, bunu kendi kızınız sayın; ama bana ne yaparsanız yapın. Nara yakmayın sabimin başını, “ dedim. Amaaaan, toprak başıma, sen misin bunu diyen!.. Kocam ikimizi de yerden kaldırdı. Adamların kucağına atarak, mal satarcasına pazarlığa başladı.
“ Beğenmediniz mi ulan?.. Beğenmeniz gerek, yoksa açlıktan öleceğiz. İş yok güç yok!.. ölmemek için canımızı ciğerimizi satmak zorundayız. Utanmıyorum, utanmam da gerekmez; çünkü açlık ne unutmayı, ne de şan ve şerefi bırakır. Bu çaresiz olduğum anlamına gelmez. Bir gün ben de sizinkileri satın alacağım. Anladınız mı şimdi?..” demesin mi kurban olduğum. İşte o zaman yıkıldım. Ciğeri varmış gibi ciğerden söz eder oldu bizim adam. Elimden gelseydi o an kıl ip ile boğardım... Yok kurban olduğum yok!.. Koskoca ülke dersin, doğrusun, doğru olmaya; ama salt biz değiliz ki, bizim gibi binlercesi, yüz binlercesi var!.. Evet, evet yaşamları da bizlerin yaşamı gibi... Musibet kocama hak verip vermeme arasında bocaladım durdum. Hep kötü olanlar bizim gibiler midir diye düşündüm?..
Başımı masada oturanlara çevirdim. Hepsi de boğa gibiydi. Getirdiklerini ha bire tıkıştırıyorlardı. Bunca parayı nereden bulur, nasıl yakıştırırlar, akıl işi değil doğrusu. Belki siz bilirsiniz; ama söylemek işinize gelmez. Adamın biri cebinden çıkardığı bir tomar parayı, çaput kilimlerin üzerine serpti. Ardından da kahkahalarla gülmeye başladılar.

Yedi başlı devin ağzından kor alevler uzanıyordu. Kargalar uçuşuyordu alevlerin içinde. Parıldayan tüyleri, gagalarının bilmem nereden kurtulmasına engel değildi. Tek gözlü canavar hoyratça sesler çıkarırken, kurtulmak boşa. Bir kapı var, kapalı, ne olabilir kapalı kapılar ardında?.. Ölüm neye bu denli uzak; yaşamak neye bu denli hoş... Dünyayı kokla tepeden tırnağa, kentin hengamesine bak... Gülen kim, acılarla kıvranan kim?.. Kim olursa olsun ölüm vız gelir..

Öyle bir oldum ki, öyle bir oldum ki kurban olduğum; adam gözümden bir büyüdü, bir büyüdü... Yedi başlı canavar gibi üzerime geliyor sandım... Kendimi iyi kötü yeniden toparlayarak, üvey kızımı odasına götürmeye yeltendim. Kocam bırakmadı. Kolumdan tutarak beni yeniden adamların yanına itekledi. Üvey kızım yanımda serçeler gibi titriyordu.
Birbirimize sarılarak doyasıya ağladık. Ağladıkça az da olsa rahatlıyorduk. Üvey kızım son kez beni bağrına basarak kalktı, en güzel elbiselerini giyindi. Aynanın karşısına geçip tarandı. Döndü boynuma yeniden sarıldı. Daha fazla beklemeyerek kapıyı açarak çıktı. Tuvalete gidiyor sandım. Gecikince kuşkulandım... ardından ben de çıktım; ama yoktu. Gece yarıyı çoktan geçmişti. Bir de yağmur yağıyordu ki kurban olduğum, sanırsın bardaktan boşanıyordu... Salona geri döndüm... Yatak odasına geçtim. Kocam olacak herif uyuyordu. Etinden et kessen uyanacak halde değildi. Odasından çıktım; üvey kızımın yokluğu yüreğime kurşun gibi oturdu. Bir esriklik sarmaladı olanca bedenimi. Neye uğradığımı şaşırdım. Yüreğimi bir acı aralıksız mengeneyle sıkıyordu. Salona geçtim yeniden, masanın üzerindeki dolu bardağı bir kaldırışta bitirdim.
Yok kurban olduğum yok, yere bıraktım kendimi. Ne kadar öyle kalmışım bilmiyorum. Ne düşündüm biliyor musun kurban olduğum?.. Yapılanları tümden düşündüm. Başıma gelenleri, kocamın yaptıklarını, üvey kızımın bir kerecik dayanamayıp ortadan yok oluşunu düşündüm. Ya ben nasıl dayanmışım bunca zulme, işkenceye!.. işte böyle kurban olduğum, aklımın erdiği kadarıyla düşündüm. Düşündüm ya!.. Pek de öyle çıkar bir yol bulamadım; ancak başımıza gelenleri sezinler gibi olunca kalktım. O an, anlayamadığım bir duygu içime çöreklendi. Kin , nefret birikimi bir duygu yükselip boğazıma düğüm çaldı sanki. Göğüs kafesim körük gibi inip kalkmaya başladı. Benle ilişki kuran bütün erkekler gözümün önünde, hoyratça sırıtarak geçtiler. Eğildim, yerdeki kanla yoğrulmuş paraları alıp, fırlattım namussuz yüzlere... Sonra nice yaşama son veren, ocakları söndüren kadını erkeğe peşkeş çektiren kağıt parçalarını, bir bir aldım. Avucumda buruşturdum, şekilden şekle girdiler. Hoyratça yüzler gözlerimin önüne gelip yeniden dikeldiler. Bir kibritle birini tutuşturdum. O denli güçlü olan kan içici, bir çöpün alevine dayanamadı, anında yok oluverdi bir yaşam gibi. Yüreğimi saran yalım harlanıyordu durmadan. Kendimi acılar içinde dışarı attım... Gök gürlüyor, yer yerinden oynuyordu sanki. Yağmur giderek hızını arttırıyordu. Bir ara odunluğu açıp. Nacağı aldığımı anımsıyorum...
Elimdeki nacakla kurban olduğum, uzun süre caddelerde üvey kızımı aradım durmadan. Bir var ki karşıma kimse çıkmadı. O sıra karşıma kim çıksaydı, tike tike doğrardım. Üvey kızımı bulamayınca o hırsla eve döndüm. Doğruca yatak odasına geçtim. Başka ne yapabilirdim kurban olduğum. Kocam her şeyden habersiz, alkol uyuşukluğuyla uyuyordu.
Sırılsıklam ıslanmıştım. Aynaya döndüm, kendi kendimi tanımadım. Üzerimde insanlık hali kalmamıştı. İnsan birkaç saat içinde bu denli değişir mi dersiniz?.. Değişmiştim... Yılları geride bırakmıştım. Üvey kızıma acıdığım kadar kendime acısaydım, belki de saçlarım alacalanmazdı. Aynadaki görüntüme iyice bakayım dedim. Bakmaz olaydım. Bakmamla nacağın parıldaması bir oludu.
O anda ölümün böylesi yaşamdan daha iyi olacağını düşündüm. Hızlıca geriye dönüp, elimdeki nacakla uyuyan kocamın, başına, gözüne, göğsüne her neresi rast geldiyse vurmaya başladım. Kendime geldiğimde güneş doğmuştu. Yatak kandan görünmüyordu... Görevlilerin beni arabaya almaları, mahallelinin beni taşa tutmasını anımsıyorum... Şimdi de karşınızdayım kurban olduğum... Üvey kızım mı?.. Bir türlü bulamadım; ama istasyonda bir genç kızın , trenin altında kalarak parçalandığını içeride duydum...
feather